"Ben de iyiyim."

"Haklısın görüşemedik, müsait olunca ayarlarız sen de istersen." dedim bana ters ters bakan Onur'u yok sayarak.

"Tabii isterim."

"Atlas da gelir." dedim Atlas'a alttan çok hafif vurarak. Atlas ağzını açacağında Mete araya girdi.

"Gelmez o."

"Mete sikerim belanı kalk git şuradan." dedi Atlas. Yeniden kurtulmak için bir hamle yaptığında Mete tarafından zaptedilmişti.

"Mert istersen kalkalım biz başka yerde konuşalım." dedim rahatsızca. Şu an ona ayıp oluyordu ve o da rahatsız olmuştu.

"İyi olur." dedi sıkıntıyla. Ayağa kalktığında ben de ayağa kalktım. Atlas nihayet Mete'nin kollarından kurtulup kötü kötü bakarak kalktı ve yanımıza geldi.

Mert bir kolunu omzuma sarıp arkaya baktığında biraz yüksek sesle konuştu.

"Gidelim Zümrüt Gözlü'm." Bu ani yakınlık haliyle afallamam için gayet yeterli bir sebepti. Şaşkınlıkla bir yüzüne bir de omzumdaki koluna baktım. Onur sandalyesini fırlatıp bir anda Mert'in üzerine atlamıştı.

"Zümrüt değil orospu çocuğu Deniz Yeşili!"

Mete de Mert'le Onur'u ayırmak yerine Onur'la beraber kavgaya karıştığında Atlas'la şok olmuş bir şekilde birbirimize baktık. Sadece biz değil neredeyse herkes kavgaya bakıyordu. Mert'in arkadaşları, Onurlar'ın arkadaşları da kavgaya girdiğinden olay büyümüştü.

"Ne oldu şerefsiz eski günlerini mi hatırladın?!" dedi Mert gülerek. Yüzü kanıyor olmasına rağmen gülüyordu.

"Aptal pezevenk, kes lan sesini!" Onur bağırıp yüzüne bir darbe daha indirdiğinde Mert de zor da olsa kolunu tutup Onur'un yüzüne yumruk attı.

"Yalan mı söylüyorum piç?!" Tekrar bir yumruk geçirdiğinde Onur'un dudağı patlamıştı. Umursamayıp karnına tekme attı Onur.

"Öldürürüm ulan seni!"

"Hadi öldürsene! Ne çabuk unuttun lan yediğin haltları!" Mert'in attığı bir yumruk Onur'un burnuna isabet ettiğinde yine kanamaya başlamıştı. Onur bir anda durdu. Aklı yediği haltlara (?) gitmiş olacak ki hareket edemedi. Tam o anda da Mert birkaç yumruk daha attı yüzüne. Kaşından da aşağı kan aktığında yumruklarımı sıktım.

Onur kendine geldiğinde hiddetle Mert'in boğazına yapıştı. Sırtını duvara çarpıp boğazını sıkmaya başladığında Mert engellemeye çalışmıştı ancak başaramamıştı. Onur var gücüyle boğazını sıkarken Mert'in nefes alamamaktan yüzü kızarmış gözleri yanmıştı. Biraz daha nefessiz kalırsa gerçekten ölecekmiş gibi duruyordu, bu yüzden kendimi toparlayıp araya girdim.

"Onur bıraksana öldüreceksin çocuğu!" Onur beni duymadan devam ettiğinde korkudan titreyen ellerimin birini koluna birini göğsüne koydum ve hafifçe ittirmeye çalıştım.

"Yapma ne olur bırak hadi." dedim. Sesim titriyordu ve oldukça yalvarır bir tonda çıkmıştı.

Transtan ayrılmış gibi bir an durdu ve bana baktı. Ellerini çabucak Mert'in boğazından çekip kocaman olmuş gözlerini gözlerime kenetledi.

"NE OLUYOR LAN BURADA!" Müdürün bağırış sesiyle birlikte herkes bir anda kavgayı durdurmuştu.

————

Müdür hepimize uzun uzadıya bir nutuk çektikten sonra kravatını düzeltip öfkeli gözlerini tekrar bize dikti. Az önce gitmemize izin verdiği için Mert ve arkadaşları çoktan gitmişti, biz de kapıya doğru yaklaşmıştık.

"Ailenizi arayacağım bilginiz olsun."

"Ya hocam ben n'aptım hepsi bu sığırların- aman yani bunların suçu!" dedi Atlas kapı kolunu sıkarak.

"Sana mı dedim be! Çık lan dışarı!"

"Aramayacaksınız değil mi yani?" dedi 32 diş sırıtarak.

"İlla gel ara diyorsun sen de yürüsene!" dedim kolundan çekiştirerek.

Dışarıya çıkıp kapıyı çektikten sonra bir an Onur'la gözgöze gelsem de bakmamaya çalıştım. Dağılmış görünüyordu ve neden böyle olduğunu anlamamıştım. Belki kavgadan, belki ailesi aranacağı için, belki de yaraları yüzündendi.

Dersler çoktan bittiği için sınıflardan çantalarımızı alıp evlerimize doğru yol aldık. Onur ve Mete'nin beraber başka bir yere gideceğini sanmıştım ancak Onur çantasını tek omzuna asıp sinirli bir şekilde benimle beraber ilerlemeye başlamıştı. Beraber derken, o benden biraz öndeydi. Başı dik bir şekilde yürüyor bazen duraksayacak gibi oluyor ama devam ediyordu. Yumruk attığı elinin üzeri kanamış biraz kabuk bağlamıştı. Mert'in aldığı zararın çok az bir kısmı da ona dönmüştü galiba. Ben alışıktım. Mert'in yaşadıklarını daha önce gerek Onur'dan gerek başka kişiler yüzünden deneyimlemiştim. Çok can yakıcı bir deneyimdi, umarım Mert'in canı benimki kadar yanmamıştı.

Eve geldiğimde Onur benden önce eve varmıştı ancak benim geleceğimi düşündüğü için mi bilmiyorum ama kapıyı kapatmamıştı. Açık kapıdan içeriye girip kendimi direkt lavaboya attım. İşimi halledip elimi yüzümü yıkadıktan sonra üzerimi değiştirdim. Gözlüğü takarken merdivenlerden yavaşça inip oturma odasına geldim. Onur koltuğun ucunda oturmuş ellerine pansuman yapıyordu. Daha doğrusu yapamıyor, sinirlenip pamukları fırlatıyordu.

"Ben yapayım mı?" dedim çekinerek. Dediğim gibi sinirli duruyordu ama şu an yardıma ihtiyacı vardı.

Reddetmesini beklerken başını salladı sadece. Pamuğu ve sıvıyı alıp yanıma yanıma geldi. Bir dizini altına alıp diğerini bırakmış bir şekilde oturdu.

"Yara bandı getirdin mi?" dedim verdiği malzemeleri elimde tutarken.

"Hayır." diye mırıldandığında başımı sallayıp ayağa kalktım. Banyodaki ecza dolabından bir kutu yara bandı çıkarıp odaya döndüm ve eski yerime oturdum. Sıvıyı pamuğa döktüm.

"Biliyor musun pansuman yapmayı?" dediğinde başımı salladım.

"Kendime yapıyordum hep." dedim kuru bir sesle. Sadece 1 saniye ela gözlerine baktığımda pişmanlığın akıp gittiğini gördüm. Şaşırmıştım, sanırım yanılıyordum.

Elini ellerimin arasına alıp büyük bir dikkatle pamuğu dokundurdum. Şu an vurmaktan öte bir şekilde birbirimize temas ediyorduk ve bu çok garip hissettiriyordu. Vücudumdan elektrik akımı geçiyormuş gibiydi. Yutkunup kendimi toparlamaya çalıştım ve tüm dikkatimi pansumana verdim.

Pansuman işlemini bitirdikten sonra yaralarına teker teker yara bandı yapıştırdım. Öyle çok fazla da bir yarası yoktu zaten, yalnızca biraz tahriş olmuştu teni.

Pamukları, yara bandını ve sıvıyı toparlayıp dolaba yerleştirdikten sonra geri geldi. İlk oturduğu yere gitmesini beklerken yine aynı şekilde yanıma oturdu. Telefonunu çıkarıp masaya koyduktan sonra kumandayı aldı ve arkasına yaslandı.

"Sağ ol, pansuman için." dedi. Gözlerini televizyondan ayırmamıştı. Bir an şaşırsam da başımı salladım.

"Sorun değil."

Tekrar sustuk. Televizyon kanallarında öylece dolaşırken ellerimle oynayıp televizyona bakıyordum ben de.

————

zümrüt değil, deniz yeşili.

niye bu bölüm maça kızı gibi oldu anlamadım.

Elma Ağacı (bxb)Where stories live. Discover now