Bölüm 17

109K 4.4K 854
                                    

Rüzgar beni fırlatırcasına ön koltuğa itip kapıyı sertçe kapattı. Arabanın etrafından dolaşıp sürücü koltuğuna geçene kadar kendimi ancak toparlayabilmiştim. Az önce sıktığı kolum gerçekten de çok acıyordu. Yüzümü buruşturarak koluma ovarken Rüzgar'ın buz gibi sesiyle irkildim. "Tak şu lanet kemerini!"

Elim hâlâ kolumda acı dolu gözlerle ona bakıyordum. Cehennem karası gözleri sanki etrafa öfke dolu karanlığını saçıyor ve beni de sarıp o karanlığına hapsediyordu. Neden bu kadar sinirlendiğine bir türlü anlam verememiştim. Kımıldamadan ona baktığımı görünce hızla eğildi ve kemerime uzandı. Yüzü tam dudaklarımın önüne geldiğinde fısıldadım, "Lütfen sakin ol!" Sesim yalvarır gibi çıkmıştı. Hızla başını bana çevirdi. O kadar yakındı ki burnu burnuma çarpmıştı. Sanki biraz uzaklaşabilirmişim gibi iyice başımı geriye yasladım ve gözlerimi aşağı indirdim.

"Bana bir daha sakin olmamı söylersen seni buna pişman ederim!" Kelimeler dişlerinin arasından parçalanarak çıkmıştı ve nefesi resmen alev gibi tenimi yakıp geçmişti.

Ona cevap vermedim. Benden hemen uzaklaşmasını istemiştim. Çünkü Topraklar hâlâ bizi izliyorlardı ve biz dışarıdan bakıldığında hiç de iç açıcı bir pozisyonda durmuyorduk. Toprak'ın şu an Rüzgar'ın beni öptüğünü sanması gerçekten utanmama sebep olmuştu. Başımı yana çevirdim ve Rüzgar'ın benden uzaklaşmasını bekledim. Hızla geri çekilip kemerimi taktı. Sonra kendi kemerini de takıp kontağı çalıştırdı. O arabayı sokağın sonuna doğru sürerken ben de evimi ve Toprak'ı son bir kez daha görmek için başımı geriye çevirdim. Görüş alanımdan çıktıklarında yavaşça önüme döndüm. Rüzgar'a bakmaya korkuyordum. Birkaç kaçamak bakış attıktan sonra derin bir nefes alıp konuşmaya başladım.

"Senden kaçmaya falan çalışmı..."

Rüzgar, "Konuşma!" dedi ve vitesi yükseltti. Ama ben konuşmak istiyordum. Ona neden burada olduğumu ve bu kadar öfkeleneceği bir şey yapmadığımı söylemek istiyordum.

"Bak, açıklama yapmaya çalış..."

"Kes sesini kes!"

Rüzgar resmen kükremişti. Sesi arabanın içinde yankılanıp kulaklarımı tırmaladı. Bir yandan da direksiyona yumruklar savurdu. Tüm kelimelerimi yuttum ve olduğum yere sinip kaldım. Az sonra Rüzgar ani bir fren yaptı ve lastikler asfalt yolda kayarken geride acı dolu çığlıklar bıraktı.

"Lanet olsun, lanet olsun!" derken direksiyona birkaç tane daha yumruk savurdu. Kemerini çıkardı ve sonra da başını direksiyona yasladı. Hızlı hızlı nefes alıyordu. Sonra yavaşça başını kaldırıp bana baktı. Midesini bulandırıyormuşum gibi yüzünü buruşturmuştu. Aşağılayıcı bakışlardı bunlar. Ben de korku dolu gözlerle ona bakıyordum. Bu durumdan çok rahatsız olmuştum ama "Neden bakıyorsun?" diye soracak cesaretim de yoktu. Öylece bakmaya devam etti. Arabayı ölümcül bir sessizlik kaplamıştı. Geçen her saniye bana atılan bir ok gibiydi ve her defasında daha da derine saplanıp acı içince kıvranmama sebep oluyordu.

"Gördün değil mi?" Sesi, bu sessiz arabanın içinde bile bir fısıltı gibi çıkmıştı.

Anlamayan gözlerle bakıp, kaşlarımı çatınca konuşmaya devam etti.

"O sefil abinin kardeşime bahşettiği hayatı!" dedi tükürürcesine.

Ne vardı ki o hayatta? Daha birkaç gün öncesine kadar ben de o hayatı yaşıyordum ve çok mutluydum. Rüzgar o hayatın neyini görmüştü de beğenmemişti? Bütün bunları ona sormak istiyordum ama kelimeler bir türlü dilime dökülmüyordu.

Başını öne eğdi ve ellerini saçlarının arasında geçirip ensesinde birleştirdi.

"O adam kardeşimin hayatını nasıl bu kadar basitleştirebilir! O giydirdiği kıyafetler de neydi öyle!"

KURBANTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon