40- Aklımı Karıştırıyorsun

18.7K 1.8K 2.1K
                                    

İnsan evladını neden sevmezdi?

Ardıç, aklının kesmeye başladığı yaşlardan beri bu sorunun cevabını düşünüyordu. Ne yapmıştı da onu doğuran, onu sevmesi gereken kadından hiç sevgi görmemişti? Gözü bunda da değildi. Ardıç, annesinin ondan nefret ettiğini düşünüyordu. Öyleydi ya, insan nefret etmediği birinin ölümüne göz yumar mıydı?

O soğuk kış günü yaka paça dışarıya atıldığında sesi çıkmamıştı.

Öldüresiye dayak yiyip yerde tir tir titrerken sesi çıkmamıştı.

Ve şimdi, yıllar sonra karşısına çıkmış, ona utanmazca bakmıştı. Dayak yerken, itilip kakılırken görmezden geldiği oğluna gözlerini dikmişti. Ne hakla?

Rüya, burada dönen olayları anlamaya çalışırken aklını yitirmek üzereydi. Ardıç'ın karşısındaki kadın onu doğuran kadın mıydı? Annesi miydi? Çınar'ın burada ne işi vardı? Birbirlerini önceden tanıyorlar mıydı? Eğer tanıyorlarsa yaşadıklarının hangisi tesadüf, hangisi planlanmıştı?

"Anne," dedi Çınar öne doğru çıkarak. Elini annesinin dirseğine sardı ve onu kendine çekti. "Hadi, gidelim."

Annesi, dirseğini Çınar'dan kurtarıp Ardıç'a doğru bir adım attı. "Oğlum?" diyen fısıltısını duyduğunda genç adam çoktan kayışları koparmıştı.

"Sakın," dedi Ardıç dişlerinin arasından. Başka hiçbir şey söylemesine gerek kalmamıştı. Tek kelimesinde bile öfkesi hissediliyordu. Annesinin zayıf, hasta yüzüne bakarken içinde bir gram acıma duygusu dahi yoktu. Çocukken onca dayağı yediğinde ve annesi ona baktığında o da böyle mi hissediyordu?

"Ardıç..." Rüya'nın zayıf fısıltısıyla Ardıç, bakışlarını genç kıza çevirdi ve yeniden hissetmenin nasıl bir şey olduğunu hatırladı. Rüya'nın ince bileğini sıkıca kavrayıp annesinin yanından geçti ve tüm sinirini adımlarından çıkardı.

Çok hasta görünüyordu. Ölüm döşeğinde olduğunu üvey babası söylemişti ancak Ardıç, ona zaten merhamet etmişti. Sayacak bir sürü lafı vardı ve şüphesiz ki o yüzsüz kadın hepsini, belki de daha ağırlarını, duymayı hak ediyordu. Yine de hasta bir kadındı ve Ardıç, kendiyle pek gurur duymasa da ondan daha vicdanlı olduğu kesindi. Ayrıca Çınar'ın ve Rüya'nın önünde böyle bir şey yaşanmasına izin veremezdi.

Rüya, koşar adımlarla Ardıç'a yetişmeye çalışırken düz yolda devamlı takılıp düşen biri olarak bu tempoya nasıl ayak uydurduğunu gerçekten merak etmişti. Sanırım kafasını yürümeye yormadığında düşmüyordu, sırrı buydu ve şu anda kafası tonlarca soruyla doluydu.

Gördükleri kadın, Ardıç'ın annesiydi. Bunu o kadın Ardıç'a 'oğlum' demeden önce, Ardıç'ın surat ifadesinden anlamıştı. Çınar'ın da o kadına 'anne' dediği göz önüne alınırsa...

Rüya'nın tüm bu sırlar karşısında kanı donarken çoktan hastanenin çıkışına gelmişlerdi. Arabaya doğru ilerlediklerinde Ardıç, Rüya'nın bileğini bıraktı ve "Bin," dedi. Sesi sakindi ancak fırtına öncesi sessizliği olduğunu bas bas bağırıyordu.

Rüya, ses çıkarmadan arabaya binerken hayatının en hızlı ve en sessiz yolculuğunu yapmıştı. Konuşmak istiyordu. Ömrü boyunca geveze bir kız olmuştu, her zaman söyleyecek bir şey bulurdu ancak şu an... Tam da şu dakikada Rüya'nın söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.

Aklında yalnızca Ardıç vardı. Ardıç ne hissediyordu? Nasıl daha iyi hissettirebilirdi? Onun kırılmış çocuk ruhunu nasıl sarabilirdi? Genç adamın tekrardan 12 sene öncesine gittiği yüz ifadesinden belliydi. Arabadan inerken, kapıları kilitlerken oldukça ağır hareket etmişti. Sanki hastaneden çıkarken acele eden kendisi değilmiş gibi davranıyordu.

NAKAVTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin