BÖLÜM 19: ZAHİRİN KOYNUNDAKİ BATIN

12 3 1
                                    

Kral olmak ne güzel değil mi? Kral! "Kut"lu bir soyun devamı. Ölümsüzlük bir nevi. Ağzının içinden çıkacak emre bakan binlerce insan. Zaptedilemez denilen bir kalenin önünde, bir kuşatmada sınırlarını test etmek mesela. Açılan kapıdan çıkan orduya kafa tutmak. Tıpkı bir oyun sahnesi gibi! Defalarca oynanılmış bir oyun gibi. Karşılıklı olarak ölüme koşan iki ordu. En önde sen olduğun halde. Değişen isimlere karşı değişmeyen SEN! "SEN!". Kızagan Tengri*'nin, Ares'in*, Burijas*'ın o hâli ki zaferin sıradanlaştığı yarım ağız bir "her zamanki gibi" gülümsemesi. Bir atın üzerinde alaycı bir kahkaha. Yerden feryat figan acının söylediği zafer marşlarıyla girdiğin o kale. Kral olmak güzel şey vesselam.

Peki ya zahir olanın koynundaki batının farkında mısın? Yani görünen ile sevişen görünmeyenden haberin var mı? Şundan bahsediyorum. Kral olmak için ne lazım? Önceki kralın ölmesi. Bu kadar güzelleme aslında bir hüznün üstüne kurulu. Tıpkı o az önce bencilliğini beslettiğin acı iniltilerin içinde senin askerlerinin de olduğu gibi. Mitolojilerde neden tanrılardan büyük bir tanrı vardır peki? Çünkü yönetme erki sadece savaşlardan, kibirden ibaret değildir! Gerçek şu ki, sadece ruhu kana aç körler hayatı tekil merkezli yaşar. Küçük dağları kendinin yarattığını, büyüklerin ata mirası olduğunu zannedenler beğendikleri benliklerinin parmaklıklarının içinde başka hazları tatmadan ölmeye mahkumdurlar! İyi bir haberim var. Bir kral zahirde hiçbir şekilde yalnız ölmez. Kraldan çok kralcıları vardır onun. Yolunda ölenlere hiç üzülmeyen, yılanın sokmadığı için ve çok zengin olduğu için başkalarının canını önemsemeyen bir köpek sürüsüdür o. Adanılmışlık, sadakat falan değil kastım yanlış olmasın. Sadakat kutun ırk toprağına bahşettiği humustur. Ona sözüm yok! Hatta saygım var!

Bahsettiğim kraldan çok kralcılık.. Her ne olursa olsun! O güruh için isimler önemsizdir. Millet, milliyet önemsizdir. Sandor oğlu Igor, Balamir oğlu Ersagun, Bilge Kral Ayhan... Aynen öyle... Asker ya da değil ki tabi kral bile önemsizdir. Onların Tanrısı paradır, güçtür! Şak şakçı kavramının ruhudur onlar!

Oysa gerçek kral oradan geçerken yaralı bir askerle kendiği içtiği suyunu paylaşır. Pelerinini yırtar ve göğsünde kılıç yarası olan bir askere sargı yapar. Sadakat, sakatat değildir vesselam, suyu bol sarımsaklı ve bol tereyağlı! YİYEMEZSİN! Sadakat, sadaka da değildir vesselam önünde bir mendille bekleyemezsin! DİLENCİLER BAŞKASININ ARTIĞINA MUHTAÇTIR! VE SADAKAT ARTIK DEĞİLDİR, KİMSE BİR DİLENCİYE SADAKAT VERMEZ! KENDİNE KADAR VARDIR ÇÜNKÜ. O yüzden sadakat paylaşılır. Kendinden olanla ya da kendinden olmasını istediğinle. Bir asker düşün! Senin için orada! Kut sensin! Yaralanmış ve candır yanar. İnliyor. Canın yangını harlanırken, sen yanından geçerken farketmedin. O görkemli kalene girdin, tahta kuruldun! Akşama da elleri tertemiz her şeyden bir haber kraldan çok kralcıların gelecek. Onlarla eğleneceksin. Sonra da kendi kendinle kaldığın zaman yalnızlıktan yakınacaksın! Kimsenin seni anlamadığından bahsedeceksin. Ama onu bile kendi kendine bahsedeceksin. Çünkü bilirsin kraldan çok kralcılar kralın tanrısallığı için orada. Yerinde başkası olsa da umruna gelmeyecek şakşakçı bir köpek sürüsüne yaralarını açar mısın?

İşte sadakat kavramı odur ki, senin için orda toprağa düşmüş biri. Gerçek bir kral bunun bilincinde olur. Farkındalık odur ki, kendisi tanrı değildir insanın ve ne küçük dağları kendisi yaratmıştır ne büyükler mirastır. Hepsi için, herkes sonuca baksa bile, akan terler, akan kanlar vardır. Savaş sonrası yarım ağız bir gülüş sadece , başarma işini sürekli yapanların "bu defa da kanım boşa akmadı. Şükrolsun!" deme şeklidir. Ve onu da Tanrı duyar. Ölümler, yıkımlar, yakımlar bedellerdir. Ödenir. Lâkin gerçek bir kral her defasında bunu nasıl daha az kanla yapabileceğini düşünür. Çünkü kazanılmış her sadakat kaybedilmemeyi hak eder!

Görüldüğü gibi kral olmak sadece güzellikle açıklanabilecek bir kavramdan çok daha fazlasıdır. Büyük sorumlulukları beraberinde getirir.

