LAL

By hikayelerindeyasar

27.3M 1.3M 1.3M

"Aklım almıyor," diye söylendi kendi kendine, beni aniden kavradığı elimden yeniden kendine çekti ve dudaklar... More

1.BÖLÜM "KUVARS DEMİRHAN"
2.BÖLÜM ''İŞARET DİLİ''
3.BÖLÜM "YEŞEREN UMUTLAR"
4.BÖLÜM "AÇIK ÖĞRETİM"
5.BÖLÜM "ZAMAN"
6.BÖLÜM "AŞK"
7.BÖLÜM "ŞEFKAT"
8.BÖLÜM "TEDAVİ"
9.BÖLÜM "DUDAKLARI DUDAKLARIMDA"
10.BÖLÜM "DELİ"
11.BÖLÜM "İDDİA"
12.BÖLÜM "SADECE SEN."
13.BÖLÜM "YANGIN"
14.BÖLÜM "KAÇAK"
15.BÖLÜM "HASTA"
16.BÖLÜM "UTANÇ"
17.BÖLÜM "BENDEN GİTME"
18.BÖLÜM "ELİZA DEMİRHAN"
19.BÖLÜM "GECE"
20.BÖLÜM "MUTLULUK"
21.BÖLÜM "KAR"
22.BÖLÜM "TUTKU"
23.BÖLÜM "KUZEY IŞIKLARI"
24.BÖLÜM "GİTMEK"
25. BÖLÜM "SEVİLMEK"
26.BÖLÜM "MUCİZE"
27.BÖLÜM "DÖNÜM NOKTASI"
28.BÖLÜM "KAYBETMEK"
29.BÖLÜM "DEĞİŞİM."
30.BÖLÜM "BİRLEŞMEK"
31.BÖLÜM "DAVET"
32.BÖLÜM "ANILAR"
33.BÖLÜM "HAYALKIRIKLIĞI"
34.BÖLÜM "SENİ SEVİYORUM"
35.BÖLÜM "ÖZGÜRLÜK"
36.BÖLÜM "PRAG"
37.BÖLÜM "İLKLER"
38.BÖLÜM "KAZANÇ"
39.BÖLÜM "İNTİKAM"
40.BÖLÜM "BERABERLİK"
41.BÖLÜM "İHALE"
42.BÖLÜM "GİTMELER"
43.BÖLÜM "BENİ BIRAKMA"
44.BÖLÜM "CEMRE ERDEM"
45.BÖLÜM "MÜCADELE"
46.BÖLÜM "BİR KERE DAHA"
47.BÖLÜM "YENİDEN"
49.BÖLÜM "DÜŞMEK"
50. BÖLÜM "KAYBETMEK"
51.BÖLÜM "EVLİLİK"
52.BÖLÜM "HIDIRELLEZ"
53.BÖLÜM "LÂL"
54.BÖLÜM "SINAV"
55.BÖLÜM "KANATLAR"
56.BÖLÜM "AYAĞA KALKMAK"
57.BÖLÜM "İZLER"
58.BÖLÜM "REHA AKAY"
59.BÖLÜM "YENİ BAŞLANGIÇLAR"
60.BÖLÜM "EV"
61.BÖLÜM "YİRMİ DÖRT"
62.BÖLÜM "GERÇEKLER"
63. BÖLÜM "FIRTINA"
64.BÖLÜM "NUR"
65. BÖLÜM "KARŞILAŞMA"
66.BÖLÜM "KUVARS'IN CEMRESİ"
67.BÖLÜM "CEMRE'NİN KUVARS'I"
68.BÖLÜM "HER ŞEYE RAĞMEN"
69.BÖLÜM "AİLE"
70. BÖLÜM "SÖZ"
71.BÖLÜM "GİDENLER VE KALANLAR"
72.BÖLÜM "LAL MÜCADELELER"
73.BÖLÜM "KALP"
74. BÖLÜM "LAL SEVGİLİM"
LAL KİTAP OLDU!
75.BÖLÜM "AİLE OLMAK"
76.BÖLÜM "GERİ DÖNÜŞLER"
77.BÖLÜM "TEHLİKE"
78.BÖLÜM "ÇAĞAN VE ÖYKÜ"
79.BÖLÜM "ALP"
VEDA "KUVARS DEMİRHAN"

48.BÖLÜM "YİĞİT"

245K 13.5K 17.5K
By hikayelerindeyasar

SELAM:)
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın ❤️

Twitter: lalmaglup Instagram: hikayelerindeyasar

48.BÖLÜM "YİĞİT"

Kuş cıvıltıları kulaklarıma dolarken günler sonra hissettiğim saf huzurla beraber kirpiklerimi araladım. Kuvars'ın neredeyse üzerine uzanarak uyumuştum, başım onun çıplak göğsündeydi ve onun iki eli de sımsıkı benim belime dolanmıştı. Kokusu ciğerlerime doluyordu, Allah'ım bundan daha büyük bir mutluluk olabilir miydi?

Huzurla gülümserken uzandım ve yataktan çıkmak için çarşafı üzerime çektim. Kuvars'ın kollarının izin verdiği ölçüde üzerimi örterken Kuvars uykusunda homurdandı ve beni daha çok kendine çekti. Gülümsedim, onun kollarının arasında kıvrılıp yanağını öptüm.

Onun kirpikleri oynamazken kolları gevşedi ve aradan fırsat bulup kalkmak için uzandım ama çarşafı üzerime tamamen sardığım gibi Kuvars beni bekimden tuttu ve yeniden yatağa düşmeme neden oldu.

"Gitme."

Kuvars beni yeniden göğsüne çekerken yanaklarım ısındı.

"Günaydın." Gözleri kapalı olduğu için ellerimi görmedi, bu gülümsememi biraz olsun buruklaştırırken parmaklarım onun yüzünde gezindi. Saçlarını üç numaraya vurduğundan bu yana saçları uzamıştı, şu an tekrar koyu tutamlar alnına düşüyordu ve kendine has o dağınık saçları bile nefesimi kesmeye yetiyordu.

Bütün gün ona sarılıp onu izleyebilirdim ama artık kalkmamız gerekiyordu. Geceden bu yana zaten en fazla bir saat uyumuştum, saat on biri gösteriyordu. Bugün dil terapisine gitmem gerekiyordu ve artık yaklaşan üniversite sınavıma çalışmalıydım.

Kuvars gözlerini açmadan yüzünü boynuma gömerken bir an için kararımı sorguladım. "Gitme."

Gitmesem... Bütün gün onunla olsam... Zaten çok özledim. Sarılır, uyuruz. Sınavı boş versem, terapiyi boş versem...

Gitmem lazım.

Boş veremem. Öyle bir hakkım yok.

Çarşafı tekrar sıkı sıkı tutup Kuvars'ın kollarının arasından kalkmaya çalışırken Kuvars en nihayetinde homurdanarak gözlerini açtı, onun gözlerine bakmak nefesimi keserken bana onunla uyumadığım için kızmaması için tatlı tatlı gülümsedim. "Günaydın."

Kuvars uyku mahmuru gözlerle bana bakarken eğildim ve tekrar yanağına küçük, masum bir öpücük kondurdum. "Uyu sen."

"Sen nereye?"

"Duş alacağım."

Kuvars'ın gözleri açılırken üzerindeki örtüyü itti. "Sana eşlik edeyim."

Sırıtmamak için kendimi zor tuttum. "Mümkün değil Kuvars, hemen çıkmam lazım, terapiye gitmeliyim."

Kuvars huysuz huysuz homurdanırken tekrar yanağını öptüm ve kalkmak için harekete geçtim ama belime dolanan eller nedeniyle yeniden gerisin geri onun kollarının arasına düştüm.

"Gitme."

Dudakları hemen köprücük kemiğimin üzerinde dururken benim de dudaklarım istemsizce kıvrıldı. Onunla kalmak bile öyle güzeldi ki...

"Senin işe gitmen gerekmiyor mu?"

"Siktiğimin işi."

Dudakları köprücük kemiğimden omzuma çıkarken tenimi yaktı, onu öyle çok özlemiştim ki, sımsıkı sarılmak, bir daha benden gitmemesi için kendime bağlamak istiyordum.

Tam bende terapiye gitme planını erteleyip bütün günümü onunla geçirmeye karar vermek üzereydim ki, Kuvars'ın telefonu çaldı. Kuvars umursamadan telefonun kendiliğinden susmasını beklerken telefon yeniden çaldı. En sonunda o küfrederek telefona uzanırken ben de en nihayetinde bulduğum aralıktan çarşafı üzerime dolayıp kalktım. Ebeveyn banyosuna doğru ilerlerken Kuvars'ın telefonu açtıktan sonra ettiği uzun küfür son duyduğum şey oldu.

Üzerimdekilerden kurtulup suyu ayarladıktan sonra duşa girdim. Dudaklarım istemsizce kendiliğinden mutlulukla kıvrılıyordu. Çok hata yapmıştım, ona ihanet etmiştim hatta tekrar eski halimize dönelim diye türlü türlü oyunlar oynamıştım ama en sonunda dün gece dayanamamıştım işte... Onu seviyordum, onu öyle çok seviyordum ki, artık hiçbir şey yapmayacaktım, hiçbir hesap peşine düşüp onu yıpratmayacaktım ki. Sadece o ve ben olacaktık, ona bütün sevgimi verecektim, onun tamamen kafasında beni affetmesini bekleyecektim. Bunu da sabırla yapacaktım. Yeter ki ondan uzak olmayayım... Yeter ki onun gözlerinin içine aynı şekilde, hep bakabileyim...

Su başımdan aşağı dökülürken kendimi huzura bıraktım, bir an sonra arkamda bir ses duydum ve birinin duşa kabine girdiğini fark ettim. Daha ona dönemeden, Kuvars'ın elleri belime dolandı, üstünü çıkarmıştı, sırtımı onun göğsüne yaslarken gözlerim mutlulukla kapandı. Kuvars dudaklarını boynumun kenarına yasladı.

"Çok zayıflamışsın. Belin incecik kalmış." Bu son zamanlarda benimde fark ettiğim bir şeydi, hiç yemek yiyesim gelmiyordu, boğazımdan bir lokma geçse sanki orada büyüyordu. Üzerine son zamanlarda gelen sinir ve stres vardı, hal böyleyken iştahım kapanmıştı.

O arkamda olduğu için görmemesine rağmen onu yanıtladım. "İyiyim ben."

Kuvars'ın dudakları boynumdan köprücük kemiğime kadar kayarken iç geçirdim. "Sana iyi bakmam lazım."

Gülümseyerek ona doğru dönerken yanaklarım kızardı, bakışlarımı sadece onun ıslak kirpiklerinde tutarken kalbim ağzımda atıyordu.

"Seni seviyorum..."

Kuvars beni belimden sıkıca tutup kendine yapıştırırken sertçe dudakları dudaklarımı buldu. Beni öperken kelimelerimi kaybettim, sadece su aktı ve son zamanlarda yaşadığımız acıları unutturdu.

***

Kuvars'la beraber aşağı inerken Kuvars gelen telefonunu cevaplamak için salona geçti, bende Sarı'yı alıp ona yiyecek bir şeyler bulmak için mutfağa yürüdüm. Mutfağa girdiğim gibi Merve kolumdan tuttuğu gibi beni köşeye çekti, bir anda onu daha önce görmediğim için afalladım ama dengemi bulmam çok vaktimi almadı.

"Aa sen geldin mi?" Dün izne çıkmıştı ve ben onun evde olduğunu bile unutmuştum.

"Geldim geldim, al şu not defterini kediyi de bırak, seninle konuşacaklarımız var." Onun dediğini yaptım.

''Ne konuşacağız?''

Merve açıklama bekleyen gözlerime bakarken kocaman sırıttı. "Valla Türk Hava Yolları'ndan hızlısın kız, bir gün izinliydim hemen işi pişirmişsiniz Kuvars Beyle?''

Utançla yanaklarım yandı. Merve devam etti. ''Valla üç saattir kahvaltı sofrası masada sizi bekliyor. Bir türlü inmek bilmediniz.'' O kıkırdarken daha çok utandım.

'' Evet, dün gidip Kuvars'tan yeniden özür diledim, Merve ben artık ne oyun oynamak istiyorum ne de başka bir şey. Evet, tamamen eskisi gibi olmamız için zamana ihtiyacımız var biliyorum ama hiç olmazsa ondan uzak durmak istemiyorum. Onun yanında uyumak, uyanmak, onun gözlerinin içine bakmak istiyorum.''

Merve şaşkınlıkla not defterimden çıkarıp ona yazdıklarıma baktı. ''Ne oldu en son karalar bağlamıştın, şimdi yeniden gözlerin ışıldıyor? Kuvars Bey yeniden evlenme mi teklif etti yoksa?''

Ciğerim sıkıntıyla doldu. Başımı olumsuz anlamda salladım.

''Hayır, ben çok kötü şeyler yaptım, ona ihanet ettim, o bana gelene kadar ona sevgimi göstermekten başka bir şey yapamam artık. Bunu beklemekten başka bir şey elimden gelmiyor.''

Merve anlayışla gülümsedi. ''Benimde sana anlatmak istediğim bir şey var aslında.'' Tek kaşımı kaldırırken ona baktım.

"Cemre sana söylemem gereken çok güzel bir haber var. Sanırım Yiğit bana evlenme teklifi etmeye hazırlanıyor. Bu aralar, sürekli bir işlerle uğraşıyor, bana sürpriz olduğunu söylüyor, öyle çok heyecanlıyım ki..."

Merve'ye gülümserken sevinçle onun ellerini tuttum. "Hep çok mutlu olun. Hep..."

''Teşekkür ederim Cemre, desteğine çok ihtiyacım var, öyle çok heyecanlıyım ki elim ayağım titriyor, bugün bir pastaneye gideceğiz hatta. Ellerim titriyor, beni yalnız bırakma sen de gel.''

'' Ben mi? Siz yalnız olsanız daha iyi olmaz mı? Hem terapiye gitmem lazım.''

Merve yazı yazdığım kalemi itti. '' Hadi ama beni yalnız bırakma, sen benim en iyi arkadaşımsın artık. Yiğit'in görünce öyle çok heyecanlanıyorum ve utanıyorum ki, ne yapacağımı bilmiyorum, bana evlenme teklifi ederse bayılabilirim oracıkta. Beni yalnız bırakma. Terapiden sonra seni de alırız, beraber gideriz olmaz mı?"

El mecbur yeniden üniversite sınavına çalışmam gereken planımı ertelerken başımı salladım. İçimde bir yer Merve'nin sen benim en yakın arkadaşımsın dediği kısma öyle mutlu olmuştu ki, sevinçle gülümsedim. Bütün hayatım boyunca ilk defa bir arkadaşım vardı, ilk defa bir yakın arkadaşım vardı. Onunla dertlerimi sıkıntılarımı paylaşabiliyordum, alışverişe gidebiliyordum, beraber dışarıda gezebiliyorduk, bu mükemmel bir duyguydu. Artık benimde bir yakın arkadaşım vardı.

"Tabii ki gelirim, sende benim en yakın arkadaşımsın, her zaman yanında olurum."

Merve'ye gülümsedikten sonra tekrar Kuvars'ın yanına kahvaltı masasına geçerken uzun zaman sonra gerçekten keyifliydim.

Tabağıma bir parça salatalık ve domates aldıktan sonra Kuvars homurdanarak bana baktı. Ardından kendisi kahvaltılıklardan bolca tabağıma doldurmaya başladı.

"Yiyemem bu kadar."

"Bunlar bitecek."

Oflaya oflaya bir salatalığı yemeye çalışırken Kuvars hemen paçasının dibinde ona bakan Sarı'ya da bir parça peynir verdi, Sarı mutlulukla kuyruğunu sallayıp Kuvars'a bakarken bende fincanımdaki çaydan bir yudum aldım.

"İşler nasıl gidiyor?" Kuvars'a bunu sormak zor olsa da en nihayetinde sordum.

"Biraz daha toparladık sayılır ama hala istediğimiz gibi değil." Utançla anladım der gibi başımı salladım.

"Kendini çok yoruyorsun, keşke bir iki gün dinlenebileceğin bir yere gidebilseydik..."

Kuvars başını kaldırıp bana baktı. "Hiç vakit yok. Çalışmam lazım."

Üzgün bir ifadeyle ona baktım, daha kalp krizinin üzerinden yalnızca günler geçmişti, bir türlü dinlenememişti ve deli gibi çalışıyordu.

"Neyse söylemedim say."

Kuvars yine bir şey söylemeden kirpiklerinin arasından bana baktı. Bir yorum yapmadı. Bende kendi kendime kızdım, sanki vakit varmış gibi bütün felaketlerin üzerine dinlenebileceğin bir yere gidelim diyordum. Şaka gibi...

Zar zor Kuvars'ın tabağıma koyduğu kahvaltılıkların yarısını yiyebildim ve çayımı bitirip saate baktım. Kuvars o sırada sordu.

"Terapin saat kaçta?"

"Bir gibi."

"Ben seni bırakırım."

"Ben otobüsle giderdim." Kuvars yoğun bakışları altında bana bakarken ne diyeceğimi bilemedim bile. Hızlı savunma sanatını kullandım ve ona karşı çıktım.

"Ne var, otobüse binmek suç mu? Eminim sen otobüsün ne olduğunu bile bilmiyorsundur."

Bundan tam on beş dakika sonra Kuvars'la otobüs durağındaydık. Şaka gibiydi ama arabasını kullanmak yerine benimle otobüse binmeyi tercih etmişti. Ben hala ona şaşkın bakışlarla bakarken duraktaki lise kızlardan bazılarının bakışlarının ona kaydığını fark ettim. Bir kız utanmadan arkadaşını dirseğiyle dürtüp Kuvars'ı gösterirken dönüp sertçe onlara baktım. Otobüse binmek sanırım iyi bir fikir değildi, üzerine yağmur çiseliyordu ve yanımızda şemsiye yoktu.

"Kuvars biz geri mi dönsek?"

Kuvars'ın dudağı yana kıvrılırken üstten bana baktı. "Ne oldu, az önce beni otobüsün ne olduğunu bile bilmemekle eleştiriyordun, şimdi vaz mı geçiyorsun?"

Tükürdüğümü yalamamak için kollarımı birbirine kavuşturup öylece ona ofladım ve ona bakan liseli kızların görüş açısını bozmak için önüne geçtim.

"Hah geldi otobüs."

İnsanlar bir hışımla, sıraya bile girmeye zahmet etmeden zaten dolu olan otobüse ilerlerken Kuvars'ta hiç gocunmadan oraya doğru ilerledi. Otobüse bindiği gibi ücreti ödemek için cüzdanını çıkarırken ona garip bakışlarla baktım. Şoför müdahale etti.

"Beyefendi, ücret kabul etmiyoruz, akbil basmanız lazım."

Her zaman kendinden emin görünen Kuvars bocaladı. "Akbil mi?"

Kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırırken şoför tekrar konuştu. "Akbiliniz yoksa isterseniz içeriye seslenin, biri sizin yerinize bassın, sizde ücreti ödersiniz."

Aslında çok normal bir cümleydi ama Kuvars öyle bir tepki veriyordu ki, görende şoförün ondan canını istediğini sanırdı. Hızla ona gülmemek için çenemi sıka sıka kendi cüzdanıma uzandım ve içinden çıkardığım İstanbul Kart'ı iki kere okuttum.

"Hadi bugünlük bendensin."

Kuvars bana dönerken ona gülmemek için zorladığım dudaklarımı hızla rahat bıraktım.

"Sen!" dedi hızla. "Bana mı gülüyorsun?"

"Yok, hiç sana güler miyim?" Bunu söylememle dayanamayıp gülerken Kuvars öfkeyle sıkkın bir nefes verdi.

"Hani otobüsün ne olduğunu biliyordun."

"Biliyorum tabii kızım, sadece binmeyeli uzun zaman olmuş, eskiden binerken para öderdik."

Öyle olsun der gibi başımı sallarken şoför yeniden bize seslendi. "Ablacım, abicim ne dikiliyorsunuz kapıda, bakın insanlar binemiyor, ortalara ilerleyin."

Kuvars şoföre ters bir şey söyleyecek gibi olurken gerçekten de kapıda zar zor binmeye çalışan insanları gördüm ve onu kolundan tutup biraz olsun ortalara doğru ilerletmeye çalıştım ama oldukça kalabalıktı ve Kuvars'tan başka tutunacak bir şey de yoktu.

Kuvars da otobüsün hareketleri nedeniyle düşmemem için beni tutarken ona takılmadan edemedim.

"Aman Allah'ım, Kuvars Demirhan otobüse biniyor. Yarın sabah güneş batıdan doğabilir artık."

Kuvars sıkışık otobüste beni iyice kendine çekip tek eliyle üstteki direğe tutunurken bana gözlerini devirdi. Onunla rahat iletişim kurmam için benim tutunmama müsaade etmek yerine direği tutmayan diğer eliyle sımsıkı, düşmemem ve savrulmamam için beni tutuyordu.

"Bil diye söylüyorum, daha önce defalarca kez bindim."

Güldüm. "İnanması çok güç geliyor."

Kuvars tam bana cevap verecekti ki, kapıların açılması ve içeriye sığmaya çalışan insanlarla beraber otobüs giderek sıkışık bir hal aldı. Kuvars'ın sıkıntıyla otobüse binmeyi tercih ettiği için kendine içten içe sövdüğüne yemin edebilirdim ama ispatlayamazdım.

Ona gülümserken Kuvars ona doğru savrulan bir adamı sertçe itti. Bu daha çok gülmeme sebep olurken "Ne var?" dedi bana cevap verircesine. "Sonuçta binlerce insan, her gün bu vasıtaları kullanıyor. Bende ortaokul ve lise yıllarımda otobüsle gider gelirdim."

"Bana biraz zorlanıyormuş gibi geliyorsun ama."

"Ben mi zorlanıyorum? Ne zorlanması, gayet de rahatım yerinde."

Ona tabii tabii der gibi başımı sallarken Kuvars'ın az önce savurduğu adam bu sefer kalabalık nedeniyle tekrar benim tarafıma doğru düştü. Kuvars adamı ensesinden tuttuğu gibi kapıya doğru bastırdı. "Bir dengeni sağla."

"Beğenmiyorsan, in taksiye bin kardeşim, sürekli itip itip duruyorsun. Keyfimizden mi dengemizi sağlayamıyoruz, Allah'ım ya!"

Kuvars bana dönüp suçlarcasına bakış atarken hemen yavru kedi bakışlarımla ona karşılık verdim, evet yine her şey benim başımın altından çıkmıştı ama o, otobüsün ne olduğunu tabii ki biliyorum diye ısrar etmiş ve benimle durağa yürümek istemişti. Yani burada bir suçlu varsa oydu. Yine üstüne gittim.

"Biraz rahatın bozuldu sanki."

"Bana bak, neye inip bineceğimi sana mı soracağım lan? Omurgana sahip çık, yoksa iskelet sistemini tutan bir omurgan kalmaz."

Adam sabır dileyerek başka bir kadınla yer değiştirirken Kuvars tekrar bana döndü ve konuştu. "Hala rahatım yerinde."

"Yolcular hadi ama arkaya ilerleyin, emin olun arabanın önü de arkası da aynı yere ilerliyor, sizin yüzünden insanlar binemiyor." Şoför tekrar yolculara bağırırken Kuvars'la mesafenin izin verdiği ölçüde ilerledik.

Kuvars sıkıntıyla nefes verdi. İnsanların kalabalıklaşması ile beraber otobüs iyice sıcaklaşırken yolculardan bazıları klimanın açılması için bağırdılar ama şoför duymamazlıktan gelerek insanları umursamadı.

Kuvars araba daha da kalabalıklaşırken beni sımsıkı tuttu. Bende ona kollarımı doladım.

Araba tekrar yeni bir durakta durup mümkünmüş gibi daha çok yolcuyu almaya çalışıp insanlar binmek için birbirini iteklerken Kuvars hızla ilerledi ve arka kapının oradaki kırmızı düğmeye bastı.

"Kuvars?"

"Yürü Cemre."

Araba açıldığı gibi zorlukla kendimizi dışarı atarken Kuvars en nihayetinde derin bir nefes aldı ve bende ona bakıp artık daha fazla gülüşümü tutamayıp kahkaha attım.

"Ne oldu canım, hani otobüs çok rahattı?"

Kuvars bana yandan ters bir bakış atarken gelen bir taksiyi durdurdu ve kendinden hiç ödün vermeden konuştu. "Rahattı tabii, ben insanlar binebilsin diye indim."

***

Dil terapisine zar zor yetişip uzun bir ders yaptıktan sonra Yiğit ve Merve'yle beraber hastanenin yakınlarındaki bir pastanede buluştum. Onlar için çok heyecanlıydım. Yiğit'le bir fırsatını bulup bu konu hakkında konuşmak bile istiyordum. Merve için en özeli ve güzeli olmalıydı.

Üç filtre kahve sipariş edip sohbet etmeye başlarken Merve'nin gerçekten söylediği gibi heyecanlı olduğunu gördüm. Her zaman konuşkan olan Merve sessizleşmişti, Yiğit ise mutlu görünüyordu.

"Ee Cemre, terapilerin nasıl gidiyor?" diye sordu Yiğit bana hızla.

Maalesef, umutsuzca kötü gidiyordum, hiçbir faydasını daha görememiştim, sürekli her bulduğum fırsatta dil kaslarımı geliştirecek egzersizler yapıyordum ama pek fayda etmiyordu.

"İyi gidiyor, bakalım... Siz neler yapıyorsunuz? Var mı ufukta bir şeyler?"

Merve hızla masanın altından ayağıma vururken gülümseyerek ona baktım. Olsun sormakta fayda vardı.

"Nasip," dedi tek kelimeyle Yiğit. "Ee anlatsana başka neler yapıyorsun? Eskisi gibi hiç görüşemiyoruz seninle."

Gülümsedim. "Sınava çalışmaya çalışıyorum ama bunda pek iyi sayılmam."

Yiğit de aynı gülümsemeyle karşılık verdi. "Sen her türlü yaparsın, içini ferah tut."

"İnşallah bakalım."

"Kuvars Bey ne yapıyor?" Merve hızla araya girdi. Ona sorarcasına döndüm. "İşlerin durumu nasıl?"

Yiğit'te Merve'ye katıldı. "Aynen işler bir türlü düzelmedi, durum kötüye gidiyor diye biliyorum. Haldun Keskiner olayından sonra düşünüldüğü gibi borsada hisse değerleri tekrar yükselişe geçmemiş."

Şaşkınlıkla Yiğit'e baktım. Ben durumun daha iyi olduğunu sanıyordum. Kuvars işleri toparlamak için çok çalışıyordu, bende Haldun'un tezgâhını ortaya çıkarmıştım ama hala mı işler düzelmemişti?

"Çok çalışıyor aslında, mutlaka işleri bir şekilde yoluna koyacaktır." Göğsüm sıkıştı, vicdanım rahatsızca olduğum yerde kıpırdanmama neden oldu.

Yiğit tekrar sordu. "Sen biliyor musun, bir şeyler planlıyor mu işleri kurtarmak için?"

Başımı kaldırdım ve Merve'yle göz göze geldik. Bu soruya anlam verememiştim. "Yok bilmiyorum."

Merve konuyu değiştirirken Yiğit'in bakışları bir süre daha yüzümde takılı kaldı.

Kahvelerimizin yanında bir dilimde pasta yedikten sonra kalkmaya karar verirken, Yiğit'in telefonu çalınca yanımızdan ayrıldı.

"Of," dedi Merve. "Hiçbir şey söylemedi. Üstüne üstlük neden yanımda konuşmuyor ki, sürekli birileri onu arayıp duruyor. Ne bu gizemler?"

Onun elini tuttum ardından kenardaki not defterine yazdım. "Sen sakin ol, ben varken yanınızda söylemek istememiştir, daha müsait bir zamanda baş başayken konuşur seninle."

Merve'nin omuzları çökerken "Umarım," dedi. "Keşke sen bir ağzını arasan."

"Ararım tabii. Hadi kalkalım."

Cüzdanımdan çıkardığım parayı masaya bırakırken Merve de başını salladı ve ceketini giydi.

Onunla beraber dışarıda telefonla konuşmakta üzere olan Yiğit'in yanına doğru geçtik. Yiğit bizi fark etmezken hararetli hararetli bir şeyler konuşmaya devam etti. "Bak, ne olacak bilmiyorum, sordum o da bilmiyor. Benden bu kadar, daha fazla devam edemem, kendimi düşünmem lazım. Bu iş bende çok fena patlayabilir."

Yiğit bizi fark eder etmez çağrıyı sonlandırırken ne duyup duymadığımızı anlamak için yüzlerimize baktı.

"Aşkım kimdi o?"

"Ailesel bir durum canım."

Merve çabucak ikna olurken Yiğit'in de yüz kaslarının rahatladığını fark ettim. Ama ben tüm bu konuşulanlara anlam veremedim, neydi bu şimdi? İçimden bir ses hiçte ailesel bir durum olmadığını, altında başka bir şey yattığını söylüyordu.

Sen kimsin Yiğit?

Aklımda tüm soru işaretleriyle arabaya binerken Merve'nin Yiğit'in gözlerine nasıl büyük bir mutlulukla baktığını gördüm ve kafamın içindeki senaryoları kovalamaya çalıştım.

Eve geldikten sonra, yemek yapması için Merve'ye yardım edip geceye kadar ders çalıştım. Bütün gün ders çalışmaktan yorgun düşüp Kuvars'ın gelmesini bile bekleyemeden çalışma masasının üzerine uyuyakaldım. Tekrar uyanır gibi olduğumda saat epey geçti ve Kuvars'ın kolları arasındaydım.

"Uyu sen..."

Başımı Kuvars'ın omzuna yaslayıp onun beni taşımasına ses çıkarmadan gözlerimi yeniden kaparken göğsüm huzurla doldu.

Sabah odadaki seslere gözlerimi açtığımda kenardaki saatten uyanmak için geç bir saat olduğunu gördüm. Gözlerimi ovuşturup odadaki sesin kaynağına doğru bakarken Kuvars'ın valizlerden birine kendi kişisel ihtiyaçlarını doldurduğunu fark ettim. Bir yere mi gidiyordu?

Olduğum yerden doğruldum ve yataktan kalkarken ona baktım. "Kuvars?"

Kuvars benim kalktığımı fark edince bana doğru döndü. "Günaydın."

"Günaydın? Bir yere mi gidiyorsun? O valiz ne?"

Kuvars başını olumsuz anlamda salladı. "Beraber gidiyoruz."

"Beraber mi?"

"Evet, dün sen söylemedin mi bir iki gün uzaklaşsak daha iyi olur diye."

"Evet ama, ben, çok çabuk oldu." Şaşkınlıkla ona baktım, ağzım açık öylece kalakalmıştım. Sırf ben istedim diye, her şeyi bırakıp uzaklaşacak mıydık yani?

"Dün ayarlamaları yaptım, hafta sonu gidip döneceğiz, gece uyuduğun için sana söyleyemedim, Merve senin için bir valiz hazırladı."

Bu kadar hızlı olmasına şaşırırken, Kuvars yeniden konuştu. "Bir saat içerisinde çıkmamız lazım, uçağımı hazırlattım."

Şaşkınlığım iki kat arttı. "Nereye gidiyoruz?"

"İtalya."

***

Bundan saatler sonra, ben merakla geldiğimiz şehre, gördüğüm her manzaraya hayranlıkla bakarken toplam iki araba değiştirdik ve Kuvars'ın yanından geçerken bana anlattığı her şeye hiç unutmamak için uzun uzun baktım. Geldiğimiz yer Napoli Körfezinin güneyinde, Sorrento Yarımadasının kıyılarından Salerno'ya kadar uzanıyordu ve denize paralel şeklinde uzanan Amalfi Kıyıları hayatımda gördüğüm en güzel yer olabilirdi. Daha önce Kuvars'la Kuzey Işıkları'nı görmeye gitmiştik, ardından Prag'a, onlarda inanılmaz güzeldiler ama bu manzara açıkçası diğer ikisinde yoktu. Deniz öyle güzel görünüyordu ki, kelimelere aktarmak dünyanın en zor şeyi olsa gerekti. Kuvars'ın anlattığına göre Amalfi Kıyıları'nın turistik olmayan kasabası Furore'ye, konaklayacağımız eve doğru gidiyorduk. Tabii Kuvars'ın burada da bir evi olmasına şaşırmamıştım.

Arabanın camını açıp başımı uzatırken Kuvars'ın da şoförle İtalyanca bir şeyler konuştuğunu duydum ama hiçbir şey anlayamadığım için onlara kulak kesilmek yerine gözlerimi büyüleyici manzaraya çevirdim. Gittiğimiz yol, kıvrıla kıvrıla ilerliyordu ve keskin yamaçlar ve birbirine uzanan yemyeşil dağlar çok huzur dolu görünüyordu. Burada havalar daha sıcaktı ve bu temiz havayı içime çekerken gözlerimi kapatıp kulaklarıma kadar dolan kuş cıvıltılarının tadını çıkarmaya çalıştım.

Arabayla dik yokuşu çıktıktan sonra şoför Kuvars'a dönerek birkaç şey söyledi, Kuvars onu onaylayıp yüklüce bir bahşiş verdikten sonra bana döndü. "Buradan sonra yürüyeceğiz."

Kapımı açıp dışarı çıkarken heyecanla etrafa baktım. Yokuşun tam sonu hayatımda gördüğüm en güzel manzaraya sahipti, gökyüzünün mavisi ve Akdeniz'in mavisi birleşmişti, buradan göğün nerede başlayıp bittiğini göremiyordum, aynı şekilde denizin de. Yer ve gök adeta bir bütündü burada. Manzaraya bakmak bile uçsuz bucaksız bir mavi sonsuzluğunun içerisine sürüklüyordu.

"Burası gördüğüm en güzel yer."

Kuvars'ın dudakları yana kıvrılırken başımı çevirdim ve ona baktım. Gözleri olduğumuz yere hâkim mavilikten dolayı yeşilden çok mavi hareleri taşıyordu. Bir kere daha ne kadar şanslı olduğumu fark ettim. Bir sürü hatama, yaşadıklarıma rağmen buradaydım, özgürlük şimdi damarlarımda geziniyordu, rüzgar tenime değip geçiyor bana dünyanın en güzel şarkısını fısıldıyordu sanki.

"Bak," dedi Kuvars beni belimden tutup döndürürken. Onun beni yönlendirdiği tarafa doğru çevirdim başımı. Üzüm bağı terasları ve uçsuz bucaksız bir yeşillik, küçük ağaçların arasında büyük kasaba evleri vardı.

"Turistlik bir yer değil, tek tük insanlar vardır yılın bu zamanı, şurası bizim evimiz."

Benim değil bizim demesine tatlı tatlı gülümserken diğer evlerden daha izbede, daha büyük ve buradan bile görünen geniş havuzlu eve baktım. Tam bir ailenin yıllarını verip yaşlanacağı bir yerdi. Bir an için hayal ettim, Kuvars işlerini buraya taşımış, ben İtalyanca öğrenmeye başlamışım, burada hastanede çalışıyorum, iki çocuğumuz var, biri kız biri erkek... Kuvars durmadan onlarla maç yapıyor bahçede, ben onlara yemek hazırlıyorum, her gün birbirinden farklı Akdeniz yemekleri... Her şey mükemmel, her şey çok huzurlu, bütün sorunlarımız, dertlerimiz Türkiye'de kalmış...

Gülümsemem soldu. Asla gerçekleşmesi mümkün olmayacak bir hayaldi. Ne ben hamile kalabilirdim ne de tüm sorunlarımızı arkamızda bırakıp buraya taşınabilirdik... Mümkün değildi.

"Ne düşünüyorsun?" Kuvars yüzümdeki hiçbir ifadeyi kaçırmadan bana bakarken yalan söylemek çok zordu.

"Burası harika bir yer, teşekkür ederim. Teşekkür ederim, iyi ki varsın."

Dolu gözlerle ona dayanamayıp kollarımı sararken Kuvars beni belimden sıkıca tuttu ve omzuna yasladı. Ben bu adamı nasıl üzmüştüm hiç bilmiyordum, onu mahvetmiş, yıkmış, kalp krizi geçirmesine sebep olmuştum ama o... Sırf ben bir iki gün uzaklaşalım dedim diye bir gün sonra beni böyle eşsiz bir yere getirmişti. Daha önce de sırf İstanbul'a kar yağmıyor diye Finlandiya'ya gitmemizi sağlamıştı. Onu seviyordum, bir ailemiz olmasa, sorunlarımız olsa, henüz hiçbir şey hallolmuş olsa bile onu çok seviyordum ve onun değerini her şeyden daha çok bilecektim. Bilmeliydim. Onu kaybetmeyi bir daha hiç ama hiç istemiyordum.

Evimiz biraz küçüktü ama terası o kadar güzeldi ki hayran kalmamak elde değildi. Kuvars gelmeden önce evin alışverişini yaptırttığı için evde her türden malzeme vardı ve hiçbir eksik yoktu. Hatta Kuvars bana deniz mahsullerinden bir yemek de hazırlamaya karar vermişti.

"Yapabileceğinden emin misin?"

"Yediğin en güzel yemek olacak, deniz mahsullü risotto, değirmenci usulü mezgit ve panna cotta."
Çekinerek ona baktım. En son doğum günümde yaptığı pastayı hatırlamadan edemiyordum. Ne kötü olmuştu. Yine öyle olursa, aç kaldık demekti...

"Sen yine de yardım edebileceğim bir şey olursa söyle bana şef."

Kuvars kenardan keskin bir bıçak ve soğanları alıp doğramaya başlarken bende yanına ilerleyip ocağı yaktım ve tavayı yerleştirip yağı ekledim. Kuvars doğradığı soğanları içine atarken ona sordum.

"Buraya çok gelir miydin?"

"Pek sayılmaz, daha çok Eliza kullanırdı burayı."

Kuvars kalamarı ve karidesi de tavaya ekleyip karıştırdıktan sonra mezgite geçti ve onu küp şeklinde doğramaya başladı.

"Sana bir şey sorabilir miyim?"

Kuvars başını salladı.

"İşlerin tam olarak nasıl gidiyor, borsada hisse değerleri eskisi gibi yükselişe geçti mi?"

Kuvars doğradığı mezgitleri de ekledikten sonra pirinci ve suyu ekledi. Bende güzel olması için fesleğenleri attım.

"Sen bunları düşünme," dedi Kuvars. "Ben toparlıyorum."

"Peki Haldun Keskiner, ona ne olacak?"

"İş dünyasında bitti, bir daha kimse onunla iş yapmayacak, ihaleye fesat karıştırmaktan da yargılanıyor."

Sıkkın bir ifadeyle ona baktım. "Tekrar özür dilerim her şey için."

Kuvars bir yorum yapmak yerine tavayı birkaç kez salladı ve pişmiş risottoyu ocağı kapatarak servis tabağına aldı.

"Gel, tadına bak bakalım."

Korkarak onun yanına gidince, Kuvars'ın dudakları yana kıvrıldı, sonuçta yapılış aşamasını görmüştüm. Kötü olamazdı, olamazdı değil mi?

Rissottodan bir kaşık alıp ağzıma götürürken korkarak ona baktım. Kuvars'ın yeşil gözleri keyifli bir ifadeyle bana bakarken kötü olsa bile iyiymiş gibi numara yapabileceğimi düşündüm. Ama rissotto efsaneydi. Hayatımda yediğim en güzel yemekti.

"Kuvars bu inanılmaz olmuş."

Kuvars keyifle bana bakarken bir kaşık daha aldım. Son zamanlarda yediğim her şey işkence gibi gelirken bunu yedikçe yemek istiyordum. Kuvars diğer yemekleri de yapıp bize beyaz şarap açarken bende onun hazırladığı servisleri terastaki masaya götürdüm ve güzel bir sofra hazırladım.

Onunla sonsuz maviye ev sahipliği yapan bu manzaraya bakarken mutlulukla gülümsedim.

"Ee İtalyancayı nasıl öğrendin bakalım sen?"

"Bir ara, üniversite zamanlarımda İtalya'da yaşamak ve piyanist olmak istiyordum." Bu itiraf karşısında şaşkınlıkla ona baktım.

"Ciddi misin?" Kuvars Demirhan doğuştan takım elbiseyle doğmuş gibi göründüğü için onun piyanist olduğu bir evreni düşünemiyordum bile. Sanki hep ekonomiyle doğmuştu ve finansın içinde büyümüştü.

"Evet, varoluşsal sancılar çektiğim bir dönemdi."

Kahkaha attım.

"Kendi yolumu çizmek konusunda kararsızdım ve piyano çalmak konusunda iyi olduğumu düşünüyordum, İtalya'da yaşamak istiyordum, o ara İtalyancamı epey bir geliştirmiştim, yarı zamanlı olarak İngiltere'de İtalyan bir müzik evinde piyano çalıyordum."

Bir kere daha ona hayran oldum. Daha önce Prag'da dinlemiştim kendisini, iyinin çok daha ötesindeydi ve sesi de çok güzeldi.

"Neden vazgeçtin sonra?"

"Okulu dereceyle bitirdim, sonra para kazanmam gerekiyordu, ardından babamın iflasın eşiğine gelmesi Türkiye'ye dönmem derken finans ile ilgili yolum kendiliğinden çizilmiş oldu."

"Şu an peki? Müziğe devam etmek ister miydin?"

"Hayır." Kuvars'ın dudakları yok artık der gibi yana kıvrıldı.

Onunla beraber yemeğimizi yiyip üzerime siyah, mini bir elbise giyip saçlarımı da ördükten sonra, rahat gezebilmek adına spor ayakkabılarımı giydim ve Kuvars'la beraber etrafı keşfetmeye çıktık.

