Su Tanrısı gerekmediği sürece konuşmayı seven biri değildi zaten.

Evde oturup durmaktansa hem gezip hem de şehirde araştırma yapmaya karar vererek dışarı çıktık. Şhika panayır için hazırlıklarında tamamlandığını söylese de insanlar akşama yetiştirmek için hala bir şeylerle uğraşıp duruyorlardı. Metrelerce yükseklikte ki çadırlar şehrin göbeğini doldurmuştu. Hava da boğucu bir sıcaklık olsa da insanlar oflayıp puflamadan birbirlerine yardım ediyorlardı. Aronla beraber dolaşırken dış kapıdan içeriye çöl eşkıyalarının giydiği kıyafetlerin aynısını giyen on, on iki kişi girdi; beş sedye taşıyorlardı. Sedyelerin üstlerinde yatanların üzerini keten parçalarıyla örtmüşlerdi. Örtülerdeki kan lekelerini incelerken aklımdan geçenin başıma gelmemesi için dua ediyordum.

Çöl muhafızların gidişini izlerken insanların onlardan tarafa bir kez olsun bakmamış olması kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Yanlarından geçip giden adamlar sanki görünmezlerdi. Yüzlerini başlarındaki örtülerle gizlemiş muhafızların bakışları insanların üzerinde turlayıp duruyordu. Onları fark edip etmediklerini mi kontrol ediyorlardı?

Görünmediklerini biliyorlardı.

Aronu uyarmak için seslenecekken bileğime sarılan parmaklar kendisiyle birlikte beni de çekerek sokak aralarından birine soktu. Sırtımı duvara yaslayıp bizi gören birinin olup olmadığını kontrol etti. Bizi saklama gereği duymuş olması başından beri her şeyi bildiğini ispatlıyordu.

"Çöldeki cesetleri mi taşıyorlar?" Kısık sesli sorumu duyunca gözleriyle etrafı taramayı bırakıp bana döndü.

"Olabilir." Ayy şimdi ne yapacağız! Ya onları Aron'un öldürdüğü anlaşılırsa? Şhika'ya ellerinden kaçtığımızı söylemiştik öldürdüğümüzü değil! Adamlarını kontrol etmesi için çöle gönderdiğine göre bizden şüpheleniyordu!

Dudağımın kenarını ağzımın içine alarak endişeyle ısırdım. "Onları nasıl bulmuşlar ki?"

Dişlerimin arasında kıstırdığım dudaklarımı çeneme baskı uygulayıp kurtardığında bile tepki veremeyecek kadar zihnim boşalmıştı. "Cesetlerin kokusunu alan akbabaları takip etmişlerdir." Gözlerimi büyüttüm, biz bunu nasıl gözden kaçırmıştık? "Şimdi ne yapacağız? Bizden şüphelenecek olurlarsa istediğimiz gibi hareket edemeyiz."

"Şimdi de bizi takip ettiriyor." Kaşlarımı çatarak "Nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun?" diye sorduğumda üstüme doğru gelince sırtımı iyice duvara yapıştırdım. Bizi görecek birileri yokken ne diye dibime kadar giriyordu ki? Kolunu başımın üstünden duvara yaslayarak bana doğru eğildi.

"İşime karışma, beni sorgulama, sadece dediğimi yap. Halledeceğim." Emreder bir tonla konuştuğu için dişlerimi gıcırdatmıştım.

"Bu işte beraber olduğumuzu unutuyorsun Su Tanrısı!"

Çenesini sağa sola oynattı. "Seni tehlikeye atmayacağım."

Beni aynı anda hem öfkelendirip hem de nasıl darmadağın edebiliyordu? Kalbimin ritmi yine seyrinden çıkarak şiddetlendi. Derin bir nefes alarak göğsümdeki sıkışmaya katlandım. "Beni korumak istemende bir sakınca yok ama bunu beni uzak tutarak yapamazsın Aron. Sen istesen de istemesen de beni buraya getirdiği an işin içine bulaştım."

"Şansını fazla zorluyorsun." İnat herif!

Kollarımı birbirine dolayıp ayağımı yere vurmaya başladığımda ağzımı açıp ona saydırmamak için kendimi oyalıyordum. Parmaklarının arasına burnumu alıp sıktığında acıyla inledim. "Bırak surat asmayı da seni bu kadar heyecanlandıran şu panayır neymiş onu görmeye gidelim."

SU TANRISININ GELİNİWhere stories live. Discover now