10:Kızıl Kabuslar

352 33 3
                                    


Korkutucu, kırmızının her tonunu barındıran, ölümü çağırıştıran gözler. Baktıkça içinde kayboluyor ve yavaş yavaş kontrolü kaybetmeye başlıyordum. Çok ürkütücüydüler. Sanki orada, o an bana acı çektiriyormuş gibi ağlamak istiyordum. Ne konuşabiliyor, ne de yerimden hareket edebiliyordum. Ağlamak istiyordum. Haykırarak, çığlık atarak ağlamak istiyordum. Korkmayacağıma dair söz vermiştim. Ve bu sözü tutamamıştım. İçim kan ağlayıp, göz yaşlarımı tutmaya çalışırken zamanı geri alabilmek için Tanrıya yalvarıyordum.

İlk defa verdiğim bir karardan bu kadar pişmandım. Gözleri hipnoz edecek güzellikteyken, içimde delice ağlama hissini uyandırıyordu. Ağlamak istiyordum. Sanki gözlerine bakmaya devam ettikçe her türlü olumsuz duygu vücuduma naklediliyordu.

Ağlamamak için dişlerimi birbirine kenetlerken, dolmuş gözlerimi bir an bile gözlerinden ayıramıyordum. Dolmuş gözlerimin içine baktı. Kırmızı gözlerinin hareleri titredi. Gözlerimden nefret ediyormuş gibi bakmaya devam etti.

En sonunda gözlerini hızla kapattı. Ancak kırmızı gözleri aklımdan çıkmıyordu. Hala oradalardı ve içimde hıçkıra hıçkıra ağlama hissini tetikliyordu.

"Sözünü tutamadın. Sende diğerleri gibisin." Daha sonra dediklerine gülerek "Benim aptallığım ne bekliyordum ki" dedi.

Birkaç fısıtıdan başka bir şey duymazken, bilincimin yavaş yavaş kapandığını hissediyordum. Dolu olan gözlerim içimde ki acıya isyan ederken, canımı yakan bu hisse dayanamayıp kendimi boşluğa bıraktım.

~

Yerde yatan bedene baktı ve ağır adımlarla yanına yaklaştı. Yavaşça eğildi ve genç adamın yanağından süzülen göz yaşını nazikçe sildi.

O da aynıydı. O da diğerleri gibiydi. O da sözünü tutamamıştı. Her ne kadar genç adamın verdiği sözü tutamayacağını bilsede gerçek olsun istemişti. Birinin gözlerine korku yerine şefkatle bakmasını istemişti. Ne kadar yüzyıl geçsede bu durumu kabullenmek istemiyor, canını acıtıyordu. Tek bir kişinin, sadece tek bir kişinin ona korkusuzca bakabilmesini istemişti.

Ancak kendisinin sevilmemesi gerektiğini o da biliyordu. O bir ölüm kurduydu. Yalnızlığa mahkûmdu. Yanındakilere zarar verirdi. O sevdiklerini kendi elleriyle öldürürdü.

Yerdeki yatan bedene bir süre daha baktıktan sonra yavaşça kucağına aldı. Her ne kadar kucağında ki beden seksen kilo civarında olsa da geçen yıllar ve hayat koşullarıyla beraber normal bir kurttan bile daha güçlüydü. Kulübenin gıcırdayan ahşap kapısını ayağıyla ittirerek açtı.
Kucağındaki bedeni içerideki tekli yatağa usulca yatırdı. Bu kulübe nadiren geldiği barınma yerlerinden bir tanesiydi.

Gerçi orman artık onun tüm yuvası haline gelmişti. Otuzlu yaşlarında daha çok gençken babası tarafından bu ormana atılmıştı. Tabi bunun öncesi de vardı.

Yanındaki tabureyi çekip genç adamın yanına oturdu. Ve yüzünü incelemeye başladı. Genç adamın yüzü pürüzsüzdü. Cildi bakımlı görünüyordu. Kendi yüzünün tam tersi olarak tek bir çizik bile yoktu. Bu dünyaya ait olmadığı görünüşünden bile belliydi.

Kendi çatlak ve hemen hemen her gün soğuktan kanayan soluk dudaklarının aksine gencin dudaklarının hoş bir pembeliği vardı. İncelemeye devam ederken bir anda kendi gençliğindeki suratı zihninde canlandı. Gençken şimdi olduğu gibi cildi çok hassastı. Bu yüzden babası ne kadar çok annesine 'Bırak şu elindeki kremleri, onlar kurtlar bu durumlara alışmaları gerekiyor.' dese de annesi her gün kalktığında kızının çatlayan dudaklarına narin parmaklarıyla krem sürer, küçük kızının yaramazlıları yüzünden çizilen tenine dikkatle bakım yapardı.

Ölü DolunayDonde viven las historias. Descúbrelo ahora