BÖLÜM 22: İKİNCİ ŞANS

10 2 0
                                    

Söylenildiği gibi aslında her şey... Ruhlarında ihanetin filizlendiği bir topluluğun gözü körleşir. Nankörlüktür vesselam, yapılan iyilikleri unutturur. Kin çiçeklerinin içinden kin tohumları dökülür. Ve daha büyük ihanetler sular, bu kalp denen kararmaya yüz tutmuş tarlayı. Kapkara ormanlara döner kalp... Karanlık ormanlarda iyiliğe dair bir şey olması pek tabidir ki beklenemez. O yüzden anlamazlar ve anlamayacaklar. Ki keza Körvadi verilmiş ikinci bir şanstır.

Merhamet... Ah kutsal merhamet... Tanrı'nın bile unuttuğu söylenen topraklara gönderilen bir topluluğu, oraya yollamaktaki amaç cidden katletmek midir ki, oraya yollanılmışlardır? Açlıktan ölsünler falan diye mi yani? Bu kadar çabaya gerek var mı? Yani sonuç olarak hainler nasıl olsa kurulur giyotin, kafalar kesilir. İbreti alem olsun! Olur. Ama atlanılan bir şey var... Yaratmak diyoruz... Çamurdan bir kale yapmaktan çok büyük bir düzenden bahsediyoruz. Peki bunun yaratıcısı Körvadi'yi unutmuş mudur gerçekten? Peki ya kral?

Körvadi'nin kuzey taraflarında çan mantarı yetişirdi... Hani kökleri zehir yapımında kullanılan. Bu mantara benzeyen ağacın dallarında şeker pembesi çiçekleri olur. Leylak gibi kokan bu ağacın köklerinin zehir olması çok acımasızca gelebilir. Ancak bu leylak kokan çiçekler hem o zehrin panzehridir hem de çok besleyici bir yiyecektir. Ve sabah erken saatlerde bu çiçek yapraklarını iyice açar. Tam o sırada toplanırsa bu çiçeğin enfes dolması olur.  Eğer toprak işlenirse vadinin altı sulaktır. Hatta öyle ki, rivayetlere göre Nehirvadi'nin pirinç ihtiyacını karşılayan en önemli arazilerden biri olduğu bile söylenir. Ama bu kısmı kaderdir ki, bilinmez bir şekilde toprak kurumuş ve sonra kral da bunu bildiği için oraya dokundurmamış burayı bir sürgün olarak bırakmıştır.

Emek... Toprağı işlemek emek ister. Toprak nazlı bir sevgilidir. Makyajını sana yaptırır. Ellerinle... Yorulsan da bırakmadan... Sabah erken kalkarsın. Herkes uyuyordur. Ayın güneşi görüp kaçmaya başladığı saatlerdir. Ama toprak nazlı bir sevgilidir vesselam. Ve meyveleridir gülüşleri. Açar... o gülsün diye harcadığın emekler var ya; hah işte onların hepsine değdiğini görerek uyursun onun güldüğü günün gecesinde. Kral tam da bunu istemektedir. Emek harcayarak yaşasınlar demiştir. O kuraklıksa aşılması gereken engeldir. Temizlenmesi gereken eski makyaj... Terle...

Şimdi düşünmek gerek! Bir güzelliği yeniden güzel yapmak için çaba harcamak üzere oraya gönderilmek bir ceza mıdır yoksa verilmiş ikinci bir şans mı?

Nankörler... Ah o nankörler... Yine denildiği gibi vesselam. Kurak toprakların alt yüzeyindeki verimli topraklar yerine, kararmış kalplerine kin tohumları atan o nankörler!

Hak edilmemiş bir ikinci şanstır bu. Lakin merhamet kavramı yine de verilir ki düşünülsün diye.

Peki asıl soruya gelelim... Gerçekten bir kral kendi toprağında olan her şeye hakim değil midir? Yani kral çan mantarının bir zehir üretim maddesi olduğunu bilmiyor olabilir mi? Tabi ki hayır! Peki ya kral bu kadar olaylara hakimken, kendine verilen zehirli içkiyi nasıl içti? İçinde zehir mi yoktu? Ama İsen bunu kendi hazırlamıştı... Filden büyük fil avcısı var demiştik değil mi? Bir grup olarak kalsalardı. Herkesi takip ettiremezdi kral ama bir tane adamı takipletmek çok kolaydı. Tahmin edileceği gibi o da bir casus olduğu için can mantarı kökünü görünce olayları kafasında birleştirmişti. Sabah gelen veziri görmüştü. Anlamıştı. Kralın özel birliğinden bir askerdir o. Orada olanları kontrol altında tutabilmek için yerleştirilmişti. Gece İsen Han' da uyuyordu. İşte o ara zehir tozu içine biraz çiçek tozu saçılmış olamaz mıydı? İçine toz konabilecek kadar büyük bir yüzük pek tabidir ki gece yatarken çıkartılıyordur. Yani çok kolay bir şekilde halledilebilir. Kavrulunca beyaza dönen bu çiçeğin tozu da zehir tozunun rengini alır ve bütün zehri bozar. Bu da kralı zehirlemeyeceği gibi ona da istediği ölümü sunar. Yani çan mantarı kökü, İsenler için bir sınavken, bilge kral için bir ödüldür.

Sonrasında ise geri kalan tamamen saraydaki mizansene kalır. Kurgulanır. Oynanır. Ve hainler içten içe zafer marşları okurken iyi olanlar sadece gülmektedir. Bu; iyi ile kötünün, güzel ile çirkinin, zehirle panzehrin savaşıdır. Batın olanın içine saklanmış yılan ile, zahir kalıp sırasını bekleyen bir kurdun savaşı. Gün o dur ki; karanlığın içinden göklerin yelesinde hayat bulduğu, gözleri özgürlük kadar mavi bakan o efsanevi kurt, yılanın hain kafasını koparmak için karanlıklar içinden çıkıp gelir ve bunu yaptıktan sonra mabedine, Huzur Yarı'na gider ve kurt-ulur.

İşte yine gün odur ki Körvadi de dahil bütün topraklar en güzel şekilde süslenir ve en sevgili olana selam durur. O gün aşkın da ikinci bir defa bedene ruh olup dolduğu gün olur. Bütün aşklar için...

Geceler. Ah o sevgi iklimli geceler! Gündüzleri umutlu ve heyecanlı; geceleri soğuk, yoksun ve sessiz. Yine aynı iklimde kral ve tam karşısında kraliçe Valencia. Ve zamanın her zamanki aynı vurduğu gibi bağlanmış kalbi ile kraliçenin balkonda rüzgardan haber sorduğu zamanda karşısında beliren kral... Konuştular bu defa...

Başladım Valencia'm. Başladım! Zaman sensiz çok geçiyor ama bunu yapmak zorundaydım. Daha iyisi için. Her savaşta tutkuyla ölüme koşarken, dönerken sevgili, koca, baba olduklarını unutup benimle tutkuyla ölüme koşanlara bunu borçluydum. Daha iyisi için. Devletin bekası için bunu yapmalıydım. İçimizdeki hainleri de temizlemeliydim. En çok da onu yapmam gerekiyordu. Biliyorsun Valencia, her dönem düşmanlarım oldu. Ancak öyle bir ders vermeliydim ki bir daha düşmanım olamamalıydılar. Bedelidir Valencia'm, seni çok özledim! Ödülüdür Valencia'm bu ilk ve son ayrı kalışımızdır!

Tam bittiği yerde Kraliçe Valencia sözleri duymuşçasına bir gülümseme atar. Yine de özlem cilvesidir bazı nispetvari sitemler. Gülümsemeyi gölgeler ama kapatmaz. Bunları görürsün. Ama sevmek odur ki onun nazlanmaları da hoşuna gider, çaktırmazsın. Ve söze başlar;

Sen diyorum ey kral, sen! Başkalarını mı buldun oralarda ki gelmedin kaldın oralarda? Gelsem diyorum. Toprak beni kabul etmez mi? Gelsem diyorum! Yanını da bana açmazlar mı? Vazgeçtim! İstemiyorum yanın açılmasın bana... Yok sana sarılmak! Söz vermiştin ayrılmayacağımıza! Ya da dur bakayım! Aynı toprağa gömsünler beni sen orda kesin birini buldun! Unuttun beni! Artık beni sevmiyor musun? Hıh! Kurtulacak mısın benden sanıyorsun sen?

Rüzgar hızlı bir ulaktır. Hemen krala fısıldar duyduklarını. Kral duymuşçasına gülümser.

Seni seviyorum Valencia. İyi geceler...

Kraliçe de son mektubu almıştır. Sevdiğinin sıcak sözleri bittiği için rüzgar soğumuştur.

Ben de seni seviyorum kralım... Gönlümün kralı... Tatlı uyu... Der ve bir gece daha eklenir kum saatine.

ÇAKARALMAZWhere stories live. Discover now