Yiğit, elimi sıkıca tuttu. Yorgun gözlerinde bir rahatlama ifadesi olsa da diken üstünde olduğunu biliyordum. Zira ikimiz de öyleydik. Her an biri çıkacak ve bu büyülü anı bozacak ya da biri bizi dürtecek ve eğer bir rüyaysa hiç bitmesini istemediğimiz bu rüyadan bizi kaldıracakmış gibi geliyordu.

Bir süre sessizce yan yana yürüdük. Dudaklarımı aralayıp bir şey söylemeye cesaretim yoktu. Daha doğrusu bu anı bozacak bir şey söylemekten korkuyordum.

Birkaç dakika daha yürüdükten sonra sahil kenarına geldik. Yiğit, banklardan birini gösterip beni oraya doğru çekiştirdi. Oturup beni yanına çektiğinde kolunu belime sardı ve itiraz etmeme müsaade etmeden başımı göğsüne yasladı.
Kalkmak için hareketlendiğimde belimdeki elini sıkılaştırdı.
"Lütfen..." dedi sesi titrerken. "Biraz böyle kalalım."

Dediğini yapıp öyle kaldım. Elimde olsa sonsuza kadar öyle kalmak isterdim. Onun göğsü bana yuva gibiydi. Elleri, sıcacık bir ev gibi. Gözleri, sığınabileceğim bir liman gibi.

"Şimdi ne olacak?" diye sordum elimde olmadan. Çünkü gerçekten sonrasını merak ediyordum. Babası peşimizdeydi. Lale ile hâlâ nişanlıydı.
Ve bizim kaçacak bir yerimiz kalmamıştı.
İki gün sonra enseleneceğimizden şüphem yoktu.
"Bilmiyorum." dedi Yiğit, sıkıntılı bir nefesi serbest bırakarak.
"Bugün sadece seni düşünmek istiyorum."

Söyledikleri kalbimi tekletirken sessiz kaldım.
Saçlarıma değen dudaklarının hafif dokunuşunu hissettiğimde bedenime sirayet eden titremeyi görmezden gelmeye çalıştım.
"Beni nasıl buldun?" diye sordum günlerdir aklımı kurcalayan bu soruyu daha fazla tutamayarak.
Yiğit'in dudakları arasından bir kıkırtı kaçtığında başımı kaldırıp ona baktım.
Gözlerini eğip alttan bana baktığında eli boynuma gitti.

Boğazlı kazağımın ucunu kıvırmak için hareketlendiğinde ondan ayrılarak eline vurdum.
"Ne yapıyorsun sen?" kaşlarımı çatarak konuştuğumda kahkaha attı.
"Dur bir dakika." dedi kahkaha atmaya devam ederken. "Bir şey yapmayacağım. Sakin ol."

Kızgın bir şekilde ona bakarken beni umursamayıp boğazlı kazağımın boğaz kısmını kıvırıp boynumdaki kolyeyi açığa çıkardı.
Ona şaşkınca bakarken ne yapmaya çalıştığını anlamaya çabalıyordum.

Kolyenin taş kısmını çıkarıp altından sd kart benzeri ama ondan daha küçük olan bir parçayı eline aldı.
Taşı tekrar yerine koyup kartı avucuma bıraktı.
"Bunun sayesinde." Ağzım o şeklini alırken şaşkınlıktan ne diyeceğini bilmiyordum.
"B-Bu.." diyebildim yalnızca.
"Sana verdiğim kolyeyi hep taktığın için teşekkür ederim." diye dalga geçip arkasına yaslandı.

Kolyeyi, şirketin başarılı bir işi bağlaması sonucunda tüm çalışanlarına hediye etmişti.
Hepimizde aynı kolye vardı ve böyle bir şey benim aklımın ucundan bile geçmezdi.
"O- o zaman herkesin mi..?"
"Hayır." dedi gülerek. "Yalnızca senin kolyende var."

Ayağa kalkıp ona inanmazca baktım. Kolyemde farkında bile olmadan küçük bir GPS cihazı taşıyordum.

Ona kızmak, bağırıp çağırmak için hazırlandığımda elimden tutup beni tekrar yanına oturttu.
"Sakin ol." dedi eli yanağımı bulup okşamaya başladığında. "Çevremde birçok düşmanım var ve sana sezdirmeden yapmamın başka yolu yoktu. O sırada sana olan hislerimi daha yeni kabullenmiştim ve işimden dolayı başına bir şey gelmesinden deli gibi korkuyordum Hazel."

Kahverengi hareleri söylediklerinde samimi olduğunu kanıtlıyordu. Ama bunca zaman kolyeyi hiç çıkarmadığımı nereden biliyordu?

"Kolyeyi hep takacağımı nasıl düşündün?"

Özel 'Asi'stan Where stories live. Discover now