23. Zor Saatler /Düzenlendi

14.3K 1.1K 90
                                    

-YUSUF-

Kimse bize acı çekmenin kurallarını ya da onunla nasıl yüzleşeceğimizi öğretmez. Genellikle kaybetmenin acısı aniden geliverir, dengemizi bozar, bizi yavaş yavaş içten yıkar. Acı aniden geldi. Dengemi tamamen kaybettim ve tam anlamıyla yıkıldım!

Sağlıklı düşünmenin yanından dahi geçmeyen beynim uyuşmuş gibiydi. Sanki iki el boğazıma baskı uyguluyor, tamamen ölmemi istiyordu. Boğazımı bir pranga gibi saran gömleğimin düğmelerini kopartırcasına açtığımda, içlerinden birkaç düğme etrafa doğru savruldu. Bu halde araba sürmeme izin vermeye Ahmet yanımda sessizce dururken tüm sinirimi ondan çıkartırcasına, "Hızlı sür şu lanet arabayı!" diye kükredim. Biran önce hastaneye gitmek istiyordum. Ellerimin arasından kayıp giden iki emanetimi hala aklım başımdayken görmek zorundaydım.

"Sakin ol!" Ahmet'in sert bir o kadarda tok sesini işitmemle çenem kasıldı. Küfür etse bu kadar garibime gitmezdi. Dalga geçtiğini sandığım adam gayet soğukkanlılıkla arabayı sürmeye devam ediyor, neredeyse gözlerini bile kırpmıyordu. Gösterdiği tavır takdire şayan bir durumdu. Bana sakin ol dese de, aslında benden de beter durumdaydı. Gözlerim hayretle aralanırken, "Bunu nasıl yapıyorsun?" diye sordum. Kısa biran için gözlerini yoldan ayırıp bana baktı. Soruma karşılık asla soruyla cevap vermezdi Ahmet.. O fazlasıyla zeki, bir dediğini yarı yolda bile anlayan adamdı. Dudaklarında belli belirsiz bir kıpırdama meydana gelirken kafasını sağa sola salladı.

"Bu sefer yapamıyorum!" dedi. Direksiyonu iki eliyle var gücüyle sıktı. Kasılan elinin üzerinde ortaya çıkan damarlar adeta patlayacak gibiydi. "İnsan birine değer verince kaybetmeye mahkum oluyormuş!"

Kaybetmek.. Ne acı bir kelimeydi.. Yazımı kolay, ama anlamı ölümden beterdi.. "Kaybedemem Ahmet! Onları kaybedemem.." Fısıltıyı aratmayan sesim arabanın içinde dalgalanarak kaybolurken, girdiğimiz hastanenin bahçesinde göz hapsine giren adamla katil yanım ansızın ortaya çıktı.

"Durdur arabayı!" Araba daha durmadan açtığım kapıdan nasıl indim bilmiyorum. Benden bağımsız koşan bacaklarım gideceği yeri çok iyi biliyordu. Bilmeseydi şuan panter gibi üzerine atladığım Sinan Aslan ellerimin arasında son nefesini veriyor olmazdı.

"Dur! Yusuf kendine gel! Bırak adamı!"

Seslenen hangisiydi ayırt edemiyordum. Sinan ellerimin arasında çırpınmadan, beni hiç engellemeden duruyordu. Sadece gözlerimin içine bakıyordu. Bu yaptığı daha fazla tahrik etmekten başka bir işe yaramıyordu.

"Senin yüzünden!" Havaya kalkan yumruğum suratıyla buluştu. "Hepsi senin yüzünden!" İkinci yumruğumla kafası tekrar yana düştü ama hızla bana doğru tekrar çevirdi. Resmen onu yumruklamamı istiyordu. Üçüncü yumruğum suratına milim kala durdu. Bunu durduran Sinan'ın eliydi. Yumruğumu avuç içiyle durduran adam mengene gibi sararak sıktı ve geriye doğru ittirdi.

"Bitti mi?"

Sinan yattığı yerden istifini dahi bozmadı. Elmacık kemiğinde oluşan kızarıklık gözle görülür şekilde belli olurken, ağzında biriken kanı yana doğru tükürdü. Elinin tersiyle dudaklarında kalan ıslaklığı silerek çattığı kaşlarını orta yerde birleştirdi. Kıstığı gözleriyle tekrar beni hedef alırken kafasını hafifçe sağa sola doğru salladı.

"Sinirini anlıyorum Yusuf! Beni öldürmek istediğini de biliyorum. Fakat burada yaptığın zaman kaybından başka bir şey değil. Şuan daha önemli meselemiz var. Şimdi, ben hala sinirlerime hakim olabiliyorken, o lanet olası bedenini üzerimden çek!"

"Bütün bu olanlardan önemli, başka ne olabilir Sinan? Kardeşim, sevdiğim kadın, onun sevdikleri silahlı saldırıya uğradı! Aklın mantığın alıyor mu?" Aslında dediği doğruydu. Burada durmuş Sinan'ı yumruklamaktan daha önemli işlerim vardı. Kardeşimi görmeliydim. Kadınımın kokusunu hissetmeliydim. Çocukların omuzlarımdan tutan elleri geri çekildi ve daha fazla vakit kaybetmemek için hastanenin giriş kapısına yöneldim. İkinci adımım, Sinan'ın kurşun etkisinden daha çok etkilediği cümlesiyle havada asılı kaldı.

KADERİMİN PEŞİNDE (Yeniden Yazılıyor!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin