69.BÖLÜM

44.4K 1.8K 4.5K
                                    

Geçmişin silik izleri gün gelir açığa çıkar ve kalbi cehennemin tadına bakmışçasına yakar. 

İnsan neresi kanarsa kanasın kan kaybından ölebilir ama ben kalbim kanarken bile hala ayaktaydım. Hiçbir yaram kapanmamış, sanki daha fazla kanaması gerekiyormuş gibi sürekli kanamıştı. 

Ruhsuzdum. Kendimde duygularımda yok olmuştu. Gözlerim renklere kör, kulaklarım güzel seslere sağır, dilim söylenmemiş sözlerle ağzımın içinde hapisti. Her şey anlamını yitirmişti. Onun gelişi kışın gelişi gibiydi. Dalımda hiç yaprak bırakmamıştı. Tüm duygularımı esir almış, beni öylece ortada bırakmıştı. Kaderim bu defa bana çelme takmamış, onu karşıma çıkararak resmen uçurumdan aşağı itmişti. 

Ben itilmeye alışıktım. Mühim olan itilmene rağmen düşmemekti. Defalarca kez itilsem de bu defa düşmek yoktu. Sessiz kalmak yoktu. Kendini kaybetmek yoktu. Ve en önemlisi; nefretimi belli etmek yoktu!

Karşımdaydı işte! Yıllarca beklediğim an sonunda gerçek olmuştu. Rüyada değildim. Hep bu karşılaşmanın hayalini kurmuştum zihnimde, Barlas'ın öfkeli bakışlarına maruz kalacağımı düşünmüştüm. 

Ama yoktu öyle bir şey, o hala ifadesizdi. Bunu nasıl beceriyordu bilmiyordum. Ben kavrulurken o nasıl duygularını gizleyebiliyordu? Çok mu uğraşıyordu bunun için? Belki de uğraşmıyor, sadece gerekeni yapıyordu. 

Saniyelerce birbirimize baktık. Çok uzun zaman olmuştu birbirimize bakmayalı. En son veda günü değmişti gözlerimiz birbirine. Barlas o zaman da bana yabancıydı, uzaktı, soğuktu. Mesafeler onda hiçbir şey değiştirmemişti ama ben de çok fazla şeyi değiştirmişti. Şimdi kendi de bunu görecekti.

Aramızda sadece bir adımlık mesafe varken bu mesafeyi korumaya özen göstererek konuştu benimle "Başın belada mı?"

Sesi düzdü, tıpkı gözleri gibi hiçbir duygu barındırmıyordu. Oysa ben çok şey seziyordum o seste. Her ne kadar duygusuz konuşsa da gizlemeye çalıştığı şeyler vardı. Başta da nefreti geliyordu.

Nefesimi tuttum. İnce bir sızı damarlarımdan süzülüyor, kalbime doğru yol alıyordu. Kendimi tamamen ona odaklamışken sorduğu soruya anlam veremedim. Onun gibi duygusuz görünmek için çaba sarf ederken cümlesini beynimde tartıyordum. 

Ne demişti o, başımın belada olup olmadığını mı soruyordu? Bunu mu merak ediyordu gerçekten? Onca yıl sonra karşıma geçmiş bana bunu mu soruyordu? İyi de niye, ona neydi bundan? 

Buraya ne için geldiğini bilmiyordum ama nedense beni uyaracağını hissediyordum. Pamir hakkında bir şeyler biliyor olmalıydı. Öyle olacak ki benden nefret ederken bile ayağıma kadar gelmişti. 

Hadi Öykü, hadi! Bunu yapabilirsin. Onunla konuşabilirsin, buna hazırsın. Önce sesini yıllar sonra duyduğum için içimde garip şeyler hissetsem de daha sonra kendimi toparladım. Ne diyeceğimi çok iyi biliyordum. Sesim tıpkı onunki gibi hiçbir duygu barındırmıyorken "Başımda bir bela vardı ama yıllar önce defettim." dedim.

Yüzünde bir değişiklik oldu. Kendisini ima ettiğim için kızmış olmalıydı, ya da kırılmış. Sonuçta eskiden sevdiğim çocuğu şimdi bela olarak gördüğümü söylüyordum. Bu ağır bir kelimeydi. İçine oturmuş olmasını diledim. Çünkü bakışları da benim içime oturuyordu. 

"Kimden bahsettiğimi biliyorsun." dedi gözlerini gözlerimden ayırmazken. Bir saniye bile ayırmamıştı. Nedenini anlayamıyordum. Ne düşündüğümü gözlerimde mi görmek istiyordu? Sanki bana böyle işkence ediyor gibiydi. Onun gözleri bana acı veriyordu. Oysa o gözler bir zamanlar beni hayata bağlıyordu.

"Biliyorum." Her an kendimi kaybedecek korkusu yaşıyordum. Konuşurken sesim çıkmaz diye ödüm kopuyordu. Bakışlarımı da kaçırmıyordum. Onu da yanlış anlayabilirdi. Yaptığım her hareket, söylediğim her söz çok önemliydi. 

ÇETEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin