BÖLÜM 26:DİRİLİŞ

12 1 5
                                    

Kralım!

Efendim Sancar?

Babamızın 10. ölüm yıl dönümü için dualar edilecek. Seni bekliyoruz. Açılış duasını kralımız olarak bize bahşetmeyecek misin?

Geliyorum kardeşim.

------------

"Kralım!" diyor. Sanki çok sadıkmış gibi. Hain! Seni öldürmek vardı! Canımı yaktığın gibi. Canını yaka yaka! Onun da zamanı gelecek!

Bilinmez ki, ruh da candır. Ve edilen her ihanet, ruha sırttan saplanan bir hançerdir. Can acıtır. Canı acıyan, can yakmayı iyi bilir. Çünkü nerelerin acıdığını bildiği için oralara vurur.

Canı yanan can yakar vesselam. Bir yakar. İki yakar. Sonra kurtlar sofrası diye oturduğu yerin çakalların arası olduğunun farkına varmazsa hatayı kendinde arar. Bu arama süreci onu güçten düşürür. Öyle yorulur ki, yanına yükünü paylaşacak bir tane bile olsa sadık dost arar. Çünkü her baktığı ona gülüyordur ama bu gülüş maskeli balodaki maskeler gibi sahte olduğunu haykırıp duruyordur. Üstelik kurt sandıkları da çakaldır ki en tehlikelisi de budur. Kurdun napacağı bellidir. Ancak çakaldır ki, kendini bile saklayacak kadar sinsiyken ne yapacağını anlayabilmek mümkün müdür?

Daha acısı da vardır aslında. Kurt sandıklarının aslında çakal olduğunu en çok desteğe ihtiyacın olduğu anda öğrenmek. Ama kuralları koyan varsa ve sadakatinse susarsın! Ve izlersin ne kadar daha iğrençleşebileceklerini! Sabır zor zanaattır vesselam! Lâkin daha önce de denildiği gibi "Bunu hakkedecek ne yaptım? " sorusu beyninde döner durur. Hatta bu soru beyninin tamamını hayal kırıklığına boyadığında durmaz ve yayılan bir kanser hücresi misali diğer organlarına geçer. Kan olur kalbine gelir. Kalp bu zehri pompalar bütün vücuduna! Farkettiğin her sahte gülüşte "Bu da mı hainmiş!" der durursun. Bir süre sonra insanlara dair hiçbir şey seni şaşırtmamaya başlar. Çünkü güvendiğin kim varsa hain çıkmıştır.

Hayatsa devam etmektedir çakalların kurt sanıldıklarını sandıkları sözde kurtlar sofrasında! Devam etmek zorunda olduğun bir oyundur hayat. Hele ki verilmiş bir sözse. Her gün biraz daha kanaya kanaya, kırıla kırıla, ama belli edemeden... Rahat rahat içini boşaltamayarak. Her baktığın kurdun çakal olma ihtimali içini kemirerek.

Öyle bir an gelir ki. En son yıkılmaz dediğin kalenin yıkıldığı anı izlersin. Son kalen düşmüştür! Surlarından içeri düşmanlar akın etmekte... Kan naraları atıyorlarken hepsi.

Kaçacak yerin kalmadığı zamanı vurur zaman. Kaçacak yerin yoksa korkacak bir şeyin de yoktur. İşte tam bu noktada kalbini gömdüğün kumların içinden askerler çıkar! Hepsinin ellerinde mızraklar! Kıta olurlar. Mızraklar kalkar ve iner yere. Bu ses, mızrağın kan isteme sesidir. Kapattığın gözlerin kızıla açılır. Ve işte tam o noktada zaman, tam da bitti dediğin noktada yeniden başlar. Kum saati döner!

"Oyun mu istiyorsun, kardeşim? Ben varım!"

Aşağı inildi ve dualar edildi. Kendine mektup geldiğinden sonra Sancar ile her konuşmasının arkasına bunu söylüyordu. Zira, o da çakaldı ve çakala merhamet edilmezdi.

Başka bir yerde kum saatinin döndüğü biri daha vardı. O da geliyordu! Hırçın dalgalar sinirini paylaşırcasına coştukça coşuyor, güvertede öne yaslanmış diş bileyerek okyanusun hırçınlığını beslercesine duruyordu. O durdukça dalgalar daha hırçınlaşıyordu. O da notalardan bağımsız bir savaş narası atarcasına gözleriyle izliyordu! Günler günleri kovalıyordu. Üç gün kalmıştı, Nehirvadi'ye döndüğünde. Bu defa tek gemi değildi. 3 gemi ile dönüyordu. Öteki iki gemide üretilen silahlar vardı. Kendi gemisinde mürettebat olarak Nehirvadi'nin öksüz çocukları vardı. Nehirvadi'ye döndüklerinde bir tersanede iş yapabilecek kadar işleri öğretmişti onlara. Ayrıca silah yapımı ve çiftçilik de öğrenmişlerdi. Bu bağlamda çocuklar birer üstat olarak dönmüştüler.

ÇAKARALMAZTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang