on sekiz

30.2K 2K 857
                                    

2 ay sonra,

Hayat bir şekilde yine tüm hızıyla ilerliyor, her zamanki temposunda gidiyordu. Bazen gülüyordum bazen ağlıyordum ama şu sıralar güldüğüm zamanlar çoğunluktaydı. Bir şekilde kendimi akışa alıştırmıştım, daha az bocalıyordum ve bunun beni ne kadar mutlu ettiğini tahmin bile edemezdiniz.

Sebebini bilmediğim bir şekilde canımı sıkan tek şey Onur'un sanki ben hiç var olmamışım gibi davranmasıydı. Sinirle bakmayı bırakın gözleri yanlışlıkla bile olsa bana değmiyor, aynı evin içindeyken yemeğe bile çağırmıyor, doğru düzgün eve gelmiyor, asla ama asla benimle konuşmuyordu. Bu durum beni sinir krizinin eşiğine getirmişti resmen.

Tıpkı şu an olduğu gibi.

Yemekhanede arkadaşlarıyla oturmuş dalgın bir şekilde camdan dışarıya bakıyor, söylenilenleri dinlemiyordu. Boynunda olması gereken kravatı eline dolamıştı.

"Söylemedi mi hala ne olduğunu?" Atlas'ın sesiyle zor da olsa bakışlarımı ondan çekebilmiştim.

"Hiç konuşmuyor ki."

Ağzında bir tane patates atarken başıyla işaret etti.
"Sen konuşmaya çalıştın mı?"

"Çalıştım tabii."

"Oğlum konuşmuyorsa siktir et, zaten şerefsiz değil miydi bu çocuk bırak senin de canına minnet olsun." dediğinde yutkundum.

3-4 ay önceki Bulut olsaydı bu duruma ölesiye sevinirdi ancak şu an azıcık bile mutlu olamıyordum.

Sebebini sorgulamak istemiyordum.

"Sus." dedim sadece. Sabır dilenerek önüne döndü. Mete'yle gözgöze geldiklerinde elini kaldırıp 'hayırdır' dercesine salladı ve göz kırptı.

Mete gözlerini devirip elindeki kola şişesini kafasına dikti ve önüne döndü.

"Mal bu da amına koyayım."

"Durduk yere bulaşma sende."

"Ata sporum oldu bu artık. Yok öyle bulaşmamak falan." Sabır dilenip tekrardan Onur'a çevirdim bakışlarımı.

Bir an, sadece 1 salise sürecek kadar kısa olan bir an, gözgöze geldiğimizde bütün dengem altüst olmuştu.

Anında başını arkadaşlarına çevirmişti o da.

Sinirle dudaklarımı kemirip telefonumu çıkardım ve mesajlar kısmına girdim. Kendime engel olmak istemiyordum artık.

Bulut: Konuşmak istiyorum.

Telefonu cebinde titrediğinde irkilip çıkardı. Kaşları çatık bir şekilde ekrana baktı. Kravatlı elini sıkıp bana bakmadan telefonu kapattı.

Kaşlarımı çattım, bu gün onunla konuşmadan günü bitirmeyecektim.

Bulut: Konuşmak istiyorum diyorum.

Yeniden telefonu titrediğinde tek eline alıp mesajı okudu. Düz bakışları bana değdiğinde dimdik yüzüme baktı. Artık nasıl bakıyordum bilmiyorum ama telefonu kavrayıp parmaklarını klavyede gezdirdi.

Onur: Söyle.

Onun aksine hiç bekletmeden cevap yazdım.

Bulut: Kâle almıyorsun beni böyle, yüzyüze konuşmak istiyorum.

Sinirlendiğini çene kaslarının kasılmasından anlamıştım ancak geri adım atmak istemiyordum.

Mesajı yine sinirle okudu.

Onur: Arka bahçeye.

Bir şey yazmadan telefonu kapattı ve arkadaşlarına bahane uydurarak (?) yemekhaneden ayrıldı.

"Dur bekle geleceğim şimdi ben." dedim telefonuna dalmış Atlas'a.

Başını sallasa da beni duymadığına emindin neredeyse.

Umursamadan hızlı adımlarla Onur'un arkasından arka bahçeye ilerledim.

Hafif esen hava yüzüme çarptığında çok az irkilsem de gözlüğümü düzeltip saçlarımı karıştırarak ayaklarımı arka bahçeye yönlendirdim.

Onur duvara yaslanmış, bir eli cebinde, başı dik bir şekilde bana bakmıştı.

Hızlı adımlarla yanında bittim.

"Derdin ne senin?!" dedim öfkeyle. Önceki Bulut olsaydı bunu soramadan yumruğu yerdi ancak bomboş bakmaya devam etmişti şimdi.

"Ne diyorsun?" dedi bıkkınca.

Sinirle dudaklarımı yaladım.

"Diyorum ki niye böyle yapıyorsun?"

"Ne yapıyormuşum?" dedi alayla.

"Böyle yapıyorsun işte! Konuşmuyorsun benimle, bakmıyorsun, dövmüyorsun, iyi davranmıyors-"

"EEEEE?!" dedi bağırıp sesimi keserken. Bir an durdum. Eee'si bende de yoktu ve ne diyeceğimi düşünmüş olmama rağmen unutmuştum şimdi.

"Fazla uzaksın..." Sesim az öncekine nazaran kısık ve güçsüz çıkmıştı.

"Ne zaman yakın olduk biz Bulut?! Ne zaman?! Hasta oldun yardım ettim, iki iyilik yaptım diye yakınlaştık mı sanıyorsun?! Arkadaş olduk mu sanıyorsun?!" Sağ elim yanımda yumruk olurken boğazımda oluşan yumruyu yutkunarak geçirmeye çalıştım, geçmedi. Gözlerim yanmaya başlamıştı.

"Sen- Bana iyi davranınca ben benden nefret etmiyorsun sanmıştım."

"Zaten etmiyorum."

"O yüzden mi ilk yıllarımdan beri günlerimi haram ediyorsun bana?!" dedim. Sinirimi saklama gereği duymuyordum, dayak yiyeceksem bile yerdim artık. Umrumda değildi.

"SANA KARŞI HİÇBİR ŞEY HİSSETMİYORUM! KİMSİN SEN DE BİR ŞEY HİSSETMEM GEREKSİN?!" Öyle güçlü bağırmıştı ki yanımızdan geçen birkaç kişi bize dönüp bakmıştı.

Boğazımda duran yumru, dolan gözlerim taşıyamayacağım kadar çok büyüdü. Kalbimi sanki kocaman elleri olan birisi sıkıştırıyormuş gibi hissediyordum. Canım acıyordu.

Titrek bir nefes alıp başımı salladım ve daha fazla konuşacak gücü kendimde bulamadığım için ağır adımlarla onu arkamda bırakarak sınıfa ilerledim.

Kulaklarım uğuldarken tek duyabildiğim şey; asla birbirimize karşı bir şey olamayacağımızdı.

————

karakterlere henüz birisini belirlemedim çünkü aklımdakiyle uyabilen henüz bulamadım. aklınızda canlananları bana atabilirsiniz veya direkt öyle de devam edebilirsiniz.

Elma Ağacı (bxb)Where stories live. Discover now