LAL

By hikayelerindeyasar

27.3M 1.3M 1.3M

"Aklım almıyor," diye söylendi kendi kendine, beni aniden kavradığı elimden yeniden kendine çekti ve dudaklar... More

1.BÖLÜM "KUVARS DEMİRHAN"
2.BÖLÜM ''İŞARET DİLİ''
3.BÖLÜM "YEŞEREN UMUTLAR"
4.BÖLÜM "AÇIK ÖĞRETİM"
5.BÖLÜM "ZAMAN"
6.BÖLÜM "AŞK"
7.BÖLÜM "ŞEFKAT"
8.BÖLÜM "TEDAVİ"
9.BÖLÜM "DUDAKLARI DUDAKLARIMDA"
10.BÖLÜM "DELİ"
11.BÖLÜM "İDDİA"
12.BÖLÜM "SADECE SEN."
13.BÖLÜM "YANGIN"
14.BÖLÜM "KAÇAK"
15.BÖLÜM "HASTA"
16.BÖLÜM "UTANÇ"
17.BÖLÜM "BENDEN GİTME"
18.BÖLÜM "ELİZA DEMİRHAN"
19.BÖLÜM "GECE"
20.BÖLÜM "MUTLULUK"
21.BÖLÜM "KAR"
22.BÖLÜM "TUTKU"
23.BÖLÜM "KUZEY IŞIKLARI"
24.BÖLÜM "GİTMEK"
25. BÖLÜM "SEVİLMEK"
26.BÖLÜM "MUCİZE"
27.BÖLÜM "DÖNÜM NOKTASI"
28.BÖLÜM "KAYBETMEK"
29.BÖLÜM "DEĞİŞİM."
30.BÖLÜM "BİRLEŞMEK"
31.BÖLÜM "DAVET"
32.BÖLÜM "ANILAR"
33.BÖLÜM "HAYALKIRIKLIĞI"
34.BÖLÜM "SENİ SEVİYORUM"
35.BÖLÜM "ÖZGÜRLÜK"
36.BÖLÜM "PRAG"
37.BÖLÜM "İLKLER"
38.BÖLÜM "KAZANÇ"
39.BÖLÜM "İNTİKAM"
40.BÖLÜM "BERABERLİK"
41.BÖLÜM "İHALE"
42.BÖLÜM "GİTMELER"
43.BÖLÜM "BENİ BIRAKMA"
44.BÖLÜM "CEMRE ERDEM"
45.BÖLÜM "MÜCADELE"
46.BÖLÜM "BİR KERE DAHA"
47.BÖLÜM "YENİDEN"
48.BÖLÜM "YİĞİT"
49.BÖLÜM "DÜŞMEK"
50. BÖLÜM "KAYBETMEK"
51.BÖLÜM "EVLİLİK"
52.BÖLÜM "HIDIRELLEZ"
53.BÖLÜM "LÂL"
54.BÖLÜM "SINAV"
55.BÖLÜM "KANATLAR"
56.BÖLÜM "AYAĞA KALKMAK"
57.BÖLÜM "İZLER"
58.BÖLÜM "REHA AKAY"
59.BÖLÜM "YENİ BAŞLANGIÇLAR"
61.BÖLÜM "YİRMİ DÖRT"
62.BÖLÜM "GERÇEKLER"
63. BÖLÜM "FIRTINA"
64.BÖLÜM "NUR"
65. BÖLÜM "KARŞILAŞMA"
66.BÖLÜM "KUVARS'IN CEMRESİ"
67.BÖLÜM "CEMRE'NİN KUVARS'I"
68.BÖLÜM "HER ŞEYE RAĞMEN"
69.BÖLÜM "AİLE"
70. BÖLÜM "SÖZ"
71.BÖLÜM "GİDENLER VE KALANLAR"
72.BÖLÜM "LAL MÜCADELELER"
73.BÖLÜM "KALP"
74. BÖLÜM "LAL SEVGİLİM"
LAL KİTAP OLDU!
75.BÖLÜM "AİLE OLMAK"
76.BÖLÜM "GERİ DÖNÜŞLER"
77.BÖLÜM "TEHLİKE"
78.BÖLÜM "ÇAĞAN VE ÖYKÜ"
79.BÖLÜM "ALP"
VEDA "KUVARS DEMİRHAN"

60.BÖLÜM "EV"

151K 12.6K 27.2K
By hikayelerindeyasar




Merhaba güzellerim <3 Bölüme lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın <3 Satır içi yorumlarınıza aşığım, her bir yorumu tek tek okuyorum ve bunlar beni aşırı mutlu ediyor, o yüzden bol bol yorum da yapın olur mu? <3 Keyifli okumalar <3

60.BÖLÜM "EV"

"Batmadık ama su alıyoruz hala

Hissetmeden basıp toprağa

Tuz basmadan yaralarıma

Boş ver mi diyorsun kanasın

Biliyorum artık çok zor çok

Kuracak yeni bir hikayem yok

Yine de uğraşıyorum rastgele

Bu eskimiş kelimelerle..."

Reha kitapçıdaki küçük radyodan duyulan şarkının sesini kısarken yanıma doğru ilerledi, bana plastik tabağa koyduğu büyük pasta dilimini uzatırken gülümsedim ona. Bu akşam beni çok mutlu etmişti.

"Kestaneli, umarım seversin."

İçten gelen bir gülümsemeyle karşılık verirken plastik çatalı pasta dilimine batırdım. Lokmayı ağzıma götürürken Reha'nın hala beni izlediğini gördüm, merakla bana bakıyordu. Dudaklarım mümkünmüş gibi daha da kıvrıldı. Pasta hayatımda yediğim en iyi pastaydı hiç şüphesiz. Karamel tadı dilime yayılırken gözlerimi kapatıp iç geçirmeden edemedim. Reha bu halime güldü.

"İşte bu be! Sırf bunu bulabilmek için sabah Sakarya'ya gidip geldim."

Gözlerimi açtım ve merakla ona baktım. "Babam," diye açıkladı Reha. "Küçük bir pasta dükkanı var, bence dünyanın en iyi pastaları o dükkanda satılıyor. Bu da benim favorim."

"Çok güzelmiş gerçekten ama sende ye."

"Önce doğum günü kızı, lütfen."

Tekrar gülümseyerek pastadan bir çatal daha aldım. Onun bakışları altında, biraz utanarak pasta dilimini bitirdikten sonra, onunda boşalan tabağını aldım ve çöpe doğru ilerleyecektim ki Reha elimi tuttu.

"Hayır, bugünlük işler benden."

Yine güldüm. "Peki."

Reha da gülümsememe karşılık verdi, çöpleri attıktan sonra etrafa dizdiği mumları toplayıp söndürmeye başladı. "Ne olur ne olmaz, kitapları yakmayalım."

O kadar çok mum vardı ki, gerçekten de tehlikeliydi ama o dizdiği her bir mumu söndürürken kıkırdamadan edemedim.

"Neden bu kadar çok mum yaktın ki?"

Mumların her birini söndürürken etrafa yayılan duman ciğerlerimize dolarken Reha öksürdü. "Ne bileyim, ambiyans olur dedim, böyle olacağını tahmin etmezdim. Şu an etraf dumanaltı oldu."

O son mumu söndürürken bende uzanıp camı açtım, temiz havanın içeri dolmasıyla ciğerlerimiz rahatlayıp mum kokusu biraz giderken Reha söndürdüğü tüm mumları kutularına yerleştirip yanıma geldi, karşıma otururken yamuk gülümsemesi dudaklarındaydı, elini ensesine attı. "Sonu kötü olsa da, seni gülümsetebilmek güzel."

"Tekrar teşekkür ederim Reha, benim için çok güzel bir akşamdı."

"Seni mutlu etmek her şeyden daha kıymetli..."

Tekrar dudaklarım kıvrıldı. Reha'nın bakışları dudaklarımdaki gülümsemeye takıldı, ben de bakışlarımı ona dikince gözlerini kaçırdı. Hemen karşımda olmasına rağmen sandalyesini biraz daha ilerletti ve neredeyse yüz yüze geldik.

Derin bir nefes aldı Reha, sözcüklerini toparlamaya çalışıyormuş gibi duraksadı. Sonra vazgeçmiş gibi bakışlarını indirdi. Ben ona merakla bakarken tekrar bakışlarını üzerimde hissettim, cesaretini toplamaya çalıştı. "En son seninle bazı şeyleri konuşmuştuk-" Duraksadı. "Şeyi işte, şeyleri-"

Hiçbir şey anlamıyormuş gibi ona bakarken açıklamadan devam etti. "Ama aradan bir aydan fazla geçti, neredeyse iki aydır beraberiz. Ben-"

Yine duraksadı.

Ardından bir anda elimi tutup göğüs kafesinin üzerine bastırdı. "Senin için," dedi, hızlı kalp atışlarını hissetmemi isterken.

Donakaldım.

Şaşkınlıkla ona bakakalırken devam etti. "Güne başlama sebebim bazen sadece sen oluyorsun."

Bakışlarım göğsündeki elime gidince, hızla elimin üstündeki elini çekti ve elim boşluğa düştü. Zaman aramızda ağırlaşmıştı. İşaret diliyle de olsa ona itiraz etmek istedim ama o devam etti.

"Gece uyumadan önce senin gülümsemeni hayal ederek gözlerimi kapıyorum. Kokun en sevdiğim koku şimdilerde. Senin okuduğun kitapları okumak, senin geçtiğin satırları ezberlemek istiyorum. Sen hep gözlerini gözlerime dik istiyorum."

Derin bir nefes aldı. "Gözlerin o kadar güzel ki..."

Başını eğdi, gülümserken. "Daha tanışalı iki ay olmadı ama seviyorum seni ben."

Ellerimi birbirine kenetlemek isterken ne söylesem bilemedim. Şaşkınlığım giderek artarken benden bir cevap beklediğini biliyordum ama ikilimde kaldım. Reha'yı henüz çok yeni tanıyordum ve bir insanın sahip olabileceği en iyi arkadaşlardan bir tanesiydi. İlk aklıma gelenler döküldü öylece parmaklarımdan.

"Bende seni seviyorum Reha." Parmaklarım hızla devam etti. "İyi bir dostsun benim için, umarım hep de dost olarak kalırsın."

Reha irkildi. Bakışlarındaki kırgınlığı fark ederken üzüldüğünü kalbimde hissettim, bu sefer ben uzanıp elini tuttum, ardından elimi çekip ona kendi içimden geçenleri anlatmaya başladım.

"Ben senin dostluğunu kaybetmek istemiyorum Reha ama sana da açık olmam lazım. Hayatımda bir kere sevdim ben, bir daha sever miyim birini hiçbir fikrim yok ama kalbim tamamen kapalı şu an. Herhangi bir aşka da herhangi bir duyguya da. Şu an başka önceliklerim var. Ama seni gerçekten seviyorum. İki aydır beraberiz, her anında senden hem çok şey öğrendim, hem de çok iyi vakit geçirdim. Benim için öyle şeyler yaptın ki, sana minnetimi anlatamam bile. İyi ki varsın ama benim için çok iyi bir dost olmaktan öteye gidemeyeceğini sana söylemek istiyorum, şimdi susarsam ileride daha çok kırılacaksın çünkü."

Reha karaçam rengindeki yeşil gözlerini bana dikti, söylediklerimin onun için zor olduğunu biliyordum. Ona zaman vermek istedim.

"Bak eğer benimle ilgili herhangi bir şeyi aramızda olabilecekler için yapıyorsan sana bunu açıklamak istedim. Bu yolun sonu sana çıkmayacak Reha. Yanımda yürümek istemezsen de-"

Reha uzandı ve hızla hareket eden parmaklarımı tuttu. "O nasıl söz öyle Cemre? Hiçbir şeyi sonunda bir çıkar elde etmek için yapmıyorum. Yapıyorum çünkü seni seviyorum. Yol bana çıkmasa da sevmeye devam edeceğim."

Eli parmaklarımdan avuçlarıma indi. Dudaklarım anlayışı için yana kıvrılırken bir insanın çıkarsız yardım etmesinin ne demek olduğunu unuttuğumu yeni hatırladım.

Elimi çektim ondan. "Seni üzmek istemiyorum-"

Reha derin bir nefes verdi. "Ne üzmesi, son zamanlarda beni mutlu eden tek şeysin."

"Ama beklenti insanı öldüren bir şey Reha."

"Bak senden hiçbir şey beklemiyorum tamam mı? Ben senin yanında dost olarak kalsam da seni sevmek beni mutlu edecek. Bunu bir çıkar için yapmıyorum, yapıyorum çünkü senin yanında olmayı seviyorum. Ve olmaya da devam edeceğim."

Dudaklarım minnetle kıvrıldı. "İyi ki varsın Reha."

Reha da gülümsedi. "Hep var olacağım."

Ardından başını kaşıyıp pastayı gösterdi. "Bir dilim daha?"

Gülümsedim ve başımı salladım. Aramızdaki kara bulutlar dağılırken içim bomboştu.

Bir dilim pasta daha yiyip onunla kendimiz hariç her şeyden konuştuktan sonra ayrıldık.

Reha'nın gidişinin ardından kitapçıyı kilitleyip eve doğru yürürken üşümüş ellerimi cebime yerleştirdim. İç dünyamı kurumuş bir çöle benzetiyordum artık, hiçbir duygu yeşermiyordu. Sanki önümde kıyametler kopsa kirpiklerimi bile kırpmayacaktım.

Reha'ya dair hiçbir şey içimde yoktu ama onun dostluğunu seviyordum, onunla beraber yeni şeyler öğrenmeyi, vakit geçirmeyi, hatta bende onun için bir şeyler yapmak istiyordum. Bunun dışında kalbim artık tamamen boştu, izler de yoktu artık. Yeni bir hayatı, yeni bir sevgiyi büyütmek sanki imkansız bir olasılıktan bahsetmek gibi geliyordu.

Bir daha kırılmak, bir daha parçalanmak, dağılmak istemiyordum. Bir daha zaaflarım olsun istemiyordum. Beni sadece mutlu eden insanların çevremde yer almasını istiyordum, zehirleyen, yanlarında kendimi yetersiz hissettiğim arkadaşlıklara ihtiyacım yoktu artık.

Derin bir nefes aldım, üşümüş vücudum soğuktan kızarırken artık apartman kapısını ittim ve içeri girdim, ağır ağır merdivenleri çıktıktan sonra kapıyı kendi anahtarımla açtım ve saat neredeyse gece yarısını gösterdiği için, ışıklar da kapalı olduğundan bizimkilerin uyumuş olabileceğini tahmin ederek kapıyı sessizce kapadım.

Parmak ucumda yürüyerek salonu geçip odama gitmek isterken burnuma sigara kokusu doldu. Ağır ağır başımı çevirdim ve salonda hala benim geldiğimin farkında olmadan sigara içen Çağan'ı gördüm. Dumanlar yükselirken karanlıktan seçebildiğim kadarıyla başının eğik olduğunu gördüm.

Yanına doğru ilerledim, benim ona doğru geldiğimi fark edince başını kaldırdı ve hızla gözlerini görmem için tekrar başını çevirip yüzünü kazağına bastırdı. Olduğum yerde irkildim.

Çağan ağlıyor muydu?

Uzandım ve ışığı yaktım. Çağan'ın kıpkırmızı gözlerini ve bitkin yüzünü gördüğüm gibi emin oldum. Hızla ona doğru yürüdüm ama Çağan bakışlarını kaçırdı.

"Bu ne hal?"

Yüzünü tuttum ve kendime çevirdim. Çağan sigarasını küllüğe bırakırken bana karşı koymadı.

"Dibe vurdum işte."

Hızla geçip yanına oturdum. "Ne oldu?"

"Yok bir şey."

Kızgınlıkla yüzünü tuttum yine. Ardından ellerimi çekip konuştum. "Ne oldu?"

Çağan başını kaldırdı ve bir damla daha gözünden düşüp çenesine ilerledi. Derin bir nefes çekti kendine, sessizce mırıldandı sonra. "Öykü."

Her şey yerli yerine otururken göğüs kafesim ağırlaştı. "Seviyorum onu ben, üç yıldır hayatım oldu. Şimdi kendine benden bağımsız ayrı bir hayat kuruyor."

Kelimeler ağırlaşırken uzandı ve sigarasını dudaklarına yerleştirdi.

"Belki konuşsan-"

"Onu tamamen kaybederim." Sesi mutsuz çıkıyordu. İçim ezilirken uzandım ve kenarda duran sigara paketinden bir sigarada ben çektim.

"Ne yapıyorsun?" diye sordu Çağan gözlerini silerken.

Sigarayı dudaklarıma yerleştirip kenarda duran çakmakla ucunu yaktım. Aşkın dünyanın en güzel duygusu olmasının yanında kaybedince, ardından bu kadar acı bir tat bırakması nasıl bir tezatlıktı?

Sigarayı içime çekmek için harekete geçerken ağzıma dolan dumanlarla ben öksürürken Çağan üzgün gözlerine rağmen yamuk bir gülümsemeyle bana baktı ve ağzımdan zorlukla çıkardığım sigarayı alıp söndürerek küllüğe bıraktı.

"Bunun nasıl içebiliyorsun?"

"Güzel bir şey değil," dedi. "Keşke her şey güzel olsa da ben bunu içmesem."

"Acılarını böyle mi bastıracaksın? Kaçarak mı?"

"Ne yapmamı bekliyorsun Cemre? O artık birini seviyor. Kalbi bir başkası için atıyor."

"Onu kazan ya da sana iyi gelmiyorsa uzaklaş."

"Zaten kaybettiğim bir şeyi kazanmam mümkün değil, uzaklaşmayı evet düşünüyorum."

İçim yandı. "Gidecek misin?"

Çağan yeniden sigaraya uzandı. "Dayanamıyorum, bu gece hayatımın en zor gecesiydi."

Yutkundu. "Gitsem daha iyi olacak. Burada kalıp surat asmaktan daha fazlasını yapmış olurum."

"Saçmalama," hızla karşı çıktım. "Biraz git, kafanı dinle ama tamamen gitme. Bizim için çok kıymetlisin sen."

"Dönünce içim böyle yanmayacak mı artık Cemre? Yanacak, bitti demekle bitseydi, kaçmakla çözüm olsaydı..." Durdu, cümlesinin devamını getirmedi. Sigara dumanını dışarı bırakırken elim ona destek olmak için sırtına gitti.

"Bana şimdi içimdeki acıyı silmeyi teklif etseler yine kabul etmem, sabah onun yüzünü görmek bile mutlu hissetmem için tek neden oluyor bazen. Ondan nasıl giderim? Gideceğim ama burada ruhum kalacak."

Elimi çektim sırtından. "Çağan lütfen, bir konuş Öykü'yle, aranızda bunca zaman geçti, öyle çekip gitmendense onunla konuşmanı isterdi."

"Beni en yakın arkadaşı olarak görüyor, ben onun güvenini nasıl kırarım? Üstelik şimdi kalbinde bambaşka biri var."

Burun kemerini sıktı, yine bana göstermeden gözünden akan bir damlayı sildi. "Kalbinde başka bir adamın olması..." Çağan yine sustu. "Ben hep bekledim, beni fark eder diye bekledim..."

Ne diyeceğimi bilemedim, Çağan için göğsüme çöken ağırlığı kaldıramazken kirpiklerime kadar sindi acı.

Ayağa kalktı Çağan. "Ben odama gideyim artık." Yalnız kalmak istediğini anlayıp yanlış bir karar vermemesini dilerken aslında yanlış bir kararında olmadığını fark ettim. İki tarafı da uçuruma çıkıyordu. Çağan ağır ağır yürüdü. Salondan çıkıp merdivenlere ilerlerken dünyanın tüm yükü omuzlarındaymış gibi kamburdu. Yaşına yıllar eklenmişti sanki...

İçim hala sıkıntılarla doluyken Çağan'a üzülerek banyoya geçtim, sular başımdan aşağı dökülürken Çağan'ın gitmesinin en çok Öykü'yü üzeceğini de biliyordum. Gitmek hep arkada kalanı yaralıyordu.

Odasında uyuyan Öykü'yü uyandırmak, her şeyi anlatmak, Kaan'ı bırak demek istesem de Kaan'ı sevdiğini de biliyordum. Yolun iki tarafı da uçuruma çıkarken bir yandan bana ilanı aşk eden Reha'yı düşündüm. O da Çağan gibi üzülüyor muydu şimdi? Düşünceler beynimin içinde gezinip beni iyice hasta ederken uzandım ve suyu kapadım.

Kurulanıp üzerimi giydikten sonra, saçlarımı toplayıp kendi odama geçtim. Yatağa direkt geçmek yerine aralık soğuğunu hissetmek için balkona çıktım. Soğuk iliklerime kadar işlerken ruhum gibi karanlığa gözlerimi diktim ve Çağan için en iyisini diledim. Reha'yla da dostluğumuz bozulmadan, bende onu Çağan gibi üzmeden hep arkadaşlığımıza devam edelim diye tüm dualarımı ettim.

***

Cumartesi sabahı Öykü'nün beni uyandırmasıyla kendime gelirken yatakta esnedim. "Hadi uykucu uyan artık, sınava geç kalacaksın."

Olduğum yerde sıçrarken hızla gözlerimi açtım. Bütün hafta sonunu sınavlara ayırmışlardı ve dün gecede pek ders çalışamamıştım. Hızla yerimden doğrulurken "Endişelenme," dedi Öykü. "Daha sınava var. Ama kalk, hazırlan, kahvaltı hazırladım, onu bitir, öyle git."

Hızla başımı salladım, Öykü odadan çıkarken bende yine de emin olmak için saati kontrol edip derin bir nefes verdim. Ardından dolabıma ilerleyip dün daha çantadan çıkaramadığım kıyafetlere baktım. Yine Nur'u hatırladım, moralimin bozulmasına izin vermemek için siyah kazağı ve taytı çıkarıp hızlıca giydim. Saçlarımı da sadece tarayıp dudaklarımı renklendirdikten sonra çantama sınav öncesi hazırladığım notları koydum.

Öykü'nün yanına gittiğimde masada tekti, önünde Fikret Eren-Borçlar Özel Hükümler kitabı açıktı ve okumaya çalışıyordu. Benim geldiğimi duyunca başını kaldırdı.

"Allah korusun başının üstündeki raflara koyma o kitabı, deprem olsa, depremden değil kitap başına düştüğü için beyin kanamasından gidersin."

Öykü güldü, onun bana uzattığı çaydan bir yudum aldım.

"Çağan nerede biliyor musun?" Sorusu üzerine ona döndüm. "Sabah erkenden işim var diye çıktı, bugün hastaneye de gitmesine gerek yoktu. Normalde evde kalıp TUS çalışırdı ama bana da söylemedi."

Bilmiyorum anlamında dudağımı sarkıttım. Yine Çağan'ın dün gece ki hali geldi gözlerimin önüne, içim ezildi. Tüm iştahımı hızla kaçmıştı, önümdeki fıstık ezmesini Öykü'ye doğru ittim.

"Ya acaba bir kız arkadaşı falan mı var? Sabah sabah gitti, üstüne üstlük gece su içmeye uyandığımda onu mutfakta gördüm, hayatında yapmadığı şey sigara içiyordu. Sabahta gözleri bir garipti, acaba kızla bir sorun mu yaşadılar?"

Öykü'nün durumdan hiçbir haberinin olmayışı bir kere daha can yakarken derin bir nefes aldım, parmaklarıma kadar gelen kelimeleri yok saydım. "Zannetmiyorum bence hayatında başka bir kız yok."

Öykü dudağını sarkıttı. "Evet aslında, onu tanıdığımdan beri hayatına bir kız girmedi." Düşünceli görünüyordu, olduğum yerde dikleştim. "Ama belki şimdi girmiştir ya da belki ailevi bir problemdir. Zaten geçen günde, ailesi şu an Ankara'da yaşıyor, Ankara'ya bilet bakıyordu."

Göğsüme dolan acıyı bakışlarımı Öykü'den kaçırarak sakladım. Demek ki, Çağan çok daha önce gitmeye karar vermişti.

"Neyse yeter bu kadar yediğim, ben kahve yapar ve ders çalışmaya odama gider. Sana sınavlarında başarılar."

Ona gülümseyebilmek için dudaklarımı zorla hareket ettirdim.

O her şeyden habersiz odasına geçerken bende derin bir nefes verip ayağa kalktım. Çantamı takarken sırtıma, hala aklımda ikisi vardı.

Okula gelip daha sınava çok vakit olduğu için tıp fakültesinin kafeteryasında bir kahve alıp çantamdan çıkardığım notlarımı okumaya başladım. Notlarıma hızla göz gezdirirken yanımdaki sandalye çekildi ve yanıma oturan sınıf arkadaşlarım Aslı ve Buse'yi gördüm.

"Merhaba Cemre."

"Günaydın Cemre."

Gülümseyerek notlarımı bıraktım, Aslı hala esniyordu. "Bütün gece kütüphanede ders çalıştım, ölüyorum."

Buse de bezgin bir şekilde başını sıraya gömdü. "Bende çalıştım, öldüm resmen. Bitsin de kurtulalım."

Gülümsedim, ben pek gece çalışamasam da öncesinde iyi çalışmıştım. "Bu arada," dedi Aslı bana dönerek. "Senle Reha Hoca arasında bir şeyler mi var, bana mı öyle geliyor?"

Anlamamış gibi ona baktım, tek kaşımı kaldırırken.

"Yani bakma öyle canım, sanki Reha Hoca seninle ilgileniyormuş gibi hissediyorum, birkaç kere okulda beraber gördüm de sizi, daha önce soramadım."

Dudaklarım tek çizgi halini alırken işaret dili bildiği için Buse'ye döndüm. "Reha Hoca sadece benim arkadaşım, başka hiçbir şey yok."

"Daha önce tanımadığını söylemiştin," diye sordu Buse dediklerimi sesli bir şekilde dile getirdikten sonra. Aslı'ya döndüm.

"Evet yaşlarımızın yakınlığıyla bu iki aylık süreçte arkadaş olduk, daha fazlası yok." Buse yine dediklerimi aktardı.

"Ha, peki, sen öyle diyorsan," dedi Aslı hızla. "Hadi artık sınava gidelim."

Onlarla beraber amfiye girerken Reha'yla yüz yüze geldik. Kendisi bir öğrenci asistanı olduğu için sınav sorumlulularından biriydi, beni görünce gülümseyince Aslı'nın kaşları kalktı ve bana döndü.

"Peki," dedi biz onunla yan yana otururken. "Yakışıklı biri, neden aranızda bir şey olmuyor ki?"

Gözlerimi devirdim. "Çünkü arkadaşız. Buse heceleyerek söyle lütfen iyi anlasın."

Buse gülerek dediklerimi aktardı.

Aslı omuz silkti. "Olsun sen ne dersen de, ben yine de sizi yakıştırıyorum."

Dudaklarımı sarkıtırken gözetmenler sınav sorularının olduğu kitapçıkları dağıttı. Süre başlamak üzereyken çantamdan kalemliğimi çıkardım, telefonumu da kapatarak gözetmene teslim ettim.

Sınavım oldukça iyi geçerken sürenin bitimiyle beraber kitapçığımı Reha'ya teslim ettim, bugünkü derslerin arasında histoloji yoktu. Bugünkü dersler biraz daha nispeten kolaydı, yarınkiler zor olacaktı.

Reha diğer sınavlarla uğraşması gerektiği için ona kısa bir hoşça kal dileyip bende yorgunlukla esneyerek Aslı ve Buse'yle direkt kütüphaneye geçtim, yarınki sınav için uzunca bir süre çalıştım. Artık çalışmaktan yorgun düşerken başımı kaldırdım ve bana bakan Reha'yla göz göze geldik. Allah'tan on beş dakika kadar önce Aslı ve Buse yorgunlukla pes edip evlerine gitmişti, onların diline düşmekten ve aramızda bir şeyler olduğunu düşünme ihtimalinden kurtulmuştum.

"Merhaba. Kolay gelsin," dedi etrafımızdaki ders çalışanları rahatsız etmemek için işaret dili kullanırken. Bu tavrına gülümsedim.

"Teşekkür ederim."

"Yorulmadın mı? Ben çok acıktım, beraber yemek yemeye gidelim."

Saate bakıp başımı salladım. "Olur, bende sana histolojiyle ilgili sorularımı sorarım."

Reha gülümsedi. "Sınavda ne soracağım gibi şeyler mi?"

Omzuna vurdum. "Saçmalama."

"Tüh," diye takıldı bana Reha. "Sorsan söylerdim."

"Eğitimci ruhun gözlerimi yaşartıyor şu an."

Reha gülerken kenarda ders çalışan biri ters ters bize baktı. "Hadi gidelim."

Onunla kütüphanenin dışına çıktığımızda Reha ellerini ceplerine soktu. "Bak şu işe, ben seni konuşturacaktım güya ama sen beni işaret diline zorluyorsun."

Gülümsedim. "Kütüphaneye gelen sensin."

Reha'yla beraber bir kafede oturup yemek yedikten sonra, kahvelerimiz eşliğinde ona histolojiyle ilgili sorularımı sormaya başladım. Her şeyi öyle baştan anlatıyordu ve biliyordu ki, tıp bilgisi bir kere daha hayran bıraktı. Bende böyle her şeye hakim, başarılı bir tıp doktoru olmak istiyordum.

"Aktif haldeki T-Ienfositlerin bu grubu, CD 8 yüzey moleküllerine sahiptirler. Sen beni dinliyor musun?"

Dalgınlaşan bakışlarımı kaldırıp ona baktım. Ardından hızla başımı salladım. "Dinliyorum ama anlamıyorum."

Reha önce kızgınlıkla bana bakarken, öfkesi yumuşadı ve gamzeleri belirginleşti ama bana göstermemek için yine o sert eğitimci kimliğine büründü.

"Bunu dinle bari." Soru işareti koyduğum kısmı bana anlatmaya başladı. "Inaktif B-Ienfositlerle donanan ve orta kısımları da periferleri gibi koyu görünüşte olan lenf folliküllerine primer lenf follikülleri denir.Doğum öncesi, lenfoid organlarda sadece bu tür folliküller bulunur."

Başımı salladım dikkatle, o bana çizim yaparak mikroskop altındaki görüntülerini gösterirken kahvemden bir yudum aldım.

"Doğruyu söyle, yarın çok mu zorlayacaksın?"

"Çalışana kolay bir sınav ama senin zorlanacağın muhakkak. Daha bunları çalışmamışsın."

Dudaklarımı sarkıttım. "Çok zor ama. Histoloji çok sıkıcı."

Reha elindeki kalemle burnuma vurdu. "Benim yanımda söyleme bari."

Gülümsedim, o bana kısa bir özetle konuları anlattı. "Çizimlere çalış bol bol." Ona başımı sallarken jest olması amacıyla onun itirazlarına rağmen hesabı ben ödedim. Ardından o beni eve bırakırken yarın da sınav sonrası kahve içmek için sözleştik. Hafta sonu olduğu için dil pratikleri yapmıyorduk, sadece hafta içi çalışıyorduk.

Apartmanın kapısını açıp merdivenleri ağır ağır çıktım ve anahtarımla evin kapısını açtım. Kapıyı açtığım gibi Öykü'nün yüksek sesini duydum. Hızla içeriye geçtim, kavga ediyorlardı.

"Ya bir şey söyler misin? Üzüldüğünü görüyorum, gideceğinden de bahsediyorsun ama bir açıklama bile yapmıyorsun! Neden ya neden? Aklım fikrim almıyor! Her şey yolunda giderken üstelik?"

