XXVIII-Gökkuşağı

Start from the beginning
                                    

İris dudaklarını ıslatıp gülümsedi. "Babam, ağabeyim doğduğunda onu alıp gitmiş. Sonra yeniden döndüğünde ben olmuşum. Ama annem ağabeyimi hiç görmemiş. Adını bile bilmiyoruz." dedi. Yüzünde rahatsız olmuş gibi bir ifade vardı. Ayrıca ayan beyan yalan söylüyordu.

Annesi görmemiş olabilirdi lakin kendisi görmüştü. Ağabeyini tanıyordu.

Bu konu bizi alakadar etmediğinden daha fazla soru sormadık. "Geçmiş olsun İris." dedim adını şiir söyler gibi söylerken. Bence çok hoş bir ismi vardı.

İris gülümseyip yanımızdan ayrıldığında ilk ben konuştum. "Adı çok güzel değil mi? Mezar çiçeği ..." Boran gözlerini üzerime devirdi. Bakışları bir gülle gibi çarptı bedenime. "İris Yunanca gökkuşağı demek." dedi.

Gözleri yeniden yola devrildi. "Güçlü kızı oynuyor belli. Ama gözleri sürekli bir noktaya dikiliyor. Seninle konuşurken senin dışında her yere baktı." dedi. Mesleki deformasyon olsa gerek herkesi inceleyip tanı koyma merakındaydı.

"Milleti ayak üstü incelemeyi bırakmalısın Boran." bir süre sustun sonra devam ettim. "Gökkuşağına saklanan acıları açığa çıkarırsan gökyüzü siyaha boyanır. Bilmiyor musun?"

"Nasıl yani?"

"Bazıları acıları gizliyken yaşar. Bilmeden onları öldürme." Adımlarımı adeta sürüyerek Duru'nun oturduğu masaya ilerledim. Bugün burada kaçıncı günümüzdü?

"Artık eve dönelim." Duru masadan kalkıp bir bana birde arkama baktı. Muhtemelen Boran'a. "Biraz daha kalmalısın Eylül."

"Burada kaldığımda delirmeyi bırakmayacağım Duru." Damarlarımda dolaşmaya başlayan anlamsız siniri kavramış olmalı ki üstelemedi. "Tamam, dönelim."

Arkamı dönüp Boran'a baktığımda telefonla konuştuğunu gördüm. Bir süre daha konuştu sonra kapatıp yanımıza geldi. Yüzünde tedirgin bir ifade vardı. "Ne odlu? Yüzünden düşen bin parça yine."

Boran gözlerini Duru'dan çekip bana dikti. "Ormanda bıçağı bulmuşlar. DNA testi için göndermişler."

Ferman'ın omzuna sapladığım bıçaktan bahsediyordu. Hevesle gülümsedim. "Kimmiş peki?" diye sordum.

"Yakalamışlar mı?" diye ekledi Duru. Boran kaşlarını daha çok çatıp bıkkın bir nefes verdi. "Kan Aylin Deniz'e aitmiş Eylül."

Ne?

***

Gönlün yatağına uzanmış, darmadağın, kanlar içindeyim. Saçlarımdan kan damlıyor, ruhumdan çığlıklar yükseliyor. Öyle bomboş, sessiz sedasız yinede kulak tırmalayan vaveylaların arasında uzanıyorum.

Ben ve Rabia Hanım eşyalarımı çantaya doldurmakla meşguldük. Yüzünde her daim gülümseme olan bir kadındı. Muhtemelen yaşıttık.

"Eylül, gidiyormuşsun?" İçeriye doktorumun eşi Sevda Hanım girdiğinde elimdekileri bırakıp ona gülümsedim. "Burada kalmak bir işe yaramıyor malesef." Sevda Hanım gülümseyip kolumu okşadı.

"Alışmıştık sana." dedi Rabia. Onlara gülümsedim. Burada geçirdiğim günlerde ikisinden biri mutlaka yanımdaydı. "Selim gelip seninle konuşacakmış. O gelene kadar buradasın." Gülümsedim.

"Sevda seni bırakmamakta ısrarcı he?" Sevda hanım gülümseyerek gözlerini devirdi. Daha önce bahsi geçti mi bilmem ama doktorumun adı Selimdi. "Gerek yoktu. İyi hissediyorum zaten."

Serçenin Gözyaşı/TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now