18.BÖLÜM: BENİ DUYMUYORSUN

253 18 0
                                    

Yüzüme çarpan ve saçlarımın havalanmasını sağlayan soğuk rüzgar karşısında titrerken içimi dağlayan sıcaklığın çok daha başka bir kaynağı vardı. Etrafımdaki kalabalıkta yavaşça gözlerimi gezdirdim, acı ile parlayan yüzlere yine ortak gözyaşları eşlik ediyordu.

Bir cenaze törenine ilk katılışım olduğundan mıydı yoksa tüm sevdiklerimi böylesine bir durumda görmekten miydi, bilmiyordum ama kendimi hiç olmadığı kadar cansız hissediyordum. Gökyüzünü sarmış kara bulutların aynısı benliğimi de ele geçirmişti, kup kuru kesilmiş gözlerimden akıtamadığım gözyaşlarım ise sanki içimde birikip buz tutmuştu.

Dudaklarımın arasından havanın soğukluğunu gösteren beyaz bir buğu çıkıp gitti, gözlerimi insanların yüzünde gezdirmeye devam ettiğimde yaklaşık birkaç dakika önce gördüğüm Selin ve İnan'a bakmamaya çalışıyordum.

Yağız ile Çağan uzun süredir arkadaş oldukları için aileleri de tanışıyor olmalıydı ki bugün cenazeye onlar da gelmişti. Böyle bir karşılaşmayı beklemediğim için Selin'le yüz yüze geldiğim anda adete dilim damağım kurumuştu, haberi olup olmadığını öğrenmek için Çağan'a yönelmiştim ama o hiç olmadığı kadar ifadesiz bir şekilde ablasına bakmaktan öteye gitmemişti.

Ne onlar bizim yanımıza gelmişti, ne de biz onların yanına gitmiştik. Uzaktan, bana bir asır gibi gelen bakışma sonrasında daha da uzağımıza giderek kalabalığın arasına girmişlerdi. O andan sonra dönüp bir daha bakmaya cesaret edemediğim için şimdi ne haldeydiler, bilmiyordum. Umursamadım, zaten sevecenlikle bana gülümsemesini beklemiyordum. O yüzden yeniden uzun bir nefes alıp verdim, gözlerimi derince açılmış çukura çevirdiğimde üstüme bir ağırlık çöktü, hemen çukurun yanında duran Yağız'ı görmekse içimin sıkıntıyla dolmasına neden oldu.

O dalgın bakışları her ne kadar yerde olsa da sanki çok daha başka bir şeyi görüyordu, düşmüş omuzları yüzünden kamburlaşmıştı ve sanki bugün olduğundan daha kısaydı. Saçları bile hiç olmadığı kadar özensiz bir haldeyken onu ilk defa böylesine siyahlar içinde görüyordum, tıpkı büründüğü hüznün ona yakışmadığı gibi bunu da ona yakıştıramamıştım.

Hep konuşan Yağız'ın geldiğimizden beri ağzını bıçak açmamıştı, o yüzü hep neşeyle parlarken şimdi su verilmeyi unutulmuş bir çiçek gibi solmuştu. Karakterinin bu kadar zıttı bir hale bürünmesi, içinde olduğumuz durumda normal görünebilirdi ama içerlenmeden edemiyordum. Tanımadığım birine bakıyormuş gibi hissederken kendimi, ölümün kaçınılmazlığı karşısında bir kere daha benzer bir korkuyla doldum.

Doğduğumuz andan itibaren bir gün öleceğimiz gerçeğinin kaçınılmaz olduğunu biliyor olmama rağmen hayatımın belli anlarında bu gerçeği unutmuştum, hatta bazen başıma bir şey gelmeyeceğine o kadar inanmıştım ki şimdi Yağız için hissettiğimi sandığım o içerlenmeyi aslında kendime karşı da hissediyordum.

Bu gerçeği insan nasıl unutabilirdi? Oysa her şeyin çabucak bir sona kavuşmasını arzulayan biriydim, bu sonun ölüm sayesinde de olabileceği ihtimalini nasıl hiç düşünememiştim? Çok önceden, artık elimden hiçbir şeyin gelmeyeceğini kabullendiğim ve hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimi anladığım zamanlarda, bitmesini istediğim yaşantımın ölüm haricinde başka nasıl sonlandırmaya karar verdiğimi şimdi anımsayamıyordum bile.

İnsan hala hayattayken başka hangi yolla yaşamına son verebilirdi?

Belki anımsamamak da değil, her ne olursa olsun bu gerçekten hep kaçmak istemiştim. Bir son istemiştim, evet ama bu sonu kendi varlığımı bitirerek istememiştim. Hayata tutunacak köklü dallarım olduğunu için değil, belki bir gün yaşayacağım bir aydınlanma sayesinde çok daha yeni bir hayata başlayabilmeyi umut etmiştim.

MESELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin