0.2

297 40 26
                                    




İyi ki doğdun Jackson'ım.
İyi ki doğdun, iyi ki hayatımı kendinle doldurdun.

🤍







Bazen gidesin gelir uzak ülkelere,
Bazen sığınasın gelir.




•••



İki yana dağılmanın üzerinden haftalar geçti. Mark'ı her gördüğünde yanına koşan Jackson; Jackson'ı her gördüğünde kimseye sunmadığı o sıcak gülüşünü atarak, ona koşan aptala doğru ilerleyen Mark, o günden sonra birbirini tanımamazlıktan geldi.

Okulda hep yan yana yürüyen o meşhur ikili, o günden sonra yan yana geçerken bile birbirlerinin yüzüne bakamaz hale geldi.

En yakın iki arkadaş o günden sonra iki düşman haline gelmişti artık. Ne Mark affedebiliyordu onu, ne de Jackson geri adım atıyordu. İkiside birbirinden inattı. Ne birbirlerini dinliyorlardı, ne de tartışmasız bir gün geçiriyorlardı.

Milena ve Mark birlikteydi. Mark en azından mutlu görünüyordu bir şekilde. Peki ya Jackson? O gittikçe değişmişti. Arkadaşları değişmişti. Melek gibi olan, kimseyle tartışmayan Jackson bazı konularda duygusuzlaşmıştı. Ama sözünde duruyordu. Milena kaç kere onunla konuşmaya çalışırsa çalışsın tek bir kelime bile etmemişti.

Zaten gittikçe kapanmıştı içine. Doğru düzgün konuşmazdı kimseyle. Buzdan bir kale yapmıştı kendine. Mark kendi duvarının tepesinde, Jackson ise kendi kalesinin tepesindeydi artık.

Mark ile sorun yaşayan herkes Jackson'a yaranmaya çalışıyordu. Biraz da Mark'tan çekinip Jackson'a yaklaşamayanlar vardı ki artık hepsi peşindeydi. Jackson hep böyleydi insanlar arasında aslında. Herkese iyiydi. Herkes onu severdi. Popülerdi.

Olan ortak arkadaşlarına oluyordu. Jaebeom ve Youngjae bozulan dostluklarını düzeltmek istiyorlardı. Özlemişlerdi dört kişi birlikte olup eğlenmeyi. Ama şimdi sayıları üçü geçmiyor, bir türlü dört olamıyordu. Biri gelse diğeri, diğeri gelse öbürü gelmiyordu.

Aslında hiç baskı kurmamışlardı onlara. Bu konuda minnettarlardı ikisine de. Onların bütün baskısı birbirineydi. İkisi de taraf seçmelerini istememişti onlardan. Hatta ne zaman birisi çağırsa koşmuşlardı yardıma. Bir derecelik bile soğukluk girmemişti aralarına. Ancak dörtlü olarak yan yana ne zaman gelseler bir tartışma çıkıyordu. Tartışma çıkmasa bile ikilinin arasında soğuk öyle bir hissediliyordu ki, geriye kalan ikisi bile içten içe buz tutuyordu.

Ne kadar deneseler de olmuyordu. Tartışma sebepleri bile o kadar boktandı ki herkesi baymıştı. Sürekli bir laf sokma peşinde olurdu Mark, Jackson ise etkiye tepki bile yapmazdı çoğu zaman. Ya boş boş bakardı yüzüne ya da kısa kelimelerle terslerdi onu. Ağızından cımbızla laf alınan Mark hiç susmaz olmuştu; susması için ağzına bant bile yapıştırılmışlığı olan Jackson ise konuşmaz olmuştu.

Roller değişmişti. Asıl Mark'ı içten içe sinir eden de buydu işte. Karşısında eskiyi bulamıyordu. Jackson'ı bulamıyordu. Onu böyle tanımamıştı o.

Jackson kendini derse ve spora vermeye başlamıştı artık. Erken saatlerde koşuya çıkıyordu. Aşırı büyük bir şehirde değillerdi ya da aşırı küçük bir şehirde. Şehirin mahalle büyüklüğünde ki önemli bir sitesinde oturuyordu hepsi. Ailelerden tanışma bir arkadaşlıkları vardı dördününde.

Kulaklığını takmış bir halde, koşuya çıktığında Mark görürdü onu. Artık o kadar görür bir hale gelmişti ki alışkanlık yapmıştı görmek. Aşırı bir uyku düzeni yoktu Mark'ın. Bu yüzden, Jackson'ın güneş yavaş yavaş kendini gösterirken çıktığı koşusunda tesadüfen uyanık olurdu hep. Sahile bakan bahçelerinde sabahlara kadar çizim yapardı Mark.

unless i'm with you | markson Where stories live. Discover now