Öncelikle bulunduğumuz kasabanın renk renk evlerinin etrafından geçtik, Kuvars onlarca fotoğrafımı çekti, bende ona poz vermekten geri durmadım. Ardından Emerald su mağarasını gördük, efsane bir yerdi. Suyun rengi zümrüt yeşili rengindeydi ve burada Kuvars'ın gözleri de atmosferden kaynaklı olarak zümrüt yeşili renginde gölgeleniyordu ve hayatımda izlediğim en iyi şeydi, bir ömür burada vakit geçirebilirdim.

Ardından burada kayak turumuzu yaptığımız yerin tavsiyesiyle küçük bir restorana geçtik, bu restoranda delizia al limone adında buralarda epey meşhur olan bir tatlıyı yedik, ben şeften tarifi alırken Kuvars'ta bana tercümanlık yaptı.

"Bak iyi yaz, atlama hiçbir şeyi."

Kuvars bana yandan bir bakış atıp şefin söylediği her şeyi yazarken mutlulukla tarifi küçük çantamın içine koydum.

Ve bugünkü yolculuğumuzun son durağı olan, âşık olduğum diğer bir yer Fiorde di Furore'ye uğradık, burası adeta gizli bir vadi gibiydi. Bir kişi bile yoktu, sadece Kuvars ve ben...

Akan su öyle güzeldi ki, yüzme bilsem bir dakika düşünmez atlardım sanırım. Hiç düşünmeden spor ayakkabılarımı çıkarıp merdivenlerden aşağı yürüdüm ve suyun az olduğu yere doğru ilerledim. Kuvars bana bakarken ona gel işareti yaptım. Ayakkabılarımı kenara koyup suyun içerisinde ilerlerken başımı çevirdim ve suya girmeden beni izleyen Kuvars'ı gördüm.

"Hadi ama gel, çıkar üstündekileri, gel."

Kuvars bir dakika bekledikten sonra o da benim gibi ayakkabılarını ve çoraplarını çıkartıp kenara koydu. Islanmaması için kotunu ve gömleğini de çıkartıp kenara koyduktan sonra bana doğru ilerledi. Elleri belimi sararken suyun içerisinde ilerledik.

"Yüzmek mi istiyorsun?"

"Yüzme bilmiyorum ki."

"Ben sana öğretirim."

Korkuyla ona baktım. "Hayır."

"Korkma gel."

Ondan uzağa tekrar kıyıya doğru koşarken Kuvars arkamdan geldi. Gülerek ona su fırlattım. "Hayır."

"Hadi gel korkaklık etme."

Korka korka ona bakarken Kuvars beni belimden tuttu ve bir anda suya çekti. "Donarız sevgilim yapma, lütfen..."

"Saçmalama, suyun sıcaklığı iyi."

"Olsun bak, ben kesin boğulurum bir de seni de boğarım. Yapmayalım, başka zaman öğrenirim ben."

"Boğulmana izin vermem, hadi gel, bugün yüzmeyi öğreneceksin."

Korka korka Kuvars'a bakarken bir kere daha kaçmayı planladım ama büyük ihtimalle beni iki saniyede yakalardı, bu yüzden ona iri iri olmuş gözlerle baktım ve pes etmesini bekledim.

"Bana öyle bakma, öğreneceksin."

Yutkunarak üzerimdeki siyah elbiseyi çıkardım ve sadece iç çamaşırlarımla kalırken elbiseyi ıslanmaması için Kuvars'ın elbiselerinin üzerine koydum. Geri onun yanına giderken Kuvars beni tuttu ve hızla ileriye doğru götürdü, belime kadar su gelirken, suyun etkisiyle vücudum daha ileriye savrulurken ona döndüm. "Sen çok zalimsin."

"Hadi güzelim korkaklık etme."

Ona tip tip baktım.

"Bak şimdi önemli olan nefes kontrolü, ben seni kollarından tutacağım ve alıştırma olması için başını suya sokacaksın, nefesini tutacaksın ve on saniye sonra başını çıkaracaksın. Birkaç kere bunu yaptıktan sonra alışacaksın."

"Başımı suya sokmasam olmaz mı?"

Kuvars sorumu anlayamadı ardından gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

"Ben buradayım, kolların bende olacak, kendini germemen suya bırakman lazım, su senin vücudunu kaldıracak zaten."

"Bak sakın bırakma beni."

Kuvars'ın yüzü ciddi bir ifade aldı. "Seni asla bırakmam, bu mümkün değil.."

Beni ellerimden tutarken dediği gibi yaptım, nefesimi tuttum ve vücudumu serbest bir şekilde denizde uzanır halde bıraktım ve başımı suya soktum. Vücudum suya girdiği gibi, kendimi rahat bırakmamla beraber bacaklarım uzanır bir hal alırken Kuvars ellerimi sımsıkı tuttu. On saniye sonra başımı kaldırıp derin bir nefes almaya çabaladım.

"Sakin ol, su dudak hizanda kalsın. Şimdi bir daha."

Birkaç kere bu hareketi yapıp suya alıştıktan sonra Kuvars bana bacaklarımı nasıl çırpmam gerektiğini ve kol hareketlerini gösterdi.

"Şimdi seni tutmayı bırakacağım, kendin yüzmeyi deneyeceksin, bir şey olursa hemen tutarım seni."

O beni belimden tutarken hızla karşı çıktım. "Hayır, bırakma beni."

"Buradayım ben. Hadi." Kuvars yüzerek bira uzağıma gitti. "Bana doğru gel."

Sertçe yutkunarak ona doğru yüzmek için harekete geçtim. Ama ben Kuvars'a doğru ilerledikçe o daha çok uzaklaşıyordu sanki, altı kulaç atıp nefes almak için başımı çıkarıp yarım nefes aldıktan sonra tekrar ona ilerlemeye çalışıyordum, kaplumbağa hızındaydım ama olsun.

Su bütün kaslarımı rahatlatırken biraz olsun özgürlüğün tadını çıkarmaya çalıştım ama hala korkuyordum. Nefes almamak ciğerlerimi zorluyordu. Suyun altından ilerleyip nefessizlikten artık zorlanırken çıkmak için hareket etmek istedim ama başımı çıkarayım derken boynuma kadar kaldırmam dolayısıyla suya iyice battım ve nefes almak için ağzımı açarken bolca su yuttum.

Kuvars hızla bana doğru yüzüp beni belimden tutup çıkarırken öksürerek onun omzuna başımı koydum. Ciğerlerim acıyla yanıyordu.

Kuvars endişeyle bana baktı. "İyi misin?"

Öksürüklerim dinince evet anlamında başımı salladım. "Su yuttum."

Kuvars'ın dudakları yana kıvrıldı. "Afiyet olsun."

Onun omzuna vurdum.

Bana acımadı. "İyiysen hadi yüzmeye devam."

"Hayır." Olumsuz anlamda başımı sallayıp beni bırakmaması için bacaklarımı onun beline sardım. "Bugünlük yeter bu kadar."

Kuvars tekrar itiraz edecek gibi olduysa da onun konuşmasını hızla onu öperek bastırdım. "Hayır, lütfen."

Kuvars bir anda onun dudaklarına konan ve hemen ayrılan dudaklarım nedeniyle afallarken yüzlerimiz neredeyse birbirine değiyordu, ıslak kirpikleri yeşil kirpiklerini çevrelerken öyle güzeldi ki, şu an ölsem o gözlere gömülmek isterdim.

"Sen beni böyle vazgeçirmeye mi çalışıyorsun?"

Hızla dudaklarımı yeniden onun dudaklarına bastırdım ve geri çekildim hemen. "Evet, başarılı olabiliyor muyum bari?"

Kuvars beni daha sıkı tuttu. "Hayır."

"Hayır mı?" Dudaklarım yana kıvrılırken tekrar uzandım ve onun dudaklarına kendi dudaklarımı yasladım.

Bu sefer o, ondan ayrılmama izin vermezken sertçe öptü beni. Suyun etkisiyle bir bütün halindeki vücutlarımız savrulurken Kuvars beni öpmeyi hiç bırakmadı. Dili benim dilimi okşarken bende dibe batmamak için onun ensesine tutundum ve onun öpüşüne karşılık verdim.

Onunla beraber dakikalar saatlere dönüşüp vücudumuz buruşana kadar suyun içinde kaldık, su bizi dibe çekti tekrar yükseltti... Onunla olmanın tadını epey bir süre çıkardım. Onunlaydım, dahası yoktu, onun her zaman beni tutacağını, hiç bırakmayacağını ve hep yanımda olacağını biliyordum.

