11. BÖLÜM: Ne Dilediğine Dikkat Et! 2

449 85 5
                                    

Kafamın içinde "Efendim olmandan onur duyarım, Varis!" dediğinde az önceki soruma yanıt bulmuş oldum. "Hazır mısın?"

Birinin bana ne yapmam gerektiğini söylemesine gerek yoktu. Sorunun ne anlama geldiğini biliyordum. Büyükbabam özel silahların özel kabullenişleri olduğundan bahsetmişti. Cevap vermeye gerek görmeden kesilmiş elimle mızrağın zifiri gövdesini yakaladım. Kanım gövdeye bulandı, gövde bir sünger gibi kanımı içine çekti. Hemen sonra hala avucumdayken uğultulu sarsıntılar geçirerek kara gövdesi parçalara ayrıldı.

Ayrılan parçalar havada asılırken aslında mızrağın zifiri rengi sevdiğimi fark ettim. O an mızrağı her haliyle sevebileceğimi anladım. Bütün parçalar havada gerçekten çok yavaş şekilde birleşirken, mızrak gökkuşağına bulanmış gibi rengârenk ışıklar saçmaya başladı. Bilinci tamamıyla ruhuma dokundu, ruhlarımız bir parçanın bütünüymüş gibi birleşti. Mızrak tüm bilgisini hızlıca bana aktardı. Gökkuşağı ışığı sönmeden zifiri parçaları yeniden birleşti. Ama bu kez zifirilik bir kılıf gibi değil, özüyle birleşmişti. Bana aydınlığın içinde karanlığında olduğunu hatırlattı.

Mızrağı kaldırıp içgüdüsel olarak Usta Wang'ın dersindeymiş gibi hem elimde hem de bedenimin etrafında üç kez çevirdikten sonra havaya savurdum. Artık insanları duymadığımı o an fark ettim. Mızrak geniş açıyla etrafımda üç kez döndükten sonra hızla üzerime doğru atakta bulundu. Saydamlaşmış vaziyette ışıklar saçmaya devam ederken göğsümden içeriye geçti, sırtımdan çıktı. Sırtımdan girdi, göğsümden çıktı. Toplamda üç kez bu işlemi hafif bir sızı karşılığında yaparak bedenime bağlandı. Artık kendime kabuk bulmuş gibi hissediyordum.

"Senin adın Bin Şemsiye!" dedim mızrağa. Ona verdiğim adı sevdi. Etrafına saçtığı ışığı içine çektiğinde Bin Şemsiye'nin asıl rengi ortaya çıktı. Bin Şemsiye adını verdiğim mızrağım altın rengindeydi. Bunu gören insanların uğultusu yeniden duymaya başlamamı sağladı.

"Soylu kan!" diye bağırdı biri.

"Saçmalama!" diyerek itiraz etti başkası. "Âsi Sigrun'un kılıcı bile altın renkli değil. Varis nasıl ondan soylu olabilir?"

Neredeyse kahkaha atacaktım ki tehditkâr bir şekilde hareketlenen grubu fark ettim. Mızrak avucumun içinde belirdi. Sivri ucu gökyüzüne bakacak şekilde mızrağı zemine vurdum. Güç dalga dalga her yana yayıldı, kavgalar başlamadan son buldu. Arkadaşları birkaç dakika önce silahı yok olan buz adamı olduğu yerden kaldırırken, Dağhan'a döndüm. Mızrağın boyutu küçüldü, toka şeklinde avucumda belirdi. Bin Şemsiye yine zifiri renkli mızrak şeklinde ama rengârenk parlaklıktaydı. Demek ki saldırı halinde değilken boyut değiştirecekti. Mızrağı avucumda sıkarken şaşkınlıkla bakmayı sürdüren Dağhan'a elimi uzattım. Tereddüt etmeden elimi tutup ayağa kalktı.

"Sen kimsin?" diye sordum ona.

Afalladı ama "Daha önce karşılaşmıştık ya ben Dağhan Noyan" diye cevap verebildi. Bir kez daha aynı soruyu sordum. Yine aynı şeyleri söyleyecekken vazgeçti. "Ben ateşim," dedi. Akıllıydı doğrusu, sorudaki manayı çözmüştü.

"Kaynağın nedir?" diye sordum bu kez de.

"Burası," dedi ve durdu. "Bilmiyorum," diye cevabını değiştirdi.

Gülümsedim, kimse ona gerçeği söylememişti. "Biliyorsun. Hisset onu, nereye gidersen git o hep yanında. Aynı yerde, güç her zaman senin yüreğinde." Söylerimdeki derinliği anlayınca gözleri açıldı. Bir kez daha herkes susmuş bizi izliyordu. Umursamadım. "Haydi ne duruyorsun Noyan? Çıkar içinde sakladığın ateşi ortaya ve erit buzları!"

Önce kendi içinde şüpheye düştü ama sonra karar verip gözlerini kapattı. İki nefes arasında damlayan suyu herkes duydu. Dağhan'ın bedenindeki buz hançerleri saniyeler içinde eridi. Gülümseyip ona sırtımı döndüm. Yaklaşan ağabeylerime doğru birkaç adım atmıştım ki, yakarış gibi çıkan isteğini duyduğumda bu kez afallayan bendim. O an fark ettim ki aslında sadece ben değil, kimse böylesi bir isteği beklememişti.

2. Buz ve Rüzgarın KızıWhere stories live. Discover now