2.BÖLÜM: DUVAK

1.5K 98 1
                                    

"İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor," durduğumda, gözlerimi okuduğum kitabımdan ayırmamıştım. Çayımı masanın üstüne koyan Zehra'ya teşekkür ettikten sonra okumaya devam ettim. "Sevilmekten korkuyor kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor eleştirilmekten korktuğu için."

Yeniden durduğumda gözlerim okuduğum ilk satırın üstünden tekrardan geçti. Takılı kaldığım bu cümlenin doğrulu var mıydı benim için, neden gözlerim tekrar tekrar bu cümlede dolanıp duruyordu?

Hiç kaybetmekten koktuğum için birini sevmekten vazgeçip geçmediğimi düşünmeye çalıştım ama bunun cevabı çoktan hazırdı: Böyle bir şey yaşamamıştım.

Kaldı ki birini sevmeyi her şeyi göze almak olarak öğrenmiştim ben, şimdi böylesine bir vazgeçiş bana çok yabancı gelmişti. Belki birini sevmek nasıl ki her şeyi göze almak demekse bazen o kişiden vazgeçmeyi göze almak da demekti diye düşündüm ama bu düşüncenin bana doğru gelmeyen bir tarafı vardı. Daha gerçekleşmemiş bir olayın sonucundan korkarak hiçbir şey yapmamak benim tercih edeceğim bir tutum değildi.

Önce olayı yaşardım, her şey yaşanıp bittikten sonra, iyi ya da kötü fark etmez, sonucunu kabullenirdim.

Gerçeği bu hayatımın her evresinde böyle olmamıştı çünkü olmasına müsaade edilmemişti. Bunun en büyük örneklerinden biri Nejat ile evlenmem olabilirdi sanırım. Onunla evlenmem istenildiğinde hayatımda ilk defa bir olay daha gerçekleşmeden aklımda binlerce ihtimal belirmesine neden olmuştu ve ilk kez bir olay gözümde bu kadar büyümüştü. Babamın bir gün eve gelip yemek masasında otururken sanki benden tuzluk istermiş gibi Nejat ile evlenmemi istediğini söylediğini göz önüne alırsak öylesine bir karmaşa içine girmiş olmam gayet normal görünüyordu.

Gözlerimi kapattım ve geçmişin pençesine düşmemeye çalıştım. Sürekli aynı şeyleri sorgulamanın, yaşanan anıları hatırlamanın bana hiçbir faydası yoktu. Her şey geçmişte kalmıştı ve babamın kurduğu o cümlenin üstünden tam beş yıl geçmişti. Zihnime zar zor gömdüğüm o kötü günleri yeniden kazmanın hiçbir anlamı yoktu, bu yüzden derin bir nefes alıp verdikten sonra gözlerimi geri açtım ve yanıma bırakılmış olan çayımdan bir yudum almak için beyaz fincanı elime aldım.

Sakince çayımı içip bitirdikten sonra ayaklandım ve koridorun en sonundaki çalışma odasına giderek bilgisayarımın başına geçtim. Yaklaşık iki yıldır çocuklara evin bahçesinde yaptırdığım resim atölyesinde kurs veriyordum. Her ne kadar üniversitede okuduğum Güzel Sanatlar bölümünü ikinci yılında bırakmak zorunda kalmış olsam da resim yapmak çocukluğumdan beri tutkuydu benim için ve o tutkuyu hiçbir zaman kaybetmemiştim. Şimdi de benim gibi çizmeye merakı olan çocuklara kurs veriyordum, ki o anlar hayattan zevk aldığım nadide anlardı. Hafta sonunu iple çeksem de şu anda yapabileceğim tek şey ders için başladığım araştırmaya devam etmekti, o yüzden ekrana odaklanarak önüme aldığım kağıda kısa kısa notlar tutmaya başladım.

Bu şekilde uzun süre geçirdikten sonra ağrıyan gözlerim yorulduğumun sinyalini verdi, ekranda sağ alt köşeye baktım ve tam iki saattir aynı pozisyonda olduğumu fark ettim. Zamanın bu kadar hızlı akıp gitmesine şaşırarak doğruldum ve kalemi masaya bırakıp gerildim. İyi hissettiren bu hareketten sonra bilgisayarımı kapattım ve çıkardığım not kağıdını elime alarak odadan çıktım. Yatak odasına girdim, kağıdı kominin üstüne bırakıp yavaşça yatağa uzandım.

Kendimi biraz daha iyi hissetmeye başlarken tanıdık bir durgunluğun üstüme çöktüğünü hissediyordum. Sabah saat sekizde kalmıştım, şu an saat öğlenden sonra ikiyi geçiyordu ve benim için gün sanki bitmişti. Her güne, o günün nasıl geçeceğini ve nasıl sonlanacağını bilerek başlamak insanın sabah uyanmasındaki hevesini bir balon gibi söndürüyordu. Hayatımda bir belirsizlik olmaması, yapacak başka hiçbir şeyimin bile olmaması içten içe beni rahatsız ediyordu ama yapabileceğim hiçbir şeyin olmadığını da artık kabullenmiştim.

MESELWhere stories live. Discover now