KURBAN2 - Bölüm 28

9.7K 502 38
                                    




Öyle bir hayat yaşa ki verdiğin kararlar ve yaptığın onca şey seni gururla ve mutlulukla yükseltsin. Geleceğe doğru attığın her adımda senin destekçin olsun.
Sanırım bu Rüzgar'ın hayatı için o kadar da geçerli değildi. Yaptığı şeyler onun peşini bırakmıyor ve üzerini örtmeye çalıştığı bela tam da bugün çok daha güçlü bir şekilde yeniden doğuyordu. Bunun en bariz örneği ise Mert'ti.
Salonun ortasında gözünü intikam hırsı bürümüş bir vaziyette Rüzgar'a ardı ardına yumruklar yağdırıyordu. Sanki her yumrukta öfkesi dineceğine daha da alevleniyordu.
"Kes şunu!"
Sesim beni bile şaşırtacak kadar yüksek çıkınca Mert yumruklarına ara verip hemen yanıma geldi. Ellerine Rüzgar'ın kanı bulaşmıştı. Uzanıp çenemi sertçe kavrayarak "Sabırsızlanma prenses senin de sıran gelecek!" diyerek beni geriye doğru itti.
İlacın etkisini hala hissedebiliyordum bu yüzden dikkatimi bir türlü toparlayamıyordum.
Mert tekrar Rüzgar'a doğru ilerlerken vücudumda hissettiğim titreşimle bir an irkildim. Başta ne olduğunu anlamasam da az sonra taytımın kenarına sıkıştırdığım telefonun titrediğini anladım.
Başımdaki iki adam gözlerini üzerimden çekmedikleri için şuan bu telefona nasıl cevap vereceğim konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu.
Bu sırada Rüzgar, Mert'in darbesiyle bağlı olduğu sandalyeyle birlikte yere sertçe düşünce "Rüzgar!" diye haykırarak öne atıldım. Ama beni tutup tekrar koltuğa oturttukları için bu hareketim başarısız olmuştu.
Başımı kaldırıp Rüzgar'a baktım. Yüzü tamamen kan içindeydi. Gözlerimiz buluştuğunda yanaklarımdan aşağı acı bir damla kayıp gitti. Kalbime bir hançer gibi saplanıp beni soluksuz bırakan bir acı bütün bedenimi ele geçirince çaresizce çıkan sesimle fısıldadım. "Rüzgar!"
Dudağına yerleştirdiği ufacık bir kıvrımla "Korkma meleğim!" diyerek beni rahatlatmak istese de bu hiçbir işe yaramamıştı.
Belimdeki telefon tekrar titreyince bu karmaşadan yararlanarak elimi belime götürdüm.
"Lütfen arayan Gökalp olsun!" diye içimden geçirirken telefonu açtım.
Şimdi de karşıdaki kişiye- kim olduğunu bilmesem bile- nerede olduğumuzu söylemem gerekiyordu.
"Mert yapma!"
Sanırım bu feryadım başımızın belada olduğunu belli edecek kadar acıydı.
Mert beni görmezden gelerek Rüzgar'a sert bir tekme daha attı.
Göz yaşlarım yanaklarımdan sicim gibi akıp giderken "Allah'ım yardım et! Bu dağ evinde bize kim yardım edecek!" diye sızlandım.
Bu da tamamdı. Artık nerede olduğumuzu ve kimin saldırısına uğradığımızı karşı tarafa duyurmuştum. Arayan kişinin Gökalp olması için dua ederken içten içe onun olmama ihtimali beni korkutuyordu.
Rüzgar ağzına biriken kandan kurtulmak istercesine yere tükürdü.  "Adam gibi intikam da alamıyorsun!" diyerek Mert'i kışkırtınca Mert bir tekme daha geçirdi.
Rüzgar duruma aykırı bir şekilde yüksek bir kahkaha atarak "Zaten sen sadece ben uyuyorken yanıma yaklaşabilirsin!" diye bağırdı.
"Kes sesini!"
"Ne o , ceza evinde sana iyi davranmadılar mı yoksa? Öfken bu yüzden mi?"
Rüzgar bu tavrıyla Mert'i daha fazla sinirlendirdiğinin farkında değil miydi yoksa bunu bilerek mi yapıyordu hiçbir fikrim yoktu.
"Duyduğuma göre orada fazlasıyla yokluk çeken  adamalar varmış. Umarım sana kötü davranmamışlardır."
Rüzgar tekrar kahkaha atınca Mert öfkeyle onu yumruklamaya başladı. O kadar sert vuruyordu ki her darbesinde benim vücudum titriyordu resmen. Ama Rüzgar bu durumdan hiç rahatsız gibi görünmüyordu.
Mert yorulunca kendini yığılırcasına yere bıraktı. Kan ter içindeydi, göğsü deli gibi inip kalkıyordu. Rüzgar ise yarı baygın yarı uyanık bir halde , kanlar içinde yerde yatıyordu.
Mert hıncını alamamış olacak ki bir kez daha vurmaya yeltenince "Yeter artık!" diye  bağırdım. "Yeter, öldüreceksin onu!"
"Evet onu öldüreceğim!"
Mert'in buz gibi çıkan sesiyle dehşete kapılarak ayağa kalktım. Beni tutmaya çalışan adamların elinden sıyrılıp Rüzgar'ın yanına diz çöktüm. Hızlıca ellerini çözdüm. Daha sonra da hemen yanına oturup başını kucağıma aldım.
"Rüzgar, lütfen gözlerini aç!"
Ağlamaklı çıkan sesimle ne kadar da çaresiz görünüyordum.
Rüzgar yavaşça gözlerini aralayınca umutla  "Rüzgar!" diye fısıldadım.
Yüzüne yerleştirdiği tebessümle "Ben iyiyim." deyince  sinirlenerek "Ne iyisinden bahsediyorsun sen, kanlar içindesin!" diye azarlarcasına bağırdım.
Başını iki yana sallayıp "Hayır , gördüm ki ben kalbinin içindeyim." dedi.
Ne diyeceğimi bilemez bir halde başımı öne eğdim ve ağlamaya devam ettim. Çok korkuyordum. Ona bir şey olacak diye çok korkuyordum ve onu kurtarmaya gücüm  yetmezdi bunu da biliyordum.
"Ağlama!" diye fısıldayınca başımı kaldırıp ona baktım.
"Korkuyorum!" 
Rüzgar elini kaldırıp yanağıma dokundu.
"Geçecek!"
Ne kadar çok inanmak isterdim buna. Normal , huzurlu bir hayat bu kadar zor olmamalıydı.
"Kesin dramayı!"
Mert saçlarımdan tutup beni çekince bir çığlıkla ayağa kalktım.
"Bırak onu!" Rüzgar yerden destek alarak kalkmaya çalışınca karnına aldığı darbeyle tekrar yere yığıldı.
Mert'in elinden kurtulmak için çırpındıkça saçlarımı daha fazla çekince çaresizce çırpınmayı bıraktım. Elini itmeye çalışarak "Bırak beni!" diye bağırdım ama bu Mert'in umrunda bile değildi.
Mert  elini belime kaydırıp bana sıkıca sarılarak "Şimdi yarım bıraktığım işi tamamlamanın vakti geldi sanırım." deyince korkuyla daha da fazla çırpınmaya başladım.
"Bırak beni, bırak diyorum sana! Çek ellerini!"
Geri çekilip suratıma sert bir tokat atınca dengemi kaybedip yere düştüm.
Rüzgar öfkeyle ayağa kalkıp Mert'in üzerine atlamak istemişti ama birkaç adam onu tutup engelledi. Ellerinden kurtulmak için  çabalasa da faydasızdı.
"Yemin ederim senin o kolunu kıracağım!"
Rüzgar'ın öfkesi gerçekten de kanı donduracak cinstendi. Resmen her kelime dişlerinin arasından parçalanarak çıkmıştı.
Adamlarının varlığıyla kendini güvende hisseden Mert, Rüzgar'a doğru bir adım atarak  alaycı bir tonla "Bunu nasıl yapacaksın çok merak ediyorum!" dedi.
Sonra da dönüp, bana doğru yürürken "Sıkı tutun onu ,her şeyi gördüğünden de emin olun!" dedi. Ses tonu  midemi bulandırmıştı.
Dehşete kapılarak geri geri gitmeye çalışsam da Mert beni ayaklarımdan tutup hızla çekince birden kendimi yerde yatarken buldum. Hiç fırsat vermeden bacaklarımın üzerine oturunca hareket bile edemedim.
"Gebertirim seni lan!"
Rüzgar'ın sesi bütün salonda yankılanacak kadar yüksek çıkınca Mert keyifle bir kahkaha attı.
"Üzülme Rüzgar, canını hiç yakmayacağım hatta bundan zevk alacağından bile eminim."
Bu bir kabus olmalıydı, bu duyduklarım bu yaşananlar gerçek olamazdı.

"Sen öldün lan! Sen az önce kendi ölümüne imza attın!"

Rüzgar, onu tutan ellerden kurtulmak için öfkeyle öne atılınca adamlardan biri kenara savruldu. Ama diğerleri daha sıkı tutarak onu yine durdurdular.
Mert yüzündeki iğrenç gülümsemeyi  büyüterek kemerini çözmeye başladığında korkuyla bağırdım.
"Rüzgar, Rüzgar!"
"Dokunma ona şerefsiz!"
Mert üzerime doğru eğilince deli gibi onu yumruklamaya başladım. Bileklerimi kavrayarak hemen başımın üzerinde yere sabitledi. Dudaklarını tenimde gezdirirken ben yine çaresizce "Rüzgar!" diye bağırdım.
İşte tam bu sırada "Neler oluyor burada!" diye haykıran başka bir sesle herkes hızla başını sesin geldiği tarafa doğru çevirdi.
Birkaç saniyeliğine de olsa dikkatler dağılmıştı. Rüzgar bu fırsatı kullanarak onu tutan adamlardan  kurtulup hızla yanıma gelerek Mert'i üzerimden  kaldırdı.
Öyle sert bir yumruk attı ki Mert sendeleyip yere düştü. Rüzgar'ın öfkesi henüz dinmemişti. İlerledi ve onu  kolundan tutup sürükleyerek  sehpanın üzerine fırlattı. Ahşap sehpa gürültüyle parçalara ayrıldı.
Rüzgar yüzünde dümdüz bir ifadeyle Mert'in kolunu sehpanın kırılan ayağının üzerine koydu ve soğuk kanlılıkla hızla üzerine bastı.
Kulakları tırmalayan bir çığlık salonda yükselirken Rüzgar öfkeli bakışlarını diğer adamlara çevirdi.
Onun bu kanları donduracak kadar soğuk tavrı adamları korkutmuş  olacak ki  kaçarcasına evi terk ettiler.
Rüzgar bakışlarını tekrar Mert'e çevirerek tiksinircesine bir ifadeyle  "Nasıl yapacağımı çok da merak etmemeliydin!" dedi. Sonra da başını benden tarafa çevirdi. Bense hala girişte bize şaşkın şaşkın bakan Toprak'a bakıyordum.
Ne işi vardı onun burada?
"Abi?" diye şaşkınlığımı belli edercesine  seslenince hızla yanıma gelip bana sıkıca sarıldı. Daha sonra geri çekilip endişeli gözlerle "Sen iyi misin?" diye sordu. Cevap vermemi beklemeden gözlerini Rüzgar'a çevirerek "Onu koruyacağını söylemiştin, böyle mi koruyorsun!" diye  azarlarcasına bağırdı.
Rüzgar hiçbir şey söylemeden yanımıza gelip beni kaldırdı ve bana sarıldı.
Kan kokusu, onun baş döndürücü kokusunu bastıracak kadar yoğundu.
"Özür dilerim!" diye fısıldadı.
Sesi sanki kalbime dokunmuştu. Bu özürle bir  damla daha akıp gitti yanaklarımdan.
"Neler oluyor , anlatın!"
Toprak'ın öfke-endişe karışımı ses tonu dönüp ona bakmama sebep olmuştu.
"Abi sen nasıl geldin buraya yani nasıl  bilebildin?"
Neden burada olduğunu sorguluyordum evet ama içten içe bizi kurtardığı için de ona minnettardım.
Toprak başıyla Rüzgar'ı işaret ederek "Onu aramıştım ama telefonda senin sesini duydum. Fazlasıyla korkmuş gibiydin. Dağ evi falan dedin. Birden  telefon kapandı. Endişelendim ve kontrol etmek için geldim" dedi.
Sonra da beni hızlıca kendine çekip öfkeli bakışlarını Rüzgar'a doğrultarak ekledi. "İyi ki de gelmişim!"
Yine bu iki adamın arasında kaldığımı hissediyordum şuanda. Onlar ne zaman bir araya gelse aralarındaki karanlık uçuruma düşen hep ben oluyordum.
Rüzgar uzanıp Toprak'ın omzundan tutarak gayet samimi bir şekilde "İyi ki!" deyince başta tereddüt etsem de bu tavrı beni rahatlatmıştı.
"İyi ki tam zamanında geldin. Teşekkür ederim Toprak."
Rüzgar'dan duymaya alışık olmadığımız cümlelerdi bunlar ama sanırım sevmiştim bu halini. En azından Toprak ile olan bu yeni iletişimi eskisi gibi gerilmeme sebep olmuyordu.

Toprak yüzündeki ifadeyi koruyarak bir adım geri çekildi.
"Kardeşimin başına ne işler açtın sen böyle!"
Rüzgar görüşünü engelleyen kanı elinin tersiyle silip "Bak, Deniz fazlasıyla korktu. Şimdi onu alıp götür buradan. Ben de şu pisliği kaçtığı deliğe geri tıkıp geleceğim." deyince Toprak cevap almak istercesine tekrarladı. "Neler oluyor dedim!"
"Yemin ederim her şeyi anlatacağım. Lütfen şimdi götür onu."
Rüzgar'ın sakin ve güven verici sesi Toprak'ı ikna etmiş olacaktı ki "Tamam dediğin gibi olsun." diyerek  elimden tuttu ve çıkışa doğru ilerlemeye başladık.
Bir an durup Rüzgar'a baktım. Kaşlarımı çatmış, endişeli bir ifadeyle bakıyordum ama ne demeliyim bilemiyordum. Onu burada yalnız bırakmak istemiyordum.
Dudağına yerleştirdiği küçük bir kıvrımla "Abinle git, bir iki saate geleceğim." deyince hiç istemesem de başımı olumla anlamda salladım.
"Hadi Deniz!"
Toprak yavaşça elimi çekince dönüp ona baktım. "Tamam." diye fısıldayarak yürümeye başladım.
Birkaç adım sonra tekrar dönüp baktım ve hala bana bakmakta olan karalarla karşılaşınca ağlamamak için hızla gözlerimi kırpıştırdım.
Neler olmuştu bu gece böyle! Her şey yaklaşık bir saat içinde olup bitmişti ama ben etkisinden bu kadar kısa sürede kurtulamayacaktım.
Rüzgar'a karşı böylesine  hassaslaşmış olmam zayıflık değil miydi? Canı yanınca benim de canım yanmıştı, ona bir şey olacağı fikri nefesimi kesmişti ve şimdi de onu yalnız bırakmak istemeyişim... Kalbimdeki öfke ve nefret neredeydi de ben böylesine yelkenlerimi indirmiştim. Yoksa bu duygularım artık o kadar da güçlü değiller miydi?
Bunları düşünürken gözlerim Rüzgar'ın hemen ardındaki hareketliliğe kayıverdi. Mert yavaşça doğruldu ve sağlam olan eliyle belini yokladı. Ne yaptığını anlayınca korkuyla olduğum yerde donup kaldım. Eline geçirdiği silahı bana doğrulttu ve  "Gitmene asla izin vermeyeceğim!" diye bağırarak tetiğe bastı. Toprak hızlıca önüme geçmeye çalıştıysa da silah çoktan ateşlenmiş sesi kulakları sağır edercesine bütün evde yankılanmıştı.
Gözlerimi sıkıca kapattım ve hissetmeyi bekledim. Belki bir sıcaklık ya da keskin bir acı. Aslında tam olarak ne beklediğimi bile bilmiyordum.
Bütün bedenim zangır zangır titriyordu.
Toprak kollarımdan tutup "Deniz! diyerek beni sarstığında gözlerimi araladım.
Baştan aşağı beni kontrol ederken "Sen iyi misin?" diye sorunca "Bilmiyorum!" diye fısıldadım.
Gerçekten de nasıl olduğum hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.
İyi miydim, kesinlikle hayır. Ama canım da yanmıyordu, yani vurulunca canının yanması gerekirdi öyle değil mi? Tabi eğer gerçekten vurulduysam.
Aklıma dank eden gerçekle hızlıca gözlerimi vücudumda gezdirdim. Hayır vurulmamıştım.  Korkuyla başımı Toprak'a çevirdim. Toprak başını iki yana sallarken "Hayır vurulmadım!" diyerek endişeli bakışlarıma soğuk su serpecek bir cevap vermişti.
Asıl gerçek bütün acımasızlığıyla tam karşımda duruyordu ama ben bundan bir haberdim. O kurşun bir bedene saplanmış ve o bedeni geçen her saniye ruhundan ayırıyordu. Sıcacık kan, can verdiği o bedeni  terk ediyor onu ölüme mecbur bırakıyordu.
"ULUSOY!"
Mert öfkeyle kükreyince dönüp ona baktım.
"Her zaman önüme çıkıyorsun ULUSOY!" 
Mert'in  bu sözüyle neyi kastettiğini anlamak istercesine Rüzgar'a doğru bir adım attım.
Rüzgar göğsüne sıkıca bastırdığı elini dur dercesine havaya kaldırarak "Yaklaşma!" diye bağırdı.  "Yaklaşma, güvenli değil!"
Gözlerim sadece göğsünde büyüyen kırmızı lekeye kilitlenmişti. Ne söylediğini duymuyordum bile.  Şoke olmuş bir halde kocaman gözlerle ona bakarken "Se-sen vurulmuşsun!" diye fısıldadım.
Rüzgar daha fazla dayanamayıp yere diz çökünce hızla yanına gidip ben de diz çöktüm.
O kadar çok paniklemiştim ki ne yapacağımı bilemiyordum. Rüzgar elini tekrar göğsüne bastırınca ona yardım etmek istercesine elimi elinin üzerine bastırdım.
"Git buradan!"
Rüzgar zorla çıkan sesiyle fısıldayınca başımı hızla iki yana salladım. "Hayır!"
Gözyaşlarım yanaklarımdan akıp gitmeye başladığında diğer elimle yüzüne dokundum.
"Neden önümüze geçtin ki!"
Rüzgar bu söylediğimi görmezden gelerek başını kaldırdı ve Toprak'a  bakarak "Çabuk götür onu buradan!" diye bağırdı.
Sanki vücudundaki son güç kırıntılarını kullanmış gibi cümlesi biter bitmez kucağıma yığılıverdi.
"Rüzgar, Rüzgar!"
Toprak bize doğru yaklaşmak isteyince Mert silahı ona doğrultarak "Sakın bir adım daha atma!" diyerek onu durdurdu.
"Çok yanlış yapıyorsun Mert!"
Mert ,Toprak'ın ne dediğiyle hiç ilgilenmiyor gibiydi. "Geri çekil! Yoksa sıkarım ikisinin de kafasına!"
Toprak onu daha fazla sinirlendirmek istemeyip "Tamam, tamam sakin ol!" diyerek yavaşça geri çekildi.
"Deniz?"
Rüzgar'ın sesiyle bakışlarımı tekrar ona çevirdim.
"Konuşma lütfen, yorma kendini." Hıçkırıklarımın arasından bölük pörçük çıkan bu kelimeler nasılda kalbimi acıtıyordu.
Elini kaldırıp yanağıma dokunmak istemişti ama bunu yapacak gücü bile yoktu. Bir kez daha denedi ama bu da başarısız oldu.
Onun bu zayıf hali hıçkırıklarımı ikiye katlamıştı. Elini tuttum ve yanağıma yasladım. "Lütfen ölme Rüzgar lütfen!"
Parmaklarını yavaşça kımıldatınca başımı yana çevirdim ve elinin ayasına  ölme diye  yalvaran acı dolu  bir öpücük kondurdum.
"Ağlama!"
Sadece dudakları oynamış olsa da ne dediğini anlamıştım.
"Tamam ağlamayacağım ama lütfen biraz daha dayan."
Toprak'a dönüp "Lütfen ambulans çağır!" diye bağırdığım sırada Rüzgar'ın eli ellerim arasından kayıp cansız bir et parçası gibi yere çarptı.
Bu kabul etmek istemediğim bir gerçekti. Gürültülü bir şekilde yutkunup başımı Rüzgar'a çevirdim ve aksi olması için yalvarırcasına "Rüzgar!" diye mırıldandım. Olayın şokuyla sesim fazlasıyla kısık çıkmıştı. Ama ondan bir yanıt alamayınca bu defa yürekleri parçalayan bir feryatla "Rüzgar!" diye bağırdım.
Onu sarsarak "Uyan, uyan diyorum! Aç gözlerini, ölemezsin. Gidemezsin! Anlıyor musun, gidemezsin!" diyerek ne kadar çok bağırsam da bir cevap alamadım.
Acının etrafından dolaşamazsın. Tam içinden geçmen gerekir. Aksi takdirde o acı sırtında bir yük ve seni olduğun yere saplayan bir engel olacaktır. Eğer her şeyi göze alıp acının içinden geçmeyi seçersen onu benimseyecek ve hatta geride bırakabileceksin. "Boş verdim gitti!" diyebileceksin.
Ben ikinci yolu seçtiğimi daha şimdi anlamıştım.
Yaşanan onca acıyı sindirmiş ve Rüzgar'ı hayatıma tekrar kabul etmeye hazır bir hale gelmiştim.
Kan kanı temizlemez, acı acıyı teselli edemez!
Rüzgar yaptığı her hatayı, hayatımdaki her bir insanı mutlu ederek telafi etmeye çalışmıştı. Çünkü o da biliyordu benim için her zaman sevdiklerim önce gelirdi.
Şimdi son bir görevi daha vardı. Benim için yaşamalıydı.

KURBANWhere stories live. Discover now