31

20.6K 803 398
                                    

Bölümle ilgili olarak, geçen bölüme bir sürü eleştiri geldi -sanırım anlatamadığımdan- ama Güneş'in annesi mafya falan değil, kız ondan küçüklüğünden beri korkuyor. Takıntılı ve gözünde büyütüyor. Onun gözlerinden bile nasıl korktuğunu hatırlayın. Annesinin bu kadar düşman olması size saçma gelebilir, ama bu kitaptaki karakterlerin çoğu gerçek (Güneş, Cemre, Maçin, Eylül hatta Okan...) ve Güneş'in annesi belki de en gerçek olan karakter. Her neyse, bu korkunun nasıl bir şey olduğunu tahmin edebilirsiniz, kadın bir şey yapamayacak olsa bile Güneş onu en güçlü ve hayatını mahvetmeye programlanmış olarak görüyor. Bu travmatik bir şey. Sadece bundan bahsetmek istedim, teşekkürler.
*

Gözlerimi her kapattığımda karşımda beliren şey Ekim'in son gülümsemesiydi. Onu annemin kazandığına ikna ettiğimin kanıtı olan gülümseme. Benden vazgeçtiğinin göstergesi olan gülümseme.

Yine de bundan pişman olmadım.

Annem istediğini aldığında onun başının derde girmesini istemiyordum. Annemin istediği bendim ve buna Ekim'i bulaştırmayacaktım. Ama bu yaşadıklarım çok fazlaydı.

Annem, inanmayacaksınız ama, herkesin sevdiği bir kadındı. Benden başka herkese annelik yapmış gibi sevilirdi ve herkesi seviyor gibi görünüyordu. Bu da sorunun bende olduğunun kanıtıydı. Ben asla onun istediği evlat olamamıştım ve o da bir süre sonra bundan vazgeçmişti. Ya da belki babam öldüğünde gözünde ben de ölmüştüm. O zamanlar tam olarak ne olduğunu anlayamayacak kadar küçüktüm. Asla büyüyememiştim ama bu duruma alışmıştım.

Ve Ekim olmadan ne yapacağımı bilmiyordum. O, tek başına benim evimdi ve ben şimdi neredeyse onu terk etmiş sayılırdım.

Ağlamayla karışık bir iç geçirip sırtımı dayadığım duvara iyice sindim. Yaptığım şey için kendimden nefret ediyordum ama yine de bir umudum vardı. İki ay sonra on sekiz olduğumda Ekim'in hâlâ beni bekleyeceği umuduna sımsıkı tutunuyordum. Çünkü eğer öyle olmazsa gidecek bir yerim olmazdı.

Ekim'den başka yere gitmek de istemezdim zaten.
🎈🎈

Arka cebimdeki telefonun titremesi korkuyla uyanmama neden olmuştu. Üzerimde pantolonumla uyuya kalmam durumu açıklarken gözlerimi açmaya çalışıp telefonu elime aldım. Kalp atışlarımın hızlanmasına engel olamıyordum, Ekim'in arayıp her şeyi hallettiğini söylemesi için her şeyi verirdim.

Ama arayan Maçin'di.

Küçük odanın annemin odasından en uzak kalan köşesine -pencerenin kenarına- geçip aramayı cevapladım.

"Uzat saçlarını rapunzel!" Söylediği şeyin anlamsızlığına kaşlarımı çattığım sırada o kıkırdıyordu. "Uzatsana kızım." Bir aptal gibi pencereden aşağıya baktığımda orada bir gölgeyi seçebiliyordum. Yüzünü miyobumdan dolayı seçemesem de sokak lambalarının ışığı sayesinde görebildiğim kadarıyla Maçin'in ceketine sahip bir gölgeydi. Tüm kanımın vücudumda çıkabileceği son hızda dolaşmaya başladığını hissedebiliyordum.

Giriş katının bir kat üstünde oturuyorduk, dışarı çıkmam imkansızdı ve Maçin orada öylece dikiliyordu. Ki ben ne Maçin'e ne de Cemre'ye olanları daha anlatmamıştım. Ayrıca saat 05.12'ydi.

"Hiçbir prens böyle muamele görmemiştir." İç geçirdiğini duyduğumda omuz silktiğini de görüyordum. "Eyvallah Rapunzel, eyvallah." Gülümsedim.

"Burada olduğumu nereden biliyordun?" Fısıltı halinde konuşuyordum.

"Şövalyelerim haber verdi." Kahkaha atmamak için dudağımı dişlediğim de o çekinmeden gülüyordu. "Senin beyaz atlı prens haber verdi." Böyle dediğinde heyecanlanmamaya çalışarak derin nefesler aldım. "Oraya gittim de yani, anlattı." Kafasını yana yatırdığını gördüm ve kendime işkence etmeyi keserek masamın üzerinden gözlüklerimi alıp taktım. Az önce gülen kişi gitmişti, gayet ciddi bir surat ifadesiyle bakıyordu. "Kızım sen salak mısın?"

Underage | Daddy IssuesWhere stories live. Discover now