"Abla her şeye rağmen yine de güzel günlerdi. Değil mi?" dedi. Gülümsedim.

"Evet iyiydi. Şaşılacak derece de acayip bir çekim kampı oldu."

"Ona set diyecektin galiba."

"Ya Tuna sen beni hep bozmak zorunda mısın?" dedim kaşlarımı çatarak. Tuna kahkaha atıp "Evet. Çünkü şu hayattaki tek kardeşim sensin. Ve ben seninle olmaktan çok mutluyum." dedi. Çok duygulanmıştım. Gözlerim dolarken Tuna'nın boynuna sımsıkı sarıldım.

"İyi ki varsın ikizim." dediğimde güldü.

"Abla iyi ki sende varsın." dedi. Sıcak rüzgâr tenimizi yalayıp gidiyordu. Biz iki kardeş duygunun dibine vurmuştuk. Zaten son zamanlarda ikimizde de bir haller vardı. Rüzgardan nem kapıp ağlayacak duruma gelmiştik. Ama birkaç dakika sonra da bizim bu duygusallığımızı bozan Sakar ile Şakir'di. Külüstür araçtan inerlerken Sakar kendini alelacele bahçeye atıp dizleri üzerine çöktü. Yeri öptükten sonra ellerini havaya kaldırıp "Allah'ım çok şükür evimize geldik. O adada bizi hayaletler yiyecekti! Öhö öhö!" dedikten sonra ağlamaya başladı. Şakir öfke kusuyordu. Bavulları bagajdan güçlükle alıp bahçeye sürükledi. Sakar'ın ise ağladığını görünce kafasına bir tane patlatıp susturdu.

"Allah aşkına bir sus lan! Beynim yandı! Zaten senin yüzünden iki günü ormanda geçirdik!"

Hatırlamışken a siz o olayı bilmiyorsunuz. Bizde çekimlerden dolayı eksikliklerini geç fark ettik. Sakar ile Şakir en son ormanda hayaletten korkup kayboldu. Sonra bir çukura düşüp içinde kaldılar. Bir şekilde çıkmayı başardıktan sonra da Şakir uzun süre ormanda Sakar'ın ağıtını dinlemiş. Çok yürüdükten sonra bizi buldular. Bizde bunları unutmuş yolculuğa hazırlanmıştık. Neyse ki bizi bulmuşlardı. Yoksa uzun süre ormanda kalabilirlerdi. Sakar o yüzden şu an yeri öpüp dua ediyor. Şakir ise onu dinlemekten bıkmış. Tuna ile onların haline gülümseyip eve yürümeye başladık. İki kardeş el ele tutuşmuştuk. İçimizde hayat vardı. Mutluluk, yaşam sevinci doluyduk. Salona adımımızı attığımızda yardımcılarımız bizi karşıladı. Kezban " Dedeniz geldi. Salonda sizi bekliyor." Dediğinde Tuna ile benim heyecanım görülmeye değerdi. Çantalarımızı yere fırlatıp ikimizde salona koştuk. Sanki Tuna ile yarışa girmiştik. Bir birimizi ite kalka salona girdik. Tuna ayısı ayağıma çelme takıp beni yere yapıştırdı. Kendisi de çoktan ayağa kalkmış dedeme yetişmişti. Kahretsin! Harçlığı kaçırdım. Dedem kim önce ona gidip sarılırsa ona haşlık verirdi. Diğer kişi de anca avucunu yalardı. Bu ailemizdeki tüm ikizlerin üstün kuralıydı. E bizim ailede baya bir ikiz var. Genetik gibi!

Güçlükle yerden kalkıp ellerimi birbirine vurdum. Dizlerim çok fena ağrıyordu. Öküz Tuna yıktı geçti beni. Daha az önce bana sarılıp hüzünlü laflar eden o değilmiş gibi. Pislik! Hıh!

Ben küsmüş bir halde dedemle sarılan Tuna'ya baktım. O ise umursamaz halde dedemden uzaklaşıp "Dedeciğim hani harçlığım?" deyip iki elini çocuk gibi uzattı. Dedemde yarım ağız gülüp "Vay kerata vay! Sen daha büyümedin mi?" dedi. Tuna kaşlarını çatıp "Yok daha ben küçücüğüm dede!" dedi. Bende sinirle "Ufal da cebime gir!" dedim. Uyuz ya! Pis turuncu kafa!

Dedem Tuna'nın avucuna bir mendil koydu. Harçlık dedemden mendil arası gelirdi.

"Ay ne verdin bana dede?" derken heyecanla mendili açtı. Ve karşılaştığı şeyle ben gülmekten yere yıkıldım. Tuna ise gözlerini irileştirmiş "Dede bu ne ya?" diye yakınıyordu. Ben hala gülerken "Dede bravo! Çok yaratıcısın! Tuna'ya küçük oyuncak kanguru almayı ben bile akıl edemezdim." dediğimde dedem sol elini yeleğinin cebine koyup gururlanırken "Tabi ne sandın çimen göz!" dediğinde yine kaşlarımı çattım.

YILDIZIMWhere stories live. Discover now