Kerem, Zeynep koşarcasına odasına gittikten sonra kanepeye yığılıvermişti. Ellerini saçlarının arasından geçirip ensesinde kenetledi. Gözlerini kapadı. Yaşananlara inanamıyordu. “Nasıl yaptın, oğlum bunu? Sen ne karar almıştın? Hani gönderecektin Zeynep’i? Hani, onu yaşamının içine sokamazdın! Ne günahı var kızın? Niye onu kendi karanlığına çekiyorsun zorla, bırak gitsin! Ne halt ettiğini sanıyorsun ki!”

Yanaklarına süzülen yaşları görünce kendini kaybetmişti işte. Tek istediği, o yaşları dudaklarıyla kurulamaktı. Bir film için bile olsa gözyaşı dökmesine tahammülü yoktu. Onun canının yanmasına, üzülmesine, ağlamasına tahammülü yoktu. Her şeyden ve her şey pahasına onu koruyacaktı. Tamamen refleksti, Zeynep’i kendine çekmesi. Gözlerine baktığı an, anlamıştı; elinde değildi işte! Öptüğünü bile ancak onun dudaklarını hissettiğinde fark etmişti. Önceleri kapalı duran, karşılık vermeyen o dudaklar… Yumuşacık, şarap tadında… Dayanamamıştı, ergenliğinden beri yapmadığı bir şeyi yapmıştı. Onu istemeyen, onun olmak için çabalamayan bir kadını öpmüştü. Sonra Zeynep’in karşılık verişini hatırladı. Aynı ateş yeniden sardı vücudunu. Aralanıp onu karşılayan dudaklar… Dişlerinin arasındaki alt dudağının tadı… Elinde değildi, yapmak zorundaydı. Yapmazsa ölecekti. Hiç böyle hissetmemişti ki o.

İlk gençlik yıllarından beri birlikte olduğu kadınların hiçbiriyle kontrolünü kaybetmemişti. Hatta lise yıllarında o zamanlar âşık olduğunu sandığı Begüm’ü öptüğünde bile kendinden geçmemişti. Şimdi neredeyse 30’una merdiven dayamış bu adam bir öpüşme ile hem de kısacık bir an süren bu öpüşmeyle kendinden geçiyordu. “Zeynep durmasaydı, durabilecek miydin? Hayır! Durmayı aklına bile getirmemişken…” En tuhafı da oydu zaten, kontrolünü kaybetmişti, ilk kez ipler elinde değildi.

“Hayır, Kerem, yapamazsın! Asla! Bu işin gideceği hiçbir yer yok! Zeynep gönül eğlendireceğin malum sarışınlarından biri değil! Olmaz! Bunu ona yapamazsın! Gözlerinden hüzün akıyor, bu kızın. Belli yarası var, hem de çok derin bir yara. Asla oynamayacaksın onunla! Senin canın yansa da yüreğin kanasa da oynamayacaksın! Duyuyor musun? Bir daha ona yaklaşmayacaksın! Hatta, o burada olduğu sürece ortalıkta bile görünmeyeceksin! Yoluna çıkma, görünmez adam ol gerekirse ama o kıza zarar vermeyeceksin, oğlum! Sen sana yaklaşan herkesi yaktın; en çok da kendini. Sen kül olsan da ona zarar vermeyeceksin anladın mı?”

Başını iki elinin arasına alıp sakinleşmeyi dener, yeniden. Zeynep, otele gitmek istediğinde ondan uzak duramayacağını, nefes alamayacağını hissetmiş ve durdurmuştur onu ama bu kez…. Bu kez, hayatından temelli çıkıp gitmesine izin vermek zorundadır. Başka yolu yoktur çünkü!

Sabaha kadar uyumak için sağa sola dönüp duran Zeynep, bir ara sızıp kalmıştır. Uyandığında başının kazan gibi olduğunu ve onu uyandıranın da baş ağrısı olduğunu fark eder. Yataktan kalkar, bir duş alır ve bir kahve içmek üzere mutfağa gider. Evin içi çok sessizdir. Kerem’in evde olup olmadığını merak eder. Mutfakta kasten gürültü yapar ama derin sessizlik bozulmaz. Sonunda dayanamayıp üst kata çıkar. Kerem’in yatağı bozulmamıştır ve odada ondan iz yoktur. Kapısı açık duran banyoya da göz atınca evde olmadığını anlar.

Kahvesini alıp salondaki kanepeye oturur. Akşam, orada yaşananlar yeniden gözünün önüne gelir. Kerem’e nasıl davranacağını düşünür. Ne yapacaktır? “En iyisi hiç konuşmamak…” diye düşünür. Kerem’den uzak durmalı, o evdeyken bir bahane ile odasında kalmalı onu görmemeli ve mümkün olduğunca iletişim kurmamalıdır. Şu kimlik işinin çok uzamaması için dua ederken aklına kadının verdiği numara gelir. Konsolosluğa telefon eder. Dün konuştuğu görevliye bağlanınca kadın gayet samimi bir şekilde

-        Ah, Zeynep Hanım; biraz önce de Kerem Bey aradı. Ona da izah ettim. En kısa sürede halletmeye çalışıyoruz; ama en az iki gün daha beklemek zorundasınız. Bürokratik işler nasıldır, bilirsiniz. Ama size söz veriyorum hafta sonuna kalmadan halletmiş olacağız.

BENİ Geceye TESLİM ETMEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin