~Gizli Geçmiş~

31 2 3
                                    

'Nefes alamıyorum.' diye geçirdi aklından Zagreus. Bir şey onun vücudunu sarıp sarmalıyordu. Sanki derin bir okyanusa batıyordu. Gözlerini yavaşça açtı, karşısında, tam önünde parşalayan bir ışık hüzmesi bulunuyordu. Hayır, bu şey bir insandı. Kolları, başı, gövdesi ve bacakları vardı. Bu Helios idi. Ama Zagreus tabi ki onu tanımıyordu.

Zagreus'un bedenini saran şeyler onun sarmaşıklarıydı ancak bu sarmaşıklar altın renginde parlıyordu. Üstü çırılçıplaktı ve yanıyor gibi hissediyordu, sanki bedeni alev alıyordu. Deliler gibi ter döküyordu.

"Sen kimsin? Neler oluyor?" diye sayıkladı Zagreus nefes nefese bir şekilde. Işık hüzmesi gibi parlayan Helios kıkırdadı. "Bunu yakında anlayacaksın Zagreus. Bunu sana ben söyleyemem, bunu kendin öğrenmelisin."

"Babam öldü... Birisi benim zihnimde öldü, ötekisi fiziki öldü. Benim babam yok." diye karşı çıktı Zagreus ve sarmaşıklardan kurtulmak için çabalamaya başladı.

Helios konuşmadı. Sarmaşıklar git gide Zagreus'un savunmasız bedenini daha sıkı kavrayıp sıkmaya başlıyordu. Sıcaklıkları Zagreus'u yakıyordu.

"N-Neden kontrol edemiyorum!? Sarmaşıkları kontrol edemiyorum!" diye bağırdı Zagreus. Derisi yanıyordu, güneş yanığı gibi.

"Hareket etme. Yaralarını iyileştirmem lâzım. Eğer daha fazla hareket edersen bunu başaramam. Rahatla, gevşe. Kendini bana teslim et." dedi Helios.

"Yara mı?... Ben yaralandım mı?"

"Hatırlamıyorsun değil mi? Merak etme, uyanınca hatırlayacaksın."

Sarmaşıklar artık tamamen Zagreus'u sarmıştı. Zagreus pes etti, bedenini teslim etti, kızıl gözlerini kapattı. Sadece hemen uyanmak, bu kabustan kurtulmak istiyordu...

Helios, Zagreus'un bedenine yaklaştı, onun altın sarısı saçlarını okşadı. "Ne kadar da benziyoruz. Eğer o boynuzlara ve şeytani kızıl gözlere sahip olmasaydın kesinlikle ikiz olurduk." dedi Helios Zagreus'un saçlarını okşayarak.

Zagreus konuşmadı, konuşamadı. Sarmaşıklar onun ağzını kapatmıştı.

Helios ağzını açtı bir şey söylemek için. Ancak bir şey irkilmesine sebep oldu. "Birisi geldi..." dedi Helios.

"Bırak onları!" diye bağırdı Basil mızrağını sertçe kavramış bir şekilde. Baştan sona ter içindeydi, sol gözü kızıllaşmıştı. Revirin tam önünde duruyordu.

Helios omuzlarını dikleştirdi, Zagreus'un uyuyan bedeni sarmaşıklara dolanmış bir şekilde havada duruyordu. Urian ise Helios'un altın zincirlerine vurulmuş bir şekilde zincirlenmişti. Kaçmaya çalışıyordu, ama ağzı dahil her yeri zincirliydi. Helios'a karşı hiç bir şey yapamazdı.

Helios, kaşlarını çatmış bir şekilde arkasına döndü yavaşça. Kibirle Basil'i süzdü. "Sen kimsin?" diye sordu.

"Sana onları bırak dedim! Sen Helios'sun değil mi!? Her şeyi biliyorum! Zeus'u da sen öldürdün değil mi!?" diye karşı çıktı Basil. Böyle berbat hâlde olmasına rağmen Zagreus ve Urian'ı koruma içgüdüsü ile yanıp tutuşuyordu.

Urian, ağzındaki zincirden kurtulup konuştu. "Kaç Basil! Onunla boy ölçüşemezsin! Amon'ları çağır, yardım çağır!" diye bağırdı Urian.

"Kes sesini elf!" diye karşı çıktı Helios ve yumruğunu duvara geçirdi. Urian'ın bedenini saran altın zincirler ısındı, Urian'ın derisini yakmaya başladı. Acı içinde inledi Urian.

"Urian!" diye haykırdı Basil dehşetle, bunu yaptığında kan tükürdü. Böyle bir anda titanlaşamazdı...

"Basil... Kaç..." dedi Urian son kez.

Genç Tanrıların Doğuşu (BXB)Where stories live. Discover now