19 - "Hissiz"

56K 2.2K 328
                                    

Upuzun bir aradan sonra bölüm sizlerle arkadaşlar. Bölümün bu kadar gecikmesinin nedenini uzun uzun yazmayacağım. Bu hikayenin en önemli bölümü ve bir türlü istediğim gibi olmadı bu yuzden bu kadar geç geldi. Bu kadar uğraştığım halde bence ruhsuz tarihinin en kötü bölümü oldu. Artık hikaye bitiminde Ruhsuzu tekrar düzenlersem bu bölümü tekrar yazarım. Gerçekten oturup ağlayacak kadar moralim bozuldu bu bölümü istediğim gibi yazamayınca :(


Multimediada bölüm şarkısını bulabilirsiniz, keyifli okumalar!




Bir mermer ile yarışabilecek kadar beyaz yüzümde gezinen rahatsız edici aydınlık, bana seslenen tatlı, çocuksu bir sese eşlik etmek istercesine fırtınalarımı dürttüğünde rahatsızca yattığım yerde kıpırdandım. Tekinsiz bir boşluk hissi, damarlarımda kanıma eşlik eden bir kavalye misali gezmeye başladığında gözlerim, günlerdir her bir çatlağını ezberlediğim duvarlar ile buluştu. Cenin pozisyonunda çakılıp kalmış bedenimin her hareketinde buram buram sakinliğin hâkim olduğu odanın çatırtı sesleri ile dolmaya başlamasıyla gerçeklik, sinsi bir duman bulutu gibi zihnime süzüldü. Bana döşek olmuş ruhu kırık porselenlerin anlatmak istediği tek bir şey vardı; Her şey darmadağın, senin gibi.


"Yazyaz kafan kanıyor."


Semih'in uykudan yeni kalkmış, titreyen sesi kulaklarımı okşarken, günlerdir ilk defa gözlerimdeki boşluk dolup taştı. Şaşkın bakışlarım yana doğru dönerken, araba desenli pijamaların paçaları iki tarafta da farklı seviyede olan tombul bacaklar görüş alanıma girdi. Küçük elleriyle zaten yeterince dağılmış olan kıvırcık saçlarını karıştıran Semih, şiş gözlerini kaplayan hafif ürkek bakışlarla beni süzüyordu.


"Ufaklık?" Ağlamaktan çatallaşmış sesim, bir yabancının sesi gibi kulaklarımı tırmalarken yutkundum. "Senin ne işin var burada? Eda ablan ve Güneş abin nerede?"


Kırık porselenleri üzerimden silkerek yattığım yerden doğrulduğumda Semih, birkaç ürkek adımda yanıma ulaştı. Bana şiddetle özlediğim safirleri anımsatan gözlerini yüzüme dikerken minik parmakları, acıtmaktan korkarcasına kırıkların açtığı yaralara dokundu. "Yazyaz her yerin uf olmuş. Canın acımıyor mu ki?" Kaşları büyük adamların ciddiyetine bürünmek istercesine çatılırken aynı ciddiyete bürünmüş gözleri yerdeki kırıkları inceliyordu.


"Evin içinde top mu oynadın ki Yazyaz? Annen sana demedi mi ki, evin içinde top oynanmaz." Çatılı kaşları ve azar dolu bakışları yüzüme dönerken ellerini beline koymasıyla dudaklarım, günlerdir ilk defa gülümsemek için seyirdi. Bu küçük adam Safir'den bana kalan tek şeydi. Küçük bir ışıktı, bir umut ışığıydı. Hayatımı ele geçiren kaosta boğulmamak, güneşi tekrar görmek için yüzmek zorunda olduğum ışıktı.


Üzerimdeki kırıkların iyice temizlendiğinden emin olmak için silkelendikten sonra, hala kızgın bakışlarla bana bakan ufaklığı kucakladım. Tüy gibi hafif bedenini hiç zorlanmadan kucağıma yerleştirirken, öpüp ısırmaya bayıldığım kolları boynuma dolandı. Başı anında boynum ve omzum arasındaki boşluğa yaslanırken dudaklarımı esir alan gülümsemeye engel olamadım.


Semih sadece Destan'ın değil, benim de küçük mucizemdi.


RuhsuzWhere stories live. Discover now