10

463 18 5
                                    

Grup Abdal - Ervah-ı Ezelde

🧭

Fırat'ın derin sularında boğulurken atlamaya hazır olan Dicle'nin ayakları kayıverdi. Nefesi daraldı, oluk oluk terledi, saç diplerinde hafif nemlik ve yüzünün aldığı acılı hal...

Fırat onu bırakıp gitmişti. Hayır, Fırat onun boğulmasına göz yummuştu.

Bir yalan uğruna kalbindeki hareketliliği yıllar sonra farkına varırken gerçekleri örten perde onu alaşağı etti. Çok zalim davranmıştı, sevdalık kelimesinin üzerine hüküm verircesine tokmağını ilmek ilmek vurmuştu. Şimdi ise yaralanan o, geride kalan da o'ydu.

Keşke demeye müsait dudaklarını birbirine bastırdı, son pişmanlıkları bir işe yaramazdı. Fırat bunu fazlasıyla üzerine vurgu yapmıştı. Geride kalan yaralardan biriydi artık.

Dicle bir kendisine yaşam vermemişti. Ancak Fırat'ın da yaşamını elinden almıştı.

Dizlerini kendisine doğru çekerken sırtını bankın soğuk ve hafif rengi solumuş banka dayadı. Yerde oturuyordu, tam da Fırat'ın onu bıraktığı yerde. Gelmeyeceğini biliyordu, gelmeyecekti çünkü kesin konuşmuştu. Kesin verilen hükümleri kaldırmak zor olurdu. Kolaya karşı zorluğu da seçmezdi.

Yanından adım sesleri yükseliyordu; aceleci, yavaş, biraz da hareketli. İnsanlar telaş içerisindeydi. Herkes bir yerlere yetişmenin verdiği gaflete tutunup gidiyordu. Kimse kimsenin acısının ne olduğunu sormuyor, bir hayale dalmış gidiyorlardı.

İnsanlık ölmedi, insanlık öldürülmüştü bizler tarafından belki de.

Acıyan gözlerini kırparken yeşil harelerin kıpkırmızı olduğunu biliyordu. Son kez genç adamın gittiği boş yola baktı. Derman kalmayan uyuşmuş bacaklarının üzerine basarak ruhsuz bir ifadeyle ayaklandı. Adımları diğer insanlara göre yavaştı ve her adımı onun kalbindeki atışların birer bedelini taşıyordu.

''Gitme dedim sana. En son bu kelimeyi babam bana söylemişti. Şimdi daha iyi anlıyorum, gitme demenin git demekten daha zor olduğunu.'' Usulca fısıldadığı cümleler çöl sıcaklığına maruz kalmış gibi kuruyan dudaklarından çıkmıştı. Susamıştı, bir nehre susamıştı.

''Dicle!''

İsmini duymasıyla yavaş adımları tamamen durdu. Sesin sahibini biliyordu, sanrı olduğunu düşündü fakat bu ses sanrı olmaktan öte fazlasıyla gerçekçiydi.

Topuklarının üzerinden arkasına dönerken yorgun bakışları can bulmuştu. Fırat buradaydı gitmemişti.

Genç adam gidememişti, gitmek için direnmesine rağmen Dicle'nin hayali elini kolunda hissediyordu her dakika. Pilot ve hostes arasında derin bir münakaşa yaşamıştı.

''Beyefendi şu an çıkışlar tamamen kapandı ve uçuşa geçeceğiz.''

''Ben de size şimdi inmem lazım diyorum.'' Hostesin bakışları sabrının zorlandığının kanıtıydı. Karşısındaki adam zorluk çıkarmadan öteye gidemiyordu.

''Üzgünüm, bu konuda size yardımcı olamam. İyi yolculuklar.''

Fırat burnundan solarken hala uçuşa geçmeyen uçağın pilotunun yanına gitti. Oraya gidene kadar tabii ki de birkaç hostesle daha tartışmıştı. Zaten gergindi ve lanet olsun ki şu uçaktan inmeyi bir türlü başaramamıştı.

''Buraya giremezsiniz beyefendi. Lütfen çıkar mısınız?'' Pilotun düzgün diksiyonu itiraz istemediğini belli ediyordu.

''Bana bak pilot az çok gözlerindeki ifadeden anladığım kadarıyla beni tanıdın. Benim acilen buradan çıkmam gerek. Çakma sarışın hostese söyle kapıları açsın.''

MEZOPOTAMYA'NIN ÇÖKÜŞÜ (TÖRE)Where stories live. Discover now