BÖLÜM 20: BİLİNEN DİYARA BİLİNMEYEN GEMİ

11 2 0
                                    

Landinya... Evren harika bir mekanizma üzerine kurulmaya çalışılıyorken pek tabidir ki buraları da ağaçlık yemyeşil vesaire tanımlamak mümkündür. Oysa Landinya toprakları böyle bir tanımlamayı kaldırmaz.

Çünkü orası ki; yeryüzündeki cenneti içinden çıkarmış bir anadır.

Ve cennet ki; hafif dalgalı saçlarının arasında,

Elleri gerçek altına dokunsun ister bir prens.

Berrak, huzur dolu bir deryadır gözleri,

Koyu kahverengi bir derya ki siyaha çalan hem de.

Siyahın sonsuzluğunu haykırır bir prens!

İstisnasız her sabah güneşlidir o diyarda.

Güneş bile her sabah cennetin güzelliğini görmeye gelirken,

Onu kendinden bile kıskanır bir prens!

Bir buğday başağı gibidir yüzü.

Baharların geldiğini usul usul meltemlerle fısıldayan bir buğday başağı, tam olarak.

"Ah Valencia!" deyince, yüzünde filizlenen gamzelerde kaybolmak ister bir prens!

Elleri şifayı resmeder.

Zamanın çok ötesinde bir zamanda,

Her savaştan sonra yüzünü,

İnce ve uzun o şifaya bırakıp huzur bulmak ister, bir kral!

Kalbi bir çocuk gibi hardır onun.

Hiçbir zorluğa rağmen uslanmayan halinde

Her sefer öncesi yeniden yeniden aynı ateşten bir köz alıp miğfer gibi giymek ister bir kral!

Ah Valencia, ah!

Şimdi soruyorum... Prenses Valencia gibi bir gerçekliğin diyarından nasıl bir bitki örtüsü, nasıl bir iklim beklerdiniz? Nasıl kıyardınız ki onun tüm bu sevilesiliğini keskin ayazlı bir mevsime hapsetmeye?

Ufukta görününce cennetin diyarı, kağıda döktüğü dizelerinin sonuna eklediği Ah Valencia, ah! ile Valencia'sına uçan güvercinlerle hasretini salmayı ihmal etmemişti. Sonra yaramaz bir çocuk gibi oldu demir atılınca. Atladı suya. Yeni bir zafer bekliyordu onu şimdi. Onu da kazanacaktı. Sonra tahtı hak eden kendi büyüttüğü harika olana bırakacaktı. Bu ara süreç onun yeterince harika olup olmadığını görmek için de bir fırsattı. Denildiği gibi bu ölüm, bahşedilmiş bir hediyeydi.

Limanda bu bilinmeyen gemiyi bekleyen, yine halkın bilinmeyeni olduğu belli olan, sadık kelimesinin ruha girip bedenselleştiği yegane insanlardan olan biri; o bilinmeyen geminin içinden gelecekleri bekliyordu.

Gidelim Balamir!

Balamir orda her şeyi hazır etmişti. Kullanılmayan eski bir fırın ocağı bulunmuştu ve Balamir orayı sahibinden satın almıştı. Kral oraya yerleşti. Birkaç ufak düzeltme ile burası demiri işleyebileceği bir fırın haline gelebilirdi.

Landinya demiri ile nam salmış bir diyardır. Buranın demirinden yapılma çelik çok daha sağlamdır. Artık savaşlar, çok daha farklı bir silahla yapılacak ve kayıplar çok daha az olacaktı. Kim bilir daha fethedilmemiş ne topraklar vardı? Neden olmasındı ki, gemileri de o silahla donatıp bu saklı toprakları da fethetmesin? Bu da durağan bir olay değildi. Aksine sadece bir başlangıçtı. Ve zaman içinde gelişerek devam edecek ve her kızıl elma gibi yoluna adanacak ömürleri, tadına tutkuyla bakma arzusuyla peşinden koşturacaktı. Tutkular... Vazgeçilmeyecek, terkedilmeyecek, aşkı baki kalacak olanlar!

Zaman cennetin topraklarında cennetsiz ilk akşamı vurdu. Belli oldu! Burasının iklimi, gündüzleri çocuksu bir haz ve tutkunun ateşi ile sıcak; akşamları kazanılmış cennetin yokluğuyla sessiz ve soğuk olacaktı.

Hiç şüphesiz rüzgar aynı iklimi bir diyara daha götürüyordu. Nehirvadi tabiki... Kraliçe Valencia balkona çıkmış rüzgardan aynı iklimi alıyordu. Onun da gündüzleri dönecek umutluluğunun çocuksu mutluluğuyla sıcak, akşamları her tanesinde biraz daha tükenen zamanda bir kum saati gibi katlanılmaz ve yalnızlık siyahı kadar soğuk...

Her ne kadar gündüzleri güçlü gözükmeye çalışsa, devlet işleriyle ilgilenmeye çalışsa ve vezirle beraber yapılan işlere imza atsa da yeni kral gelene kadar ki süreç canından can götürecekti kraliçenin. Zira devlet bekası için fedakarlık gereklidir doğrudur. Ancak unutulmamalıdır ki kraliçe de insandır ve üzülmektedir. Fedakarlık kendinden vazgeçmektir... Kendinden vazgeçen her insan çok daha farklı bir yerde mutlu olmayı hak eder.

Kim bilir, belki kum saati tam bittiği yerde tekrar döner ve başka bir yerde yeniden karşılaşırız! Ne dersin?

Deyip rüzgarı son bir kez daha koklayıp içeri girdi...

ÇAKARALMAZWhere stories live. Discover now