***

Tatilimizin bundan sonrası epey güzel geçti. İlk gün yorgunlukla ve manzaraya karşı içtiğimiz şarabın etkisiyle sızıp kaldıktan hemen sonra diğer gün kaldığımız kasabadan başka bir kasabaya daha geçtik. Conca dei Marini daha turistik, biraz daha kalabalık ama küçük, rengârenk evleri, renkli insanları ve eşsiz manzarasıyla harika bir yerdi. Mükemmel bir saklı plaja ev sahipliği yapıyordu ve oradaki küçük bir dükkândan yüzmek için ihtiyacım olan malzemeleri alıp Kuvars'la biraz daha yüzme fırsatı bulmuştum. Hala korkuyordum, tam olarak yüzmeyi öğrenmiş değildim, iki gıdım yüzüp, su yuta yuta Kuvars beni kurtarana kadar çırpınıp duruyordum. Kuvars da her defasında afiyet olsun diye dalga geçmekten başka bir şey yapmıyordu.

Huzur o kadar güzel bir şeydi ki, kafam tamamen dağılmıştı. Kuvars'ın da biraz olsun toparlandığına inanıyordum, her sabah kalp ilaçlarını ona zorla içirirken zaten ağlayacak gibi oluyordum ama giderek daha da iyi oluyordu biliyordum ve bunu bilmek bile çok umut vericiydi.

Conca dei Marini'de yine aynı şekilde mükemmel bir restoran keşfetmiştik. Restoran küçük koylardan birindeydi ve oraya ulaşmak için kayığa binmemiz gerekmişti. Çok küçük bir aile yeriydi, harika yemekler yapıyordu. Orada da yeni bir tatlı tarifi aldıktan sonra yarın sabah buradan ayrılacağımız için bu akşam bu kasabadan gitmeden yapmayı planlayarak katlayıp çantama koydum.

"Sen tatlı mı yapacaksın şimdi?"

Kuvars buzsuz viski kadehini alıp mutfaktaki bir köşeye geçerken ona başımı salladım. "Bu tarifi deneyeceğim. Umarım aynısı gibi olur, yediğim en iyi tatlıydı."

Limonları çıkarıp tezgâha koyarken Kuvars bana takıldı. "Ben daha iyi bir tatlı yedim."

Yanaklarım kızarırken ona tip tip baktım.

Delizia el limone kısaca limonlu küçük keklerden oluşan bir tatlıydı, üzerinde de bu minik keklerin kreması vardı. Ama krema ve limon araması birleşince ortaya efsane bir tat çıkıyordu ki... Yapmak için tarifteki gibi yumurta sarılarını, rendelediğim limon kabuklarıyla ve vanilyayla çırpıp uğraşmaya başladım. Üç buçuk saat boyunca sadece bu tatlıyla uğraşıp yorgunluktan ölürken Kuvars bana sırıtıyordu.

"Sadece sipariş edebilirdik, yorulmazdın bu kadar."

"Bu kadar zor yapıldığını bilsem asla başlamazdım."

En sonunda hazır olan tatlıyı Kuvars'la ikimize yememiz için bir tabağa koyup artık karanlık çöken balkona götürürken bir de aydınlık olsun diye balkon ışığını açmak yerine masadaki mumları yaktım.

Bir anda belime sarılan eller ile olduğum yerde sıçrarken Kuvars'ın dudakları oynumda gezindi. "Ellerine sağlık."

"Gel, otur, tadına bak. Nasıl olmuş? Aynısı gibi mi?"

Kuvars benim heyecanıma eşlik edip otururken ona tabaktaki tatlıyı uzattım. Kuvars kocaman bir lokma aldıktan sonra merakla onun yüzüne baktım. Hiç renk vermedi.

"Ee nasıl olmuş?"

"Güzel. Güzel olmuş."

Gülümseyerek ona bakarken bende tatlıdan bir lokma aldım ve ağzıma attım. Lokmayı ağzıma atmamla peçeteye çıkarmam aynı anda olurken yüzümü buruşturdum.

Berbat olmuştu.

Tek kelimeyle, berbat.

Sanırım limonunu fazla koyduğum için inanılmaz ekşi ve limon kabuklarından dolayı da acıydı. Hiç güzel olmamıştı.

Kuvars beni kırmamak için güzel olduğunu söylemişti.

"Kuvars bu çok kötü olmuş, neresi güzel?" dedim yüzümü buruşturarak. "İnanmıyorum, şimdi ağlayacağım, üç saat uğraştım ve böyle mi oldu?"

Kuvars bir bana bir de tatlıya baktı, canı benim üzgün suratıma sıkılmış gibiydi. Bir anda beklemediğim bir şey oldu ve tabaktaki tümö tatlıyı iki lokma da ağzına soktu ve üzerine su içerek hızlıca bitirdi.

"Ne yapıyorsun? Tadı çok kötü, miden bozulacak!"

"Yo, gayet güzel, ben beğendim."

Şaşkınlıkla ona baktım. "Kuvars o tatlının yenilebilir hiçbir tarafı yok."

"Gayet güzel diyorum, daha fazla bile yerim."

O ayağa kalkıp biraz daha yemek için buzdolabını açarken gülümseyerek ona baktım. Sırf ben üzüldüm diye o korkunç tatlıyı yiyor üstüne bir de güzel olduğunu söylüyordu... Seviyordum ben bu adamı... Çok... Çok seviyordum...

Tatlı krizinden hemen sonra Kuvars'ın midesinin iyi olduğundan emin olduktan hemen sonra terasa geçtim. Burayı çok özleyecektim, son kez yıldızlı geceye ve yıldızlara baktım, hayatım boyunca hep hatırlayacaktım buradaki iki günü.

"Güzelim?"

Kuvars biraz serin olan hava nedeniyle omuzlarıma şal bırakırken mutlulukla ayağa kalktım ve ona döndüm.

"Miden iyi değil mi?"

"Ben o tatlıyı gayet sevdim."

"Hiç iyi bir yalancı değilsin."

Kuvars güldü. Eğilip alnımı öperken kirpiklerim titredi. Kuvars'ın dudakları ilerledi ve yanağımda ve boynumda gezindi. "Senden istediğim bir şey var."

Onun dudakları altında kendimden geçerken "Nedir?" diye sordum.

Kuvars'ın dudakları boynumdan köprücük kemiğime doğru ilerledi. "Bana bazı sözler vermeni istiyorum."

Ona anlam vermek ister gibi bakarken Kuvars'ın dudakları uzandı ve dudaklarıma yaslandı, beni kendi adımı unutmama neden olacak şekilde öptü. Ardından dudaklarımdan dudaklarını ayırdı ve onunla iletişim kurduğum ellerimi aldı avuçlarına. Kalp atışlarım maraton koşuyormuşum gibi hızlanırken hemen ellerimin üzerinde hissettiğim dudaklar nedeniyle gözlerim kapandı. Tek bir şey söylemeye mecalim yoktu, hisler tarafından sarılmış ve kuşatılmıştım, gidecek başka hiçbir yerim yoktu. Sadece o vardı. Sadece ona karşı duyduğum derin sevgi vardı.

"Bir daha ihanet yok."

Gözlerimi açmadan başımı olumlu anlamda salladım.

"Bir daha ağlamak yok."

Buna söz veremeyeceğimi bilsem de başımı salladım. "Seni ağlarken görünce dünyanın belasını sikesim geliyor. Tek bir damla gözyaşına kurban olurum ben senin."

Mideme doğru sıcak bir şeyler akarken uzun zamandır buz gibi olan dudaklarım yana doğru kıvrıldı.

"Bir daha beni bırakmak yok."

Yok... Asla...

"Her an ne yaptığını bileceğim, her an."

Ellerimin üzerinde gezinen dudaklar ona onay vermemi geciktirirken olduğum yerde kıvrandım. Bir an sonra parmaklarımdan geçen soğuk nesnenin varlığını fark ettim. Kirpiklerim bile titrerken gözlerimi açmaya gücüm yetmedi.

Bunun ne olduğunu biliyordum. Gerçekten biliyordum.

"Aç gözlerini."

Kirpiklerim Kuvars'ın sesine itaat edercesine açılırken havada asılı duran parmaklarıma zar zor gözlerimi çevirdim. Oradaydı, yeniden benimleydi.

"Ne demek bu?"

Kuvars'ın yeşil gözlerindeki yoğunluk beni olduğum yere zamk gibi yapıştırırken ellerime çevirdim yeniden gözlerimi.

"Hep olması gereken yerde. Bir daha bu yüzüğü hiç çıkarmayacaksın."

Başımı çevirip ona bakmaya gücüm yetmezken parmağımdaki takılı kuvars taşlı yüzüğe bakakaldım. Yeniden... Yeniden...

Yeniden bendeydi...

Ona sımsıkı sarılırken onun omzunun üstünden başımı kaldırdım ve gökyüzüne doğru sessizce teşekkür ettim. Bana verdiğin bu güzellik için teşekkür ederim... Minnettarım...

***

Diğer sabah gözlerim sürekli yeniden yüzüğümdeyken öyle çok mutluydum ki, mutluluğumu tarif edecek bir ifade bile bulamıyordum. Durup durup hem yüzüğüme hem de Kuvars'a bakıyordum. Bir daha onu asla çıkarmayacaktım ve sahip olduklarımın kıymetini bilip onlar için savaşacaktım.

Havaalanında Kuvars ile yollarımız ayrıldı. O işe gitmek için direkt bir taksiye binerken ben de beni almaya gelen Yiğit ile eve doğru yola koyuldum.

"Çok mutlu görünüyorsun."

"Öyleyim... Sen nasılsın? Merve'yle neler yaptınız hafta sonu?"

Yiğit'in yüzü kireç gibiydi ve benimle konuşurken bile epey isteksiz görünüyordu. Bir sorun mu var diye düşünmeden edemedim. Zaten en son bir telefon konuşmasına misafir olmuştum ve pek iyi şeyler duymamıştım.

"İyi, aynı işte. Asıl seni sormalı, daha evli bile olmadığın adamla ne diye tatillere gidiyorsun?"

Olduğum yerde kalakalırken ağzım açık bir şekilde ona bakakaldım.

"Pardon da bundan sana ne! Haddini bil Yiğit! Benimle nasıl bu şekilde konuşabilirsin sen."

"Ee, tabi biz artık şoför olarak çalışıyoruz sen evin patronuyla berabersin, haddim değil doğru. Daha düne kadar ne iş yaptığını unuttun sanırım sen Cemre."

Sinirden ellerim titredi.

"Aptal aptal konuşma, hiçbir şekilde benimle bu şekilde konuşamazsın, ben hizmetli olarak çalışmaya devam etsem bile sana kimse bu hakkı vermez. Bu benim hayatım, kendi özgür seçimlerim, istediğim kişiyle istediğim hayatı yaşarım, sana soracak değilim!"

Yiğit derin bir nefes verdi. "Tamam, haklısın özür dilerim, seninle bir konu hakkında konuşmak istiyorum, arabayı bir kafeye çekeceğim."

"Arabayı eve sür. Seninle konuşmak istemiyorum."

"Cemre!"

"Ne Cemre ya! Sür şu arabayı eve!"

Yiğit sıkıntılı bir nefes daha verip eve doğru giden yola saparken öfkeden onu parçalamamak için camdan dışarı baktım. İnanamıyordum ya. Bu tanıdığım Yiğit olamazdı.

Yiğit arabayı evin önünde durdururken hızlıca emniyet kemerimi çözdüm ve bahçe kapısının girişine doğru ilerledim.

"Cemre!" Yiğit arkamdan seslendi. Öfkeyle ona doğru dönerken elim ayağım hala titriyordu.

"Özür dilerim ama seninle konuşmak istiyorum. İki dakika lütfen dinle beni."

Onu dinlemek istemezken en sonunda omuzlarım çöktü. "Kısa olsun."

"Ben, sana nasıl ulaşacağımı ve seninle nasıl konuşacağımı bilemiyorum. Normalde böyle çıkışlar yapmam, böyle biri değilim ama artık içimde tutmaktan yoruldum. Biliyorum aynı imkânlara sahip değiliz ama ben seni ondan çok daha fazla seviyorum."

Şaşkınlıkla onun ne dediğini anlayamadım.

"Ben seni ondan çok daha mutlu ederim, bunları senin mutluluğun için içimde tutacaktım ama artık gücüm kalmadı. Sizin beraber oluşunuzu görmek, ardından senin yeniden mutsuzluğa sürükleneceğini bilmek beni öldürüyor."

Ağzım açık öylece olduğum yere çakılı kaldım.

''Kaçma benden, gör artık beni. Artık senden uzakta kalmaya tahammülüm kalmadı. Sana her yaklaşmaya çalıştığımda benden daha çok uzaklaşıyorsun.''

İri iri olmuş gözlerle ona bakarken ne diyeceğimi bile bilemedim. Baştan ayağa titriyordum.

''Sürekli seni üzgün görmekten, ağlamandan, gözyaşlarını silememekten öyle çok yoruldum ki. Artık senden uzak durmak istemiyorum. Sadece seninle olmak istiyorum.''

Titreyen ellerimi kaldırıp itiraz etmek isterken izin vermedi. ''Seni seviyorum, izin ver bana tüm yaralarının üzerinden sevgimle geçeyim. Lütfen izin ver.''

Karşımdaki adamın gözlerinin ne denli yandığını görürken ellerimi çekmek için tüm gücümü kullandım. Bana bunları nasıl söyleyebildiğini anlayamıyordum bile. Yiğit delirmiş olmalıydı.

"Bak gitme benden, çok düşündüm gel benimle, biraz para kazandım bir şekilde. Bir ev alırım, küçük bir bahçesi olur, sadece sen ve ben. Ben seni, Kuvars Demirhan gibi üzmem seni."

"Yiğit sen ne diyorsun? Delirdin mi? Bu hiç mümkün olabilir mi ben Kuvars'ı seviyorum."

"Ben seni seviyorum Cemre. Senin için tüm dünyayı değiştiririm, sen yeter ki mutlu ol..."

"Yiğit Merve? Merve sizin evleneceğinizi zannediyor ona bunu nasıl yaparsın sana inanamıyorum!" Olduğum yerde neredeyse ağlamak üzereyken Yiğit bas bas bağırdı.

"Merve benim umurumda bile değil, onun gibi sığ bir kızı bırak sevmek vakit geçirmeye bile katlanamıyorum. Ben sadece seni seviyorum ve seninle evlenmek istiyorum."

Yiğit'e vurmak üzere bir halde çıldırmışken hemen arkamdan bir düşme sesi duydum. Ağır ağır başımı çevirdim ve ağlayan gözlerle bana ve Yiğit'e bakan Merve'yi gördüm. Duymuştu, her şeyi duymuştu. Yiğit bas bas bağırmıştı ve duyup her şeyi yanlış anlamıştı.

Zaman ağır çekimde ilerledi ve ben ne yapacağımı bile bilemezken gözlerim dolu dolu oldu. Bu hayattaki tek arkadaşımı da kaybettiğim o andı.

"S-Siz?" Merve olduğu yerde bize bakarken elleri iki yana düştü.Gözlerinde saf hayal kırıklığını gördüm. "Bana bunu nasıl yaparsınız?"

Merhaba :) LGS sonrası bir moral bölümü olsun istedim, sınavınızı lütfen çok umursamayın, sonuç ne olursa olsun iyi bir gelecek sadece sizde bitiyor. İnanın bana meslek lisesinden çıkıp da bu ülkede dereceler yapan, çok iyi bir lisede okumasına rağmen pek iyi bir sonuç alamayan insanları da tanıyorum. Hayat böyle zaten <3 Sadece şimdi arkanıza yaslanın ve hayatınızın en güzel dönemi başlıyor ona odaklanın <3

Bölümü bu kadar geç yayımladığım için kusura bakmayın, finallerim derken anca bittiler, önümüzdeki hafta içi yeni bir bölüm daha gelecek <3

Bu süreçte yeni bölümde neler olacağını konuşmak için sizi Instagram hikayelerindeyasar ve Twitter lalmaglup hesaplarına bekliyorum :) Bölümün tam gününü de Wattpad profilimden duyuruyorum, tabii kesitleri de, beni mutlaka buradaki profilimden de takip edin <3

Ve buraya yazın, sizce bu Yiğit tam olarak kim? Bu telefon konuşmaları ne? Neden Cemre'yi sevmesine rağmen Merve'yle oldu? Ve sizce Merve bunun sonucunda ne yapacak?

Birkaç gün sonra yeni bölümde görüşmek üzere öpüyorum <3

Continue Reading

You'll Also Like

452K 18.1K 40
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
98.3K 3.8K 35
Geçmişinden kaçmaya çalışan dünyaca ünlü efsanevi boksör Derin, İtalya'nın meşhur mafya lideriyle karşılaşırsa ne mi olur? *** Bir adım daha yaklaştı...
Haz By 🍀

Romance

70.8K 409 6
"Siktir, kırmızı senin rengin." Sütyenimin açıkta bıraktığı göğüslerimi öpmeye başladı. Bir eliyle kalçalarımı sıkıyor diğeriyle de kasıklarımı okşuy...
142K 250 16
+18 içerir