KURBAN 2-Bölüm 25

10.5K 547 43
                                    



"Asla kendine zarar vermezsin! Bir başkası için asla hayatını tehlikeye atmazsın! Biliyorum bunu sadece kendini haklı çıkarmak için yapıyorsun!"
Havuza doğru hızla ilerlerken aklımdan geçen bunlardı.
Havuzun kenarına geldiğimde suyun altında hareketsiz duran Rüzgar'ı görünce  durup birkaç saniye bekledim. Pes eder ve çıkar diye bekledim ama hayır, kımıldamıyordu.
"Ne yapıyorsun sen, sudan çık!"
Beni nasıl duyacaktı ki!  Bu defa "Gökalp!" diye bağırdım ama sesim ona ulaştı mı emin değildim. Gidip çağırsam çok mu zaman kaybederdim?
Bir an panikledim ve ne yapacağımı bilemez bir halde donakaldım.
"Rüzgar, kes şunu!"
"Gökalp, Gökalp !"
Bağırıp duruyordum ama kimsenin beni duyduğu yoktu.
Ne kadar zaman geçti, ne kadardır nefesini tutuyordu!
Bu nasıl bir inattı böyle? Neyi ispatlamaya çalışıyorsun sen!
Daha fazla bekleyemeyip suya atladım. Yüzme bile bilmeyen ben Rüzgar'ı kurtarabilmek için suya atladım. Delirmiş olmalıyım!
Suyun altında nasıl hareket edeceğimi bilmeden rastgele kollarımı, bacaklarımı çırpıp duruyordum. Ta ki ellerim Rüzgar'ı bulana kadar.
Ona dokunduğum an hemen gözlerini açtı. Evet o kazanmıştı. Şimdi ikimizi de sudan çıkaracak kişi Rüzgar'dı.
Yaklaştı ve elleriyle yüzümü kavradı. Ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım. Nefesim tükenmek üzereydi ve bu fazlasıyla paniklememe sebep olmuştu. Deli gibi çırpınmaya başladım. İşe yarıyordu da. Rüzgar'ın elinden kurtulup suyun üzerine doğru ilerlemeye başladım ama çok geçmeden  Rüzgar beni tutup geri çekti ve ben daha ne olduğunu anlamadan dudaklarını dudaklarıma bastırdı.
Böyle bir şeyi hiç beklemiyordum bu yüzden öylece kalakaldım. Artık çırpınmıyordum aslında hiç hareket etmiyordum, edemiyordum. Vücudum uyuşmuş gibiydi sanki.
Rüzgar bir eliyle belimi kavrayıp beni iyice kendine çekince bende istemsizce ona tutundum. Dudakları hala dudaklarımdayken hareketlendiğimizi hissettim. Az sonra suyun üzerine çıktığımızda geri çekilip derin bir nefes aldım. Ama bu sanki suyun altında kaldığım için değil de Rüzgar'ın öpücüğüyle nefesim kesildiği içindi.
Kendimi toparlayıp onu azarlamak için dudaklarımı araladığımda Rüzgar tekrar beni öpünce bütün kelimelerimi de yutmak zorunda kaldım. İtmeye çalıştım ama o, belimi daha sıkı kavradı.
Çok farklı bir histi bu. Soğuk suya nazaran sıcacık olan dudakları sanki bütün bedenimi alev alev yakıyormuş gibi. Sanki vücudum bu dokunuşları hatırlamış ve hasret gideriyormuş gibi.
Bu, kalbimin aklıma ihanetinden başka bir şey değildi.
Rüzgar yavaşça geri çekilip gözlerime baktığında karmakarışık olmuş aklıma rağmen sinirli bir ifade takındım.
"Bırak beni!"
Dudaklarına yerleştirdiği bir kıvrımla "Emin misin?" diye sorunca daha yüksek çıkan sesimle tekrarladım "Bırak!"
Rüzgar belimdeki elini çektiğinde birden kendimi suya batarken buldum. Bırak diye bağırırken bunu hiç hesap etmemiştim.
Elini uzatıp tekrar belimden kavrayarak beni kendine çekti ve kulağıma eğilerek "Seni asla bırakmayacağım!" dedi. "Sen istesen bile!"
Daha sonra diğer elini de belime yerleştirip beni kaldırdı ve havuzun kenarına oturttu. Kalkmak için hareketlenince bacaklarımdan tutarak hemen önüme geçti.
Yüzündeki gülümsemeye bakılırsa birilerinin keyfi gayet yerinde gibiydi.
Yüzümü buruşturarak "Senden nefret ediyorum!" dedim.
Başını iki yana salladı "Beni hala çok seviyorsun ama affedemiyorsun." dedi.
Haklı olabilir miydi?
Hayır, hayır böyle düşünmesine izin veremezdim.
"Kendini fazla önemsiyorsun!" sesimdeki küçümseyici ton onu hiç rahatsız etmemişti.
"Senin beni önemsediğin kadar değil ama!"
Ne kadar da kendinden emin söylemişti bunu.
"Saçma!" diye bağırdım. Sanki sesim ne kadar yüksek çıkarsa ben o kadar haklı çıkacakmışım gibi.
"Kızım, yüzme bilmediğin halde beni kurtarmak için suya atladın! Ne peki bu?"
Neydi gerçekten bu? Şimdi ne diyecektim, nasıl bir cevap verecektim?
"Kim olsa aynı şeyi yapardım. Gökalp de düşse Yeliz de düşse ben yine onları kurtarmak için bu suya atlardım!"
En kötü his değil midir herkesleşmek!
Rüzgar'ın yüzündeki ifade birden donuklaşınca ben daha da ileriye giderek "Hatta bir hayvan bile düşse onu kurtarmak isterdim!" dedim.
Tamam, fazla ileri gitmiştim farkındaydım ama onu seviyor olduğumu düşünmesini istemiyordum. Sadece ondan nefret ettiğimi düşünmeliydi.
Yumruğunu öfkeyle yere vurunca olduğum yerde sıçradım.
Birkaç saniye patlamaya ramak kalmış öfkesiyle burnundan soluyarak baktı ve hızla havuzdan çıkıp eve ilerledi.
O kadar çok sinirli görünüyordu ki bir an o yumruğu suratıma geçirecek sandım.
Ayağa kalkıp yavaşça yürümeye başladım. Mutfak kapısından içeri girince Yeliz'in şaşkın ve kırgın bakışlarıyla karşılaştım. Gözlerimi kaçırarak yürümeye devam ettim. Kapıya gelince durup bekledim.
"Özür  dilerim!" diye fısıldadım. Sonrada bir şeyler söylemesini beklemeden hızla odama çıktım.
...

Uykusuz geçen bir gecenin sabahına uyanmak kadar iğrenç bir durum yoktur sanırım. Söylene söylene yataktan çıkıp kendimi banyoya attım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra tam banyodan çıkacakken gözlerim aynadaki yansımama takıldı. Durup kendime baktım. Gözlerim bir an dudaklarıma kaydı ve dün gece aklımda canlanıverdi. Havuza atlayışım, Rüzgar'ın beni öpmesi ve ona söylediğim son söz. "Hatta bir hayvan bile düşse onu kurtarmak isterdim!"
"Off!" diyerek gözlerimi devirdim ve banyodan çıktım. Bu durum beni neden bu kadar rahatsız ediyordu ki? Rüzgar'ın çok fazla sinirlenmiş olmasına mı takılmıştım yoksa?
Aklımdakilerden kurtulmak istercesine başımı hızla salladım. "Aman neyse ne!"
Hızlıca hazırlanıp aşağı indim.
Rüzgar salonun bir köşesinde oturmuş bir yandan kahvesini içerken diğer yandan da gazetesini okuyordu. Sessizce yanından geçip masaya oturdum. Yeliz servis yapmak için salona gelince gülümseyerek "Günaydın." dedim ama Yeliz, daha önce hiç görmediğim bir ciddiyetle "Günaydın Deniz Hanım!" dedi.
Bana çok kırgın olduğu her halinden belliydi. Gökalp de ortalarda görünmüyordu. Gerçekten de dün ikisine karşı fazla kaba davranmıştım. Öfkem Rüzgar'a iken bunu onlardan çıkarmam benim hatamdı.
Yeliz gidince dönüp Rüzgar'a baktım. Dümdüz bir ifadeyle elindeki gazetesini okuyordu. Sanırım o da hala dün gecenin gerginliğini üzerinde taşıyordu.
Az sonra telefonu çalınca cevaplamasıyla hızla yerinden kalkması bir oldu. Yüzündeki ifadeyi bir saniye bile bozmadan yanımdan geçip gitti.
Kahvaltımı bitirip dışarı çıktığımda Ali'yi arabanın yanında hazır bir şekilde görünce kaşlarımı çatarak "Kendim giderim!" dedim.
"Deniz Hanım lütfen sorun çıkarmayın, dün gizlice arabayı alıp gittiğiniz için  Rüzgar Bey'den azar işittim."
Bu defa şaşkınlıktan kaşlarımı kaldırarak "Ne!" dedim.
Ali hiçbir şey söylemeyip binmem için arka kapıyı acınca bende kendimi suçlu hissederek sessizce arabaya bindim.
Ali'nin yüzündeki ifade canımı çok fazla sıkmıştı. Bu yüzden bir daha bu konu hakkında tartışmayacaktım.
...
Sakin geçen sabah derslerinden sonra öğlen kafeteryada Eylül ile yemek yerken "Ömer nerede?" diye sordum.
Yüzünü buruşturarak "Arabasıyla rahatça gezinmek istiyormuş!"dedi. Sesi sitemkar çıkınca teselli etmek istercesine "Aman boş ver bugün de kız kıza takılırız." dedim. Ona moral vermeye çalışıyordum ama içten içe benimde birilerinin desteğine ihtiyacım vardı. Evdeki herkesi bir şekilde kırmıştım ve şuan o evde bana gülümseyen tek bir göz bile yoktu. Bu yüzden akşam eve gitmeyi gerçekten de hiç istemiyordum.
Eylül'ün hayır diyemeyeceği bir teklif yaparsam akşam dönebildiğim kadar geç dönerdim eve.
"Çıkışta alışverişe gidelim mi?"
Aman Allah'ım ben gerçekten de böyle bir cümle kurmuş olamazdım!
Eylül kocaman olmuş gözlerle "Tabi ki evet!" diye bağırınca o an pişman oldum ama artık çok geçti. Eylül'ün daha şimdiden alışveriş planı yaptığına emindim.
...
Sekizinci mağazadan ellerimiz dolu çıkarken "Bence bu kadar yeterli!" diye söylendim. Eylül önümden bakına bakına ilerleyerek "Ne yeteri kızım daha yeni başlıyoruz." dediğinde hayal kırıklığıyla omuzlarımı düşürdüm.
Birkaç yere daha bakındıktan sonra ben isyan bayraklarını çekercesine "Bir adım daha atmam!" diye bağırdım. Yorgunluktan neredeyse olduğum yere yığılıp kalacakmışım gibi hissediyordum.
"Tamam tek bir şartla!"
Başımı kaldırıp Eylül'e baktığımda elindeki zümrüt yeşili elbiseyi salladığını gördüm. Yüzündeki ifadeyi görünce başımı iki yana sallayarak "Hayatta giyinmem o elbiseyi!" diye çıkıştım.
"Hadi ama çok yakışacağından eminim. Ayrıca alışverişe çıkalım dedin hiçbir şey almadın. Bu nasıl bir alış veriş Allah aşkına!"
Asık bir suratla ilerledim ve elindeki elbiseyi hızla çektim. "Bunu denersem gidecek miyiz?"
Eylül gözlerini kırpıştırarak "Evet." deyince sıkıntılı bir nefes alıp en yakındaki kabine ilerledim.
Hızlıca elbiseyi üzerime geçirip aynaya bile bakmadan kabinden çıktım. Eylül beni görünce ağzı bir karış açık bir halde kalakaldı. "Muhteşem!"
Gözlerimi devirerek "Abartma!" dedim ve dönüp aynada kendime baktım.
Omzumu kusursuz bir şekilde kavrayan ince askılar ve belimi sarıp diz kapaklarımda biten yumuşacık bir ipek. Yeşiliyle gözlerimi daha da ortaya çıkaran bu elbise sanki sadece benim için tasarlanmış gibiydi. Vücudumu sarışı, duruşu... Her şeyi o kadar güzel görünüyordu ki.
"Sen de çok beğendin değil mi?"
Başımı olumlu anlamda sallarken "Evet." diye fısıldadım. Bu sırada Eylül'ün telefonu çalınca "Sakın çıkarma hemen geliyorum." diyerek biraz uzaklaştı. Ben de aynadaki yansımamı seyretmeye devam ettim.
Birden aklıma gelen düşünceyle yüzümü buruşturdum. Ne zaman böylesine güzel bir elbise giyinsem gecenin sonunda acı dolu gözyaşları akıtıyordum.
"Deniz?"
Eylül'ün sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüm.
"Efendim!"
Eylül aldığı paketleri karıştırırken "Ömer aradı, yeni bir yer keşfetmiş hemen buraya gelin diyor." dedi. Sonra da kırmızı bir elbiseyi alıp kabine doğru ilerlemeye başladı.
"Üzerindekini çıkartma sakın, ben de bunu giyinip hemen geliyorum."
"Ben hiç gelemem Eylül, çok yorgunum sen git." diyerek kurtulmaya çalışsam da pek başarılı olamadım.
"Hiç boşuna nefesini tüketme tatlım, birlikte gidiyoruz."
Aldıklarımızı ki benim aldığım sadece üzerimdeki elbiseydi arka koltuğa bırakıp Ömer'in gönderdiği adrese gittik.
Arabadan inip büyük, parlak binayı görünce "Ömer böyle yerleri hiç sevmez ki!" diye düşünmeden edemedim.
Dış görünümünü tamamlayan şahane lobiye doğru ilerlerken etrafta kimselerin olmayışı dikkatimi çekti.
"Sence de biraz tuhaf değil mi?"
Eylül büyülenmiş bir ifadeyle "Hayır!" deyince "Kime söylüyorum ki ben!" diye mırıldandım.
Nihayet bir görevli bizi karşılayıp yol gösterince biraz olsun rahat hissetmiştim ama bu rahatlık bizi karanlık bir odaya götürene kadar sürmüştü.
Görevli kapıyı kapatıp çıkarken "Hey nereye gidiyorsun?" diye bağırdım. Sesim istemsizce yüksek çıkmıştı.

"Deniz sakin olur musun?"
Eylül'ün rahat tavrı fazlasıyla canımı sıksa da onu görmezden gelip kapıya ilerledim. Kapının koluna dokunmamla birinin beni çekmesi bir oldu. Korkuyla çığlığı bastım. Beni çeken kişiyi görmek için hızla dönüp ona baktığımda ise  hemen kaşlarımı çattım.
"Senin ne işin var burada?"
Rüzgar işaret parmağını dudağına bastırarak "Şşş!" deyince sinirlenerek "Ne dolaplar çeviriyorsun sen!" diye bağırdım. Beni hemen yanındaki duvara yaslayıp eliyle ağzımı kapattı. Yüzü yüzüme o kadar yakındı ki aramızda sadece onun eli vardı. Karanlığa meydan okuyan karalarını bir saniye bile gözlerimden ayırmadan baktı.
"Sessiz ol her şeyi mahvedeceksin!"
Rüzgar'ın nefesi tenimi yakıp geçmişti. Bana bu kadar yakın olmasını istemiyordum. Tüm gücümle onu ittim. Bu sırada ışıklar yanınca biraz ileride duran Ömer'i gördüm.
"Neler oluyor burada?"
Kendi kendime mırıldanmıştım ama Rüzgar "Sadece izle!" dedi. Sonra da sırtını duvara yaslayıp kollarını bağladı. Yüzüne yerleştirdiği bir tebessümle onları izlemeye başladı. Hiçbir şey anlamamıştım ama bende dönüp onlara baktım.
Ömer üzerinde harika görünen bir smokin giyinmişti ve Eylül'ün karşısında dans ediyordu. Müzik kesildiğinde Eylül'ün önünde diz çöktü ve cebinden küçük bir kutu çıkardı.
Eylül sevinç çığlıkları atınca Ömer'in yüzündeki gülümseme daha da büyüdü.
Az sonra her genç kızın hayalini  süsleyen o soruyu sordu.
"Benimle evlenir misin?"
Eylül ayağındaki 15 cm topuklulara rağmen olduğu yerde zıplayarak "Evet ,evet!" diye bağırdı sonra da eğilip Ömer'i öptü.
En iyi iki arkadaşımın böylesine mutlu günlerine şahit olmak beni de çok mutlu etmişti. Yanaklarımdan süzülen yaşı hızlıca silip gülümsedim.
"Sanırım artık gitmeliyiz."
Rüzgar'ın sesiyle dönüp ona baktım ama o çoktan çıkmıştı bile.
Evet haklıydı, artık onları yalnız bırakmamız daha uygun olurdu bu yüzden ben de sessizce çıkıp kapıyı kapattım.
Dışarı çıktığımda Rüzgar arabada bekliyordu. Buraya Eylül'ün arabasıyla geldiğim için şimdi mecburen Rüzgar'la dönmeliydim.
İlerledim ve arabaya bindim. O arabayı çalıştırırken ben de sessizce kemerimi bağladım.
Yol boyunca Rüzgar tek bir kelime bile etmedi en sonunda sessizliği bozarak "Sabah arayan Ömer miydi?" diye sordum.
Sadece olumlu anlamda başını salladı.
"Her şeyi birlikte mi ayarladınız yani?"
Yine onaylarcasına  başını salladı.
Bu durum beni artık şaşırtmıyordu bile. Rüzgar bir şeylerin peşindeydi ve bunun için çevremdeki insanlara kendini sevdiriyordu. Ya da onaylarını mı alıyordu demeliyim?
"Niye böyle bir şey yaptın?" sesim ondan şüphelendiğimi bariz bir şekilde belli etmişti.
Rüzgar birkaç saniyeliğine baktı ve tekrar önüne döndü.
"Yine altında bencilce duygularımı mı arayacaksın!" hayal kırıklığıyla dolu bir cümle olsa da umursamadım ve acımasızca "Evet!" dedim.
"Sen asla başkasının mutluluğu için kılını kıpırdatmazsın! O taş kalbini ve içindeki karanlığı o kadar yakından gördüm ki o günden beri günlerim aydınlanmıyor, zifiri karanlık!"
Araba acı bir firenle durunca kemerin izin verdiği kadar öne doğru savruldum.
Öfkeyle Rüzgar'a dönerek "Ne yapıyorsun sen!" diye bağırdım.
Rüzgar hiçbir şey söylemeden öylece duruyordu. Elleri hala direksiyondaydı ve sıkıca kavramıştı. Yüzündeki bütün kasların gerildiğini görebiliyordum. Kaşlarını çatmış ,gözlerini de kapatmıştı.
Tam "Cevap ver!" diyecek oldum ki yanaklarından aşağı kayıp giden  bir damlayı görünce kelimelerimi de o göz yaşının kaybolduğu hiçliğe gömdüm.
Buz gibi çıkan sesimle "Vicdan azabı!" diye fısıldadım.
Sonra da geriye yaslanıp bakışlarımı gecenin karanlığına çevirdim.
"Seni cayır cayır yakacak ama bu benim yangınımı söndüremeyecek!"
Bir damla da benim yanaklarımdan kayıp gitmişti.
Rüzgar arabayı çalıştırdı ve eve gidene kadar ikimizde hiç konuşmadık.
Eve gelince hemen arabadan inip odama çıktım. Kapıyı kapatıp sırtımı yasladım. Yavaşça aşağı kayarken dakikalardır tuttuğum gözyaşlarını serbest bıraktım. O kadar şiddetli ağlıyordum ki nefes alamıyordum. Sanki biri kalbimi eline almış da sıkıyormuş gibiydi ve ben bununla yaşayamıyordum. Bu gerçek böylesine canımı yakarken ben yaşayamıyordum.
Vicdan azabı mı çekiyordu hayır bu kadarı yeterli değildi. Tek bir damla değil sicim gibi akmalıydı gözyaşları. Vicdanı, benim masumiyetimi kirletmenin gerçekliğiyle bin parçaya bölünmeli her saniyeyi ona zehir etmeliydi.
Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip ayağa kalktım. İkinci kata indim, Yağmur'un eski odasına. O şeyi burada bulacağıma emindim. Dolaba yöneldim ve kapağını açtığımda yanılmadığımı gördüm. Rengarenk kıyafetlerin arasında siyahlığıyla bütün dolabı karamsarlığı altına alan o  gelinlik!  Hemen üzerimdekileri çıkarıp o siyah gelinliği üzerime geçirdim. Bu defa o kadar da acıtmamıştı. Nerden bilebilirdim ki  çektiğim onca acılardan bunu giyinmenin aslında en hafif olduğunu. Ya da her şey bununla mı başlamıştı. Eğer öyleyse yine bu gelinlikle bitirmem en doğrusu olacaktı.
Odadan çıktım ve bu defa da Rüzgar'ın odasına ilerledim. İçeri girince hemen banyoya yöneldim. Sanırım orada ihtiyacım olan şeyi bulabilirdim.
Etrafta hızlıca göz gezdirdikten sonra makası görünce gidip elime aldım sonra da odaya geçtim. Yavaş adımlarla ilerleyip yatağa uzandım. İşte tam bu sırada sanki defalarca bıçaklanmışım gibi kalbimde keskin bir acı hissettim.
Bu acıyla hiç tereddüt etmeden makasın keskin tarafını bileğime yaslayıp hızla çektim. Sızlamıştı ama bu kalbimdekinin yanında bir hiçti.
Kollarımı iki yanıma bıraktım ve geriye yaslandım.
Bileklerimden akan kan bembeyaz çarşafta yavaş yavaş büyümeye başladığında gözlerimi kapattım. Her şey burada  başlamıştı ve ben de burada bitirecektim.
Hayallerimi yıkan bu simsiyah gelinlikle ve hayatımın karardığı bu odada yeterince dramatik bir son. Sanırım bu gidişim Rüzgar'a bir hastalık gibi bulaşacak ve onu  her gün biraz biraz ölüme sürükleyecekti. Bu son onun kalbini eline alacak ve öyle sıkacaktı ki Rüzgar nefes alamayacaktı. En sonunda da o kalp paramparça olacaktı.







KURBANWhere stories live. Discover now