49- Rüya'nın Oyunu

Start from the beginning
                                    

İmge, sandalyesini geriye ittirip kalkacağı sırada Adal, elini karısının bacağına koyarak onu durdurmuştu. "Sen otur," dedikten sonra ayaklandı. "Ben onunla konuşurum."

Adal, yavaş adımlarla oğlunun odasına doğru ilerlemeye başladı. Kapı kolunu kavrayıp aşağıya indirdiğinde Acar'ın "Uyuyacağım, anne," dediğini duymuştu. Kapıyı tamamen açıp içeriye girdi ve ışığı yaktı. Acar, yorganın içinden kafasını çıkardığında babasıyla göz göze gelmişlerdi.

"Baba?" diye sordu şaşkınca. Adal, kapıyı arkasından usulca kapatıp oğlunun yatağına doğru ilerlediğinde Acar da yatakta doğrulmuştu. Yatağın ucuna kurulup 15 yaşındaki oğlunun suratına baktıktan sonra hafifçe gülümsedi. "Arkanda bıraktığın yemekler sana tripliymiş, haberin olsun."

Acar da hafifçe gülümsedi. "Artık 5 yaşında olmadığım için bu yalan sökmez sanırım."

"Ne demek 5 yaşında değilsin? Gayet de öylesin."

Acar, tebessüm ederek bakışlarını ellerine çevirdi. Söyleyecek hiçbir sözü yoktu. Ki bu durumda konuşması, babasını bir sorun olmadığına dair ikna etmesi gerekiyordu ancak aklına hiçbir şey gelmiyordu.

"Anlatmak istediğin bir şey var mı oğlum?"

"Hayır," dedikten sonra sertçe yutkundu Acar. "Hiçbir şey yok."

"Emin misin?"

"Evet." İnandırıcı olabilmek adına babasının dikkatle onu inceleyen gözlerine baktı. "Bugün biraz yoruldum, dinleneceğim şimdi."

"Hmm," diye mırıldandı Adal. Bakışlarını birkaç saniyeliğine oğlunun yüzünden çektiğinde Acar, onu ikna ettiğini düşünmüştü ancak birkaç saniye sonra sorduğu soruyla feci halde yanıldığını anladı. "Doğa nasıl?"

Acar, yüz ifadesini sabit tutmak için çok uğraşsa da bir işe yaramamıştı. Çenesini kuvvetle sıktı. Aklında Doğa'nın buğulu bakan açık kahverengi gözleri vardı. Ona sarf ettiği sözler yüzünden şu dünyada en çok sevdiği insanlardan birinin kalbini kırmıştı. En yakın arkadaşının...

"Baba," dedi Acar fısıltıyla. Gözleri sulanmıştı. Kafasını başka yöne çevirip "Ben çok kötü bir şey yaptım," diye konuştu. Sesi zorlukla çıkıyordu. "Onun kalbini kırmak istememiştim, baba. Onu incitmek istememiştim ama... Damarıma bastı. Canımı yaktı ve ben de karşılığında istemeden de olsa onun canını yaktım. Kendimi çok kötü hissediyorum."

Yanağının içini dişleyip ağlama hissini kovalamaya çalıştı. Adal, ileriye uzanıp oğlunun başını sardığında Acar'ın dudaklarından ilk hıçkırık kopmuştu. Başını babasının omzuna yasladığında Adal "Eh be oğlum," diye hayıflanmıştı. "Anlamadığımı mı sanıyorsun?"

"Ben kendimi anlamıyorum," dedi Acar titreyen sesiyle. "Ne oluyor bana?"

"Gerçekten cevabı duymak istiyor musun?" Adal, yanağının oğlunun saçlarının üzerine yaslayıp ensesini sıkıca kavradı. "Çünkü cevabı çoktan bildiğini ancak kendine itiraf etmekten korktuğunu düşünüyorum."

Acar, bir süre düşündükten sonra "Hayır," demişti. "Cevabı duymak istemiyorum. Kendimi anlamak da istemiyorum. Her şey olduğu haliyle güzel." Geri çekilip gözlerini sildi ve babasının yüzüne çekinerek baktı. Onun içini okuması hiç alışamayacağı bir şeydi.

"Pekâlâ." Elini oğlunun omzuna sarıp hafifçe sıktı. "İnkâr et bakalım. Teslim olacağın son noktaya kadar inkâr et. Ama bir gün gerçekleri tüm çıplaklığıyla kabul edeceksin, oğlum. O zaman da hislerin ağırlık yaparsa bil ki baban hep yanında."

Adal, bakışlarını kısa bir süreliğine kapıya çevirdikten sonra hafifçe sırıtarak oğluna doğru eğildi. "Ve şu an kapıyı dinleyerek ne konuştuğumuzu anlamaya çalışan annen de yanında."

NAKAVTWhere stories live. Discover now