LAL

By hikayelerindeyasar

27.3M 1.3M 1.3M

"Aklım almıyor," diye söylendi kendi kendine, beni aniden kavradığı elimden yeniden kendine çekti ve dudaklar... More

1.BÖLÜM "KUVARS DEMİRHAN"
2.BÖLÜM ''İŞARET DİLİ''
3.BÖLÜM "YEŞEREN UMUTLAR"
4.BÖLÜM "AÇIK ÖĞRETİM"
5.BÖLÜM "ZAMAN"
6.BÖLÜM "AŞK"
7.BÖLÜM "ŞEFKAT"
8.BÖLÜM "TEDAVİ"
9.BÖLÜM "DUDAKLARI DUDAKLARIMDA"
10.BÖLÜM "DELİ"
11.BÖLÜM "İDDİA"
12.BÖLÜM "SADECE SEN."
13.BÖLÜM "YANGIN"
14.BÖLÜM "KAÇAK"
15.BÖLÜM "HASTA"
16.BÖLÜM "UTANÇ"
17.BÖLÜM "BENDEN GİTME"
18.BÖLÜM "ELİZA DEMİRHAN"
19.BÖLÜM "GECE"
20.BÖLÜM "MUTLULUK"
21.BÖLÜM "KAR"
22.BÖLÜM "TUTKU"
23.BÖLÜM "KUZEY IŞIKLARI"
24.BÖLÜM "GİTMEK"
25. BÖLÜM "SEVİLMEK"
26.BÖLÜM "MUCİZE"
27.BÖLÜM "DÖNÜM NOKTASI"
28.BÖLÜM "KAYBETMEK"
29.BÖLÜM "DEĞİŞİM."
30.BÖLÜM "BİRLEŞMEK"
31.BÖLÜM "DAVET"
32.BÖLÜM "ANILAR"
33.BÖLÜM "HAYALKIRIKLIĞI"
34.BÖLÜM "SENİ SEVİYORUM"
35.BÖLÜM "ÖZGÜRLÜK"
36.BÖLÜM "PRAG"
37.BÖLÜM "İLKLER"
38.BÖLÜM "KAZANÇ"
39.BÖLÜM "İNTİKAM"
40.BÖLÜM "BERABERLİK"
41.BÖLÜM "İHALE"
42.BÖLÜM "GİTMELER"
43.BÖLÜM "BENİ BIRAKMA"
44.BÖLÜM "CEMRE ERDEM"
45.BÖLÜM "MÜCADELE"
46.BÖLÜM "BİR KERE DAHA"
47.BÖLÜM "YENİDEN"
48.BÖLÜM "YİĞİT"
49.BÖLÜM "DÜŞMEK"
50. BÖLÜM "KAYBETMEK"
51.BÖLÜM "EVLİLİK"
52.BÖLÜM "HIDIRELLEZ"
53.BÖLÜM "LÂL"
54.BÖLÜM "SINAV"
55.BÖLÜM "KANATLAR"
56.BÖLÜM "AYAĞA KALKMAK"
57.BÖLÜM "İZLER"
59.BÖLÜM "YENİ BAŞLANGIÇLAR"
60.BÖLÜM "EV"
61.BÖLÜM "YİRMİ DÖRT"
62.BÖLÜM "GERÇEKLER"
63. BÖLÜM "FIRTINA"
64.BÖLÜM "NUR"
65. BÖLÜM "KARŞILAŞMA"
66.BÖLÜM "KUVARS'IN CEMRESİ"
67.BÖLÜM "CEMRE'NİN KUVARS'I"
68.BÖLÜM "HER ŞEYE RAĞMEN"
69.BÖLÜM "AİLE"
70. BÖLÜM "SÖZ"
71.BÖLÜM "GİDENLER VE KALANLAR"
72.BÖLÜM "LAL MÜCADELELER"
73.BÖLÜM "KALP"
74. BÖLÜM "LAL SEVGİLİM"
LAL KİTAP OLDU!
75.BÖLÜM "AİLE OLMAK"
76.BÖLÜM "GERİ DÖNÜŞLER"
77.BÖLÜM "TEHLİKE"
78.BÖLÜM "ÇAĞAN VE ÖYKÜ"
79.BÖLÜM "ALP"
VEDA "KUVARS DEMİRHAN"

58.BÖLÜM "REHA AKAY"

176K 12.6K 28.4K
By hikayelerindeyasar


Merhaba lütfen aşağıdaki yıldız tuşuna basmayı unutmayın, bölüm hakkında düşüncelerinizi ve yorumlarınızı da bekliyorum <3 Satır içi yorumlarınıza bayılıyorum. Sizi çok özledim yorumlarınızla hasret gidermek istiyorum bolca <3

58.BÖLÜM "REHA AKAY"

Zamanla beraber arkamızda bıraktığımız tüm izler silinse keşke...  Silinse ve gitse, üzerinden yeni insanlar geçse, unutulsa tüm acılarımız, hep iyileşsek... Olmaz mı? Keşke hiç hatırlamasak... Keşke hiç kendini hatırlatmasa bazı anlar... Bazı yara izleri...

Başımı tavandaki çatlaklardan ayırmadan, yer kendini belli eden boya çizgilerini izlemeye başladım, yorgunluktan sızlayan gözlerim kapanmak üzereyken içimdeki boşluğu doldurmak için sadece uyumak istedim. 

Odanın kapısı çaldı ve gözlerimi duvardaki çatlaklardan çekip kapıya çevirdim. Öykü cevap beklemeden içeri girdi ve okuldan gelir gelmez, çantasını bir kenara atıp yatağa geçmiş bana baktı. Bugün direkt okuldan çıktığım gibi kitapçıya geçmemiştim. Reha hocaya- daha doğrusu artık Reha'ya, bu akşam tıp sempozyumuna gitmek için söz vermiştim.

Kendimi yataktan kaldırabilmek için tüm çabamı harcarken Öykü gülümseyerek bana baktı. "Hadi gel, yemeği yaptım. Akşam yemeği ye, sonra geçersin kitapçıya."

Elim telefonuma gitti ve ana ekrandan saatin kaç olduğuna baktım. Reha'ya buranın adresini vermiştim, kapının önünde buluşacaktık. Saat epey ilerlemişti ve ben okuldan geldikten sonra hazırlanamamıştım bile.

"Yok," dedim hızla. "Ben bugün tıp sempozyumuna gideceğim, hani sana bahsetmiştim ya, Reha ile."

Öykü'nün gözleri şaşkınlıkla büyüdü. "Bütün sınıf mı gidiyorsunuz, anlamadım."

Olumsuz anlamda salladım başımı, dün gece evde geldiğimde keyfim o kadar yoktu ki, oturup Reha'nın bana sunduğu teklifi anlatamamıştım bile Öykü'ye.

"Hayır sadece o ve ben." Oflayarak ayağa kalktım. "Daha hazırlanamadım bile. Birazdan gelir."

Öykü iyice şaşırdı. "Nasıl yani, buraya mı geliyor birde?"

Başımı salladım. Öykü ağzı açık bana baktı. "Dün bir bugün iki. Neler oluyor bakayım sizin aranızda."

Omuz silkerken gardırobumun karşısına geçtim ve siyah tayt ve siyah tişörtümü çıkardım. "Bir şey olduğu yok," dedim ağır ağır ellerimi kullanarak. "Adam öğretmenim sonuçta."

"İyi de neden seni davet etti ve neden direkt sempozyumda buluşmak yerine seni almak için buraya geliyor?"

Aynanın karşısına geçip saçlarımı tararken yine bilmiyorum anlamında omuz silktim. "Dün tesadüfen bizim kitapçıya geldi, bende çok ıslanınca yardımcı oldum, o da bana katıldığı tıp sempozyumuna gelmek isteyip istemediğimi söyledi. Bende tıpla ilgili olan her şeyi çok merak ediyorum biliyorsun, o yüzden kabul ettim."

Hala Öykü'nün soru dolu bakışları üstümdeyken ona döndüm ve gülümsedim. "Sempozyumda hemen sahilin orada, kültür merkezinin yanındaymış, o da arabayla geleceği için geçerken bize yakın olduğu için beni almayı teklif sadece."

Öykü anladım der gibi başını salladı. "Peki," dedi. "Daha fazla üstelemiyorum ama gelince her detayı bilmek istiyorum bakalım bu adamın altından neler çıkacak..."

Güldüm. "Sen iyi misin peki?" dedi hemen sonra Öykü. "Hiç uyumamışsın gibi gözaltların mosmor, gözlerinin içine de kan sinmiş."

Gülümsedim. "Çok iyiyim merak etme." Lafı geçiştirdim. "Sence bunlar giymem için uygun mu?"

Öykü yüzünü buruşturarak siyah tayta baktı. "Sence uygun olur mu? Vazgeç artık şu siyah tayttan. Şimdi orada profesörler, tıp dünyasının ünlü isimleri olur, daha formal giyinmen lazım."

Dolabımdaki tek siyah elbiseyi çıkardım. "Bu nasıl?"

"Ee bunu da hep giyiyorsun. Gel benim dolaptan bir şeyler bakalım sana, biraz büyüle oradaki insanları."

Güldüm. "Allah aşkına alt tarafı tıpla ilgili bilgiler alacağım, ne gerek var ki..."

Öykü beni bileğimden tutup çekiştirdi. "Gel bakalım, itiraz kabul etmiyorum."

Bana dizde biten bir etek uzatırken hızla başımı olumsuz anlamda salladım. "Etek olmaz. Etek mümkün değil."

Öykü alt dudağını ısırdı ve kötü kötü bana baktı.

"Etek çok abartı olur, pantolon falan olsa?"

"Tamam," dedi en nihayetinde. "Pantolon olsun. Bak bu pantolon olur sana." Bana dar kalıp, siyah bir pantolon uzattı, pantolonun paçaları uzundu, pantolonu kaldırabilmem içinde bana topuklu ayakkabı uzatırken Öykü, biraz çekinerek baktım ona.

"Ya böyle topuklu ayakkabıya falan gerek var mı ki?"

Öykü gözlerini devirdi. "Tabii ki de var."

"Ama rahat edemem?"

"Ama güzel görünürsün."

Oflayarak topuklu ayakkabıları da aldım. Öykü bana arkasını dönüp pantolon ve topuklu ayakkabıyı giymem için fırsat verdikten hemen sonra, bende ona uyup giydim. Benim giyinmemden emin olduktan sonra "Hah, işte süper oldun," dedi. "Gel bir de üstün için bir şeyler bakalım."

"Bu tam senlik, harika olacaksın." Öykü'nün bana uzattığı sırtı ipli, göğüs dekolteli siyah üste bakarken gözlerim irileşti.

"Bunu asla giymem."

"Asla asla deme." Uzandı ve beni kolumdan tuttu. "Hayır Öykü, alt tarafı tıp kongresi, hayır, çok abartı olacak."

Hiçte olmayacak," dedi Öykü. "Bunun yerine tayt mı giyip gitmek isterdin? İtiraz etme, çok güzel olacaksın."

Öykü'nün zoruyla üstüme giyip onun karşısına geçerken, sırtımı bağlamak için girişti. Aynadan biraz utanarak kendime baktım, hayatı boyunca zayıf olmuş, en son sadece kemikleri kalmış Cemre gitmişti ve son zamanlarda aldığım kilolar nedeniyle göğüslerim ortaya çıkmıştı, neredeyse göğüs dekoltem belli olurken kendi görüntümden biraz utanarak gözlerimi kaçırdım. Öyle ki, Öykü sırtımdaki ipleri bağlarken içine sığmam için çekiştirmek zorunda kalıyordu. İlginç bir şekilde, sade ama şık bir görüntüye sahip oldum.

Öykü uzanıp boynum boş kalmasın diye takı kutusundan seçtiği halka küpelerle, siyah iki kolyeyi bana uzattı. Ben onları takarken de küçük, siyah, lastik tokayla kısa saçlarımı elinden geldiği kadar topladı. Birkaç tel saç yüzüme dökülürken makyaj çantasıyla yanıma geldi, sadece gözaltlarımı kapatıp, ince bir eyeliner çektikten sonra kırmızı ruja uzandı.

"Hayır. O kadar da değil."

Öykü yüzünü buruşturdu. "Ya mızıkçılık yapıyorsun ama. Ya bunu sürmeme izin verirsin ya da o eteği giyersin, sen seç."

Oflayarak ruj sürmesine izin verdim. Öykü gülerek ruju sürdü.

"Tü, tü, tü, maşallah. Ben yaptım diye demiyorum, çok güzel oldun."

Ona gülerek gözlerimi devirdikten hemen sonra bende aynadan kendime baktım. Karşımdaki kız yirmi üç yıllık hayatımda her sabah gördüğüm kıza yabancıydı. Sade ama şıktı, güçlü ve güzel görünüyordu.

Gözlerimi kendimden alamazken Öykü gülümseyerek bana baktı. "Hadi," dedi. "Şu Reha Efendi gelmeden iki lokma bir şey ye de, aç aç gitme."

Gözlerimi kendimden ayırıp güzel hissetmenin verdiği özgüvenle onu takip ettim. Salona geldiğimizde hastaneden geldiği gibi kanepeye uzanıp yorgunlukla uyuyakalmış olan Çağan seslere gözlerini açtı ve gözlerini ovuşturup önce Öykü'ye sonra bana baktı. Dalgın bakışları beni görünce şaşkınlıkla açıldı. İri iri gözleriyle tekrar bana bakarken "Cemre bu sen misin?" diye sordu.

Öykü gülerek mutfağa geçerken Çağan yerinde doğruldu. Hala uyku mahmurluğu üstündeydi. "Kitapçıya giderken neden böyle giyindin ki?" diye soruverdi.

Öykü mutfaktan bağırdı. "Çağan uyanınca ne kadar salak olabiliyorsun? Emizlik yapmak için neden böyle giyinsin, randevusu var bugün!"

Çağan yerinden kalktı. Öykü'nün hakaretini hiçe saydı. "Randevu mu?" dedi şaşkınlıkla.

Öykü'ye gözlerimi devirdim. "Yok öyle bir şey, sadece tıp sempozyumuna gidiyorum."

Çağan daha bir şey diyemeden Öykü atladı mutfaktan. "Hemde randevusu kiminle biliyor musun? Ultra yakışıklı bir asistan gelmiş, Cemre'yi de özel olarak tıp sempozyumuna davet etmiş."

Çağan ağzı açık bana baktı. "Doğru mu bu?"

Olumsuz anlamda başımı salladım, Öykü aşırı romantik ruhlu bir kız olduğu için kendi yorumunu katıyordu.

"Yok öyle bir şey, asistan öğrenci asıl hocamızın yokluğunda derslere giriyor sadece, dünde kendisine bir kitabı bulmasında yardımcı olunca sempozyuma gitmek isteyip istemediğimi sordu. Bende kabul ettim. Hepsi bu kadar, Öykü abartıyor."

Çağan ellerimi okuduktan sonra pek inanmamış gibi gözlerinde hala soru işaretleri gezinirken başını salladı.

"Hadi," dedi o sırada Öykü. "Yemek hazır, gelinde zıkkımlanın."

Gülerek masaya geçerken Çağan homurdandı. "Bu ne güzel bir yemeğe davet şekli."

Öykü tüm çocuksuluğuyla dil çıkardı ona.

"Ee yemekte ne var?" diye sordu ona Çağan.

"Makarna tabii ki."

Öykü tencerenin içinde sos bile katmaya zahmet etmediği makarnayı kaldırıp gösterirken Çağan mutsuzlukla ofladı. "Öğrenciliği dibine kadar yaşıyoruz resmen."

Öykü onun oflamasına çatal atarak karşılık verirken ben gülümseyerek ortadaki salatadan biraz yedim. Makarna benimde iştahımı pek açmamıştı.

"Bu arada," dedi Öykü, Çağan'a hala öfkeli bakışlar atarken. "Cemre bugün olmadığı için seninle ben gidiyoruz kitapçıya."

Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "O neden ki?" diye sordu Çağan Öykü'ye yönelik.

"Cemre o yorgunluğun üzerine bir de kitapçıyı mı temizleyecek. Biz seninle gider, hızlıca bitiririz."

Çağan irkilerek baktı Öykü'ye. "Ben ne anlarım be temizlikten, sen hallediverirsin."

Öykü çatalı ona batıracakmış gibi hareket ederken gülümsedim onlara. "Gerek yok, benim işim çok sürmez, zaten kitapçı temiz sayılır, bir iki saat etrafa çeki düzen verip gelirim, pek yorulmam."

Çağan ve Öykü kaşlarını çatarak bana baktılar. "Yok öyle bir şey, biz hallederiz. Çağan yardım etmezse bende Kaan'ı çağırırım, yine de bitiririz."

Çağan'ın içtiği su boğazında kalırken "Ben yaparım," dedi. "Temizlik bu hayatta en sevdiğim şey."

Pek yemek yemeye fırsat bulamayıp sofrayı toparlamak için Öykü'ye yardım ederken telefonuma Reha'dan aşağıda olduğunu bildiren bir mesaj geldi.

O sırada bulaşıkları yıkamak için lavaboya dizen Öykü "Dur hemen gitme," dedi bana. "Ayıp olacak, buraya kadar gelmiş, bir kahve ikram edelim."

"Emin misin? Ayıp mı olur ki çağırmasam?"

Öykü başını salladı. "Yani buraya kadar gelmiş, hem daha vaktiniz de var, hiç olmazsa bir sor."

Su içmek için mutfağa gelen ve muhabbetimize misafir olan Çağan da başını salladı. "Çağır çağır, bizde görelim şu Reha Beyi. İt midir, kopuk mudur anlayalım."

Öykü kahkaha attı. "Ya sen de okumuş, etmiş doktor adamsın, içindeki bu maçoyu salmanın zamanı gelmedi mi artık."

"Bizde böyle," dedi Çağan omuz silkerken. Onlara gülümseyip Reha'ya, eve gelip bir kahve içmek isteyip istemediğini soran bir mesaj gönderdim.

O sırada kapıya doğru ilerlerken Öykü bana bir ceket uzattı ve kendi çantama da sempozyumdan not alabilmek için bir defter yerleştirdim. O sırada Reha mesajıma kapı numarasını soran bir dönüş yaptı. Ona kaçıncı kat olduğunu ve kapı numarasını yazdıktan hemen sonra mutfağa geçtik. Öykü sütlü filtre kahve yapmak için harekete geçerken Çağan da "Gelsin bakalım Reha Efendi," diyerek koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı.

Onların telaşına gülümsedim, Reha ile aramızda bir şeyler olduğunu düşünüp bu şekilde davranıyorlardı sanırım, ama öyle bir durumun olması  olanaksızdı. O benim öğretmenimdi, öğretmenim olmasa bile...

Düşüncelerimin odağı yine bende kalan yara izine geldiğinde bakışlarım dalgınlaştı ve hızla düşünmeyi bıraktım.

Çok geçmeden çalan kapıyla beraber mutfaktan salona geçerken Çağan da koltuktan kalktı ve benimle beraber kapıya doğru geldi. Ben kapıyı açtığım sırada, kahveleri yapan Öykü de yanımıza doğru ilerledi.

Reha, daha şimdiden tanıdık gelen sıcak gülümsemesiyle bize bakarken içeri girmesini işaret ettim. O içeri girdikten sonra, tokalaşmak için elini Çağan'a uzattı. Çağan her zamanki samimiyeti yerine soğuk bir ifadeyle, kendini tanıttı. "Çağan, Cemre'nin ev arkadaşıyım."

"Memnun oldum, ben de Reha."

O sırada Öykü hızla ona doğru uzanırken samimiyetle konuştu. "Bende Öykü. Cemre'nin diğer ev arkadaşıyım."

Reha Öykü'nün tepesindeki kuş yuvasını andıran topuzuna gülümseyerek bakıp elini sıktı. Ardından bakışları bana çevrildi, beni genelde pantolon ve tişörtle görmeye alışkın olduğu için  görüntüme şaşırırken utandığımı hissettim.

"Güzel görünüyorsun," dedi Reha, gözleri hala üstümdeyken.

Ben ona teşekkür amaçlı gülümserken hemen yanımdaki Çağan uyarıcı bir tonda öksürdü. Ben ona şaşkınlıkla bakarken Reha'nın bakışları da kendisine döndü.

"İçeri geçelim istersen, kapıda kaldın."

Reha başını sallayıp içeri geçerken bizde onu takip ettik ve salona geçtik. "Bu yağlı boya tabloları kimin? Çok güzelmiş," dedi Reha salondaki tabloları gördüğü gibi.

Öykü'nün direkt olarak ona olumlu anlamda puan vermesine neden olurken "Benim," dedi Öykü.

"Hepsi çok güzel gerçekten," dedi Reha terbiyeli bir gülümsemeyle. "Çok yeteneklisin."

Öykü gülümsedi. "Teşekkür ederim."

"Daha çok var mı bunlardan?"

"O kadar çok var ki artık duvarların hepsi doldu, asacak yer bulamıyoruz." Reha gülümsedi.

"Bana verebilirsin, benim duvarlar da aksine bir o kadar boş."

Öykü sevinçle yerinde zıpladı. "Tabii ki veririm, bu arada ben kahvelerimizi getireyim."

Çağan Öykü'nün sevincinin aksine, Reha'ya kötücül bakışlarla bakarken Reha bu bakışlara aynı şekilde karşılık vermek yerine konu açmaya girişti. "Sen neler yapıyorsun? Cemre aslında biraz bahsetmişti ama."

"Üniversitenin hastanesindeyim," dedi Çağan. "İntörn doktorum."

Reha gülümsedi. "Güzel."

"Sende anladığım kadarıyla Cemre'nin öğretmenisin, Cemre tabii hiç bahsetmediği için soruyorum."

Reha Çağan'ın imasına sadece başını salladı. "Geçici bir süreliğine," dedi. "Dersin asıl hocası gidince onun yerine ben geldim."

Çağan gülümsedi. "Gidicisin yani?"

"Yok ya buralardayım, hatta bu yakınlarda ev bakıyorum. Malum hastaneye yakın ev tutmak önemli."

Çağan bir yorum yapmadı. Reha devam etti. "Hatta apartmana girerken, kiralık ev ilanı gördüm. Yan daire için sanırım. Orayı arayabilirim, ne dersiniz? Önerir misiniz?"

Reha'nın bakışları bana dönerken tam başımı sallamak üzereydim ki kahveleri getiren Öykü içeri girdi. "Ne önerisi?"

"Yan daire," dedi. "Kiralıkmış, bende taşınmayı düşünüyordum, orayı önerir misiniz diyordum."

Çağan yerinde dikleşti. "Önermeyiz, bizde buradan taşınmayı düşünüyoruz. Apartmandan pek memnun değiliz."

Öykü ağzı açık bir şekilde Çağan'a baktı. "Bunu ne zaman düşündük acaba?"

Bende aynı şaşkınlıkla Çağan'a baktım ama Çağan umursamazca omuz silkti.

"Olsun ben yine de bir ev sahibiyle konuşayım."

"Bence de konuş," dedi Öykü. "Ben şahsen seviyorum burayı, merkezi bir konumu var, tamam okula çok yakın değil ama her şey ayaklarımızın altında."

Reha olumlu anlamda başını salladı. "Evet ben konuşayım ev sahibiyle."

Çağan güldü. Hepimiz ona doğru dönerken gülümsemesi derinleşti. "Tabii konuş ev sahibiyle ama vereceğini pek zannetmiyorum." Sanki kendi bildiği bir espriye gülerken bende onun bu tavırlarına anlam veremedim.

Tamam Reha'yı sevmemiş olabilirdi ama bu ev mevzusuna neden bir anda böyle karşı çıkmıştı ki? Hem bu imalar da neydi?

Elimdeki telefondan işaret dili bimediği için Reha'ya mesaj attım. 'Kalkalım mı?'

Reha kahvesinden son bir yudum alıp ayağa kalktı. Çağan ve Öykü'yle tokalaştıktan sonra "Tanıştığıma memnun oldum," dedi.

"Bizde öyle," dedi Öykü. Çağan bir yorum yapmadı.

Öykü devam etti. "Müsait olduğun bir zamanda yemeğe de bekliyoruz seni, Cemre çok güzel yemek yapar."

Reha şaşkınlıkla bana döndü. "Gerçekten mi?"

Benim yerime Öykü cevapladı. "Keskinlikle, parmaklarını yersin, mutlaka bir gün gel. Olmadı bugün böyle."

"Tabii," dedi Reha. "Gelirim."

Onunla beraber evden çıktık ve sessizce merdivenleri indik. Benim için arabanın kapısını açarken tekrar "Bugün çok güzelsin," dedi ve ona utançla karışık tebessüm ettim. Arabaya bindikten sonra benim için kapıyı kapattı ve kendi şoför koltuğuna geçti.

Aramızda sessizlik asılı kalmıştı sanki. Daha yeni yeni tanımaya başladığım biriydi Reha ve yalnızca histoloji derslerime giren bir asistan öğrenciydi. Ne desem ne yapsam pek bilemiyordum, kendimi daha iyi hissetmek için bana biraz sempozyum hakkında bilgi vermesini istiyordum ama Reha bunu yapmadı. Onun yerine benimle ilgili konular açtı.

"Ev arkadaşlarınla ne zamandır berabersiniz?"

Parmaklarımla dört rakamını gösterdim, neredeyse dört aydır bu evde yaşıyordum.

"Seni bayağı seviyorlar," dedi. Başımı salladım Bende onları seviyordum, en dibe vurduğumda sevgiyi bana hissettiren yegane iki insandı.

Bilmiyorum, hayatın tek yönü yoktu, hayat hep düz bir çizgide ilerlemiyordu aslında. İnişler ve kalkışlar vardı. Gelişler olduğu gibi gidişler de bizim bir parçamızdı. Ne kadar acıtsa da bir gün bir noktada, en gitmez sandıklarımız bile gidiyordu bizden. Belki bir gün Çağan ve Öykü de giderdi benden... Ama önemli değildi, önemli olan insanlar gidene kadar ne yaşadığımızdı. Önemli olan 'an'lardı, anılardı...

Sessizce bakışlarımı yola çevirdim, Reha da bir yorum yapmadı. Onunla beraber sempozyumun yapılacağı mekana geldiğimizde, öncelikle valeye arabasını verdi, hemen ardından belimden tuttu ve içeriye geçtik. Ceketimi vestiyere bıraktıktan sonra, Reha ismini söyledi ve birlikte salona girdik.

Salon kocamandı, tıp dünyasının önemli isimleri kokteyl masalarının etrafında durmuşlar ve tıp dünyasındaki yeniliklerden ve yapay zekanın tıp dünyasında yaratacağı etkilerden bahsediyorlar, fikir alışverişlerinde bulunuyorlardı.

Yutkunarak isimlerini pek bilmediğim ama Türkiye'de tıp konusunda çığır açmış konuklara baktım. Burada olduğum için öyle mutluydum ki, yanımda duran Reha'ya bir kere daha teşekkür etmek istedim.

"Şöyle geçelim," dedi Reha beni belimden tutarken. Ona ayak uydururken altmışların sonunda olduğunu tahmin ettiğim bir profesörün yanına doğru geçtik, profesör Reha ve beni gördüğü gibi gülümseyerek gözlüklerini taktı ve bize baktı.

"Reha oğlum, seni görmek ne hoş."

"Hocam, sizin konuşmanızı kaçıramazdım." Reha büyük bir sevgiyle profesöre sarılırken bende yanlarında dururken gülümseyerek onlara baktım.

Reha ve profesör ayrıldıklarında hemen ardından profesör elini bana uzattı. "Küçük hanım bendeniz profesör doktor Timur Yüce."

Ben elini sıkarken Reha'ya döndüm. Reha benim yerime söz aldı. "Kendisi de Cemre."

Profesör benim konuşmama bir yorum yapmazken dudakları tebessümünü bozmadı. "Bu oğlanı dize getiren bir kız çıktı demek."

Kaşlarım çatılırken Reha araya girdi. "Hayır hocam, Cemre yalnızca bir öğrencim."

Profesör umduğunu bulamamış gibi dalgalı gözlerle Reha'ya baktı. "Ha, öyle mi? Anladım. Sen kendin bile uğramazdın buralara ne zamandır öğrencilerini sempozyumlara getiriyorsun?"

Reha ne diyeceğini bilemezken Timur hocanın yanına gelen bir başka profesörle aralarındaki diyalog son buldu. Gelen profesör şimdi konuşmaların başlayacağını söylerken Reha'da beni o yöne doğru yöneltti.

"Sen o yaşlı kurdun kusuruna bakma." Gülümserken Reha ile beraber konferans salonuna doğru geçtik. Reha ile arkalardan bir yere geçip otururken Timur Yüce konuşmacı olarak sahneye çıktı ve herkese selam verdikten sonra kendi sunusunu anlatmaya başladı. Bende not alabilmek için defterimi çıkarırken Reha güldü.

"Not mu alacaksın?"

Başımı salladım. "Gerçek bir tıp öğrencisi diye buna derim."

Onun dalgasına aldırmadan bende gülerek not tutmaya başladım ama söylenen çoğu Latince sözcüğü kaçırıyor ve pek bir şey anlamıyordum. Benim not tutamadığımı gören Reha gülerek söylenenleri bir kere daha tekrar ediyor ve anlamam için çeviriyordu.

Duyduğum yine bir söz öbeğini anlamazken Reha'ya doğru çevirdim başımı, o gülerek elimdeki kalemi aldı ve deftere Romatoid Artrit yazdı, yine ona şaşkın şaşkın bakarken "Yani romatizma," diye açıkladı.

Dayanamadım ve oturduğumuz sıradaki bakışların bize dönmesine neden olacak şekilde güldüm. "Duyduğu en saçma şey. Bu tıpçılar konuşunca çok havalı görünüyorlar ama aslında yalnızca romatizman var demiş oluyor. Çok saçma."

Reha yazdığım yazıya bakıp benim gibi güldü, ardından göz kırptı ve kulağıma doğru eğildi. "Tespit diye buna derim."

Bende gülümsedim ve tekrar konuşmaya döndüm. İki buçukluk sempozyum boyunca notlar almaya çalışıp bir noktadan sonra Reha benim yerime not alırken "Kötü bir öğrencisin," dedi. Bakışlarımı onun yeşil gözlerine çevirdim. "Hocanı çalıştırıyorsun."

Pek bir şey anlamadığım sempozyumun sonunda Reha sayesinde birkaç önemli tıp profesörüyle tanıştıktan sonra beraber dışarıya çıktık. Hava soğumuştu. "Vaktin var mı?" Dedi Reha yeşil gözlerini üzerime dikerek. "Geç oldu ama dışarıda bir şeyler yiyelim mi? İster misin? Ben bayağı acıktım," dedi.

Bende bugün Öykü'nün makarnası nedeniyle pek bir şey yiyememiştim ve açtım. Son ana kadar evde yersin demeyi düşünürken vazgeçtim ve başımı salladım. Reha gülümsedi.

"O zaman," dedi. "Çok iyi bir köfteci biliyorum, hayatında yiyebileceğin en iyi köfte ekmeği yemeye hazırsan benimle gel."

Gülümsedim ve arabaya binmek yerine onunla yürümeye başladık. Hayatımda yiyebileceğim en iyi köfte ekmek sahilde küçük bir yerdi. Köfteci abi, bize oturmamız için iki iskemle verip bana kaşarlı Reha'ya da acılı köfte yapmak üzere geri küçük mekanına girdi. Ceketimin önündeki dövmeleri denizin üzerimize vuran serin rüzgarı nedeniyle iliklerken Reha'ya döndüm.

"Keşke işaret dili bilseydim," dedi bir anda. Tek kaşımı kaldırdım. "Seninle iletişim kuramıyoruz bu nedenle. Sanırım öğrenmeye hızla başlamam lazım."

Gülümsedim. Bu konuşma geçmiş bir anının kapılarını açarken gözlerimi denize çevirdim. İçinde olduğum an bu kadar gerçekken hiç içine ait hissetmememe ne demeliydi acaba?

"Bugün için çok teşekkür ederim," yazdım telefonumun notlar kısmına. "Çok güzel bir sempozyumdu. Romatizmaya Romatoid Artrit demeyi, Osteoartrit'in de eklem romatizması olduğunu öğrenmiş oldum."

Reha yazdıklarımı okuduğu gibi güldü, yeşil gözlerinde sıcak samimi bir ifade oluştu. "Tıpa hızlı bir giriş yaptın Cemre Erdem."

Bu sefer ben güldüm.

O sırada gelen köfte ekmeklerimizi abi önümüzdeki tahta, küçük, daire şeklinde masaya bıraktı. Bana ayran, Reha'ya kola uzatırken başka bir isteğimiz olmadığını öğrendikten sonra yanımızdan ayrıldı.

Pipeti ayrana batırdıktan sonra ekmek arasından bir ısırık aldım. Reha daha iştahlı bir şekilde ekmek arasını yerken aramızda yine sessizlik oldu, dalgaların kayaları dövüşünün sesi gelirken dolunaya çevirdim başımı.

"Nasıl beğendin mi?" dedi Reha.

Beğendim anlamında başımı salladım. "Söylemiştim," dedi. "Buraya her geldiğimde uğrarım."

Yine ve yine gülümsedim. Reha da bana karşılık olarak gülümsedi.

"Ee tıp fakültesini sevdin mi? Nasıl gidiyor dersler, özellikle histoloji?"

Bu konu daha çok öğretmen öğrenci arasındaki tipik bir sohbet olduğu için daha rahat bir şekilde cevapladım onu.

"Tabii zor biraz, özellikle histoloji dersinin hocası canımızı çıkarıyor ama hallediyorum bir şekilde."

Reha yazdıklarımı okuduktan sonra tek kaşını kaldırarak bana baktı. "Bak sen. Sınavlarda görüşelim Cemre Hanım."

"Korkmalı mıyım hocam?"

"Birazcık korku iyidir."

Korkmuş bir ifadeyle gözlerimi kocaman açtım. Bu ifademle dudakları yana kıvrıldı.

Köfte ekmeklerimizi bitirip çöplerimizi çöp kovasına attıktan sonra birer sıcak çay aldık ve denizi izlemeye başladık.

"İstanbullu musun?" diye sordu Reha ben sessizliğe dalıp gitmişken. Başımı salladım, ardından sorar bakışlarımı ona çevirdim.

"Eskişehirliyim," dedi. "Ailem hala orada," dedi.

Anladım der gibi başımı salladım. "Senin yaşın kaç Cemre?" diye bir anda sordu.

"23 ama aralıkta 24 olacağım."

Başını salladı. "Neden şimdi karar verdin tıp okumaya?"

Derin bir nefes içime çektim. Büyük ihtimalle o, 24 yaşında okuldan mezun olmuştu, bense 24 yaşında fakülteye yeni başlamıştım. Yaşadığım onca şeyden sonra yaşımı pek sorun etmiyordum ama bunu nasıl anlatabileceğimi de pek bilmiyordum.

"Çalışıyordum," dedim hemen sonra. "Açık öğretimden mezun oldum, bu nedenle uzun sürdü."

Yazdıklarımı okuduktan sonra kaşları havalandı, vay canına der gibi bir ifadeyle gözleri parladı. Onu gösterdim. "Sen?"

"26 yaşındayım bende, işte bildiğin gibi doktora yapıyorum. Hiç istemesem de Hakkı Hoca yurtdışına gidip başıma bu dönemlik histoloji derslerini bela etti."

"Neden istemiyorsun?"

"Ben akademisyen olmak istemiyorum, akademik çalışmalar yapmak istiyorum sadece."

Anladım der gibi başımı salladım, ardından bakışlarımı denize çevirdim. "Bir şey daha sorsam?" dedi Reha bir anda.  Bakışlarımı tekrar onun karaçam ağaçlarının rengini taşıyan gözlerine çevirdim.

"Hayatında biri var mı?" Reha soruyu sorduktan sonra duraksadı ve gözlerimin içine baktı.

Yutkundum.

Sanki binlerce parçaya ayrılmışım ve o parçaların üzerine basıp gülümsemeye deva etmek zorundaymışım gibi hissettim. Çünkü devam etmek zorundaydım. Çünkü bunu en iyi ruhu yamalı olan insanlar anlar, parçalanmışlıklarını dikip yola devam etmezsen o yol seni ezip geçiyor bir noktada.

Tekrar sertçe yutkundum. Dün bütün gece Kuvars ve Nur'la ilgili o haberi gördükten sonra düşünmemeye çalışmış, uyumamış, sabah okula koşmuş, yine düşünmemeye çalışmış, akşam eve gelmiş, Reha'yla sempozyuma gelmiş, ve yine düşünmemek için her şeyi yapmıştım. Ama işte şimdi bu noktadaydık ve Reha bana düşünmemek için çabaladığım tek kişiyi hatırlatıyordu.

"Yok." Yazdığım tek kelime titrememe neden olurken gözlerimin önünden akıp geçti zaman sanki. Neler yaşanmış, ne sözler verilmiş, neler geçip gitmişti ama artık o yoktu. Beni hayatımda yoktu. Şimdi gözleri başka bir kadına aşkla bakıyordu belki.

Reha'nın dudakları yana doğru kıvrıldı. Ona umut vermek istemedim, çünkü ben öyle biri değildim, kendi yara izlerimi unutmak, birini düşünmemek için yola bir başkasıyla devam edemezdim, en başta Reha için yapamazdım bunu.

Reha'nın parlayan gözleriyle bana baktığını gördüm. Bakışlarımı çevirdim ondan. "Kalkalım mı artık?"

Reha başını salladı. Ondan önce davranıp hesabı ödedim, o bana ters ters bakarken "Küçük bir teşekkür," yazdım notlar kısmına.

Beraber yürümeye başladık, araba biraz uzakta kaldığı için sahili yürürken ellerimi ceketin ceplerine soktum. Hava giderek soğumuştu.

Reha yanımda yürürken aramızda sakin bir sessizlik hüküm sürüyordu. İkimizde tek kelime etmedik, öylece devam ettik. Önümüzdeki yoldan birkaç insan bizim aksimize hızlı adımlarla eve yürüyordu.

"Sana bir şey itiraf etmek istiyorum," dedi Reha az önceki konuşmamızı devam ettirmek ister gibi. "Az önce hayatında birinin olmadığını öğrenmek nasıl demeliyim bilmiyorum ama beni mutlu etti."

Azap verici bir sessizlik oldu. "Aslında, seninle tanıştığımız gün, o kafede oturma amacım yoktu, sadece bir kahve alıp fakültedeki kendi odama geçecektim."

Şaşkınlıkla irkildim.

Ona döndüm, tek kaşım merakla havalanmıştı. Soru dolu bakışlarımı anladı ve karşılık verdi.

"Seni görünce öylece geçip gidemedim, yanına gelip tanışmak için başka boş masa olmadığı bahanesine sığındım."

Gülümsemesi biraz daha derinleşti, şaşkınlıklığım katlanırken ona baktım.

"Ne?" Şaşkınlığıma güldü. "Bakma bana öyle, ne kadar güzel olduğunun hiç farkında değilsin, değil mi?"

Ne diyeceğimi bilemedim. Ne söylemeliydim, ne denirdi ki?

Daha onu yeni tanıyordum, yeni tanımanında ötesinde hiç tanımıyordum. Kuvars Demirhan benim için tamamen bitmişti ama bu Reha Akay'ı hayatıma sokmam demek değildi.

Bakışlarımı ona çevirdim ne diyeceğimi bilemedim. O da bakışlarımda ne gördü bilmiyorum. Çok az tanımama rağmen iyi bir insan olduğunu anlamıştım. Bu iyi insanın bir arkadaş olarak hayatımda olmasını isterken yutkundum.

"Hayatında şu an biri yok ama vardı değil mi?" diye sordu Reha. Ağır ağır başımı salladım, vardı ama yok.

Reha da başını salladı. "Biri seni yaralamış. İzleri hala seninle..."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Düşünme Cemre... Düşünme...

"Sen bekle istersen," dedi Reha bana. "Ben arabayı otoparktan çıkartıp getireyim."

Ona da zaman tanımak için başımı salladım. O gider gitmez, derin bir nefes verdim. Sanki duygularım felce uğramış gibi hissediyordum, Reha'nın dünkü yakınlığı ve bugün beni buraya davet etmesini yeni yeni anlarken onu kırmamış olmayı en içten şekilde diledim.

Keşke yeni bir hayata direkt başlamak mümkün olsaydı ama değildi, Reha'yı böyle bir mutsuzluğa sürükleyemezdim.

Reha bir süre sonra arabayla geldiğinde kapımı açtım ve biraz ondan çekinerek yolcu koltuğuna oturup emniyet kemerimi bağladım. Yol boyunca sessizlik aramızdaki tek şey oldu. İkimizde bu sessizliği bozacak en ufak bir şey yapmadık, ev zaten yakın olduğu için önünde durduğunda hafifçe her şey için teşekkürler anlamında gülümseyip arabadan indim.

Ben onun gitmesini beklerken o da indi hemen sonra. Bakışlarımı kaldırdım ve onun karaçam ağaçlarının rengindeki gözlerine baktım. Reha konuşmadan önce gözlerime baktı ve duraksadı.

"Yaralısın," dedi Reha ellerini ceplerine koyarken, konuşmaya başlamadan önce duraksadı. "Tüm yaralarını sarmak isterdim."

Benden başka kimsenin yaralarımı saramayacağını öğreneli çok olmuştu, ki zaten o yaralar kabuk bağlayalı da çok oluyordu. Bunun için kimseye ihtiyaç duymuyordum artık.

"Ama saramam öyle değil mi?"

Burukça ona gülümsedim. Cevabı almış oldu. O da bana gülümsedi, ardından utangaç bir ifadeyle gözlerini gözlerimden çekti.

"Bu arada," dedi Reha arabaya binmeden önce. "Seni bırakan adam da sike sürülecek kadar akıl yokmuş."

***

Eve girip bizimkileri bulamayınca üzerimdeki kıyafetleri değiştirip topuklu ayakkabıların ayak tabanıma yaptığı işkenceden kurtulup hızlıca tayt tişört giyip Öykü'nün ortada bıraktığı bir hırkasını üzerime alıp kitapçıya geçtim.

Öykü ve Çağan ışıkları yanan kitapçıdan anladığım kadarıyla hala içerideydiler. Kaç saattir temizliği bitirememiş olmalarına anlam veremezken bende kitapçıya girdim ve köpük dolu yerleri, etrafa saçılmış kitapları, kırık bir kitap rafını görüp şaşkınlıkla kalakaldım. Burada neler olmuştu böyle?

Çağan ve Öykü beni gördüğü gibi kalkarken hızla birbirini gösterdiler. "Onun yüzünden oldu!"

İkisi de aynı anda birbirini suçlarken burada üçüncü dünya savaşının çıktığından emin oldum.

"Valla," dedi Öykü. "Ben yerleri siliyordum, o sadece kitapları silecek yerleştirecekti, nasıl başardıysa rafı kırdı, ben ona yardım edeyim derken suyu döktüm, o da bana yardım edeyim derken kitaplar düştü."

Çağan ağzı açık ona baktı. "Kafama kitap attın, kitap rafa geldi, üzerinde olduğum merdivende rafa çarptı diye kırılmadı yani raf!"

Öykü ona susmasını işaret ederken Çağan benim şaşkın bakışlarımı gördü ve sustu. "Ama halledeceğiz Cemre. Valla halledeceğiz. Ben bir koşu evden silikon tabancasını getirdim, kırık rafı yapıştırıp kitapları koyarsak belli bile olmaz. Sadece şu suya düşen kitapları kurutmak gerekecek. O kadar valla. İşte bir de etrafı kurulamak."

Öfkeyle bakarken Öykü "Hep senin yüzünden Çağan!" diye bağırdı ona. "Suçu benim üzerime atmaya çalışıyorsun ama ceza hukukunda buna ağır haksız tahrik denir. Önce sen başlattın!"

Çağan omuz silkti. "Sonuçta harekete değil neticeye bakacaksın."

Ellerimi kaldırdım ikisi de sussun diye. "Tamam ikinizde kavga etmeyi kesin artık. Bir işi on işi yapsanız da halledeceğiz artık."

İkisi de yaramaz bir çocuk edasıyla önüne dönerken Çağan rafı tamir etmeye koyuldu, silikon tabancasıyla rafı yapıştırırken Öykü de etrafı kurulayıp yeniden yerleri sildi. Bende belki saatlerce sürse de o yorgunluğun üzerine, tek tek tüm kitapları evden getirdiğimiz kurutma makinasıyla kurutup geri yerleştirdim.