Bilge kralın denizlerde 9. günüdür... Kraliçe Valencia'yı daha şimdiden özlemiştir. Ve yol boyu yaptığı üzere yine her şeye meydan okurcasına güvertededir, durgun görünen deryalar misalidir bakışları. Donuk. Bu donukluk bir gülüş eşliğinde bir geri dönüştür ve kraliçe Valencia ile tanışmasından şu ana kadar ki olan kısım bir film şeridi gibi akmaya başlar... Fırtına başlamış, deniz nankörlere lanet edip; sadıklara aşık olurcasına coşmuş, şimşekler "ANLAT KRALIM!" diye haykırırken yağmurlar krala özlem ağır gelirse dökülsün düşman görmeden dercesine bir hışımla yağmur yağdırmakta iken kral kelimeleri susturup özlemin koynunda Valencia'dan gelecek bir koku mudur umuduyla, rüzgarı kokluyordu. Yavaş yavaş nefes alıyor ve içinde hissedince daha yavaş veriyordu. Acaba bunu yapan sadece kendisi miydi? Valencia! Ah benim edilmiş duam! Deyip verdi nefesini...

Hayır! Onu yapan sadece kral değildi! Kraliçe tam bu sırada hüznünü siyaha boyamış üstüne giymişti. Güçlü olmak zorundaydı. Güçlü görünmek zorundaydı. Makyajını yaptı, kendine son bir kere daha baktı... Bir daha gelmeyecek olsan da her günüm gelecekmişsin umuduyla geçecek. Dedi. Aşağı doğru yürüdü. Merdivenlerde görünen bu 40larının sonundaki düşünceli kadın; anaçlığın, sevginin, huzurun, mutluluğun bir beste olup nota nota işlenmiş hâli gibiydi. Tam olarak bir şarkı gibi... Hiç bitmesin isteyip ama notaların büyülü dünyasında zamanın nasıl aktığını unuttuğumuz bir şarkı gibi. Güzellik mi? İçten atılan her gülücük yüzü aydınlatır ve "içtenlik", kendiyle yoğurduğu her kadını zaten güzel yapar.

Ve sadakat kavramı yeniden dile gelir. Birini beklemek aptallık mıdır? Aylar sürse, yıllar sürse... Tabiki hayır! Beklemek, gelmeyecek olsa bile aptallık değildir. En büyük sadakattir beklemek. Bir başkasının elinden elini, gözünden gözünü uzak tutmaktır. Bu pek tabidir ki kendini yasın geçince de insanlara kapatmak değildir. Elbette akıp giden hayat tek başına geçmeyecektir. Lâkin sadakat bencil bir hazdır. Bir kere verilir. Geri kalan herşey arkadaşlarla paylaşılabilir. Gerçi yas bitecek bir kavram mıdır diye sorulsa, içinde yanan özlem ateşi bitecek bir ateş mi diye sorarım... O yüzdendir ki. Beklemek de sadakattir. Çünkü bekleyen bilir ki beklediğinindir. Beklediğinin olan beklediğinin kalmalı!

Kraliçe için zor bir süreç olacaktı. Alışmak zorunda kalacaktı. Ama o Huzur yarında tanıştığı 20lerindeki adamı, o yokken de yaşayacaktı. Ah ne güzeldi o gün... Cennet kayalıklarına elçi olarak gönderildiğinde konakladığı süre boyunca, Huzur Yarı'nı keşfetmiş ve oraya kaçmıştı her sıkıldığında. Yine Huzur Yarına kaçtığı bir gündü. Sadece papatyalardan taç yapıyordu. O zamanlar prens olan kocası talimlerden sıkılınca atını dört nala Huzur'a sürmüştü. Karşılaşmışlardı.

Ellerini saçlarında gezdirirken, o sıcacık gülüşlü kadın, bütün ruhunu ve bedenini yerinden bile kıpırdamadan sarmıştı prensin.

CENNET! Dedi sadece, prens. Orduda nam salmış bir asker olan, en iyi bürokratlardan biri olan bu gelecek kral, tek kelime edemiyordu. Sevginin dili kırıcı değildir çünkü! O yüzden daha önce yaşamadığı duyguları yaşarken, yaşatanı kırmak değildi amacı. Ama bu haksızlıktı. Konuşursa belki o da aynı şeyleri hissedecekti ve ikisi birlikte olacaklardı. İkinin bir olması, birliğin en güzel hali değil miydi? Prenses kabul etmedi. Bundan sonrası prens için bekleme süreciydi. Yine aynı şekilde Huzur'a koşuyor ama bu defa sessizce kendine ayırdığı yerde bekliyordu. Sonra bir gün prenses geldi. Üstelik yaralıydı. Bu bambaşka bir yaraydı. Babası onu bir başka prense vermek istiyordu. Bu prens 3.Balamir'di. Prenses Huzur'a atlamak için gelmişti bu kez. Çünkü prenses de prens 1. Ayhan'ı sevmişti ama korkuyordu. Bu yüzden olmasın istiyordu. Yapamamaktan korkuyordu. Çok saçmaydı ama öyle işte. Derken Prensin babası, prensesin babasına bir ulak yollamış ve durumu anlatmıştı. Kendisiyle müttefik olmak istediğini söylemişti.

Böylece Landinya Krallığı dost olmuş, bu yüzden de fethedilmemişti.

Zaman ikiyken bir olanlar için bir aksa gerek...

Landinya... CENNETİMİN TOPRAKLARI... diye düşünüyordu tam da o zaman Kral. Umutla bir bakış daha savurdu tan yerine. Ufuk, Landinya getiriyordu giden her milde biraz daha...


*Türk mitolojisi, savaş Tanrısı

*Yunan mitolojisi, savaş Tanrısı

*Pers mitolojisi, savaş Tanrısı

ÇAKARALMAZWhere stories live. Discover now