LAL

By hikayelerindeyasar

27.3M 1.3M 1.3M

"Aklım almıyor," diye söylendi kendi kendine, beni aniden kavradığı elimden yeniden kendine çekti ve dudaklar... More

1.BÖLÜM "KUVARS DEMİRHAN"
2.BÖLÜM ''İŞARET DİLİ''
3.BÖLÜM "YEŞEREN UMUTLAR"
4.BÖLÜM "AÇIK ÖĞRETİM"
5.BÖLÜM "ZAMAN"
6.BÖLÜM "AŞK"
7.BÖLÜM "ŞEFKAT"
8.BÖLÜM "TEDAVİ"
9.BÖLÜM "DUDAKLARI DUDAKLARIMDA"
10.BÖLÜM "DELİ"
11.BÖLÜM "İDDİA"
12.BÖLÜM "SADECE SEN."
13.BÖLÜM "YANGIN"
14.BÖLÜM "KAÇAK"
15.BÖLÜM "HASTA"
16.BÖLÜM "UTANÇ"
17.BÖLÜM "BENDEN GİTME"
18.BÖLÜM "ELİZA DEMİRHAN"
19.BÖLÜM "GECE"
20.BÖLÜM "MUTLULUK"
21.BÖLÜM "KAR"
22.BÖLÜM "TUTKU"
23.BÖLÜM "KUZEY IŞIKLARI"
24.BÖLÜM "GİTMEK"
25. BÖLÜM "SEVİLMEK"
26.BÖLÜM "MUCİZE"
27.BÖLÜM "DÖNÜM NOKTASI"
28.BÖLÜM "KAYBETMEK"
29.BÖLÜM "DEĞİŞİM."
30.BÖLÜM "BİRLEŞMEK"
31.BÖLÜM "DAVET"
32.BÖLÜM "ANILAR"
33.BÖLÜM "HAYALKIRIKLIĞI"
34.BÖLÜM "SENİ SEVİYORUM"
35.BÖLÜM "ÖZGÜRLÜK"
36.BÖLÜM "PRAG"
37.BÖLÜM "İLKLER"
38.BÖLÜM "KAZANÇ"
39.BÖLÜM "İNTİKAM"
40.BÖLÜM "BERABERLİK"
41.BÖLÜM "İHALE"
42.BÖLÜM "GİTMELER"
43.BÖLÜM "BENİ BIRAKMA"
44.BÖLÜM "CEMRE ERDEM"
45.BÖLÜM "MÜCADELE"
46.BÖLÜM "BİR KERE DAHA"
47.BÖLÜM "YENİDEN"
48.BÖLÜM "YİĞİT"
49.BÖLÜM "DÜŞMEK"
50. BÖLÜM "KAYBETMEK"
51.BÖLÜM "EVLİLİK"
52.BÖLÜM "HIDIRELLEZ"
53.BÖLÜM "LÂL"
54.BÖLÜM "SINAV"
55.BÖLÜM "KANATLAR"
56.BÖLÜM "AYAĞA KALKMAK"
57.BÖLÜM "İZLER"
58.BÖLÜM "REHA AKAY"
60.BÖLÜM "EV"
61.BÖLÜM "YİRMİ DÖRT"
62.BÖLÜM "GERÇEKLER"
63. BÖLÜM "FIRTINA"
64.BÖLÜM "NUR"
65. BÖLÜM "KARŞILAŞMA"
66.BÖLÜM "KUVARS'IN CEMRESİ"
67.BÖLÜM "CEMRE'NİN KUVARS'I"
68.BÖLÜM "HER ŞEYE RAĞMEN"
69.BÖLÜM "AİLE"
70. BÖLÜM "SÖZ"
71.BÖLÜM "GİDENLER VE KALANLAR"
72.BÖLÜM "LAL MÜCADELELER"
73.BÖLÜM "KALP"
74. BÖLÜM "LAL SEVGİLİM"
LAL KİTAP OLDU!
75.BÖLÜM "AİLE OLMAK"
76.BÖLÜM "GERİ DÖNÜŞLER"
77.BÖLÜM "TEHLİKE"
78.BÖLÜM "ÇAĞAN VE ÖYKÜ"
79.BÖLÜM "ALP"
VEDA "KUVARS DEMİRHAN"

59.BÖLÜM "YENİ BAŞLANGIÇLAR"

166K 12.4K 23.1K
By hikayelerindeyasar

Merhaba, oy vermeyi ve yorum yapmayı lütfen unutmayın, satır içi yorumlarınıza aşığım<3 Sabırsızlıkla onları bekliyorum <3 Ne kadar çok yorum ve yıldız gelirse o kadar motive oluyorum ve daha hızlı yeni bölüm yazıyorum <3


59.BÖLÜM "YENİ BAŞLANGIÇLAR"

Belki de geçmişimizdeki tüm acılara bizi olduğumuz kişi haline getirdiği için şükretmeliyiz...

Belkide canımızı yakan, bizi bitirip tüketen hiçbir şey sebepsiz değildir, her şey kendi içinde bir anlam taşır ve geçmişimiz geleceğimizi inşa eder.

Konuşuyor olsam belki hayata sıkı sıkıya bu denli tutunmazdım, tıp kazanmak için çabalamaz, okumayı hayatımın merkezi haline getirmezdim. Belki ateşlerde yanmam ve hatta  uğradığım şiddet bile hayata karşı dimdik durmamı sağlamıştır, insanların bu denli bencilliği bana da bencil olmayı öğretmiştir.

Artık tamamen hissiz olmayı öğretmiştir hayat bana, kanata kanata da olsa, eski Cemre insanları üzmemek için kendini feda ederdi, şimdiki Cemre ise sadece geçip gidiyor onların yanından, tıpkı ondan geçip gittikleri gibi...

İşte yeni bir sabah, yeni bir başlangıç, hemen yanımda konuşan Öykü'yü dinlerken bile gülümsemekle yetiniyorum. Yeni umutlarım vardı artık ama hayatın bana öğrettikleri de hemen  o umutların ardında beni bekliyordu sanki.

Hayalkırıklığı hayattaki en acı duyguymuş, bunu öğrenmiştim, bunu yaşamamak için kendime çizdiğim duvarları ilk defa fark ediyordum.

"Okullar açılalı haftalar geçti, zaman ne kadar hızlı akıyor değil mi, neredeyse aralık geldi."

Başımı salladım, kasım nasıl geçmişti anlayamamıştım bile, öyle uykum vardı ki gözlerim neredeyse kapanacak gibi oluyordu, Öykü elindeki kahveyi elime tutuşturdu. "Al senin daha çok ihtiyacın var gibi görünüyor."

Minnettar gözlerle ona bakarken Öykü tükenmiş bir ifadeyle bana baktı. "Vizeler geldi çattı, ölmek üzereyim, iki buçuk hafta sınava mı girilir ya?" Hemen yanında Kaan oturuyordu. Kaan gülümseyerek eğildi ve Öykü'nün omzunun üstünü öptü. "Olsun hallederiz bir şekilde."  Son zamanlarda iyice yakınlaşmışlardı.

Öykü yine de mutsuzdu. "Vize sınavları ölüm gibi geçtiğinde göreceğim seni, yemin ederim Cemre böyle bir şey olamaz. Çarşaf kağıt diye bir şey var, A4 kağıdın ağası yani, neredeyse iki A4 kağıt uzunluğunda dört sayfa düşün, Allah sana başka dert vermesin o derece, en son geçen sene uluslararası hukuk sınavında üç çarşaf kağıt dolusu şey yazdım. Toplam yirmi dört sayfa yani. 100 üzerinden 14 aldım."

Kıkırdadım.

"Gülme, bak, insan utanır yirmi dört sayfaya on dört vermeye."

Kaan da güldü. "Sayfa başı bir puan bile etmiyor o ya."

Öykü gözlerini devirdi. "Sen kaç aldın sanki?"

"Sıfır. Ama ben hakkımla, hiç uğraşmadan çarşaf kağıdı görünce gidip sınavı teslim edip çıktım."

Öykü'nün dudakları kıvrıldı. "Keşke bende öyle yapsaymışım, boşu boşuna yazdım o kadar."

"Sen ne yapıyorsun Cemre?" dedi Kaan bana yönelerek. "Sizin sınavlar nasıl oluyor?"

İç geçirdim. "Bizde komite sistemi var, vizelerin birleşmiş hali gibi, iki gün altı oturum şeklinde yapılacak sınavlar. Ama tüm derslerin soruları bir kitapçıkta olacak. Test usulü. Bu hafta sonu sınavlarım var benimde, çalıştım ama bakalım. Yapabilirim umarım."

Öykü söylediklerimi sesli bir şekilde Kaan'a aktardı. Kaan gülümserken bende kahvemden bir yudum aldım. Kaan başını salladı. "Kolay gelsin sana da."

Öykü saatine baktı. Dersleri başlayacaktı, yetişmek için çantasını toplamaya çabalarken bana döndü tekrar. "Ee bu hafta sonu çalışmayacak mısın sen?"

Sıkıntıyla olumsuz anlamda başımı salladım. Kira ödeme günü de yaklaşmıştı hala eksiğim vardı, bankadaki parama da dokunmak istemiyordum. Üstüne kışlık giysiler almam gerekiyordu, Öykü'nün dolabından giyinmeye devam edemezdim.

Öykü başını salladı. "Pazar kaçta bitiyor, akşam çalışalım bari," dedi. "Ona gelebilir misin?"

Kahvemden son yudumu alırken başımı salladım. Gelmeme gibi bir lüksüm yoktu. Öykü gülümsedi. "O zaman evde görüşürüz, akşam yemeğe Reha'yı davet etmeyi unutma. Bir aydır her gün seni evden almaya geliyor, daha yemeğe davet edemedik bile."

Başımı salladım. Kaan'ın kaşları çatıldı. "Benim davetli olmadığım bir yemek mi?"

Çağan için olduğum yerde rahatsız hissederek kıpırdandım. Öykü Çağan'ın duygularından bihaber bir şekilde Kaan'a hayran hayran baktı. "Sensiz olur mu hiç? Akşam sekizde bekliyoruz."

Kaan gülümsedi ve uzanıp Öykü'nün yanağını öptü. Onlar benimle vedalaşıp giderken derin bir nefes verdim ve bakışlarımı oturduğum kafeden görünen deniz manzarasına çevirdim. Gözlerimden uyku akıyordu, son zamanlarda iş tempom azalsada sınavlar için o kadar çok çalışıyordum ki, hiç vaktim kalmıyordu kendime. Birde neredeyse son bir ayda, Reha ile aramda ilginç bir dostluk bağı oluşmuştu.

Ona odasında, bana karşı yaptığı tekliften sonra evet demiştim, yeniden girdiğim bir sürü tahlil, Profesör Doktor Timur Yüce'nin de değerlendirmeleri sonucu yeniden dil terapilerim başlamıştı. Önceki çalışmaları, değerlendirmelerimi söylesemde pisikaytri kurulundan durumumun yeniden psikolojik olduğu ve üstüne gitmem gerektiği sonucu çıkmıştı. Yeniden en baştaydım yani.

Reha dil terapi eğitimi almamasına rağmen, araştırıyor, benimle beraber seanslar yapıyordu, bir dost gibi bana yardımcı oluyordu, bende elimden geldiğince benim hakkımda yazdığı makalesine destek olmaya çalışıyordum. Her akşam hiç aksatmadan kitapçıya geliyordu, yaptığım temizliğe yardım ediyordu, ardından ben bıkıp usanana kadar çalışmamı sağlıyordu. Yanında sessizliğe sığınmadan, istemsizce, anlamsız hecelerin ağzımda çıkmasından utanmamayı öğrenmiştim.

Tüm doktorlar konuşabileceğimi söylerken, daha önceki dil terapistimin çoktan sonuç almalıydık lafı kulaklarımda çınlıyordu. Yine de hayatım yolundaydı, yeni umut tohumları ekilmişti kendi düşünce toprağıma ve yeniden inanmak, yeni başlangıçlara merhaba demek istiyordum.

"Nereye daldın böyle sevgili öğrencim?"

Başımı manzaradan çevirdim ve masamın başında duran Reha'yı gördüm, okulda daha mesafeli olsakta gülümsedim. Bugün gözlüklerini takmıştı, yine saçlarını arkada toplamıştı, her zamankine göre daha sportif görünüyordu.

Masaya doğru eğildi ve önümde duran kendi yazdığım notlarıma baktı. "Sınavlara mı hazırlanıyorsun?"

Başımı salladım.

"Histoloji hocan çok ağır sorular hazırladı, başını kaldırma histoloji kitabından."

Yıkılmış gibi ona baktım. Reha güldü. "Akşam kitapçıda görüşürüz o zaman, ben hastaneye geçiyorum."

Başımı salladım. Bu süre boyunca kendisi de hız kesmeden işaret dili öğrenmeye başlamıştı ve benimle düzenli olarak pratik yapıyordu. "Aslında şey, bizimkiler seni, tabii bende yemeğe davet etmek istiyorduk. Bugün kitapçı işini ertelesek yemeğe gelsen olur mu?"

Reha şaşırarak bana baktı. "Yemek mi? Saat kaçta?"

"Sekizde, yine aynı saatte ve yemekleri ben yapacağım, özel bir isteğin varsa yapabilirim."

Reha'nın dudakları yana kıvrıldı. "Sen yapacaksan o zaman başka. Makarna olsa?"

Güldüm. "Saçmalama."

"Seni çok yormayacak bir şeyler yap bari, kendimi mahçup hissederim."

Olumsuz anlamda başımı salladım. "Sana baklava açmayı planlıyorum."

Reha güldü. "Baklavaysa akan sular durur, hiç hayır demem."

Gülümsedim, akşam sekizde yemeğe gelmesi bakımında anlaştıktan sonra vedalaştık ve o kendi yoluna gitti, ben yeniden ders notlarıma dönerken derin bir nefes verdim.

***

Bütün derslerden sonra hafta sonu yapacağımız sınavla ilgili detaylı bilgileri verirken genetik hocamız, yorgunlukla onu dinleyemediğimi fark ettim ve esneyerek, defteri kapattım. Günü gününe, her gün geceler boyu çalışmıştım. Son bir haftadır çok az uykuyla duruyordum, göz altlarım mosmordu, kapatıcıyı boca etmek zorunda kalmıştım, artık hakkım olanı sınavda almak istiyordum.

Zaten, bence bu işte Reha'nın payı çok büyüktü, artık bütün hocalar beni tanıyordu, bir soru sorulduğunda beni yok saymak yerine tahtaya kaldırıyorlardı ve yazarak cevaplamamı sağlayarak beni teşvik ediyorlardı. Eskisi gibi utanmıyordum, genç sınıf arkadaşlarıma alışmıştım. İlginç bir şekilde onlarla olmayı da seviyordum, dertsiz tasasız, gençlik sorunları beni olduğum andan koparıyordu.

Yine yanımda oturan Aslı ve Buse'ye görüşürüz anlamına gelen işareti yapıp çantamı da toplayarak, dersin bitimiyle beraber kendimi dışarı attım. Hava erken kararıyordu artık, hızla eve gidip yemek yapabilmek adına Öykü'nün gelmesini beklemeden durağa doğru ilerledim. Otobüs gittiğim gibi gelip iş çıkış saati olduğu için cama yapışık bir saat geçirdikten sonra zorlukla otobüsten indim ve eve uğramadan önce kitapçıya ilerledim. Geçen haftanın ücretini alıp işverenlerime gülümseyerek işaret diliyle teşekkür ettikten sonra markete doğru ilerledim.

Hızla yemek için gerekenleri aldım, kasada poşetleyip yüklü bir miktarda para ödedikten sonra marketten ayrıldım. Bu akşamki yemeği ortak mutfak bütçesinden almak istememiştim, çünkü benim için bu bir nevi Reha'ya teşekkür yemeğiydi.

Yeniden karanlık sokağa saptım. Yürürken bir yandan da içimden yemek bitiminden sonra yapacağım ders tekrarında hangi konuları çalışacağımı geçiriyordum.

Ensemde nefes hissettim. Başımı istemsizce gerime çevirdim ama kimseyi göremeyince derin bir nefes vererek yeniden önüme döndüm. Giderek paranoyaklaşıyor muydum ne?

Eve girip henüz Çağan ve Öykü gelmediği için hızla mutfağa geçtim. Aldığım malzemeleri mutfağa yerleştirip hızla en iyi bildiğim birkaç çeşit yemeği yapmaya başladım, bir yandan da çorbayı üzerine verirken tatlı malzemesi almadığımı da yeni fark ettim. Dudağımı ısırdım, tekrar markete gitmeyi düşünürken vazgeçtim, şu an bir tatlı yapacak vaktim de yoktu zaten. Yemeklerin başından da ayrılamayacağım için Öykü'ye mesaj attım, onun mesajı görmesini umarken yeniden yemeklere döndüm.

Misafirlerin gelmesine yakın kapı çaldığında çoktan, fantuni, armutlu roka salatası ve mor pilav hazırlamıştım. Masanın ortasına hazırladığım mezeleri de koyarken, tortillaları unuttuğumu fark edip onları da yerleştirmiş, hala kaynamakta olan yayla çorbasının altını kapamış, kırmızı şarabı da karafa doldurup ve masaya koymuştum.

Çalan kapıya doğru ilerlediğimde üzerimde hala önlük vardı. İlk gelen Çağan'dı. Bütün gün hastanede olduğu için yorgun bakışlarla içeri girdi. "Kusura bakma, anahtarı bulamadım."

Gülümsedim, hiç sorun değildi.

O içeri geçip masayı gördüğünde gözleri şaşkınlıkla irileşti. "Neler yapmışsın sen böyle? Niye zahmet ettin ki bu kadar?"

Gülümsedim. "Öykü akşama Reha'yı yemeğe davet etmemi istedi de, ondan. Misafirlerimiz var yani anlayacağın."

Çağan'ın hızla kaşları çatıldı. "O lavuk niye buraya geliyor ki?"

"Senin Reha'yla alıp veremediğin ne Allah aşkına? Çok iyi biri, bana da çok yardımcı oluyor."

"Ben biliyorum o yardım ayaklarını." Çağan gözlerini devirdi. "Neyse, misafirlerimiz dedin, diğer misafirlerimiz kim?"

Ellerim ağır ağır kalktı, keşke hiç söylemek zorunda olmasaydım. "Kaan'ı da davet etti Öykü."

Çağan'ın yüzüne acı sinerken gözlerindeki ifade beni olduğum yere mıhladı. Canım arkadaşım...

Başını merdivenlere doğru çevirdi. "Neyse ben odama geçeyim, size afiyet olsun. Ben odamda yerim."

Bileğinden tuttum. Bana döndü, elimi çekip işaret diliyle hızla ona karşı çıktım. "Saçmalama."

Çağan acıyla dolu olan gözlerini utançla yere çevirdi. Bu görüntü içimi burktu. "Böylesi daha doğru."

Ardından döndü ve merdivenleri ağır ağır çıkmaya başladı. İçim bulurken burun kemerimi sıktım, moralim çok bozulmuştu. Keşke bu yemek olmasaydı.

Yeniden kapı çalana kadar tüm tadım kaçmış bir şekilde koltuğa oturup gözlerimi boşluğa diktim. Kapıyı tekrar açmam gerektiğinde bu sefer gelen el ele tutuşmuş bir şekilde, bana gülümseyen öykü ve Kaan'dı.

Tüm hissettiklerimi bir kenara atıp içten bir gülümseme yüzüme kondurmaya çalışırken Kaan'ı içeriye buyur ettim ve o salona geçerken, bende Öykü'yü alıp mutfağa geçtim.

"Oha neler hazırlamışsın böyle, ne ara vakit buldun da yaptın? Yemin ederim üç gün mutfağa kendimi kitlesem yine böylesini yapamam."

Ona gülümsedim. "Tatlı al diye mesaj atmıştım almadın mı?"

Öykü cebinden telefonunu çıkardı. "Şarjım bitti, görmedim mesajını, şimdi bir koşu gider alırım."

"Gerek yok artık, sen Kaan'ın yanına geç, ben internetten sipariş veririm."

Öykü bana başını salladı. "Çağan nerede bu arada?"

"Yukarıda, odasında yiyecekmiş." Bir anda söyledim, kendime bile şaşırırken Öykü'nün ağzı açıldı ve geri kapandı.

"Ne? Delirdi mi bu? Ne kadar ayıp, niye böyle bir şey yapıyor şimdi?"

Kelimeler elime kadar geldi ama anlatamadım.

"Neyse," dedi Öykü sinirle. "Sen üstünü değiştir, ben onu ikna edip geliyorum."

O bir hışım çıkıp giderken ne yapacağımı bilemedim, umarım Çağan aralarındaki arkadaşlığı bozacak bir şey söylemezdi ve Öykü de Çağan'ı kıracak bir davranışta bulunmazdı.

Çaresizce iç geçirdim kendi odama geçip defalarca kez giydiğim siyah elbisemi tekrar giydim ve çene altımda biten küt saçlarımı toplayıp sade bir makyaj yaptım. Ayıp olmaması için salona Kaan'ın yanına gelirken Öykü ve arkasında Çağan'ın da merdivenlerden indiğini gördüm.

Öykü gülümsüyordu. Ne yapıp edip onu aşağı inmeye ikna etmiş olmalıydı, ki Çağan'ın onu kırmayı pek sevmediği düşünülürse buna şaşırmıyordum. Çağan tanıdığım en ince ruhlu erkekti ama şu an sadece kendine zarar veriyordu.

"Bakın kimi getirdim," dedi Öykü gülümseyerek Çağan'ın omzunu tuttu.

Çağan bakışlarını Öykü'den çekti ve tokalaşmak için ayağa kalkan Kaan'la el sıkıştı. "Merhaba."

Havada soğuk bir gerginlik eserken Kaan gülümsedi ve Çağan'a göre daha yumuşak bir tonda "Merhaba," dedi.

Çağan geçip tekli koltuğa otururken Öykü'de gülümseyerek Kaan'ın yanına oturdu ve kollarının altına girdi. Çağan bakışlarını kaçırdı.

"Sende otursana, öyle ayakta dikildin kaldın." Öykü bana yönelik konuştuğu sırada kapı tekrar çaldı. Reha gelmiş olmalıydı. Hiç oturma fırsatı bulamadan kapıya doğru ilerledim, kapıyı açtığımda reha elinde şık bir kutuyla duruyordu.

"Merhaba," dedi bana her zamanki samimi gülümsemesiyle. "Biraz geç kaldım, kusura bakma."

"Olur mu geç lütfen."

İçeri girip deri ceketini çıkarıp bana uzattı, ben askılığa asarken tekrar bana döndü ve bende yaptığım işi bitirince ona baktım.

"Ee bana neler hazırladın, baklava açtın diye umuyorum."

Güldüm. "Maalesef, tatlı yapmaya vaktim kalmadı, hatta alamadım bile."

Reha elindeki kutuyu avuçlarıma bıraktı. "Çok iyi o zaman, ben tatlı almıştım."

Mahçup bir ifadeyle gülümsedim. "Niye zahmet ettin?"

Reha içeri geçerken "Ne zahmeti," diye ağzının içinde homurdandı.

O içeri girip bizimkilerle tokalaşırken bende elimdeki 'baklava' kutusunu mutfağa götürdüm.

***

Yemek genel anlamda güzeldi, herkes hazırladıklarımı  çok sevmişti, gelen tepkilerden bunu anlayabiliyordum.

"Ben artık her gün sizdeyim," dedi Kaan gülerek. "Ama hep yemekleri Cemre'nin yapması şartıyla."

Çağan ağzının içinde homurdandı.

Reha Kaan'a katıldı. "Bende öyle, uzun zamandır bu kadar iyi bir yemek yememiştim."

Çağan yine homurdandı.

Ben kaşlarımı çatıp Çağan'a bakarken omuz silkti. Sanırım her ikisini de kovmamak için tüm sabır limitini kullanmaya çalışıyordu.

"Böyle yemekleri hep yapalım, istediğiniz zaman gelin," dedi Öykü. "Hatta haftaya Cemre'nin doğum gününü kutlayacağız, yine bir araya gelelim."

Elimdeki çatalla donakalırken ben, Reha'nın da öksürdüğünü duydum. "Haftaya doğum günün mü?" Direkt bana yönelik konuşurken o, zorlukla başımı salladım.

Doğum günümün yaklaştığını tabii ki biliyordum ama bu kadar az kalmış olmasını ilk defa fark ederken öylece kaldım. Bir hafta sonra yirmi dört mü başlıyordu yani?

"Hangi gün?" Reha bana yönelik konuştu ama benim yerime Öykü cevapladı onu.

"26 Aralık, haftaya cumartesi."

Reha başını salladı. Kaan şimdiden doğum günümü kutlarken ona da gülümsedim ve teşekkür ettim.

Yemekten hemen sonra salonda otururlarken Reha'nın getirdiği tatlıyı ikram ettim, Kaan Öykü'ye yönelik en ufak bir şey söylediğinde Çağan'ın yüzü asılırken hemen yanımda oturan Reha'nın da bunu fark ettiğini anladım. Bana doğru eğildi.

"Çağan'ı sanırım Öykü'ye karşı duyguları var."

Hemen anlamasına şaşırdım. Şaşkınlığıma tepki olarak dudakları kıvrıldı.

"Bakma öyle, aşık bir adam nasıl bakıyor biliyorum."

Öykü tam o sırada Reha'nın benim kulağıma eğilerek bir şey söylediğini fark etti ve ona yönelerek sordu. "Ee Reha, şu ev işini ne yaptın sen? Bulabildin mi?"

Bende ona baktım, bir buçuk aydır ev arıyordu ama sonuç ne olmuştu bilmiyordum.

"Bulamadım," dedi Reha. "Tam istediğim gibi bir yer bulamıyorum bir türlü."

"Aradın mı peki, bizim ev sahibini? En son yan daire için konuşmayı düşünüyordun."

Çağan yerinde doğruldu. Reha umutsuzca konuştu. "Aradım aslında, ev kiralık değilmiş."

Öykü kaşlarını çattı, Çağan'ın ben demiştim diyen bıyık altı gülümsemesini görür gibi oldum. "Kiralık değil miymiş? Neden satılık mıymış?"

"Aslında ben satılık içinde görüşebilirdim ama satılıkta değil dedi direkt."

Çağan'ın gülümsemesi biraz daha derinleşti.

"Ben kalkayım artık," dedi Kaan sohbete girip. "Saat epey geç oldu."

Çağan yine ağzının içinde homurdandı. "İyi olur."

Öykü Kaan'ı geçirirken Reha da ayaklandı. "Hadi Cemre," dedi bana bir anda.

Şaşırarak ona baktım. "Neye hadi?"

"Yemekle kaçamazsın, bugünkü çalışmamızı unuttun mu?"

Bir aydır, hafta içi her akşam yaptığımız dil egzersizlerinden bahsediyordu. Ancak bu akşam saati epey geçmiştik ve yemek, sohbet derken bugün daha fazla bir şey yapmayacağız zannediyordum. Yorulmuştum, sınava çalışmam gerekiyordu, daha buraları toplayıp bulaşıkları yıkamalıydım.

"Ama," dedim. "Böyle evi bırakıp gelemem, hem sana da zahmet olur, bugün çok vaktini almış olacağım."

"O nasıl laf?" Dedi Reha birden. "Ne zahmeti?"

"Aynen öyle," diye atıldı Öykü. "Yemeği sen hazırladın toplaması da bizden. Hadi gidin siz."

"Hadi, itiraz yok."

Onlar beni zorlukla ikna ettikten sonra mecburen Reha'yla beraber kitapçıya geçtik. Neden evde çalışmamıştık bilmiyordum ama kitapçı daha dar bir alan olmasına rağmen daha huzurlu geliyordu.

Her zamanki gibi kitapçıdaki rahat koltuklara oturduk. Reha direkt olarak dün akşam kitapçıda bıraktığımız kağıdı alıp bana verdi.

Kağıtta kaldığımız yerleri tekrar edip dil kaslarını güçlendiren egzersizleri yaptıktan sonra, harfleri çıkarmak için çabalamaya başladım.

"Bunu gerçekten yapmak zorunda mıyız?"

Başını salladı. "Evet sende ne var biliyor musun Cemre, self sobataj."

"Nasıl yani?"

"Kendi kendini sabote ediyorsun, aslında bir nevi konuşmaktan korkuyorsun. Mümkün olduğunca ses çıkarma egzersizleri yapman lazım ama senin dudakların hep ağzından heceler dökülmesin diye birbirine sıkı sıkı kapanmış oluyor. Öyle alışmışsın ki buna, farkında değilsin ama üst dudağın alt dudağını baskılıyor."

Şaşırarak elim dudağıma gitti, gerçekten de öyleydi. Ama konuşmak için çaba gösterdiğimde o kadar anlamsız harfler birbiri ardına dökülüyordu ki, o hecelemelerden utanıyordum. Onun yerine sussam sanki daha iyi olacaktı.

"Bence mümkün olduğunca işaret dilini bile kullanmamalısın. Bak bana, konuşarak anlataya çabala. Bırak heceler istediğin cümleyi çıkarmasın ama sen yine de çabala."

Bunu o kadar bu açıdan düşünmemiştim ki, aslında haklıydı, genel olarak dil kasını güçlendiren egzersizler yapıyordum ama hiç konuşmaya çabalamadığım için bir sonuçta olmuyordu.

"Yeniden başlayalım. Şimdi harfleri söylemek yerine aklından geçen herhangi bir şeyi bana anlatmaya çalış."

Ağzımı açtım. "B-b-b..." Gözlerim utançla yanarken kirpiklerim istemsizce birbiri üstüne örtüldü.

"Hadi aç gözünü, utanmayı bırak, yeniden dene. Sürekli tekrar etmen gerekiyor. Hadi."

Kirpiklerimi araladım ve bakışlarımı ona çevirmek yerine karşıya diktim. "B-a-a... Ab... B-b... A-ab... Bab..."

Küçük bir bebek gibi hissederken Reha'nın eli cesaretlendirmek ister gibi omzuma dokundu.

Yeniden gözlerimi kapadım ve denemeye çabaladım. "Aaa... A... Ba..."

İki saat boyunca Reha hiçbir şeye müdahale etmedi, benim sesimi kullanmamı daha doğrusu kullanamamamı izledikten sonra gözlerinde değişik bir gururla bana baktı.

"Biliyor musun sen konuşacaksın."

Tek kaşımı kaldırıp sorar gibi ona baktı.

"Eski dil terapistin salağın tekiymiş, çocuklarda dil terapilerinde daha erken sonuç alınabilir ama bir yetişkinde bunun bu kadar hızlı olmaması çok doğal. Bence durumun çok iyi, biraz daha pratikle daha da iyi olacak. Tek ihtiyacın mümkün olduğunca konuşmaya çabalamak."

İçimde yeşeren umutla ona bakarken gülümsedim. Ne kadar teşekkür etsem hep az kalacakmış gibi hissediyordum. "Teşekkür ederim."

"Ne demek, benim için bir zevk. Bu arada doğum günün geliyormuş ama Öykü söylemese haberim bile olmayacaktı."

Gülümsedim. "Ben bile bir hafta kaldığını Öykü'den öğrendim desem."

Reha kaşlarını çattı. "Neden ki? Doğum günlerini kutlamaz mısın?"

"Hayır, kutlamam aslında, ilk defa bir önceki yıl kutlamıştım." Zihnime dolan anları bastırmaya çabaladım.

Reha duraladı. "Ciddi olamazsın. Ailen de mi kutlamazdı?" Şaşırarak bana baktı.

Bir an bana pasta yapan yengemi, iyi ki doğdun diyen amcamı, hediye alan Ahmet'i getirdim gözlerimin önüne, ama o kadar komik geldi ki kıkırdadım.

"Hayır, kutlamazlardı."

Reha şaşkınlığını bastırdı. "Kalkalım mı artık geç oldu?"

Reha ayağa kalktı. "Etrafı temizlemeyecek miyiz?"

Kibarlığına gülümsedim ama öyle çok yorulmuştum ki, elimi kaldıracak halim yoktu, sabah erken gelip yapmayı düşünüyordum.

"Bugünlük gerek yok."

"Peki o zaman," dedi Reha benim için kapıyı açarken. Arkasından sokağa çıktım, ben kitapçıyı kilitleyene kadar yüzünde gülümsemeyle beni izledi.

"Bu akşam için teşekkür ederim."

"Asıl ben, bu denli yardımcı olduğun için teşekkür ederim."

Derin bir nefes aldı. "Yarın akşam görüşürüz o zaman yine."

"Görüşürüz."

***

Diğer gün derslerin iptal olduğu haberiyle mutlulukla uyanırken yorgunlukla yatakta gerindim, sabah daha güneş doğmadan gidip kitapçıyı temizlemiş, duş almış geri uyumuştum. Bugünkü planım önce iyi bir kahvaltı yapmak, ardından da kışlık kıyafetler almak için alışveriş yapmak, geri dönüncede yarın başlayan sınavlar için ders çalışmaktı.

Yatağı toplayıp üzerime yine Öykü'den ödünç aldığım kıyafetlerden geçirip içeriye geçtim. Bu alışveriş işi de beni rahatsız ediyordu bir nevi. Zaten kirada zorlanacaktım bu ay, bir de kıyafete para harcarsam nasıl denkleştirecektim bu ayı hiç bilmiyordum, okul paramdan da kullanmak istemiyordum.

"Günaydın," dedi Öykü ben odadan çıkıp kahvaltı masasına oturduğumda. Bugün sıra ondaydı.

"Günaydın, Çağan yok mu?"

"Yok, gitti o, erkenden. Sen niye gitmedin okula?" Hukuk fakültesi sınavların yoğunluğu sebebiyle bir hafta önceden tatil etmişti.

"Ders iptal oldu."

O bana çay koyarken esnedim. "Çok iyi oldu, bende ne zamandır alışverişe gitmek istiyordum, bugün bunu halletmiş olurum."

"Alışveriş mi?" Bana doğru döndü. "Ya sana bir şey soracağım ama kızma."

Kaşımı kaldırıp ona baktım. "Neden eski yaşadığın yerdeki kıyafetlerini gidip getirmiyorsun?"

Şaşırarak ona baktım. "Yani sonuçta senin kıyafetlerin, o adamda İstanbul'da değil. Gidip getir bence, hem boşa masraf yapmamış olursun."

Olduğum yerde kalakalırken ne desem bilemedim. Haklıydı bir nevi, eski yaşantımı o denli unutmak istemiştim ki ardımda bıraktıklarımı hiç düşünmemiştim. O kıyafetlerin parasını ben ödemiştim sonuçta, artı olarak kedim Sarı'yı da çok özlemiştim. Ona ne olmuştu hiçbir fikrim yoktu. İçim sızladı.

"Evet, haklısın," dedim. "Gideyim ben bugün."

Öykü bana başını salladı.

Konuşma burada biterken, öğlene kadar ders çalışıp son tekrarlarımı yaptım. Son zamanlarda o kadar çok çalışmıştım ki, daha fazla çalışmak istemiyordum, kitaplarımı bir kenara koyup üstümü giyindikten sonra kendi kendimi cesaretlendirdim. Parasal olarak sıkışmak yerine bunu yapmak en doğrusuydu, sonuçta daha ne kadar Öykü'nün kıyafetlerini giyecektim ki?

Zekeriyaköy'deki ev yerine Beşiktaş'taki eve gidecektim. En son eşyaların oraya taşındığını ve yerleştirildiğini hatırlıyordum. Durağa yürüyüp ilk gelen otobüse bindikten sonra, akbilimi bastım ve geçip bir koltuğa oturdum. Nedensiz bir şekilde çok heyecanlı hissediyordum.

İstediğim durağa gelince otobüsten indim ve neredeyse iki yıl boyunca her gün adımladığım yolu yürüyüp o yere vardım. Yuvama...

Evin kapısının önünde durdum ve gözlerimi boşluğa diker gibi kapıya çevirdim. Aradan sanki yüzyıllar geçmiş gibi hissediyordum. Asırlarca yaşlanmış, ruhunu kaybetmiş ve yeniden geçmişinde bulmuş gibi.

Bu ev hayatımı değiştiren en büyük dönüm noktalarımdan biriydi. Bu evden ilk içeri girdiğimde amcam hemen yanımdaydı, kalbim korkuyla atıyordu, daha yirmi yaşındaydım. Bu ev öyle büyüktü ki, burada çalışabileceğime inanmıyordum, sanki benim engelimi fark edecekler ve ilk anda kapıya konacaktım. O zaman işte, bambaşka bir hayatım olurdu. Yengem sürekli amcamın aklına girmeye çalışıyor, benden kırk yaş büyük, hasta bir adamla evlenmemi, artık yaşımın geldiğini söylüyordu.

Korkuyla dolduydum, tek isteğim, bu eve kabul edilmek ve artık burada yaşamaktı, başka hiçbir isteğim yoktu. İçimden sadece dualar edip edip duruyordum.

O gün şans yüzüme gülmüştü ve işe alınmıştım. Bu evin daha hayatımı değiştireceğini bilmiyordum o zaman ama daha ilk andan bir şeyler hissetmeye başlamıştım.

Bu evde okuma şansı bulmuştum. Liseye açıktan da olsa devam etmiştim.

Bu evde gerçekten sevmiştim. Bu evde sevildiğimi hissetmiştim.

Bu evde cayır cayır yanmıştım. Ne olursa olsun hayata tutunmaya bu evde başlamıştım.

Bu ev hayatıma yeni bir dönüm noktası açmış, benimde kalbime umut tohumları ekmeye başlamıştı.

Şimdi yeniden buradaydım ve ilk geldiğim gün kalbimde ne taşıyorsam yine o vardı ruhumda, korku, utanç, kararsızlık, dönüp koşma isteği, kendime karşı duyduğum hırs.

Güvenlik görevlileri beni gördüğü gibi birbirlerine bakarlarken tanımaya çalışır gibi gözlerini kıstılar. "Cemre Hanım?" Biri sorar gibi bana dönerken, dönüp kaçmak yerine gözlerimi ona diktim.

"Hoş geldiniz efendim."

Yutkundum, neler gelmiş, geçmişti ve yine bu kapıdaydım işte.

Dış kapının açılması için düğmeye basarken bana döndü tekrar. Hiç sorgulamadı, giremezsin artık burada işin yok, bu eve yabancısın demedi, sadece eliyle içeriyi gösterdi. "İç kapı açık olacak efendim, itseniz yeter. Buyrun."

Başımı sallayıp ağır adımlarla yürürken sanki balçığa basıyor gibiydim. Yavaş yavaş içeri geçtim, arkamdan kapı kapanırken gözlerim geniş bahçeye daldı. Birkaç ay önce, o beni buraya getirdiğinde, yangından sonra restore ettirdiğini söylemişti, nasıl istersem o şekilde düzenlememi. Düğünden bir hafta öncede bütün hazırlıklar bitmişti. O zamandan bu zamana evde hiçbir şey değişmemişti ama bizim hayatlarımız asla geri gelmeyecek şekilde değişmişti.

Derin bir nefes verdim, kalp atışlarım hızlanırken gözlerimi geçmişime dikmekten kaçınarak, iç kapıya doğru ilerledim. Ne kadar hızlı olursam o kadar iyiydi.

Kapıyı ittim, açıldı. Ev bomboştu. Neyi bekliyorsun zaten diye iç geçirerek içeri girdim ve kapıyı ardımdan kapattım.

Tüm eşyaların üzeri örtülmüştü, ev soğuk ve boştu. Eğer düğün olsaydı buraya taşınacaktık, taşınmamıştık, düğün hiç olmamıştı ve bu evde tüm soğukluğuyla bir yuva olmaktan artık çok uzaktı.

Bakışlarım mutfağa takıldı, Merve'yi hatırladım, tekrar içim sızlar gibi oldu. Neler yaşanmış ve bitmişti gerçekten, şimdi sanki bütün hatıralar çok uzak gibi geliyordu. Bunları ben mi yaşamıştım? Bunca şey yaşanıp bitmiş miydi?

Yürüdüm ve hızla merdivenleri çıktım, çalışma odası kısımlarını geçip yatak odasına geldim. Ellerim ilk defa titredi.

Düşünme.

Kapıyı açtım ve girdim, geniş yatak gözüme takılan ilk şey olurken bakışlarımı yeniden kaçırdım. Kapıyı ardımdan kapadım. Titrek adımlarla yürüyüp giysi odasının olduğu kısma geçtim.

Gardırobu açtım ve ütülü bir şekilde hala askıda bekleyen kıyafetlerimi gördüm. Bunlar için ne çok kavga etmiştim halbuki, şimdi kullandığım sahiplik eki beni tebessüm ettirdi. Tebessümüm dudaklarımda takılı kaldı, elbiselerimin hemen yanında Kuvars'ın giysileri vardı.

Sanki zaman kıyamet misali üstümüze çökmemiş, bunca şey yaşanmamış gibi... Sanki her şey o andan itibaren akmaya devam edecek, biz bu evde hemen 'bütün yaşananlardan' uyanıp yaşamaya devam edecekmişiz gibi...

Zorlukla yutkunarak birkaç elbisemi, kazaklarımı dolaptan aldım ve sırt çantama neredeyse sıkıştırırcasına yerleştirdim.

Olanaksızdı artık beynimde gezinen tüm düşünceler. Onun yeni biriyle yeni bir hayatı vardı, benimse yoluma bakmam gerekiyordu.

Mümkün olduğunca hızlı bir şekilde eşyalarımı yerleştirip odadan dışarı kendimi attım. Kapıyı arkamdan kapamayı bile unutup dış kapıya yürümeye çalışırken eve bakmaya devam edemedim.

Dedim ya, olanaksızdı.

Derin bir nefes verip hızla kapı kolunu tutup indirdim, dışarı çıkıp nefes almayı beklerken en olmadık, en olmasını beklemediğim kişiyle göz göze geldik.

Nur hemen karşımdaydı. Onun neden, nasıl burada olduğunu anlamadan soru işaretleriyle bakan gözlerim hızla onun arkasına çevrildi ama tekti.

"Senin ne işin var burada?"

Sırt çantam katlarca ağırlaşırken başımı kaldırdım ve onu süzdüm, üzerinde sade, siyah bir elbise vardı, saçları iri dalgalar halinde dökülüyordu, turkuaz gözleri beni kadrajına almışçasına nefretle doluydu.

Ona karşı ilk zamandan beri olan hislerimde hiç yanılmamıştım. En başından beri düşündüklerim doğru çıkmıştı ve o artık, benim içinde asla olamayacağım bir hayatın parçası ve öznesiydi.

Sırt çantamı omuzlarıma geçirdim, gözlerim isemsizce kısılırken ellerim hızla hareket etti. "Seni ilgilendirmez."

"Nasıl beni ilgilendirmez?" Nur'un gözleri hiddetle büyüdü. "Hala bir şeyler beklediğin için mi buradasın, gerçekten bu kapıdan medet mi umuyorsun artık?"

Nefret gözbebeklerime kadar sindi. "Hatırladığımdan daha da çirkinsin." Fiziksel bir güzellikten bahsetmiyordum.

Yanından geçip gitmek için harekete geçtim, daha fazla ona tahammül etmek istemiyordum, dişlerimi sıkarken daha fazla kalırsam elimden bir kaza çıkacağını hissediyordum.

Ona doğru döndüm, yüzlerimiz yakındı, bileğimi bıraktı.Yüzünde aşina olduğum o gülümseme vardı, alev alev yanan gözleri gözlerime korkusuzca baktı. İstemsizce aynı şekilde cevap verdiğimi fark ettim, başım dimdikti.

"Ne var biliyor musun, buraya neden geldiğini biliyorum ama sen, onu nasıl yaraladığını bilmiyorsun, nasıl kanattığını, nasıl mahvettiğini bilmiyorsun. Yaşananlar hakkında en ufak bir fikrin yok."

Nur bana doğru bir adım attı, aramızdaki mesafe iyice tükendi, dudakları nefretle kıvrıldı. "Ama bütün bunlar yaşanırken yanında ben vardım, sadece ben. O yaraların üzerinden dudaklarım geçti... Ben iyileştirdim onu, şimdi sen sadece bir hiçsin. Hiç..."

Sanki biri göğüs kafesime tekme atmış gibi irkildim. Olduğum yerde sıçradım ve bir adım geriledim.

Zaman akmayı bırakmıştı, kirpiklerimi bile kırpamadım.

Hayır!

Evet...

Gece gündüz, cennet ve cehennem, ak ve kara, kazanmak ve kaybetmek, aşk ve nefret; sanki bütün karşıtlıklar ruhumda birikmişti. Bir yanım hayır derken diğer yanım evet diye bağırıyordu. Bu çığlık hayatım boyunca ait olduğum sessizliğin üzerini yırtıyor, beni kozamdan dışarı itiyordu. Aşk ve nefret şimdi yan yanaydı.

Artık içimde tamiri mümkün olmayan duygular kırılıyor, o tamamen bitiyordu.

Bitmek... Evet artık her şeyin bittiği noktadaydım. Tam anlamıyla.

Çenemi dikleştirdim, avuçlarımda hissettiğim soğuk tüm ruhuma sindi, yüzümdeki çizgilere kadar yayılırken dudaklarım ruhsuzca büküldü.

Yıkılmadım. Ağlamadım. Güçsüzlük göstermedim, şaşkınlığımı da bastırdım.

"Demek öyle..." Ruhsuz bir kahkaha dudaklarımdan döküldü, ses o kadar yabancıydı ki ben bile tanıyamadım. Eski Cemre gözyaşlarıyla kaçardı, yeni Cemre gözünü bile kırpmadı. Beni değiştirmişlerdi. Beni her savaşında silahını bırakıp muharebeyi terk eden o askerden, teslim olmamaya yemin etmiş bir komutana dönüştürmüşlerdi.

"Ve sen bunu gururla anlatıyorsun öyle mi Nur?" Yine güldüm, kendi içimdeki can kırıklarının zerresini dışıma yansıtmadım. "Söylesene başkasına aşık bir adamın yanındayken, yine başka bir kadının bıraktığı yaraları sarmaya çalışırken hiç utanmadın mı?"

Dudağımı büktüm yine. "Ben senin yerine de utandım şu an..."

Nur geriledi, bu sefer gerilme sırası ondaydı, üstten bir ifadeyle ona baktım, dudaklarım ona acırcasına yana kıvrıldı. "Yazık. Çok yazık, kendini bu durumda düşürme ne olursa olsun..."

Onun ağzı açıldı ama hemen gerisin geri kapandı, diyecek bir şey bulamadığını anlarken döndüm ve dış kapıya doğru yürüdüm.

Onu ardımda bırakırken hızla yüzümdeki kaskatı ifade çözüldü. Bastıramadığım duygular tüm yüzüme yayılırken yürüdüm ve dış kapıdan da çıktım.

İçimdeki kırıklar ruhuma batarken kollarımı kendime sardım ve deniz esintisi üşümeme neden olurken karşıdan karşıya geçip boş bakışlarımı denize çevirdim. İçimde fırtınalar kopuyor, dalgalarım kıyılarımı dövüyordu sanki. Tsunami dalgalarının arasında ruhum mücadele veriyordu ve savaşı kaybetmemeye çalışıyordu ama kedime itiraf etmem gereken konu şuydu ki çokta savaşı kaybetmiştim.

İşte gözümle görmüş, kulağımla duymuştum. Artık malumun ilanı bir kere daha olurken banka oturdum ve dizlerimi karnıma çektim.

Artık bitmişti, artık onun yeni başlangıçları vardı.

Bir haberden duymakla, bizzat görmek ne kadar farklıydı, farklı hissettiriyordu. İçimdeki ona dair hissettiğim tüm umutları öldürürken ait olduğum hislerimi kuruttum.

Hava kararana kadar öylece oturdum kaldım o bankta, yanımdan insanlar, aileler, sevgililer geçti, birbirlerine sarıldılar, mutlu bir şekilde gülümsediler. Ruhsuz ruhsuz izledim onları. Ruhumda iltihaplar vardı, iyileşmek için ruhsuzlaştım.

Artık benimde yeni başlangıçlarımın olması gerekiyordu, onu düşünmemeliydim, ona ait olan her şey silinip gitmeliydi, bitmeliydi tamamen.

O an anladım, hayattaki en büyük acı ağlayarak, bağırarak, haykırıp isyan ederek ifade edilmiyormuş; en büyük acı sessizce içine gömmekmiş.

Ne kadar acısada bitirdim her şeyi, sessizce gömdüm içeri. Bir daha onu düşünmek bile yasaktı. O hiç olmamış gibi var olmaya devam edecektim.

Ay ışığı denize vurunca ayağa kalktım en nihayetinde. Sanki buradan hızlıca ayrılmak ve her şeyi ardımda bırakmak ister gibi yürümeye başladım.

Çalan telefonun sesiyle irkilirken alışkın olduğum sessizlik bölündü. Telefonu elime aldım. Reha arıyordu. On tane mesaj atmıştı,

Şu an için onunla hiç konuşmak istemesemde saate baktım ve kitapçıya geç kaldığımı fark ettim. Reha önceden gelmiş olmalıydı ve beni bulamayınca önde mesaj atmış sonra da ben duymadığım için aramaya karar vermişti herhalde.

Aramayı reddedip mesajlar kısmına girdim.

"Reha kusura bakma, Beşiktaştayım, hemen geliyorum."

Bir taksi durdurup binerken bakışlarımı yeniden manzaraya çevirdim. Yol bittiğinde hala o kadar farkında değildim ki, taksici beni uyarmak zorunda kaldı. Cüzdanımdan taksimetrede yazan ücreti uzattıktan sonra taksiden indim ve kitapçının önünde, elleri cebinde beni bekleyen Reha'ya doğru yürüdüm.

"Kusura bakma, saatin ne ara bu kadar geçtiğini fark edememişim, çok üzgünüm."

Reha hızla "Sorun değil," dedi. "Ben erken geldim zaten." Duraksadı. "Sen iyi misin?"

Başımı salladım. "İyiyim."

"Sen niye kitapçıya geçmedin ki?" diye sordum hızla. Bir aydır her gün kitapçıya gelmeye başladığında, onun içinde bir anahtar yaptırmıştım ve kapıda kalmaması için vermiştim.

"Seni bekledim." Ellerini cebine koydu, ben kapıya doğru ilerlerken önüme geçti ve beni durdurdu. "Giremezsin."

Kaşlarımı çattım ve onun gözlerinin içine baktım. Gözlerinde muzip parıltılar vardı. Elini ensesine attı.

"Ben bir şey yaptım ama beğenir misin bilemedim. Aslında daha bir hafta var ama dayanamadım. Umarım seversin."

Şaşkınlıkla ona baktım. Hiçbir şey anlamamıştım. Ne yapmıştı ki? "Ne yaptın ki?" diye sordum.

Reha elini uzattı ve elimi onun eline bıraktım.

Döndü ve hala önümü kapatırken kapıyı açtı, ardından içeri girmemizi sağlayana kadar tuttuğu elimden içeri çekti beni. Hala etrafı göremezken önümden çekildi. Şaşkınlıkla etrafa bakakaldım.

Işık yanmıyordu ama küçük küçük mumlar etraftaydı, tek aydınlık kaynağı onlar olurken masanın hemen üzerindeki pastayı gördüm, onun üzerinde tek bir mum vardı ve pastanın üzerinde tek bir yazı vardı. İyi ki doğdun.

Şaşkınlıkla irkildim. "Hadi," dedi Reha tutuğu elimi çekiştirirken. "Mum sönecek, üfle."

Elime pastayı yerleştirirken öylece muma baktım, kaldım.

"Hadi ama ne oldu, böyle, hiç beklediğim tepki değil, dondun kaldın."

Başımı eriyen mumdan kaldırıp ona çevirdim. Ellerim dolu olduğu için konuşamazken bu anın bana hatırlatmaya çalıştıklarını bastırıp minnetle gülümsedim.

"Ha şöyle." Reha mutlulukla gülümsememe karşılık verdi. "İyi ki doğdun Cemre, yeni yaşın sana güzellikler getirsin."

Dudaklarım sessizce kıpırdadı ama o dudaklarımı okudu. "Teşekkür ederim."

"Hadi," dedi. "Mum sönüyor."

Boğazıma bir yumru otururken nefesim takılı kaldı, bakışlarımı ondan kaçırıp pastaya ve muma çevirdim.

Yirmi üç yaşımın başında yaşadığım sahne ne kadar engel olmaya çalışsam da gözlerimin önünde yer aldı. Hayatımın en acı dolu yılıydı, öyle ki yaşamaktan bile vazgeçmiştim.

Ama hayat bana bir öğretmen gibi dersimi vermişti.

Yirmi üç yaşım bana öğrettiğin her şey için teşekkür ederim. Bana dostların, arkadaşların, sevgilerin bir hiç olduğunu öğrettin. Hayatın tek, çıplak gerçeğinin yapyalnız olmak olduğunu öğrendim. Aslolan sadece benim.

Hayatıma, tüm acılarıma teşekkür ederim, bu kadar ağır vurmasaydı her defasında kalkmak için bu kadar azimli olmaz, şimdi dimdik bir şekilde kendi ayaklarımın üzerinde duramaz, hayal kırıklıklarını göğüsleyemezdim.

Geçmişimdeki tüm acılarıma beni olduğum kişi haline getirdiği için şükrediyorum.

Artık düşmenin, hiçliklerin kıyısında yaşamanın değil, savaşmanın, yeni başlangıçlara merhaba demenin zamanı.

Mumu üfledim, hiçbir dilek dilemeden. Yirmi üç, benden çok şey aldın aynı zamanda çok şey verdin. Her şey için teşekkür ederim...

Başımı kaldırdım ve Reha'nın gözlerinin içine baktım, pastayı kenara koydum. "İyi ki girdin hayatıma Reha, iyi ki varsın..."

"Artık hep varım."

Ve Kuvars Demirhan sen de benim için bir hiçsin artık. Hiç... İzin bile kalmadı.

***

Herkese merhaba:)

Öncelikle bu bölüm Nur'u gördük. Nur'un söyledikleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Nur ve Kuvars arasında bir şeyler geçmiş midir?

İkinci olarak Reha'ya dair ne düşünüyorsunuz? Sevdiniz mi? Cemre için yaptıklarına ne diyorsunuz?

Üçüncü olarak, sizce Cemre'de Kuvars'ın izi bile kalmadı mı?

Cevaplarınızı bekliyorum. Yarın yeni bölüm alıntısı Instagram hesabımız üzerinde olacak. Alıntılardan haberdar olmak için takip edebilirsiniz. Instagram: hikayelerindeyasar Twitter: lalmaglup

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın :) Sizi seviyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

924K 55.7K 46
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
544K 4.8K 20
"Bakışlarındaki isteğe daha fazla dayanamadım, ama bakışlarından çok altındaki asıl harikanın ıslak ve muhtaç isteğine dayanamadım." "Konuşmak yerin...
222K 907 36
seks hayatın bir parçası...