B.Ç.K - "DAVET"

Börja om från början
                                    

Kapıyı açtım. "Bakın elbiseyi yanlış almışsınız üst kısmı yok bu elbisenin."

"Ohhaa!"

"Muhteşem!"

Ne oluyor lan?

"Otur otur otur!" derken kolumdan tutularak yatağa oturtuldum.

Zorba!

"Saçını ne yapacağız?"

"Bana bırak, karşında davetlerin kraliçesi duruyor. Kaç tane davete gittim ben. Bir keresinde şey olmuştu."

Ve bundan sonrası kaynanatörün kendini saatlerce övmesi,

Kapanış.

"Veee bitti!"

Sonunda yarabbim şükür.

Gitmeme az bir zaman kalmıştı. Yani Fırat'ın gelmesine yarim saat falan vardı. Yetişmiştim. Ayakkabıları ayağıma giyip ayağa kalktım.

Umarım kafamı gözümü kırmam.

Amin.

Kaynanatör de benim saçımı yaparken Ayça'ya saçlarını maşalatmıştı.

Ulan kız milletinin gücüne bak.

"Zehra sultan, Murat baba seni buradan mı alacak?"

Ayça hayırdır güzelim? Der gibi Ayça'ya baktım.

Murat baba ne lan?

"Evet elbisemi falan o getirecek zaten benim hazırlanmam on dakika."

O onun yanına bir, hatta iki sıfır daha ekleyin.

Gagagagagaa

"O zaman ben Fırat'a gideyim. İkisi de buraya gelmesin."

Ne alaka' der gibi ikisi de bana baktı.

Aynen la ne alaka simdi?

"Özledi kesin kocasını bu, ay kıyamam!"

Oy kaynanatör oy! Ömrümü yedin!

"Eğer davette o kırmızı ruju duraklarında görmessem olacaklardan sorumlu değilim ona göre!"

Evet birde kırmızı rujumuz vardı. Üzerimde ki beyaz elbise düz, kalem etek tarzında diz kapağımın altına kadar iniyordu. Üst kısmı ince askılı ve hafif göğüs rekoltesi vardı. Aslında hafif değildi ama göğüs kısmında dantel işleme olduğu için az da olsa örtüyordu.

Tam bir delilik!

Saçlarımı kaynanatör dağınık topuz şeklinde ensemde toplamıştı. Tamam saçı sevmiştim. Makyajı göz kapaklarıma ince bir kalem çekmiş, dudaklarıma kırmızı mat ruj sürerek bitirmişlerdir.

Ulan kırmızı, mat ruj ne?

Evden çıkıp bir taksiye atladım. Bakalım Fırat bey neler yapıyor?

Ulan o değilde bu taksiciler hep paramı yedi zürafa ailesi yüzünden!

Neyse. İş bakarım bir ara.

Sonuçta ben ayakları üzerinde durabilen yetenekli, başarılı, güzel...

Neyse. Abartmaya gerek yok.

Bu neyse kelimesi olmasa acaba napardım?

"Abla geldik."

Abla mı?

"Ablan senin anandır!" diyip arabadan indim. Ulan ne ablası? Ben senin kızın yaşındayım!

Ayaklarımı yere vura vura anahtarı deliğe sokup kapıyı açtım.

Eee kimse yok burda

Nerde la bu zürafa surat?

Üst kata çıkıp odasına girdim. Odasının ışığı yanıyordu ama her zamanki güçlü ışık yerine köşelerde ki sarı ışıklar yanıyordu.

Birden bir el bileğimi tutup beni duvara yasladı.

Çüş yani oha deve!

"Ne oluyor lan?"

"Yedek rujun var mı?" Zürafa surat?

"Evet var ne oldu ki?"

Gözlerime bakmaya başladı. Üzerine giydiği takım elbiseyi tam göremesem de yakıştığına gerçekten emindim.

"Birşeyden, ya da birşeyi kaybetmekten korktuğum zaman sinirlenirim. Sinirlendiğim içinde ensem kızarır."

"Neden anlattın ki simdi bunu? Kafanı falan mı çarptın bir yere?"

Bu neyin itirafıydı ki simdi?

"Çünkü seni öpeceğim. Önceden itirafımı yapayım dedim."

Ve cidden beni öptü.

Rüstem homurdandı: Duraklarınız süngere döndü anasını satayım! Göster ama elletme hesabı! Sap bir insan var burada. Kıskanıyoruz! Neyse gözlerimi kapatayım, ayıp.

Benim gözüm yokki.

İşte buna yakılır.

İyi geceler.

🐣

Selamlaarr!

Özel düşüncelerinizi bana bildirin!

Seviliyorsunuz! 🌹❤

BAKIRKÖY'E ÇEYREK KALADär berättelser lever. Upptäck nu