28

22K 959 375
                                    

Üçümüz salonda koltuklara yayılmış, öylece cips yiyip kola içiyor ve dedikodu yapıyorduk. Yani aslında Cemre ile ben dedikodu yapıyorduk ve Maçin de ne kadar aptal olduğumuz hakkında konuşuyordu. Ayrıca şimdiye kadar iki film devirmiştik. Çok uzun zamandır böyle bir şey yaşamadığım için, içimdeki mutluluğu tarif edemiyordum bile.

"11-C'deki Seda'nın sevgilisi varmış bir yıldır. Ve daha geçen hafta Mert'le konuşuyordu?" Cemre'nin söylediği şey gözlerimin şaşkınlıkla açılmasına neden olurken Maçin yüzünü bir yastığa gömdü.

"Drama!" Hafifçe bağırdığında gülüp arkama yaslandım. Maçin de yüzünü yastıktan kaldırıp bize döndü.

"Neyse, Güneşciğim, bir ay hakkında ne düşünüyorsun?" Cemre bu soruyu yöneltip yüzüne şeytani bir gülümseme yerleştirdiğinde gözlerimi kıstım.

"Kızım, bu şeytanın oyununa gelme. Ne olursa olsun." Maçin gayet ciddi bir yüz ifadesi ve ses tonuyla konuştuğunda ona minnetle baktım.

"Aranızda mantıklı düşünen birinin olması çok güzel." Cemre'yi iğnelediğimde sadece omuz silkip elindeki 2.5 litrelik kolayı kafasına dikti.

"Cemre, geç oldu." Maçin ayağa kalktı ve ardından da Cemre. Saat neredeyse bir oluyordu ama Ekim ve Eylül hâlâ ortada yoktu. Rahatsız etmek istemediğimden aramıyordum da.

"Sen bu bir ay işini düşün bence." Cemre göz kırparken Maçin de onun kafasına hafifçe vurdu. Ben bu hallerine kahkaha atarken kafama o kadar da hafif olmayan şaplağı Cemre'den yedim.

"Boş yapma." Maçin'e karşılık Cemre sadece dil çıkardı ve birlike kapıya doğru ilerledik. Gitmelerini istemiyordum, en azından Ekim gelene kadar. Ama Cemre'nin bu saate kadar sınırlarını zaten fazlasıyla zorladığını biliyordum, bu yüzden bir şey demedim. "Görüşürüz." Maçin saçlarımı küçük bir çocuğu sever gibi bozduğunda eline hafifçe vurdum.

Cemre de yanağıma bir öpücük kondurduktan omuz omuza merdivenlerden inişlerini izledim. Anlamsız bir şekilde kendimi ailesiz hissetmiştim. Onlar ailesinin yanına gidiyordu, gerçek, biyolojik ailelerinin yanına. Evet Ekim de benim ailemdi ama bu iş yasal olmadığı sürece hep diken üstünde olacaktım. Kapıyı kapattığımda düşünebildiğim tek şey buydu. Annemin beni her an yakalayıp tüm hayatımı mahvetme ihtimali. Ben bu özgürlüğe üniversiteye başladığımda elde edeceğimi düşünmüştüm hep. Gidecektim ve asla dönmeyecektim. Ya şimdi üniversite için başka bir yere gitseydim? Ekim benimle gelir miydi?

Sanırım şimdilik geleceğini düşünecektim. Ya da birlikte başka bir çözüm bulacağımızı. Bu yüzden merdivenleri hızlıca çıkıp odamıza girdim. Uyumak istemiyordum, Ekim'i beklemek istiyordum ama uzun bir dedikodu maratonundan sonra kötü düşünceler beynimi istila etmeye başlamıştı bile. Üzerimdekileri hızlıca çıkarıp bir tişört ve şorttan oluşan pijamalarımı giydim. Yatağın üstündeki örtüyü çekip içine zıpladım ve Ekim'in yastığına sıkıca sarıldım. Şu bir ay olayını kafamdan uzak tutmaya çalışıyordum. Zaten neredeyse bir ay olmuştu, yani artık bir şey yapmamız mı gerekiyordu? Ya da ben böyle bir şey yapar mıydım?

İkinci sorunun cevabı hayır olsa iyi olurdu.
***

Belimden tutularak hızla arkaya doğru çekilmem şokla uyanmama neden olmuştu. Korkuyla arkama dönmeye çalışırken Ekim'in sesini duymak sakinleşip durmamı sağladı.

