23. BÖLÜM: Geride bırak

412 73 8
                                    

Büyükbabam yoktu. Tüm sırlarımı dökebileceğim biri yoktu ya da çıkmazda olduğumda akıl danışabileceğim biri yoktu. Sırtıma genç yaşımda yüklenen sorumluluk, benden beklenen büyük şeyler, dostlar ve düşmanlar...

Bin şemsiye gökyüzünde süzülmeye devam ederken, rüzgârın sıkıntılarımı alıp götürecekmiş gibi yüzümü okşaması huzur verdi. Gözlerim açıldı. "Anneme gidelim, Bin Şemsiye" Bin şemsiye konuşmadı. Annemin uyuduğu Vaşterli Tepesi'ndeki istikamete doğru yol aldı.

Şelale coşkuyla akarken, tepesinde rüzgârın esintisi ile dökülen kiraz ağacı çiçekleri, annemin üzerini bir battaniye gibi örtmüştü. Annem hayatta olsaydı, bu manzarayı takdir ederdi. Büyükbabam mezar yeri olarak ona en güzel yeri seçmişti. Belki de bunu bir gün Varis olacağımı bildiği için yapmıştı, bilmiyorum.

Meditasyonu şelalenin içindeki mağarada geçirir, kendime geldiğin vakitler sıkça annemin yanına giderdim. Biliyorum, bunun gibi birçok küçük soru Declan Doyle gibi sırlar mezarlığına gömülmüştü. Belki de büyükbabamı bir kez daha görebilecektim. Nitekim bana elveda değil, hoşça kal demişti. Bu bir veda değildi de o zaman neydi?

Tam olarak ağacın önüne bir kuş gibi kondum. Annemin üzerini örten çiçek battaniye, rüzgârın esintisiyle dağıldı. Yaklaştım, dizlerimi kırıp tümseğin yanına oturdum. "Özür dilerim anne. Alazkış'tan döndüğünden beri yanına uğrayamadım. Belki görmüşsündür, çok şey oldu," dedikten sonra cevap bekliyormuş gibi sustum. Ve her zaman olduğu gibi bu kez de cevap gelmedi. "Büyükbabam artık bu evrende değil. Ben aşık oldum Han'a." Sustum kisa anlığına. Sonra sözcükler benden bağımsız döküldü dilimden bu kez: "Anne, babamın saç rengi neydi? Babama benzeyen bir yanın var mı?"

Gelen cevap sadece rüzgârın esintisiyle ağacın dallarının çıkardığı tıkırtılardı. Kuş sürüsü çığlık ve kanat sesleri eşliğinde kuzeye doğru kanat çırptı. Hüzünle başımı eğdim, her kes bir yerlere göçüyordu. Ansızın otları ve yaprakları sürtünme sesini duydum. Sonra tiz şikâyetçi sesi. Ardından sevimli bir sincabın yavrusunu peşinde sürükleyerek yaklaştığını gördüm. Kahkahama engel olamadım. Bu yaramaz, uzun zamandır ortalıkta görünmeyen sincabım Ceviz'di.

"Kendine aile kurmuşsun" Ceviz yavrusuyla birlikte dizime çıktı. Hem onu hem de yavruyu sevdim, öptüm. Yanımda yemiş olmaması üzücüydü, besleyemedim onları. Ceviz ve yavrusu Kestane sayesinde neşemi yeniden kazanıp anneme veda ettim.

Şimdi geçmişim ve geleceğimle yüzleşme vaktiydi. Ceviz'in bile artık kendi geleceği varken, oturup kendime acımaya devam edemezdim. Bu benim için ölen, benim için planlar yapıp beni koruyan insanlara büyük haksızlık olurdu.

Vadiye geri dönerken hava kararmak üzereydi. İhtimalle ağabeylerim misafirler için hazırlıkları tamamlamışlardı. Adımlarımı hızlandırıp doğrudan Karşılama Salonuna ilerledim. Öğrenciler de yavaş yavaş Yemek Salonuna gitmeye başlamışlardı. Birkaç ustanın benimle aynı yöne doğru ilerlediğini gördüm. Anlaşılan henüz geç kalmış sayılmazdım. Sonra Alazkış'ın Genç Lordu'na eşlik eden Elçi'nin Umay hakkında bilgi verişini duydum.

Koridoru dönmek üzereyken olası çarpışma ihtimaline karşı durdum. Prens Orlando yanındaki Elçi'ye direktifler vermeye devam ederken Karşılama Salonuna girdi. Peşi sıra salona girdiğimde Han'ın çoktan yerini almış olduğunu görüp gülümsedim. Ustalar ve misafirler beni fark edip hemen selamladılar.

"Lütfen rahatça yemeğimizi yiyelim. Zira açlıkla aram hiç iyi değildir."

Royan ağabeyim dudaklarını ısırdı, Ekin ağabeyim başka tarafa baktı. Misafirler gülümseyerek masallara yerleştiler. Ben de koltuğuma oturduğumda servis başladı. Bir süre sonra dinlenmiş ve yenilenmiş olan misafirlerden hoşnut seslerini duyduğumda gülümsedim. O an aklıma Dağhan düştü.

2. Buz ve Rüzgarın KızıWhere stories live. Discover now