Sağ tarafta boşta kalan kesim duvar yerine boylu boyunca camdı.

Yataktan kalktığım gibi kalın telli saçlarım belime savruldu. Kollarımı iki yana açarak gerindim. Çıplak ayaklarımı pencereye götürerek perdeleri çektim. Belli konumlara göre hiza almış muhafızları es geçerek manzaranın tadını çıkardım.

Hala inanasım gelmiyordu.

Küçük bir köyde doğup büyümüş bir kızdım ben. Şimdiyse bu koca ülkenin hanımı olmuştum. Her ne kadar kocam olacak adam tarafından nefret ediliyor ve istenmiyor olsam da hakikat buydu. Bunu her düşünüşümde göğsümde bir baskı hissediyordum. Sanki içime sivri bir cam parçası saplanmış, etimden çıkmak yerine kanırta kanırta derine gömülüyordu.

Sahi onu ne zamandır görmüyorum? En son görüşümün üzerinden epey bir zaman geçmiş gibiydi. Oysaki daha birkaç gün olmuştu.

Omzumda hissettiğim dokunuşla düşünmeyi keserek Saya'ya döndüm. Elinde gece mavisi, üstünde beyaz güllerden motifleri olan bir elbise tutuyordu. Dudaklarındaki geniş gülümseme elbiseye bayıldığının göstergesiydi.

"Kesinlikle bu elbiseyi giymelisiniz! Size çok yakışacak!" Cıvıl cıvıl olan enerjisi bulaşıcı olduğundan artık güne hazır olduğumu hissediyordum.

Gülümseyerek üzerimdeki saten geceliğin askılıklarını indirdim.

"Hadi deneyelim!"

3. gün.

"Davetlerde, şölenlerde masa adabını bilmek önemli kurallardan biridir. Günün her öğününde değişen yemeklere göre kullanacağınız kaşık, çatak ve bıçakları ayırt edebilmelisiniz. Hemen ardından görgü kuralları gelir. Bir gelin olarak nasıl konuşmanız gerektiğini, oturuşunuzu, duruşunuzu takip etmek zorundasınız. Sizin her hareketiniz Su Tanrısının itibarını etkileyeceğinden en ince detaylarına kadar nizamı öğrenmeli ve ezberlemelisiniz."

Sofra kurallarını bana öğretmek için gelen kadın öğretmen saçlarını ensesinde sıkı bir topuz yapmıştı. Kıyafetinde en ufak bir kırışıklık yoktu. Fazlasıyla olgun giyindiğinden yaşından büyük gösteriyordu. Gözlerindeki gözlükleri alışkanlıktan iki dakika da bir yukarı doğru itiyordu. Kadının her hareketi disiplin kokuyordu.

Günlerdir bana adap öğretecek diye kafamın etini yiyip durmuştu. O kadar saçma sapan kurallar vardı ki hepsini hafızama kaydedecek kadar yerim yoktu! Yaptığım küçücük bir hataya dahi tahammülü olmadığından saatlerce azar işitiyordum. Öfkemi içime atıp durmaktan çatlayacak vaziyete gelmiştim. Normal de ağzının payını vermesini iyi bilirdim de dişimi sıkıyordum işte. Zira altıncı hissim bana böyle bir işe kalkıştığım takdirde soluğu Aronun odasında alacağını söylüyordu.

Şölende başarısız olmak istemiyorsam bu cadolozun söylediklerine bir süre daha katlanmalıydım.

"Mana hanım dinliyor musunuz!?" Cırtlak sesini işittiğim gibi sandalyedeki duruşumu düzelttim. Kafamı dinlediğimi göstermek istercesine salladığımda tek kaşını kaldırdı. Bu tarz bir yanıtın yakışık almadığını söylediğini anımsadığımda boğazımı temizleyip "Tabi ki de dinliyorum Becca hanım." dedim. Bir süre bana tip tip baksa da kazık yutmuş yürüyüşüyle örnek hazırlanmış masanın başına gitti. Tuttuğum nefesi çaktırmadan bıraktım, fırça atmayacaktı.

Eliyle üst üste konulmuş tabakları gösterdi.

"Servis tabağı en altta olur. Onun hemen üzerinde ana yemek tabağı yer alır. Ana yemek tabağının üzerine ara sıcak tabağı ve onun üzerinde de çorba kasesi konur. Yemekler alttan üste doğru servis edilir." Sıkıntıyla önümdeki yığına baktım. Biri bana bu kadar tabağa ne gerek olduğunu açıklayabilir miydi? Çorba kaseleri neyse de aynı tabaktan iki çeşit yemek yiyince mideleri mi bulanıyordu? Hanedanlar bazı evlerin yemek koyacak kap bile bulamadığından haberdarlar mıydı? Kuşkusuz hayır.

SU TANRISININ GELİNİWhere stories live. Discover now