"Seni özledim." Arkamdan sıkıca sarılıp kafasını boynuma gömdü. Sesinin boğuk çıkmasına gülümsediğimde dudağımın kenarından öptü. Ve bir saniye sonra beni düz çevirip ağırlığını bana vermeden üzerimde belirmişti. Kafasını boynuma eğip derince nefesler alırken kalp atışlarımı duymaması için nefeslerimi yavaşlatmaya çalışıyordum. "Çok özledim." Boynuma bir öpücük kondurup yavaşça çevresine de dudaklarını sürtmeye başladı. İstemsiz bir şekilde ellerim omuzlarına giderken onları biraz sıktım. Hırlama sesine benzer bir ses çıkarttığında köprücük kemiklerimin de altına inmişti. Nefes almayı tamamen bırakmış, ne yapacağını beklerken başını yavaşça kaldırdı ve gece lambasının görmeme izin verdiği kadarıyla gözlerimin içine baktı. Tekrar o hırlamaya benzeyen sesi çıkarıp kendini yanıma attı. "Çok küçüksün." Mırıldanır gibi konuştuktan sonra kafasını yaklaştırıp çıplak omzumu öptü. Ona döndüğümde gözleri çoktan kapanmıştı. Ama bu beni durdurmadı, yaklaşıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Gözlerini açmadan kolunu üzerime attığında ellerinin ilk denk geldiği yer, kalçalarım oldu. Ama neredeyse hiç oyalanmadan belime çıkardı ve vcudumu kendine çekip koluyla sarmaladı. Ve bana tekrar hatırlattı, yasal ya da değil, benim evim burasıydı.
***

Ekim'den önce uyandığımda bu çok nadir olduğu için sevinçle kendi kendime gülümsedim ve onu uyandırmadan onun altından nasıl kalkabileceğimi düşünmeye başladım. Ekim'in kolu gövdemde, kafasının bir kısmı omzumdaydı ve bir bacağı da bacaklarımı sarmalamıştı; mutluluktan delirebilirdim. Ama kalkıp kahvaltı hazırlamam gerektiğinin bilinciyle yana doğru kayarak kafasından kurtuldum ve sonra da kolunu kaldırıp sürünerek bacağının altından kalktım. Ses çıkarmamaya özen gösterek yataktan indiğimde üzerimi kahvaltıyı hazırladıktan sonra değiştirmeye karar verdim ve sessizce odadan çıktım.

Krepleri çok ince olmasa da yapmayı bitirdiğimde tezgahtan alıp masaya götürdüm. Ve işte, fena bir sofra gibi görünmüyordu.

Merdivenleri ikişer-üçer tırmanıp direkt odamıza girdim. Bu kez da yastığıma dolanmış bir şekilde, ağzı hafifçe aralık olarak uyuyordu. Onu oturup izlemek isterdim ama kreplerin soğuyunca o kadar da lezzetli olacağını sanmıyordum.

Sessiz olmaya dikkat ederek dolabı açtım ve içindeki tek etek olan kot, önü düğmeli eteği hızlıca giyip üzerine de Ekim'in beyaz tişörtlerinden birini geçirdim ve eteğin içine sıkıştırdım. Banyoda hızlı bir şekilde saçlarımı taradıktan sonra parmak uçlarımda odaya geri döndüm.

Yavaşça yatağın kenarına oturup elimi yanağına koydum. Hemen elini elimin üzerine koyduğunda kıkırdayarak yüzümü yüzüne yaklaştırdım.

"Kahvaltı ha-" Kollarımdan tutup beni yanına çekmesi ağzımdan küçük bir çığlığın kaçmasına neden olmuştu. Hiç konuşmadan kollarını gövdeme sardığında kafamı da göğsüne bastırdı. Evet, kokusu çok güzeldi ama burda bir dakikadan fazla nefes alabileceğimi sanmıyordum. Çünkü tam olarak sarmalamıştı.

"Nefes!" Sesimi duyurabildiğimde kollarını gevşetip başını eğerek yüzüme baktı. Şişmiş gözler ve dudaklarla dünyanın en şirin şeyiydi. Ki dudaklarının büyük olması için şişmeye ihtiyacı yoktu.

"Günaydın." Daha da eğilip alnımdan öptüğünde gülümsedim.

"Günaydın." Kollarını tamamen açıp hafifçe üzerime çıktı ve yanaklarımı hafif hafif öpmeye başladı. "Kahvaltı mı hazırladın?" Dudakları yanağımda olduğu için gülümsediğini hissediyordum.

"Evet, soğumadan-" sözümü dudaklarıma kondurduğu kısa bir öpücükle kestiğinde gülümsedim. Ya da soğusun, hiç önemli değil. Kollarımı omuzlarına sarılıp bu kez ben öptüğümde dudaklarının gerilmesinden gülümsediğini anladım. Karşılık verdiğinde vücutlarımızı da birbirine daha çok yaklaştırmıştı. Biraz sonra yüzünü boynuma gömüp soluklanmaya başladığında gözlerimi kapattım. Tüm hücrelerimi titreten Ekim etkisi diye bir şey kesinlikle vardı. Her öptüğümde daha çok ve daha çok öpmek istiyordum. Tekrar yüzünü yüzüme yaklaştırıp dudaklarını dudaklarıma bastırdığında bu sefer vücutlarımız normalde olduğundan çok ama çok daha birbirine yakındı. Gözlerimi açıp gözlerine baktım. Aldığı kesik nefesler dudaklarıma çarpıyordu, bu anın içinde hapsolmak için tüm hayatımı verebilirdim.

"Abi!" Sesle birlikte kapı da vurulduğunda Ekim bir saniyeliğine gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "İnmiyor musun?" Kendini sertçe yanıma attığında muzip bir surat ifadesiyle bana bakıyordu.

"Canım kardeşim."

Underage | Daddy IssuesWhere stories live. Discover now