18. BÖLÜM: Kristal Tabut

482 87 15
                                    

Han'ın düşüşü, kutsal Anka'nın kulağımdan silinmeyecek tiz çığlığı... Gerçekten de korkunç bir geceydi. Anılar bir bir aklıma düşerken nefesimi tuttuğumu fark ettim. Perişan olan, canının derdine düşen insanların kaçışı asla hafızamdan silinmeyecekti. Belki de insanların Can Pazarı dedikleri şey gerçekten de buydu.

Kim bilir kaç gündür uyuyordum. Bedenimde hasar olmadığına eminimdim. Ama yorgun hissediyordum. Bazen günler boyunca meditasyon da kalırdım. Bazen de günlerce güç ellerime yoğunlaşıp antrenman yapardım. Ama hiçbir zaman şimdi olduğum gibi bitkin olmamıştım. Yattığım yerden yavaşça doğrulduktan sonra bacaklarımı kucağıma doğru çektim. Gözlerimi kapatıp önce kalbime yoğunlaştım, sakinliği yakaladım.

İç dünyama doğru çekilirken önce ruh selamladı beni. Rüzgâr ise her zamanki gibi kucakladı. Ama buz hiç olmadığı kadar sakindi bu kez. Her zaman dinginliğini koruyan toprak, yaşamın her anının ağırlığını hissettirdi bana. O an duydum rüzgârın işgüzarlığı ile yere düşen yaprağı. Sonra Ateş Gölü'nün sakince dalgalanışını hemen ardından da kızıl toprak tanelerinin savruluşu hissettim.

Hemen ardından kehribar gözlerin sımsıcak gülümseyişini gördüm. Karanlığı boğan aydınlık, aydınlığı karartan karanlık... Sıcaklık dalga dalga yayıldı damarlarıma. Yuvanın verdiği huzur ve güveni hissettim. Şiddetli geçen fırtına sonrası gökyüzünde beliren gökkuşağı gibiydim.

"Gülümsüyor!"

"Şişşt! Sessiz ol!" diye uyardı başka biri. Tekrar daldım sessizlik boyutuna. Renklerin bir düzen içerisinde etrafımı sarmasını izledim. Öyle rahatlatıcıydı ki, hep olduğum yerde kalmak istedim.

"Çekilin yolumdan!" diyen öfkeli sesi duyduğumda, olduğum yerde kalmamın mümkün olmadığını anladım.

"Ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Varis meditasyonda şu an. Sorununuz neyse geldiğinde..."

Bir birine karışan konuşma seslerini duydum. Hemen sonra kılıç seslerine karışan alevler, rüzgârın uğultusu ve toprağın sarsıntısını hissettim. Geri dönmem için sesleniyor gibiydiler. Gözlerimi yavaşça aralayıp derin nefes aldıktan sonra yataktan kalktım. Vücudum hiçbir şekilde katılaşmamış veya kasılmamıştı. Yorgunluk hissim de kaybolmuştu. Bağrışmalar sürerken hızlıca üzerimi değişim. Aceleyle elimi savurup odanın kapısını açtıktan sonra dışarıya çıktım.

Dışarıda karmaşa hâkimdi. Kimin kimle kavga ettiği belli değildi. Bu insanların derdi neydi Tanrı aşkına? Dağhan bir buz eli öğrencisiyle kavga ediyordu. Kaya ağabeyim ve Leon birlikte ateş kullanan biriyle kavga ediyorlardı. Bars Poyraz'ın burada işi neydi? Royan ağabeyim iki öğrencinin kafasını birbirine çarpıyordu.

Ah Büyük Tanrı'm! İstemsizce iç çektikten sonra yelpazeyi kalabalığa doğru savurdum. Herkesin durmasını, biraz da sağa sola savrulmasını sağladım. "Kesin şunu! Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz?" diye bağırdım. Evet, evet bağırdım. Bu tepkimin sebebi yeni kavuştuğum ateş güç eli olmalıydı.

Lemah'ın yok, yanlış söyledim. Toprak kullanan tüm öğrenciler önümde etten duvar oluşturdular. Neden böyle bir şey yapmaya gerek duymuşlardır ki? Üstelik Bars Poyraz ve Arastein öğrencileri de onlara uymuşlardı. Tanrı aşkına bu insanlar beni ne sanıyorlardı? Ah bu kibir duygusu nereden... Sakinleş Aysera! Sen asla kibirli olamazsın!

Ben kendimi sakinleştirmeye çalışırken Alazkış insanları bana doğru dönmüş, saldırı pozisyonunu almışlardı. Kahkahama engel olamadım. Neye güldüğümü anlamadıklarından daha çok sinirlendiler. Aralarında Prens Falcon ya da Alazkış asillerinden tanıdık birileri yoktu. Bu durumun nedeni bir çeşit isyan olabilir miydi? Bana isyan etmelerine sebep olacak ne olmuştu acaba? Çıldıracağım!

2. Buz ve Rüzgarın KızıWhere stories live. Discover now