En son bitirdiğimizde saat gecenin iki buçuğunu gösteriyordu. Öykü ve Çağan hala birbirlerine laf atarken birlikte eve yürüdük.

"Ee," dedi Çağan yolda. "Reha ile sempozyum nasıldı?"

"Evet," dedi öykü ellerini çırparken. "Bayağı yakışıklı bir adam bence o. Çokta efendi."

"Yakışıklı mı?" Dedi çağan yüzünü buruştururken.

Öykü güldü. "Beğenmediniz sanırım Çağan Bey? Zaten çocuğun ağzına tıktın lafı, alt tarafı bir yan daireye bakayım dedi. Ne bu anti Reha durumları?"

"Gözüm tutmadı," dedi Çağan. "Ev sahibi sevmez onu."

Öykü sabır çekti. "Ev sahibi, altmış yaşında, tonton bir dede, neden sevmesin? Reha sonuçta bir doktor, sana nasıl kiraladıysa evi aynı şekilde Reha'ya da kiralar."

Çağan gülümsedi. "Hiç sanmıyorum hem ev sahibi değişti. Yeni ev sahibi de daha çok oranın boş kalmasını tercih ediyor."

"Eee," dedi Öykü Çağan'a cevap vermeyi bırakıp tekrar bana dönerken. "Sempozyum nasıldı? Nasıl geçti?"

"İyiydi. Tıp terimlerinden pek bir şey anlamasam da Reha yardımcı oldu. Ardından da-" Yediğimiz yemeği es geçtim, birazdan tüm detaylarıyla Öykü'ye anlatacaktım. "Geldik işte. O da evine geçti."

"İyi," dedi Çağan eve geldiğimiz gibi. "Çok yoruldum ben, erkenden hastaneye geçeceğim, uyumaya gidiyorum."

Ben ona başımı sallarken Öykü de beni bileğimden tutup kendi odasına çekti. Ticaret Hukuku kitabını kenara çekip yatağa otururken o da karşıma geçti. "Neler oldu, tüm detaylarıyla bilmek istiyorum. Başla bakalım."

Ben ona neredeyse on beş dakika aralıksız olanları anlatırken Öykü dudakları tek çizgi bir halde durdu ve anlattıklarımı gördü.

En sonunda ben anlatmayı bitirince kendi açtı ağzını yumdu gözünü. "Sana inanmıyorum Cemre, inanamıyorum. Adam yakışıklı, kültürlü, eğitimli, esprili, her bakımdan her şeye sahip biri ve sen onu red mi ettin? Bak ikinci haftadan senden etkilenmiş, bundanmış demek seni kongreye çağırması, hoş zaten ben anlamıştım. Ama nasıl reddedersin ya onu. Dönüp kendi hayatına bakmanın zamanı gelmedi mi?" Duraksadı. "O adam kendi hayatına bakıyorken üstelik."

Gözlerimi Öykü'nün kara gözlerine çevirdim ve birkaç kere kirpiklerimi kırptım. "Ben biliyorum," dedim içimdeki sızlayan o duyguyu dinlemeyerek. "Onun yeni bir hayatı var, ve ben bu hayatta yokum. Çok iyi biliyorum. O olsun ya da olmasın şu an bir başkasıyla ben yeni bir hayata hazır değilim. Şu an için sevdiğim arkadaşlarım var yanımda, hep hayalini kurduğum bölüm de okuyorum, bu nedenle mutluyum. Bir başkasına ihtiyacım yok."

Öykü başını salladı ve uzanıp bana sarıldı. "Benim kalbi kocaman, canım arkadaşım..."

***

Sabah Öykü'nün odasında uyandığımda ağır ağır kendime gelmek için çabaladım, benim sabah erkenden dersim olduğu için Öykü'yü uyandırmayıp hızla odama geçtim ve üzerime ilk bulduğum şeyleri geçirip bugün yemek için sandviç hazırladıktan sonra dişlerimi fırçalayıp sade bir makyaj yaptım ve hızla dışarı çıktım. İlk ders histoloji olduğu için laboratuvara  gitmeden önce Reha'nın odasına uğramam gerektiği için sıkıntıyla oflaya oflaya otobüse bindim, ağzına kadar dolu olan otobüse insanlar sıkışmaya çalışırken bende kulaklıklarımı takıp ders dinlemeye çalıştım.

Okula geldiğimde hızla kartımı okutup güvenlik kapısından girdim ve fakülteme doğru yürüdüm. İlk olarak Reha'nın odası yerine laboratuvara doğru ilerledim. Anahtarlar bende olduğu için orada bekleyen öğrencilere özür diler gibi bakıp kapıyı açtım ve herkes yerine geçerken bende resim defterimi(mikroskopta gördüklerimizi resim defterine çizmemiz gerekiyordu) yerleştirdim.

"Günaydın," dedi hemen yanımda Aslı. Bende ona gülümserken esnedi ve yerine oturdu. "Sabahın köründe bu yaşımızda çektiğimiz işkenceye bak ya." Gülümsedim, devam etti. "Tıp kazanacak kadar zeki ama yazacak kadar aptalız, değil mi?"

Bu ifadesine gülümsedim, ben tüm bu zorluğunu seviyordum tıbbın, bu sayede yaptığımız işin önemini kavramış oluyorduk, daha çok ve daha çok okumak istiyordum.

Ben mecburen, artık daha fazla kaçamayacak vakit kalmadığı için Reha'nın odasına doğru çıkmak için laboratuvardan çıkıp asansöre doğru ilerledim. Onun odasına geçtiğimde, kalbim endişeyle karışık hızlı hızlı atıyordu. Endişemi bastırmak istedim ama bastıramadım.

Reha odasında yoktu. Derin bir nefes verip önceden hazırladığı, birinci dönemlere ilişkin notları aldım ve fotokopi odasına götürdüm, mail grubuna konuyla ilgili olarak dosyaları fotokopiciden alabileceklerini yazıp tekrar laboratuvara ilerledim.

Laboratuvara girip tekrar Aslı'nın yanına kendi yerime geçerken, önlüğümü giydim, tüm öğrencilerde yavaş yavaş geldiler. Reha biraz gecikirken "Nerede kaldı hoca?" dedi önlerdeki öğrencilerden biri.

Bana bilip bilmediğimi sorarlarken bende bilmiyorum anlamında işaret ettim onlara. Çok geçmedi, beş dakika sonra Reha elinde kahvesiyle içeri girdi. Gözleri yorgunluğunu belli edercesine parlıyordu, saçlarını yine toplamıştı, bakışları bana değmeden tüm sınıfta gezindi.

Önlerdeki bir öğrenci hızla elini kaldırdı. "Hocam ben son derste anlattığınız translasyon konusunu anlamadım, tekrar edebilir misiniz?"

Reha ruhsuz bakışlarını önceki, soru soran öğrenciye çevirdi. "Daha sabah kahvemi içmedim, tekrar edemem."

Ardından geçip kendi yerine otururken tüm sınıf olarak onun kahvesini içmesini bekledik. Aslı şaşkınlıkla bana bakarken Reha kahvesini içene kadar tüm sınıf ses çıkaramadı.

Boş kahve bardağını kenara koyduktan sonra, tekrar soruyu sorana döndü. "Translasyonun nesini anlamadın?"

Reha'nın sert üslubu karşısında şok geçiren öğrenci bir durakladı. Reha derin bir nefes verdi ve translasyonu tekrar anlatmaya başladı. "Hücreye aktif transport ile dışarıdan alınan inaktif aminoasitler sitosolde bağımsız halde bulunan enzimler tarafından aktif hale getirilirler."

O ders boyunca huysuz huysuz ders işlerken bir an bile gözlerimin içine bakmadı, bugün her zamankinden daha soğuk dururken iki saatlik dersi bitti ve herkes dağıldı. O dersin bitmesiyle laboratuvardan çıkıp giderken ben de laboratuvarı kitleyip anahtarı ona teslim etmek üzere asansöre doğru ilerledim.

Odasına gittiğimde kalbim yeniden endişeyle hızlı hızlı atıyordu, ders boyunca da bana hiç bakmamıştı, bana kızgın ya da kırgın olması beni panik ederken titreyerek kapıyı çaldım. "Gir," komutuyla içeri girdiğimde Reha bir bardak kahve daha içiyordu.

Ben odaya girdiğimde kapının yanında ayaktaydı, bana doğru döndü. Ona anahtarı vermek için geldiğimi göstermek için avucumdaki anahtarı yukarı kaldırdım.

"Gel," dedi bana yönelik. "Kapıyı kapat, içeri gir."

Dediğini yaparken kızarak ya da yok sayarak gitmemi beklemediği için içim rahatladı. Onu reddettim diye bana tavır alsaydı eğer, çok mutsuz olurdum.

"Dün gece," dedi konuşmaya başlarken. "Hastaneye çağrıldım gecenin bir körü, hiç uyuyamadığım için ayılamadım. Seninle konuşmak istediğim bir durum vardı, aslında dün konuşmak istiyordum-" Duraksadı, ikimizde dün geceye dair anları hatırladık.

"Her neyse," dedi geçiştirmek ister gibi. "Benim sana bir teklifim olacak."

Tam o sırada çalan telefonu konuşmayı böldü. Az önce söylediği teklif lafına daha şaşıramadan çalan telefonla irkilirken ne teklifi olabilir ki diye beynim düşünmeye başladı.

Lütfen düşündüğüm şey olmasın... Lütfen düşündüğüm şey olmasın... Lütfen...

Reha dün sempozyumda karşılaştığımız Timur hocasıyla bir konuşma gerçekleştirdikten sonra telefonunu kapattı ve yorgun bakışlarını bana çevirdi.

"Cemre daha önce konuşma bozukluğunla ilgili tedavi görmüş müydün?"

Başımı salladım.

Düşünceli bir ifadeyle bana baktı. "Dil ve konuşma sorunu yaşıyorsun ama dudak- damak yarıklığı, larenjektomi, işitme düzeneği sorunları gibi bir durumun yok. Aynı şekilde müsküler distrofi hastası değilsin, CVA, Parkinson, Cerebral Palsy gibi nörolojik bir nedeni de gördüğüm gibi yok, anoxia ya da gecikmiş dil ve konuşma sorunun da olmadığını düşünüyorum."

Olumlu anlamda başımı salladım. "Daha önce tüm nörolojik, fizyolojik ve hatta biyokimyasal testler bile yapıldı, sonunda psikolojik dendi ama tedavi görmeme rağmen konuşamayacağım söylendi."

Yazdığım yazıyı okudu. Hayatımın elimden avucumdan kayıp gitmesindeki en büyük sebeplerden biri de buydu zaten. Dil ve konuşma terapistim çok açık bir şekilde almış olduğum terapinin çoktan işe yaraması gerektiğini, hiç olmazsa bir sonuç alabileceğimi söylemişti ama bende bir etkisi olmamıştı. Maalesef şimdiye kadar olmalıydı demişti... Hatırladıkça içimdeki bir yerler sızlıyordu.

İkimizde duraksadık, gözlerimiz birbirine değdi, sanki Reha gözlerimin derinlerinde daha önce yaşanmış tüm acılarımı okudu. Başını salladı.

"Ben," dedi. "Tabii kabul eder misin bilmiyorum ama sana bir teklifte bulunmak istiyorum, dün Timur hocada seni gördü, gece kendisiyle de görüştüm, sana dil terapilerinde yardımcı olmak istiyorum."

Şaşkınlıkla irkildim ve gözlerim irileşti. "Bana konuşamayacağım söylendi," diye yazdım hızla telefonumun notlar bölümüne ve ona doğru tuttum.

Reha'nın dudakları büküldü. Dehşete düşmüş gibiydim, elimi ayağımı nereye koysam bilemiyordum.

"Hiçbir nörolojik sebebin yok, konuşamamam için tıbbi hiçbir sebep yok Cemre. Bunu sana söyleyen kimse bir daha doktorluk yapmamalı."

Titredim ve bakışlarımı onun gözlerinde gördüğüm yangına çevirdim. "Sana yardım edebilirim," dedi. "Güzel bir tıbbi makalem olmuş olur," dedi hemen ardından. Dudakları yana kıvrıldı. "Tabii sende istersen, Timur hocada seni görmek istiyor, kendisi çok başarılı bir doktordur. Bununla beraber seninle beraber çalışıp konuşma yetini tekrar kazanmanı sağlayabilirim."

Onun inancı karşısında şaşkınlığa uğradım. Başımı kaldırdım ve çok uzun zamandır içimde bir yerlerde gizlenen konuşma umudu tekrar baş gösterdi.

"Ciddi misin?" Yazdım notlar bölümüne. "Bak lütfen bir kere daha umutlarımın yıkılmasını istemiyorum, bana bunu gerçekten yapabileceğine inanıyorsan söyle."

"Ciddiyim Cemre. Çok ciddiyim. Timur hocada aynı şekilde düşünüyor zaten. Konuşabilirsin."

Mutluluk gözyaşları gözüme dolmasın diye başımı yukarıya kaldırdım. "Ama benim sana verebilecek hiçbir şeyim yok. Sadece zamanından çalarım."

Reha güldü. "Hep böyle fazla düşünceli misindir? Bunu ben teklif ediyorum, ben yapmak istiyorum, söyledim sana akademik ilerlemek istiyorum, bu konuda sende benim için tıp alanında inanılmaz bir çalışmam olursun."

Minnetle gülümsedim. Ne söyleyeceğimi bilemezken Reha "Sadece evet alayım," diye beni uyardı.

Başımı salladım hızla. O da gülümsedi.

Aramızda sözsüz bir anlaşma kurulurken umut yeniden tohum olarak toprağa düştü. Bu sefer hayatımda ilk defa o tohumun yeşereceğine dair inanç içimde doğarken bir kere daha teşekkür ettim yeni hayatıma.

Odadan çıkmadan önce Reha son sözünü söyledi.

"Belki, yaralarını sarmaya gücüm yetmez ama bu işin sonunda seninle aynı yolu yürüyor oluruz."


***

Herkese merhaba! Sizi çok özledim <3 Bol bol yorum yapın, bende o yorumları tekrar tekrar okuyayım ve hasret giderelim olur mu?

Birkaç sorum var sizlere.

Öncelikle Reha hakkında ne düşünüyorsunuz? Sevdiniz mi?

Sizce Reha Cemre'nin hayatında yeni bir kapı açar mı?

Ve Cemre, bu yolun sonunda konuşur mu?

Sizce Kuvars nerde?

cevaplarınızı merakla bekliyorum, yeni bölümde görüşmek üzere <3

Yeni bölüm hakkında kesitleri sosyal medya hesaplarımda paylaşıyorum:

Instagram: hikayelerindeyasar Twitter: lalmaglup

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 58.9K 61
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
9M 544K 62
Sosyal medya hesabı üzerinden futbol yorumculuğu yapan ve hayli popüler olan Dila Aral, kullandığı rumuz dolayısıyla herkes tarafından erkek zannedil...
1.1M 69K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
576K 24.2K 44
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...