Bölüm 7

82.6K 4.4K 81
                                    

Ölmek istediğin zamanlar olur ya hani, artık yaşananları kaldıramazsın, dayanacak gücün kalmaz. Ya da bir işe yaramadığını hissedersin. Faydam yoksa yaşamaya da gerek yok diye düşünürsün. Çabalar durursun ama elinde kocaman bir hiçten başka bir şey olmaz. En çok da sevdiğin birinin acı çektiğini elin kolun bağlı izlemek zorunda kalırsın. İşte o zamanlar ölmek, paha biçilemez bir seçenek gibi görünür.

Toprak'ı bu halde göreceğime binlerce kez ölmeyi tercih ederdim. Hiç bu kadar aciz ve işe yaramaz hissetmemiştim.

Gözyaşlarım artık akmıyordu. O kadar çok duyguyu aynı anda hissediyordum ki vücudum nasıl tepki vereceğini şaşırmıştı. Acı, korku, endişe, öfke, nefret...

Oturduğum yerden öylece Toprak'ı götürmelerini izliyordum. Bütün bedenim uyuşmuş gibiydi. Kımıldayamıyordum. Sanırım şoktaydım. Boş boş baktığımı hissettim. Kafamda çok fazla ses vardı, hepsi çığlık atıyordu ve birbirine karışıyordu. Hepsini duyuyordum ama anlayamıyordum. Az sonra bir tanesi daha da şiddetle bağırmaya başladı. O kadar yüksek sesle bağırıyordu ki diğer sesler kabuklarına çekilircesine birer fısıltıya dönüştü.

"Toprak ölecek!"

"Toprak ölecek!"

"Toprak ölecek!"

Kendi içimde hapsolmuş gibiydim. Gerçekleri haykırıyordum ama onlarla yüzleşecek gücüm yoktu.

"Toprak ölecek!"

Belki de bu yüzden vücudum kendini bloke etmişti, bu yüzden şoktaydım.

"Toprak ölecek!"

Kayıtsız kaldığım her saniye ses şiddetini artırıyordu.

"Toprak ölecek! Deniz kendine gel!" Sesim çığlık çığlığaydı. Bu son haykırış kalp atışlarımı hızlandırmış ve kendime gelmemi sağlamıştı.

Yerden destek alarak ayağa kalktım. Deli gibi akan gözyaşlarımı görmezden gelip Rüzgar'a doğru hızlı adımlarla yürüdüm. O kadar güçsüzdüm ki her adımda bir yaprak gibi titriyordum. Az sonra Rüzgar'ın tam karşısına geçtim ve bir harabeden farksız halimle onun duygudan, merhametten uzak karalarına baktım.

Ne yapacaktım şimdi? Ne yapabilirdim de onları kurtarabilirdim?

Rüzgar da ne yaptığımı anlamaya çalışırcasına kaşlarını kaldırmış beni izliyordu. "Ne var küçük Yıl..."

Daha o lafını bitirmeden hemen önünde dizlerimin üzerine çöktüm. Bedenim çok güçsüz olduğu için resmen yığılırcasına yere düşmüştüm. Canım yanmıştı ama bu şu an düşünemeyeceğim kadar önemsizdi.

Bir adım geri gitti. "Ne yapıyorsun sen!"

Kocaman olmuş gözlerine bakılırsa gerçekten şaşırmış görünüyordu.

Tek şaşıran o değildi. Salondaki herkes aynı şekilde bana bakıyordu. Sadece bir kişinin gözlerinde şaşkınlıktan eser yoktu. Keder vardı, yıkılmışlık vardı ve belki de biraz utanç...

Toprak, beni Rüzgar'ın önünde diz çökmüş bir şekilde gördüğüne kahrolmuştu. Bunu yapacağıma ölmeyi tercih ederdi biliyorum ama buna asla izin veremezdim. Toprak'ı korumak için gururum ayaklar altına alınacaksa bir saniye bile düşünmezdim, düşünmemiştim de.

Yağmur, "Annemi hayal kırıklığına uğrattın Rüzgar!" diye haykırarak ağlamaya başladığında Rüzgar'ın gözlerinde çok kısa bir an pişmanlık gördüm.

Yağmur bu sözleriyle gerçekten de onun dikkatini çekmişti ayrıca, "Rüzgar!" demişti. Demek ki ona gerçekten de çok sinirlenmişti. Zaten onu Toprak'tan ayırdığı için sinirli değil miydi? Ayrıca annelerinin bu konuyla ne alakası vardı? Yağmur neden böyle bir şey söylemişti ki şimdi?

Bunları düşünmek için hiç iyi bir zaman değildi. Yağmur'u görmezden gelerek başımı öne eğdim. Ellerimi birleştirip bir fısıltı gibi çıkan sesimle, "Lütfen! Sana yalvarıyorum, onları bırak." dedim.

Evet, ona yalvarıyordum. Çünkü yapabileceğim başka hiçbir şey kalmamıştı.

"Burada kalacağım, seninle evleneceğim. Yemin ederim hiçbir sorun çıkmayacak. Her şey senin istediğin gibi olacak. "

Rüzgar'ın yüzündeki şaşkın ifade yerini öfkeye bırakırken ben çaresizce konuşmaya devam ettim.

"Ne istersen yapacağım, sana yalvarıyorum. Lütfen, lütfen onları bırak."

"Ayağa kalk!" Rüzgar'ın sesi görüntüsüne tezat bir şekilde sakin çıkmıştı.

Anlam veremeyerek, "Ne?" diye fısıldadım.

Rüzgar hızla eğildi ve kollarımdan tutup beni kaldırarak, "Sana ayağa kalk dedim!" diye bağırdı. Bir iki saniye gözlerime baktı ve beni geriye doğru itti. "Benim önümde sakın diz çökme! Anladın mı? Sakın!" Kükremişti resmen.

Sinirlenmeye başlamıştım. Ne istediğini bilmiyordu bu adam.

"İstediğin bu değil miydi? Söylediklerine boyun eğmemiz, diz çöküp sana yalvar..."

Rüzgar kelimelerimi boğazıma tıkarcasına, "Kes sesini!" diye bağırınca hiç düşünmeden ben de öfkeyle, "Hayır!" diye bağırdım.

Hızla aramızdaki mesafeyi kapattı. Ensemden tutup çekerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Öyle ki öfkeyle aldığı her nefes tenime çarpıp alev alev yakıyordu.

"Sana sesini kesmeni söyledim!" Başta sesi yüksekti ama sona doğru bir fısıltı gibi çıkmıştı.

Ellerimi itmek istercesine Rüzgar'ın göğsüne yasladım ama bu pek de işe yaramamıştı.

Beni içine çeken karanlık gözleriyle bakmaya devam etti.

"Sen! Bugün tek bir kelime daha konuşmayacaksın!"

Bütün öfkesi bir anda bana yönelmişti. Sebebini anlamasam da onu daha fazla sinirlendirmek istemedim. Bu yüzden başımı öne eğdim, yavaşça geri çekildim. Rüzgar'a bakmak istemiyordum, Yağmur ve Toprak'a bakmaya da cesaretim yoktu. Yere bakmak şu an en iyi seçenekti.

Rüzgar yanımdan geçerken, "Götürün onları!" diye emretti.

Nasıl yani? O kadar yalvarmama rağmen yine de onları öldürecek miydi? Yağmur'u elbette öldürmezdi ama ya Toprak?

Hızla kolundan tuttum ve endişeyle kaşlarımı çatarak, "Ne!" diye fısıldadım.

Rüzgar şaşkın ve öfkeli bir şekilde önce kolunu tutan ellerime daha sonra da gözlerime baktı. "Onları yaşadıkları yere götürün!"

Duyduklarımla rahatlayarak gürültülü bir nefes alıp verdim. Onları bırakıyordu. Kolunu tutan elimi sertçe kavrayınca acıyla yüzümü buruşturdum.

"Sakın bir daha bana dokunmaya cüret etme!" dedi ve sanki daha fazla tahammül edemiyormuş gibi hızla elimi bıraktı.

Nasıl yapacaktım? Bu adamla nasıl evlenecektim, nasıl yaşayacaktım? 

KURBANWhere stories live. Discover now