KURBAN 2- Bölüm 30

10.1K 525 33
                                    

Evet güzel okurlar. Finale doğru hızla ilerliyoruz. Benimle birlikte kendi dünyamda yürüdüğünüz için sonsuz teşekkürler 😊 Kurban benim ilk kitabım olduğundan oldukça acemi tarafları elbette var. Kendimi geliştirmek için okumaya ve araştırmaya hiç ara vermiyorum. Sizlerin yapıcı eleştirilerinin de faydası var elbette. Veda konuşmasına benzedi biraz sanki. Neyse uzatmadan bölümü paylaşıyorum. Keyifli okumalar:)

Rüzgar'dan...
Duyduğum seslerle yavaşça gözlerimi araladım. Beni uyandırmış olmasına rağmen yüzümü gülümseten bu seslere kulak kabartıp dinlemeye başladım. Deniz'in sesi bir fısıltı gibi geliyordu. "Kızım babanı uyandıracaksın, lütfen sessiz olur musun?"

Ama prensesin annesini dinlemeye hiç niyeti yoktu. "Ya bana ne ya! Ben şarkı söylemek istiyorum."

Deniz her zamanki tatlı sesiyle ufaklığı ikna etmeye çalışırcasına, "Kahvaltıyı hazırlamama yardım eder misin tatlım?" diye sorunca en az onun kadar tatlı sesiyle, "Tabii ki annecim." diye yanıtladı ufaklık.

Yüzümdeki gülümsemeyi daha da büyüterek yataktan çıktım ve onların yanına gittim. Mutfağa gelince kapının çerçevesine yaslanıp hayatımdaki en değerli iki insanı büyük bir keyifle izlemeye başladım. Karım ve kızım... Şu an izlediğim film sanırım hayatımın en güzel filmiydi.

Ufaklık beni fark edince büyük bir çığlıkla, "Baba!" diyerek koştu ve kucağıma atladı. Sıkıca sarıldım ona. Kokusunu içime çektim. Cennetin bir başka kokusu da bu olmalıydı. Onu kucağıma alıp Deniz'e doğru yürüdüm ve diğer kolumla ona da sarılarak yanağına sıcacık bir öpücük kondurdum. Geri çekilmeden, "Günaydın meleğim." diye fısıldadım.

Gülümseyerek, "Günaydın." dedi. Sonra hemen kaşlarını mahcup bir şekilde çatarak, "Çok ses çıkardık değil mi?" diye sordu.

Başımı iki yana salladım. "Eğer şanslıysam bundan sonraki hayatımda hep bu sesle uyanırım."

Gülümsemesi bütün yüzüne yayıldı. Başımı çevirip kızıma baktım sonra da tekrar Deniz'e döndüm. Rahat ve huzurlu bir nefes alıp verdim ve ardından mırıldandım. "Sizi seviyorum."
...

Göğsümde hissettiğim yoğun acıyla yüzümü buruşturarak gözlerimi araladım. Gördüğüm o mükemmel rüyadan sonra bu acı beni pek de rahatsız etmemişti.

"Rüzgar?"

Gökalp'in endişeli sesini duyunca başımı çevirip ona baktım. Görüşümün netleşmesi için gözlerimi kırpıştırırken, "Gökalp!" dedim.

Gökalp yine aynı ses tonuyla, "İyi misin?" diye sorunca güçlükle çıkan sesimle, "Deniz?" dedim. "Deniz iyi mi?"

Gözlerini devirerek, "Anlaşıldı gayet iyisin!" dedi. Yatağın kenarına yavaşça otururken ekledi: "Deniz iyi, başka bir odada dinleniyor."

"Onu görmem lazım." diyerek doğrulmaya çalışınca keskin bir acıyla tekrar geriye yaslandım.

"Oğlum bir rahat dur!"

Gökalp'in azarlayan konuşmasını görmezden gelerek elimi uzattım ve "Kalkmama yardım et." dedim.

Gökalp, "Yok artık!" diyerek öylece bakınca elim havada birkaç saniye bekledim.

"Yardım etsene oğlum!" diye söylenince Gökalp pes ederek elimden tutup kalkmama yardım etti.

"Hemşire kızarsa hiç sorumluluk almam bilesin!"

Gökalp söylene söylene beni bir tekerlekli sandalyeye oturtup dikkatli bir şekilde Deniz'in odasına götürdü. Kapının önüne gelince bir an durdu ve önüme geçip bir dizinin üzerinde yere çöktü. Yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı.

"Rüzgar bak ben çok üzgünüm. Orada olmalıydım..." diye lafa girecek oldu ama ben ne demeye çalıştığını anlayarak omzuna dokundum.

"Senin bir hatan yok Gökalp. Sürekli yanımda olup beni koruyamazsın." Gülümseyerek ekledim: "Arada sırada başımın çaresine bakmalıyım."

O da gülümsedi ama buruk bir tebessümden öteye gidemedi. Ayağa kalkarken, "Hadi seni Deniz'ine götürelim." deyip kapıyı açtı.

Toprak bizi görünce hemen ayağa kalkarak, "Neden kalktın hemen!" diye endişeyle sordu.

Gözlerim onun hemen arkasında yatan Deniz'deyken, "Onu görmeye ihtiyacım var." diye mırıldandım. Toprak bir adım yaklaşarak tam önüme geçti. Ciddi bir konuşmaya hazırlanırcasına kollarını göğsünde bağlayıp derin bir nefes aldı.

"Bak Rüzgar, ikiniz de zor zamanlar geçirdiniz ve dinlenmeye ihtiyacınız var. Bu yüzden odana git ve dinlen." Başını arkaya çevirip Deniz'e bakarken ekledi: "Bırak o da dinlensin."

Birkaç saniye sessizce Toprak'a baktım. Haklıydı. Deniz benim yüzümden zor zamanlar geçirmişti ve o da bir abi olarak kardeşi için endişeliydi. Kardeşine bunları yaşatan adama da haliyle kızgındı. Sessizce başımı onaylarcasına salladım. Gökalp tekerlekli sandalyeyi kapıya çevirdiğinde, "Rüzgar!" diyen Deniz'in sesini duyunca hızla geriye dönüp baktım. Bu ani hareketimle canım fazlasıyla acımıştı ama bunu umursamadan Deniz'e bakmaya devam ettim.

"Deniz!"


Deniz'den...
"Onu görmeye ihtiyacım var."

Rüzgar'ın sesiyle gözlerimi aralayınca tam karşımda Toprak'ı gördüm.
Rüzgar'a bir şeyler söylüyordu. Az sonra bana bakıp, "Bırak o da dinlensin." deyince Rüzgar'ı göndermeye çalıştığını anladım.

Rüzgar kabullenerek sessizce gitmeyi seçtiğinde Toprak'a karşı gelmeyişi her ne kadar hoşuma gitmiş olsa da, "Rüzgar!" diye seslenerek onu durdurdum. Çünkü onu görmeye ihtiyacım vardı.

Rüzgar oturduğu tekerlekli sandalyeden hızla dönerek, "Deniz!" dedi.
Sonra da hemen yanında duran Gökalp'ten yardım alarak ayağa kalkıp yanıma geldi. Ben de yavaşça doğruldum. Kaşlarımı çatarak endişeyle, "Neden kalktın hemen!" diye sordum. Yanıma geldi ve yavaşça yatağın kenarına oturdu. Bir an acıyla yüzünü buruşturunca, "Kalkmamalıydın işte!" diye azarlarcasına söylendim.

Rüzgar gülümseyerek, "Çok güzel bir rüya gördüm." deyince sinirlenerek, "Bunu söylemek için mi geldin yani?" dedim.

Başını iki yana salladı. "Seni görmeye ihtiyacım vardı."

Birkaç saniyelik sessizliğin ardından "Benim de." diye fısıldadım. "Benim de seni görmeye ihtiyacım vardı."

Rüzgar uzanıp yanağımı okşayınca istemsizce bir damla akıp gitti. Mutluluktandı sanırım. Daha önce çok fazla gözyaşı akıtmıştım acıdan ve üzüntüden ama mutluluktan ilk defa akıyordu bu yaşlar. Yadırgamıştım evet ama sevmiştim de.

Rüzgar yanağımdaki ıslaklığı silerken, "Ağlama!" diye fısıldadı.

Bu sırada bir hemşire odaya girip de Rüzgar'ı görünce telaşla, "Rüzgar Bey ne yapıyorsunuz, ayağa kalkamazsınız!" deyince Gökalp atlayarak, "Ben sorumluluk falan almıyorum!" diye sitem edercesine söylendi. Hemen ardından iki adam yüksek bir kahkaha attılar. Aralarındaki espriyi anlamasam da onları böyle görmek bile gülmem için yeterliydi.

Kapının girişinde duran doktor da bize katılarak, "Neye gülüyoruz?" diye sorunca, "Hiçbir fikrim yok!" dercesine başımı iki yana salladım. Doktor Rüzgar'ın yanına gelerek kabaca yarasına baktı.

"Gayet iyi durumda ama böyle oturarak dikişlerinizi zorlamayın."

Sonra Toprak'a dönüp, "Size de tekrar teşekkür ederim. Bir hayat kurtardınız." dedi. Tekrar Rüzgar'a bakarak açıklama yaparcasına, "Toprak Bey'e bir hayat borçlusunuz, sizin için kan verdi." dedi. Olacakları düşününce sıkıntılı bir nefes alıp verdim.

"Rüzgar, ben açıklayabilirim." dediğimde Gökalp de, "Ben geldiğimde çoktan ameliyat başlamıştı." dedi. İkimiz de savunmaya geçercesine konuşmaya devam ettik.

"O hemşire durumunun çok ciddi olduğunu söyledi." dedim hızlıca. Gökalp bir adım yaklaşarak, "Haberim olsaydı yemin ederim izin vermezdim." dedi.

Rüzgar yavaşça ayağa kalkınca ben de korkuyla yataktan çıktım. Toprak'a doğru bir adım attığında önüne geçerek, "Lütfen tatsızlık çıkarma!" dercesine gözlerine baktım.

Yanımdan geçip ilerledi ve Toprak'ın omzuna dokunarak, "Teşekkür ederim." dedi. Şaşkınlıktan yüzüm şekilden şekle girerken, "Yanlış mı duydum acaba?" diye düşünmeden edemedim. Karşımda bambaşka bir Rüzgar duruyordu ve ben onu daha şimdi fark ediyordum.

"Kızmadın mı?"

Cevabından korktuğum bir soru sormuştum. Toprak araya girerek, "Ne kızacak, hayatını kurtardım hem de ikinci kez!" deyince Rüzgar onaylarcasına gülümseyerek başını salladı.

"Güzel!" diye mırıldandım kendi kendime. Gerçekten de bu tabloyu görmek çok güzeldi.

"Artık dinlenmeniz gerekiyor."

Fazlasıyla ilgili görünen doktor durumun ciddiyetini belli edercesine kaşlarını çatınca Rüzgar, "Peki." diyerek kapıya yöneldi. Az sonra aklına aniden bir şey gelmişçesine durup bekledi. Yavaşça arkasını dönüp dümdüz bir ifadeyle, "O şerefsiz nerede şimdi?" diye sordu.

Derin bir sessizlik sardı aniden odayı. Herkes birbirine bakıyor "acaba kim söyleyecek" ya da "sen söyle" bakışları havada uçuşuyordu.

"O öldü!"

Rüzgar, Gökalp'e dönerek, "Öldürdün mü onu?" diye sorunca Gökalp cevap vermeden bana baktı.

Rüzgar endişeli bir tonda konuşmaya devam ederek, "Ne yaptın oğlum sen! O pislik yüzünden başın polisle derde girecek şimdi." deyince fısıltı gibi çıkan sesimle, "Ben öldürdüm." dedim.

İşte bu beklemediği bir durumdu. Rüzgar daha önce hiç görmediğim bir ifadeyle bana bakakaldı. Duyduklarını sindirmeye çalışıyormuş gibi birkaç derin nefes aldı. Sonra da ağır adımlarla tam karşıma gelip yanağından süzülen acı bir damlayla birlikte, "Deniz!" diye fısıldadı. Ardından iyice yaklaşıp sarıldığında ben de canını yakmamaya çalışarak kolumu beline doladım.

"Bunu yapmak zorunda kaldığın için çok üzgünüm!"

Beni rahatlatmak için söylenmiş sözlerdi bunlar ama pek de işe yaramamış, aksine vicdanımı ateşe vermişti.
...

Üç gün sonra doktor artık eve gidebileceğimizi söylediğinde Rüzgar'ın sevinci görmeye değerdi.

"Bir daha vurulursam lütfen bırakın orada öleyim. Beni hastaneye falan getirmeyin." demişti.

"Lafa bak!" diye sinirlenerek söylendim. "Bir daha böyle şeyler yaşamak istemiyorum!"

Rüzgar oturduğu yerden kalkıp yanıma gelerek sıkıca sarıldı bana.

"Söz veriyorum bir daha asla böyle bir şey olmayacak!"
...

Eve gittiğimizde Yeliz, Rüzgar için salonda yer hazırlamıştı.

"Yukarıda canınız sıkılmasın, hem burada gözümün önünde olursunuz." diyerek daha biz sormadan açıklamasını da yaptı. Kimsenin itiraz etmeye niyeti yoktu zaten. Rüzgar koltuğa uzandığı gibi uykuya daldı. Ben de odama çıkıp kendimi hemen banyoya attım. Üzerimdeki kazağı çıkarınca gözlerim bileklerimdeki sargıya takıldı. Birden panikleyerek, "Toprak gördü mü acaba bunları?" diye düşünmeden edemedim.

Görmüş olsaydı kesinlikle belli ederdi. Düşünmemeye çalışarak ılık bir duş aldım ve aşağı indim. Rüzgar hâlâ uyuyordu bu yüzden sessizce mutfağa ilerledim. Yeliz kendini kaptırmışçasına yemek pişirdiği için mutfağa girdiğimi tam yanına gidene kadar fark etmedi bile. Bir an irkildi ama hemen toparlayıp, "Aç olmalısınız, size bir şeyler hazırlayayım." deyip gözlerini kaçırınca bana hâlâ kırgın olduğunu anladım.

Küçük bir kız çocuğu gibi ağlamaklı bir halde burnumu çekiştirince Yeliz yaptığı işi bırakıp bana baktı. Yüzüne sinirli bir ifade yerleştirerek, "Büyüyün biraz Deniz Hanım!" diye bağırdı. Uzanıp bileğimi havaya kaldırdı. "Bu da ne demek oluyor! Ne yapmaya çalışıyorsunuz siz! Ne kadar çok endişelendiğim hakkında en ufak bir fikriniz bile yok!"

Suçumu kabullenircesine başımı ön eğince bir damla hızlıca akıp kayboldu. "Ben neden yaptım bilmiyorum." diye fısıldadım. Sesim o kadar güçsüz çıkmıştı ki. Yeliz bileğimi bırakıp çenemi kavradı ve yavaşça kaldırdı. Diğer eliyle yanağımdaki ıslaklığı silerken kendi gözyaşlarını hiçe sayarak, "Ağlamayın." dedi. "Artık bu kadar yeter, ağlamayın."

Başımı olumlu anlamda sallarken, "Özür dilerim!" diye fısıldadım. Sonra da hızlıca ona sarıldım. Kollarını bana doladığında sanki üzerimden tonlarca ağırlık kalmışçasına hafiflemiş hissettim. Onun kırgınlığı nasıl da yük olmuş kalbime.

"Sevgi şeyinizi bozmuş gibi olmak istemem ama misafirlerimiz var."

Gökalp'in sesiyle ikimiz de dönüp ona baktık.

"Misafir mi?" diye sormamla Eylül'ün mutfağa girmesi bir oldu. Gözleri ağlamaktan kızarmış bir halde koşar adım yanıma gelip sıkıca sarıldı.

"Kızım vallahi dayağı hak etin sen. Nasıl söylemezsin bize ya! Gökalp ağzından kaçırmasa haberimiz bile olmayacaktı."

Geri çekilip kaşlarımı çatarak Gökalp'e baktım. Teslim olurcasına ellerini havaya kaldırarak, "Üzgünüm!" dedi.

Eylül hafiften kolumu sıkarak, "Hiç bakma öyle, çok iyi yaptı o." diye azarladı.

"Ne bileyim Eylül, endişelenmeyin diye bir şey söylemedim."

"Bu mu yani açıklaman!"

Eylül her duyguyu fazlasıyla doruklarda yaşayan bir kız olmuştu her zaman. Şimdi de en iyi arkadaş rolünü yoğun duygularla bana hissettiriyordu. Bu durum her ne kadar bunaltıcı olsa da birilerinin benim için endişelendiğini bilmek güzeldi. Konuyu değiştirmek istercesine, "Ömer'le mi geldin?" diye sordum.

Eylül suratını asarak, "Evet, o Rüzgar'ın yanında." dedi.

Az sonra biz de salona geçtik. Rüzgar uyanmış oturuyordu. Ömer de hemen karşısındaki koltuğa geçmiş onun anlattıklarını pür dikkat dinliyordu. İyice yaklaşınca Rüzgar konuşmayı bırakıp bana baktı. Ömer de dönüp bana bakınca yapabildiğim kadar gülümseyerek, "Hoş geldin." dedim.

Sessizce ayağa kalktı ve yanıma gelip bana sarıldı. "İyi olmana sevindim fıstık."

Ömer buydu işte. Hiçbir zaman "neden", "nasıl" sorularıyla bunaltmazdı karşısındakini. Geri çekilirken, "Daha iyi zamanlarım olmuştu." diye mırıldandım.

Rüzgar araya girerek, "Çok daha iyilerini göreceksin." deyince dönüp ona baktım. Tam cevap vermek için dudaklarımı aralamıştım ki, "Abi!" diye haykıran Yağmur'un sesiyle bütün kelimelerimi yuttum. Yağmur koşar adım yanımıza gelerek endişeli bir ifadeyle önce bana sonra da Rüzgar'a baktı. "Siz iyi misiniz?" diye sorarken ilerleyip Rüzgar'ın yanına oturdu.
Hemen ardından Toprak yanımıza gelince bütün gözler ona çevrildi.

Toprak sıkıntılı bir tonda, "Çok üzerime geldi, her şeyi anlatmak zorunda kaldım." diyerek kendini savunmaya çalışınca "önemli değil" dercesine başımı iki yana salladım.

Herkes Mert'le olan biten her şeyi öğrenmişti ama kimse benim intihar girişimimden haberdar değildi. Kazağımın kolunu yavaşça çekiştirirken içten içe durumun böyle olmasına seviniyordum. Çok büyük bir hata yapmıştım, büyük bir zayıflıktı hatta. Bunun öğrenilmesini istemiyordum.

"Yemek hazır, isterseniz masaya geçin."

Yeliz'in sesiyle düşüncelerimden sıyrılarak, "Çok iyi bir fikir." dedim.
Şu anda fazlasıyla gergin olan havayı dağıtmak istercesine, "Hadi masaya geçelim, ben çok açım." dedim. Herkes yavaştan masaya geçerken ben de Rüzgar'ın yanına gidip kalkması için ona yardım ettim.

Rüzgar yavaşça bileğimi kaldırıp kazağın kolunu yukarı kıvırdı. Sessizce, "Bileğin nasıl?" diye sorunca geçiştirircesine, "İyi!" diye yanıtladım. "Sen kendi yaranı düşün."

Tam kolumu çekeceğim sırada başını eğdi ve bileğime bir öpücük kondurdu.

"Emin ol bu, o kurşundan daha fazla canımı yaktı."

Ne söyleyeceğimi bilemez bir halde sessizce gözlerine baktım. Konuşmak istiyordum, bir şeyler söylemek ama bir türlü kelimeler dilime dökülüp de anlamlı bir bütün oluşturamıyordu. Belki de korkuyordum, dudaklarımdan dökülecek olan her kelimenin sorumluluğunu almaktan korkuyordum.

"Yaptığım bir aptallıktı." demek istiyordum ya da "Seni affetmeye hazırım." da diyebilirdim.

Rüzgar kazağımın kolunu tekrar indirirken sanki aklımdan geçenleri duymuş gibi, "İstediğin kadar zamanın var Deniz." dedi. "Ben beklerim!"

Masaya geçtiğimizde sanki bizi daha fazla üzmemek ya da germemek için bu tatsız konu hakkında tek bir kelime dahi konuşmadılar. Aksine her şey yolundaymış ve bizler de sıradan bir akşam yemeği için toplanmışız gibi gündelik konulardan bahsettiler. Tabii geceye damgasını vuran konu Ömer'in büyüleyici evlilik teklifiydi.

Bir an durup geriye yaslandım ve masadakileri seyretmeye başladım. Biri bir şeyler anlatıyor diğerleri de onu dikkatle dinliyor, yorumlar yapıyordu. Ara ara kahkahalar bile yükseliyordu.

"Mutlu olabilirdim." diye geçirdim içimden. Şu anda bütün sevdiklerim yanımdayken ben huzurlu hissedebilirdim. Ama yapamıyordum. Aklımda, kalbimde taşıdığım o karanlık gece bunu asla izin vermeyecekti. Başımı çevirince Rüzgar'ın beni izlediğini fark ettim. Dudağında ufacık bir kıvrımla karalarını dikmiş bana bakıyordu.

Rüzgar'ın baktığını bir başkası gördü mü diye çekinerek hızlıca diğerlerini kontrol ettim. Tekrar Rüzgar'a baktığımda yüzündeki gülümsemenin büyüdüğünü gördüm. Sanırım bu utangaç tavrımdan fazlasıyla keyif almıştı.
Dudaklarını hareket ettirdiğinde dikkat kesilerek ne dediğini anlamaya çalıştım.

O kadar çok konsantre olmuştum ki hemen kulağımın dibinde, "Seni seviyorum diyor." diyen Gökalp'in sesiyle irkildim. Ben huzursuzca başımı öne eğerken o da keyifle kahkaha attı. Diğerleri koyu bir sohbette oldukları için bunu fark etmemişlerdi.



KURBANWhere stories live. Discover now