Çağan bakışlarını indirdi. "Her şey yolunda mı gidiyor gerçekten?"

Öykü'nün bakışları dikleşti. "Bir sorun mu var? Söyle o zaman bilelim."

Çağan Öykü'nün gözlerinin içine baktı, işte şimdi söyleyecek derken son anda dudaklarını birbirine bastırdı. "Her neyse." Ardından döndü ve bana bir merhaba bile demeden kapıdan çıktı gitti.

Öykü sinirle yerinde sıçrarken "Bana yaptığını görüyor musun?" diye bağırdı. Şu hale bak. Kaç yıllık arkadaşız bir açıklama bile yapmıyor. Böyle de olduk, ben artık başka hiçbir şey söylemiyorum. Hayır sıkıntısını anlatsa çözüm buluruz. Bizimle mi ilgili bir şey? Başka bir kız mı var? Ne yani?  Biz arkadaşız! Arkadaş! Bir de şunun yaptığı işe bak."

Derin bir nefes verdi. "Her neyse o bana bir cevap bile vermiyor, vurup kapıyı çıkıyor, neden uğraşıyorsam, odama gidiyorum, bir daha da ölüyorum dese bir bardak su vermem."

Odasına doğru yürürken şaşkınlıkla onun kendi kendine söylenmesini izledim, ardından bana doğru döndü. "Bu arada sana demiştim ya, yarın akşam için davet ayarlayacağım diye, bir komilik işi ayarladım, saat sekiz gibi Beşiktaş'ta olman lazım. Sana konum atarım, sınavların bittikten sonra gelirsin olur mu?"

Başımı salladım. O burun kemerini sıkarak odasına ilerlerken "Sen Çağan'ı takma kafana, onun sorunları başka. Sana karşı bir tavır almıyor," diye hızlı hızlı işaret diliyle anlattım.

Öykü başını salladı. "Bende biliyorum da, sorunlarını bana anlatmaması canımı yakıyor. En yakın arkadaşlarımdan biri sonuçta, üzerine üç yıldır beraberiz."

Omuz silkti. "Her neyse, uğraşamayacağım daha fazla, beyefendi bilmemizi istemiyor anlaşılan."

O odasına geçerken bende salonda öylece durdum. Demek ki, Çağan gitme planını harekete  geçirmişti. Temelli mi yoksa bir süreliğine mi gidip gitmeyeceği kafamı karıştırırken sıkkın bir nefes verdim. Onun üzülmesini hiç istemiyordum.

Kendim odama geçtim. Üstümdeki kıyafetleri çıkarıp pijamalarımı giydikten sonra balkona geçtim, soğuğu içime çekerken dışarıdaki manzarayı izledim bir süre. Ardından balkon kapısını kapayıp yeniden çalışma masama döndüm. Kitaplarımı yerleştirip histoloji ve fizyoloji ağırlıkta olmak üzere ders çalışmaya başladım. Yorgunlukla gözlerimi kapattığımda akşamın çok geç bir saatiydi.

Sabah uyandığımda çalışma masasında uyuduğum için her tarafım tutulmuştu. Boynumu çevirirken bile boynum ağrırken sıcak bir duş alarak kaslarımı gevşetmeye çalıştım ama pek bir işe yaramayınca eczaneye kadar yürüyüp kas gevşetici aldım. Sınavlar bugün daha geç saatte olduğu için eve döndüm ve bizimkiler uyanmadan kahvaltılık bir şeyler hazırlayıp evi toparlayıp temizledim.

Önce Çağan'ı uyandırmaya gittim ama yatağı tamamen topluydu. Odasında da yoktu. Büyük ihtimalle gece eve hiç gelmemişti. Kendisine hızla durumunu soran bir mesaj attım ama cevap gelmedi.

Ardından biraz endişeli Öykü'yü uyandırmaya gittim. Kendisi zaten uyanıktı. Başının altına koyduğu 1700 sayfalık uluslararası hukuk kitabıyla yerde gözleri açık uzanıyordu. Beni görünce doğruldu, gözaltı morlukları dün gece ne kadar boş verdiğini söylese de Çağan'la kavgasına çok taktığını, bu yüzden uyuyamadığını söylüyordu.

"Günaydın. Kahvaltı hazır gel."

"Çağan gece hiç gelmedi, iki kere aradım ikisine de dönüş yapmadı." Boş verememişti. "Sana bir şey söyledi mi ya da ulaştı mı Cemre?"

Olumsuz anlamda başımı salladım.

"Dün sence ben onun üzerine çok mu gittim?"

Olumsuz anlamda başımı salladım.

"O zaman niye telefonlarımı açmıyor?"

"Öykü Çağan zor bir süreçten geçiyor belli ki, lütfen biraz onun yalnız kalmasına izin ver. Bir düşünsün böylelikle. Üzerine gidersen daha da kötü olacak."

Başını salladı. "Haklısın." Duraksadı. "Ama o benim üç yıldır her günümün beraber geçtiği insan, bana böyle davranması benimle sorunlarını paylaşmaması beni üzüyor."

İçim yine ezildi. Her şeyi anlatsam neler olur ihtimali geldi kuruldu yine zihnime. Sustum. Susmak zorundaydım.

"Her neyse, hadi. Kahvaltı yapalım."

Öykü uluslararası hukuk kitabını da alıp kahvaltı masasına otururken Birleşmiş Milletler Sözleşmesini açtı, ben gülümseyerek ona kahve doldurduktan sonra ben o ve Birleşmiş Milletler Sözleşmesi kahvaltımıza devam ettik.

Kahvaltı sonunda ben her şeyi toparlayıp sınav için çıkmak üzereyken Öykü hızla bana doğru geldi. "Akşam attığım konuma gelmeyi unutma, yanında giysi getirmene gerek yok, onlar verecekmiş." Ben başımı salladım.

"O zaman görüşürüz." Beni öptü.

Ona gülümseyip evden çıktıktan sonra kapıda Reha ile karşılaştım. "Selam."

"Senin ne işin var burada?" Şaşkınlıkla irileşen gözlerle ona baktım.

"Ev bakıyordum, zaten sınava gidecektim, geçerken seni alayım dedim."

Kibarlığına gülümsedim. "Çok bekledin mi? Haber verseydin keşke."

"Yok yeni geldim zaten." Yolcu koltuğuna oturup emniyet kemerimi taktıktan sonra o da arabayı çalıştırdı.

"Ee hazır mısın?"

Hevesle başımı salladım. Reha gülümseyip okula geldiğimizde girişte bana başarılar diledi. Ona teşekkür edip okula doğru yürüdüm.

Bugünkü sınav düne göre oldukça zordu. Yine de elimden geleni yapıp tüm soruları çözdükten sonra en sonunda histoloji sorularına denk geldim. Reha soruları sorarken ne kadar zorlayabilirsem o kadar iyi diye düşünmüş olmalıydı büyük ihtimalle. Ben sorulara sorular bana bakarken, aralarda tek tük birkaç soruyu yapabildim. Sınavın bitiminde kitapçığımı gözetmene verirken aynı anda sınavını teslim eden Asl bana döndü. "Histoloji neydi ya öyle? Sınavın ortasında o beyaz ışığı gördüm sandım. Bu ne!"

Dudaklarım üzgünce kıvrıldı.

Diğer birkaç öğrencininde histoloji sorularından bahsettiğini duyarken sadece benim için zor geçmemesine sevinmedim desem yalan olurdu.

Dün sözleştiğimiz üzere kahve içmek için okulun yanındaki kafelerden birine geçtim. Reha da biraz beni beklettikten sonra gelirken gözlerimde sönen ışığı gördü. "Ne oldu? Sınav nasıldı?"

"Ya Reha öyle sorulur mu hiç?

Reha  şaşkınlıkla baktı bana. "Çok kolay bir sınavdı."

Gözlerimi devirdim. "Senin için eminim öyledir."

"Sirkumferensiyal lameller sorusuyla beraber sınavdan koptum."

Reha gamzelerini gösterdi. Biraz alayla "Onu da mı yapamadın?" diye sordu gülerek.

Reha'yla bir kahve içip ona sınavla ilgili hem onun dersinden hem de diğer derslerden sorular sorduktan sonra gözlerim saate takıldı ve vaktin geçtiğini anladım. Reha'ya akşam katılacağım daveti anlatıp ondan ayrıldıktan sonra otobüs durağına doğru yürüdüm. Reha beni bırakmayı teklif etmişti ama ona daha fazla yük olmak istememiştim.

Otobüs uzunca bir süre gelmedi, soğukta ve akşam trafiğinde dolu gelen minübüslerinde durmadan geçmesi iyice sinirimi bozarken en sonunda zorlukla birine sıkıştım ve otobüste insanlara zar zor yapışık gittim. Davet alanına geldiğimde artık otobüsteki havasızlıktan boğulmak üzereydim.

Hızla otobüsten indim, çantamdaki telefon çalınca hızla telefonumu çıkardım, bir kere daha arayanın Öykü olduğunu gördüm. Yol boyunca iki kere mesaj atmıştı, biraz geç kalmıştım ve mesajlarına da otobüsteki sıkış tepişlik yüzünden dönüş yapamamıştım.

Hızla aramasını reddedip mekandan içeriye doğru yöneldim. Malların girişinin yapıldığı kapıdan giriş yaparken göz ucuyla da konuklara özel giriş kapısına baktım.

Konuklar gelmeye başlamıştı, bu geceki davet epey büyüktü, alacağımız para da o denli büyük olacağı için seviniyordum, bu ay sıkışmıştım ve bu miktar iyi gelecekti.  Öykü'nün önceki mesajında belirttiği yere doğru ulaşmak için merdivenleri indim, geniş bir salona geçtiğimde onlarca tek tip giyinmiş çalışan arasından gözlerim Öykü'yü buldu. Onunda gözleri bana çevrilirken "Nihayet," der gibi dudakları kıpırdadı.

Özür diler bakışlarla ona baktım, hızla yanıma geldi. "Cemre nerdesin sen? Hadi, çabuk, şef gelecek birazdan, az öncede ismin okundu, beş dakikaya gelmezse ismi silinir dediler, hadi üstünü giy."

Ona başımı sallarken kolumdan tuttu ve beni arkalardaki bir kapıya götürdü. "Hadi, giyin."

Kapıdan içeri girip ardımdan kapıyı kapadım. İçeride telefonumun ışığında oradaki paketli elbiselerden kendi bedenimi buldum, siyah dizimde biten sade bir elbiseydi, üzerime geçirdim, elbisenin yaka kısmına da verilen kırmızı fuları hızla bağladım. Topuklu ayakkabıyı da ayak tabanlarım daha şimdiden sızlaya sızlaya giydim.

Düz duran saçlarımı kulak arkama itip dışarı çıktığımda Öykü beni kapıda bekliyordu. "Hadi," dedi yine. "Görev bölüştürmesi başladı."

Onun arkasından giderken bir yandanda üstümdeki elbiseyi çekiştiriyordum. "Siz ikiniz ön A kısmına hizmet edeceksiniz," dedi şefimiz listede isimlerimizi bulup yazarken. "Çok dikkat edin, en önemli misafirler orada olacak. Aman ha, isteklerinde en ufak bir gecikme olursa hepimiz topa tutuluruz."

Biz başımızı sallarken "Kokteyllerle başlayın," dedi. "Kanepeler daha sonra. Kanepe tepsilerinin de ayrı ayrı servis sırası var. Yemekleri siz servis etmeyeceksiniz, sıraları bozmayın."

Biz başımızı sallarken "Hadi boş durup aylak aylak başımda dikilmeyin, çalışın" diye kızdı. Bu tavır beni rahatsız ederken mecburen ekmek parası söz konusu olduğu için şefi uyaramadım.

Öykü'yle servis kısmına gidip kokteyl tepsilerini alırken "İlk dört masayı sen, ardındaki dört masayı da ben alayım," dedi. Ona başımı salladım.

Tepsiyi sıkı sıkı tutup merdivenlere ilerledim. Bakışlarımı önümdeki kokteyl bardaklarından ayırmazken kapıdan geçtim ve başımı kaldırıp servisi yapacağım masaya baktım.

Başımı kaldırdığım gibi ilk masa gözüme çarptı. Eliza, Kılıç, Aytekin, daha önce Kuvars'la katıldığımız bir davette karşılaştığımız ve beni ezmekten zerre gocunmayan Bahar Hanım ve eşi Ayhan Bey.

Yumruk yemişim gibi irkildim.

Onları görmeyeli yaklaşık altı ay gibi bir zaman geçmişti. En son bu ekip düğünümün olacağı gün birlikteydi. Ardından intiharıma müdahale edilip ben gözlerimi açtığımda hastane odasında görmüştüm Aytekin, Kılıç ve Eliza'yı.

Onları son görüşümden sonra bir daha ne yanıma gelmişlerdi, ne de arayıp beni sormuşlardı. Eliza'nın karnını tutarak gülümseyen Kılıç'a ve onların mutlu aile tablolarına baktım, sırf onların bebeği huzurla büyüsün diye ben sevdiğim adamın güvenini sonsuza kadar kaybetmiştim.

Aytekin... Çok yakın olmasakta, konuşuyorduk, baş ucumdaydı, bir gün sonra tamamen yok olmuştu.

Ben o hastane odasında, hastane önlüğünden başka giyecek hiçbir şeyim yokken, tamamen terk edilmişken hiçbiri yanımda değildi.

İçime gömdüğüm hayal kırıklarım mezarlarını eşeleyerek çıkmaya çalışırken gözlerimi sımsıkı yumdum. Hayır ben artık bu değildim. Ben herkesin, en gitmem diyenin bile bir noktada gittiğini öğrenmiştim, bu hayal kırıklarım sayesinde güçlüydüm.

Artık ağlayan, kaçan, gözyaşlarıyla ıslanan o kız değildim.

Çenem dikleşti, kirpiklerime kadar bulaşan acıyı sildim. Dimdik yürüdüm.

Beni ilk fark eden Bahar Hanım oldu. Daha önce Kuvars'la katıldığım bir iş yemeğinde örtülü bir şekilde beni küçümsemişti. O zamanlar sadece 'erkek kontenjanından' ona göre oradaydım , başarısız, tek başarısı bir erkeği kendine aşık etmiş, sonra onun parasını yiyen o kız olarak. Benimle zerre ilgilenmemişti, daha henüz üniversite okumadığımı bile öğrenince. Burun kıvırıp Nur'la ilgilenmişti. Kendimi ne kadar kötü hissetmiştim. İntihar kararı almamdan sadece biraz önceydi. Onun tavrı, insanların söyledikleri, aşağılanmak, küçümsenmek, eksik görülmek o zaman beni bitirmişti.

Şimdi fark ediyordum, asıl eksiklik onların kalplerindeydi.

Onlar bu hayata şans faktörüyle elmiş olabilirlerdi ama ben henüz hayatımın başındaydım, beni destekleyen bir aile yoktu, ben şiddetten kurtulmuştum, açık öğretimden liseyi bitirmiştim, tıp kazanmıştım, okulumun parasını yine ben ödüyordum. Ben kendimin mucizesiydim ve hiçte eksik hissetmiyordum artık. İlerlediğim bu yolda, hiçkimseden destek almadan kendi ayaklarımın üzerinde devam ediyordum. Yolum daha uzun ama şimdiden o yolun sonunda artık kazanacaklarımı biliyordum. Ben kendimle gurur duyuyordum.

Dimdik bir şekilde yürüdüm, onlara hizmet edecek olmaktan hiç gocunmadan, bunun da yolumun parçası olduğunu bilerek, hiç eksik hissetmeden.

Masalarına yürürken Bahar Hanım'ın dudakları kımıldadı. Hepsi onun sözü üzerine bakışlarını yüzüme çevirirken yüzümde hiç mimik oynamadı. Aytekin ayağa kalkarken "Cemre," diye sevinçli bir tepki verdi.

Eliza şaşkınlıkla ayağa kalktı. "Cemre!"

Yüzüm buzdan bir heykel gibiyken masalarına ulaştım. Şimdi masadaki herkes ayaklanmıştı, salondaki diğer tüm konukların bakışları üzerimize çevrildi. Herkes bana bakarken "Bu kız Kuvars Demirhan'ı nikah günü bırakan kişi değil mi?" gibi fısıltılar kulaklarıma doldu.

"Cemre!"

Eliza karnını tutarak yanıma geldi.  Onu yakından inceledim. Eliza Demirhan güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemişti, hamileliği dolayısıyla çökük yanakları dolmuştu. Şimdi gözleri ışıl ışıl parlarlarken uzandı ve elimdeki tepsiye rağmen sarıldı bana.

"Cemre seni görmeyeli ne kadar uzun zaman geçti, nasılsın?"

Sarılışına karşılık veremedim. Bu bana dünyanın en samimiyetsiz hareketi gibi geldi. Ellerim sanki buz tutmuş gibiydi. O tüm gülümsemesiyle ayrıldı benden, tepsiyi tutan elim uyuşurken "Burada ne yapıyorsun?" diye sordu.

Salondaki tüm bakışlar şimdi ikimizin üstüne çevrilmişti, herkes dikkatle bizi izlerken donuk bakışlarımı Eliza'ya dikmekle yetindim. O hastanede intiharımdan sonra taburcu edildiğimde üzerimde hastane önlüğünden başka hiçbir şeyimin olmadığı an geldi gözlerimin önüne ve devamında ölüm gibi geçen zaman, yalnızlığım... O da herkes gibi gitmişti benden, üstelik ben onun için tüm hayatımı tehlikeye atmışken. Onca zaman nasıl olduğum umrunda olmamıştı, şimdi mi umrundaydı?

"Ya," dedi dudağını ısırarak olduğu yerde sevinçle kıpırdanırken. "O kadar uzun zaman oldu ki, çok özlemişim seni ben, uzun uzun konuşalım olur mu neler yaptın anlat bana."

Mimiklerim oynamadı. En ihtiyacım olduğu zamanda yanımda yoktu, şimdi de olmasına gerek yoktu. Elime uzandı. Sıcak elleri buz gibi avuçlarıma değdi. "Aslında hakkında bir şeyler biliyor olabilirim," dedi otuz iki dişini de göstererek tebessüm ederken." Çok tebrik ederim."

Tek kaşımı kaldırdım, sorgulayıcı bakışlarımı görünce açıklamak için hareket etti. "Tıp kazanmışsın, abim anlattı..."

Ben şaşkınlıkla irkilirken masadaki diğer hayret eden kişi Bahar Hanım oldu. "İnanamıyorum tıp mı kazandın? Çok tebrik ederim."

Eliza'nın kurduğu cümleyi düşünmemeye çalışarak Bahar Hanım'a döndüm. Eksik gördüğü, küçümsediği kızı göstermek istedim ona. Kimsesiz, konuşma engelli, şiddet mağduru, sınav senesinde iki kez ölüm tehlikesi geçirmiş bu kızı... Onların tüm küçük görmelerine rağmen başarmıştım.

Dudağım yana kıvrıldı ve teşekkür etme samimiyetsizliğinde bulunmak yerine tek kaşımı kaldırıp 'ne sandın' der gibi baktım.

Bahar Hanım tavrım karşısında şaşkına uğrarken tekrar Eliza'ya baktım. Aytekin ve Kılıç arkadan beni kutladılar. Pembe yanakları giderek kızarmıştı. "Gerçekten abim anlatınca nasıl sevindim anlatamam, bunu nasıl istediğini, okumak için neler yaptığını biliyorum. Çok çok tebrik ederim, sana hayranım."

Onun bana sarf ettiği iltifatlara karşı kaşlarımı çatarak cevap verdim. Aklım sadece tüm iltifatları geçip abim anlattı cümlesinde takıldı kaldı.

Altı ay sonra tüm magazin haberlerinden sonra ilk defa o ve bana ait bir cümle duyuyordum. Bu cümle tüylerime kadar ürpermeme neden oldu.

"Kuvars benim tıp kazandığımı nereden biliyor?"

Eliza ellerimi okuduktan sonra yüzü hüzünle gölgelendi. Gözlerimden bakışlarını çevirdi ve kapı tarafına döndü. Yeniden bana döndüğünde gözlerindeki hüzünlü ifade değişime uğramıştı.

"Belki bunu kendisine sormak istersin."

Kendisine sormak?

Şaşkınlık iliklerime kadar yayılan tek duygu olurken döndüğüm yerdeki tüm bakışların kapıya çevrildiğini fark ettim. Bakmak, dönmek istemedim. Gözlerimi sımsıkı yummak istedim ama kaçamadım.

Üst dudağım alt dudağımın üzerine kapanırken düşünmeden, başımı Eliza'dan çevirip refleksle tüm bakışların kaydığı yöne doğru çevirdim.

Kıyamet misali çöken zaman durdu, yanımdaki insanların silüetleri kayboldu, ayağımın altındaki dünya dönmeyi bıraktı, gece bir daha hiç gündüze kavuşmayacakmışçasına her şey dondu. Ben dondum.

Derler ki, insan giderken kendinin bir parçasını bırakır arkasında, bundandır ki tüm gitmeler bir gün dönmek içindir aslında. Derler ki, nereye gidersen git, nereye kaçarsan kaç, en sonunda insan kendini tamamlamak için geri döner.

Doğru mu derler bilmiyorum, daha önce çok kez gitmek istedim ama hiç gitmedim, hiç kaçmadım, gidemedim, kaçamadım; hayatımdaki her sorunla göğüs göğüse çarpıştım. Tam bittim dediğim anda yeniden doğdum, tam ölüyorum dediğim anda kendi yaralarımı kendim sardım. Ruhum delik deşikti, kan revan içindeydim, ellerim titrerdi benim, çok titredi. Yine de savaştım, burdaydım, gitmedim ve savaştım.

Bu hikayede gitmeyi en çok isteyen bendim belki ama hiç gitmedim.

O gitti.

Kirpiklerim kıpırdadı ilk olarak, donan zamanı kırmak isterken. İhtiyaçla gözlerimi kırparken bir saniyelik sığındığım karanlıkta içimin en derinlerine gömdüğüm yenik ben "Allah'ım nolur rüya olsun," diye yakardı. Benden başka kimse duymadı, çünkü çevremdeki herkes bu kızın üstüne toprak atmıştı.

Ne yani her şey bir rüya değil miydi?

Başımla beraber tüm vücudumda döndü aynı yöne. Emin olmak istedim, her şeyin bir rüya olduğundan, gözümü açınca her gece olduğu gibi kaybolacağından. Kaybolmadı. Rüya değildi. Hücrelerimde önce şaşkınlığı, ardından karmaşayı ardından iç savaşı hissettim. Tüm duygularım birbirine girmişken düşünmek çok zordu, saniyenin onda biriyle beynim bir uyanma yaşadı. Benimle beraber salondaki diğer herkesin şaşkınlığını duyumsadım.

Zaman yeniden aktı, sanki hiçbir şey olmuyormuşçasına, dünya dönmeye devam etti, gece gündüz birbiri ardına sıralandı. Her şey aynı düzeninde devam etti ama benim altı aydır ilmek ilmek yeniden kurduğum hayatım başıma yıkıldı.

Tekrar kirpiklerimi kırptım. Her şey gerçekti, salonun ısısı gayet yüksek olmasına rağmen tenime saplanan soğukta, düşüncelerime sızan yeni iltihaplarda.

O buradaydı.

Hücrelerim ayaklandı.

Kuvars Demirhan buradaydı.

Hatırladığımdan daha farklı görünüyordu, yani onu son görüşümden... Üzerinde siyah bir takım elbise vardı, her zamanki pahalı takımlarından biri, ayakkabıları siyahın en güzel tonunda parıldıyordu. Gömleği fildişi kadar beyazdı, ceketinin dış cebinde yine isminin baş harfinin işlendiği mendillerden biri vardı. Pahalı kol düğmeleri, yine dünyaca ünlü bir markanın özel koleksiyon saati... Her zamanki ulaşılmazlığında görünüyordu.

Onu farklı yapan, bütün bunların hiçbiri değildi.

Son zamanlarımızda, daha zayıflamıştı, gözaltlarında halkalar vardı, çoğu zaman uykusuzluktan gözlerine kan sinerdi. Şimdiyse, daha formda görünüyordu, gözaltlarındaki halkalar kaybolmuştu, karaçam ağaçlarının yeşilini taşıyan gözleri soğuktu.

Onunda bakışları tüm salonda gezindi ve en sonunda en uçta ona bakan beni buldu.

Gözleri gözlerime değdiği an, felaketler üzerime çullandı, fırtınalar koptu, bir şehir yıkıldı, bir çocuk kimsesiz kaldı, savaş çıktı, kuraklık başladı, kıtlık oldu, yıllar asırlara döndü, yaşıma yıllar eklendi, tüm dünyanın yükü omzuma kondu sanki. Yaşlandım, tökezledim, yoruldum, yok oldum.

O döndü diye bağırdı tüm hücrelerim. Kuvars Demirhan evine döndü.

O gözler benim gözlerime saplanıp kalınca Reha'nın gözlerini onun gözleriyle nasıl karıştırabildiğimi sorguladım, bu gözlerdeki hareler o kadar belirgindi ki, zaten koyu olan gözlerinin yeşilini saran o daha koyu yeşil hareler... O yeşil rengi, gözlerimden içime akarken yine içimdeki yıkık kız ayağa kalktı, titrek ellerine rağmen mutlu oldu, gülümsedi. Dışımaysa hiçbir duygu yansıtmadım, tüm yüzüm buz kalıbıydı o an, donuk, soğuk, uzak...

Kuvars Demirhan bana doğru ilk adımını attı.

"Ev her zaman dört tarafı duvarlarla çevrili, üzeri çatıyla örtülü yer değildir, ev bazen bir insan, bazense sadece bir ruhtur, sen benim evimsin," demişti aylar öncesinde bir kere o bana.

Kuvars Demirhan bir adım daha attı.

Masasında bulunduğum herkesin benim gibi soluğunu tuttuğunu duydum.

"Gelmesin," diye bağırdı tüm hücrelerim. "Gelmesin."

Bir adım daha...

Adım adım bana doğru geldi. O geldi ve yaşananlarda geri geldi, unutmaya çalıştığım, geceleri hatırlamamak için uyku ilaçlarıyla bastırmak zorunda olduğum tüm dertlerim, sıkıntılarım, tüm yaşanmışlıklarım kapımı çaldı tekrar. O yalnızlığım, intihara beni sürükleyen her bir anı beynime doldu. Her yara izi sızladı.

"Kuvars Bey mi o? Türkiye'de değil zannediyordum." Hemen arkamda birinin sesi kulağıma çalınırken aramızdaki mesafe giderek azaldı. Ruhum şimdi bir uçurumun başındaydı, kollarını iki yana açmış, kendini atmak ve atmamak kararını esen rüzgara bırakmıştı. Rüzgar vücudumu sarsarken dengemi sağlamaya çalışan kollarımda gücünü kaybetti.

Kuvars Demirhan buradaydı.

Ruhum o uçurumdan aşağı yuvarlandı, sulara karıştı, mesafe tükenirken ölen ruhumu kimse görmedi.

Birkaç ay önce neredeyse kocam olacak adam, bir zamanlar en büyük destekçim, en büyük aşkım, hastanede ben ölümün kıyısında çekip giden adam, şimdilerde izi bile kalmayan adam.

Kuvars Demirhan buradaydı.

Ruhumu gömdüler.

Nefesim kesildi, aramızdaki mesafe tamamen kapandığında. Gözlerimiz hiç ayrılmadı, mıh gibi birbirine kitlendi.

Şimdi zaman ölülerin gömülü olduğu bir mezardı. O ölülerden biri Kuvars diğeri de bendim. İkimizin üzerine toprak atılmış, yaşananlar tam anlamıyla bitmişti. Şimdi birbirinin gözlerine bakan iki insan artık farklı kişilerdi. Yeni bir hayatı olan, yeni iki insan...

O değişmişti, ben değişmiştim.

Başımı her zaman olduğu gibi, onun uzun boyundan dolayı kaldırdım, yeşil gözlerindeki soğuk ifade çatlarken göğsü yeni bir nefesle şişti. Sertçe yutkundu, ademelması kendini belli ederken şimdi tüm salon susmuştu, herkesin gözü o ve benim üstümdeydi, sadece arkadan duyulan çello sesi kulaklarıma çalınıyordu.

Dudakları aralandı. Altı ay sonra Kuvars Demirhan ilk defa konuştu benimle. Kulaklarım onu daha iyi duysun diye istemsizce bir adım bende attım. Mesafeler sıfırlanmıştı.

En son konuşmamızda son cümleyi ben kurmuştum "Hoşça kal," diyerek. Şimdi ilk kelimeyi o söyledi, başlangıcı o yaptı. Deprem oldu ve benden başka kimse yıkıntıların altında kalmadı, artık bir enkazdım yeniden.

Dudakları kıvrıldı. Gözümü bile kırpamadım, hiçbir mimik gösteremedim. Konuştu.

"Merhaba güzelim..."

Derler ki, nereye gidersen git, nereye kaçarsan kaç, insan tamamlanmak için evine geri döner, bundandır ki tüm gitmeler bir gün dönmek içindir.

Kuvars Demirhan bu gece evine döndü ama artık onun evi ben değildim.

***

Merhaba güzellerim <3

Şimdi size son bölümden bu yana olan üç gelişmeyi duyurmak istiyorum, ilk olarak Twitter'da #iyikivarsınhikayelerindeyasar diye bir etiket açıldı ve bütün gece bir sürü tweet atıldı, hatta gündeme girdik, ikinci olarak Instagram'da #KuvarsıYedirtmeyiz diye bir etiket açıldı ve eski bölümlerdeki Kuvars sahneleri eklenerek Kuvars'ı getirtmem konusunda manipüle edilmeye çalışıldım,Instagram gruplarında Kuvars gelsin diye yasin okuyandan tut tütsü yakanlara kadar türlü türlü şeyler oldu, onlara değinmiyorum bile, üçüncü ve son olarak hala inanmakta zorluk çekiyorum, Müge Anlı'ya Kuvars'ı bul diye başvurdular. :) Bende en son gelişmeyle beraber baktım iş ciddiye biniyor, Kuvars'ı getireyim dedim. :)

İlk sorum, KUVARS DEMİRHAN'I ÖZLEDİNİZ Mİ?

Benim şu an bu soruyu yazarken bile elim ayağım titriyor şahsen, o kadar özlemişim.

Sizce yeni bölümde Cemre Kuvars'a nasıl davranır?

Cevaplarınızı merakla bekliyorum <3

Yarın LAL yeni bölüm alıntısı Instagram hesabımda yer alıyor olacak <3 Alıntılardan haberdar olmak için takip edebilirsiniz. <3 Instagram: hikayelerindeyasar Twitter: lalmaglup

Twitter'da #kuvarsdemirhan ile yeni bölümle ilgili olabilecekler hakkında görüşlerinizi ya da hissettiklerinizi paylaşırsanız büyük bir mutlulukla okuyacağım. Lütfen paylaşın <3

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum <3 Yeni bölümde görüşmek üzere<3

Continue Reading

You'll Also Like

Haz By 🍀

Romance

89K 1K 12
"Siktir, kırmızı senin rengin." Sütyenimin açıkta bıraktığı göğüslerimi öpmeye başladı. Bir eliyle kalçalarımı sıkıyor diğeriyle de kasıklarımı okşuy...
176K 10.7K 24
Berdel konulu bir GAY hikayesidir. Eşcinsel evliliğin yasal ve normal olduğu bir evrende geçmektedir. •Şiddet, cinsellik ve olumsuz öğeler içermekted...
1M 45K 58
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
872K 53.5K 46
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.