Mecruh

By Huzunfethedildi

255K 18.3K 12.2K

"Ben seninle heba olmaya da razıyım." 🍀 HAYAL ÜRÜNÜDÜR Başlangıç Ekim/2019 More

Mecruh
1| Geçmişin Yükleri
2| Hüzün Gerdanlığı Takan Kadın
3| Kederle Nişanlanan Kadın
4| Matem Günü Yeşeren Yonca
5| Kukla'nın Yolculuğu
6| Kan, Katran, Yonca
7| Ceylanı Sahiplenen Aslan
8| Bahçeyi Talan Eden Kasırga
9: Cehennemden Bir Oda
10: Rayihası Çalınan Gonca
11: Toprağın Kabul Etmediği Çiçek
12: Kasırganın Katlanamadığı Yaprak
13: Merhametini Muhafaza Et
14: Kalpte Nasır Tutan Kin
15: Yürek Yaralayan Mavi
16: Çoban Yıldızı
18: Bakışlarıyla Sarılan Adam
19: Kelebekler Dertten Ölür
20: Denizde Boğulan Balık
21: Gök Fırça Gülüşünde Saklı
22: Ölümü Kundakta Kucaklayan Bebek
23: İzdüşümünde Gizli Kandan Cenin
24: Kızıl Gözlü Kurtun Merhameti
25: Kanatları Yanan Serçe
26: Kovulmuş Şeytanın Şerri
27:Kan Kızılı Kader
28: Kırık Kadının Kalbi
29:Ay Kuşağında Güz Mevsimi
30: Kül Rengi Gökkuşağı
31: Hüzün Kuşları'nın Takılı Kaldığı Bulut
32: Ruhu Yaralı Karanfil
33: Kelimesiz Cümleler, Kurşunsuz Silahlar
34: Kalpsiz Kral Ve İnatçı Yonca
35: Bir Mezarda İki Ölü
36: Uçurumdan Düşen Umutlar
37: Keskin Bıçakların Heba Ettiği Cesetler
38: Küllükte Açan Tomurcuklar
39: Mayın Tarlasını Gözlerinde Taşıyan Adam
40: Sönen Umut Işıkları
41: Ölgün Yoncalar Derneği
42: Gül'le Bülbül'ün Kalp Davası
43: Zemheriyi Bekleyen Bahar Yürekli Kadın
44: Kalbin Sırlar Odacığı
45: Aynanın Ruhuna Gizlenen Sözler
46: Kavuşamayanlar Senfonisi
47: Kendini Yitirenler Şehri Sakini
48: Birbirine Düğümlenmiş Ruhlar
49: Közler İçinde Bir Kadın, Kadının İçinde Yanan Adam
50: Yarım Kalmaya Mahküm Aşklar
51: Kelepçelenmiş Kalpler
52: İnci(t)nen Adamlar
53: Vedaların Ve Silahların Çemberi
54: Nasibine 'Gitmek' Düşen Kuş
55: Anıların Dilsiz Hayaletleri
56:Gözleri Uçurum Kenarı Gibi Bir Adam
57: Gürültülü Suskunluklar
58: Yonca'yı ve Adamını Anlayabilmek
59: Kalbinin Rotasını Bulan Adam
60: Yıkılmaya Yüz Tutan Köprüler
61: Sevgilinin Olduğu Şehir
Kurdun İni Kalbidir
62: Gözleri Bulutlu Adamın Yoncası
63: Sözünün Eri Kardelen
64: Yitik Gönül Ülkesinin Kızıl Gözlü Adamı
65: Bitmeyen Davalar
66: Gönlündeki Nar Dağılan Kadın
67: Verilen Sözler
68: Vuslat
69: Acı Gerçekler
70: Yaradan İbaret Bir Kadın
71: Kasırganın Yakasındaki Yonca
72: Yonca'nın Annesi
73: Yüreği Mayın Tarlası Gibi Bir Adam
74: Kırgın Adam, Kırgın Kadın
75: Sana Ev Diye Bakmak
76: Aynı Yara, Aynı İman Tahtası
77: Kaftanı Kederden, Yüreği Ateşten
78: Takvimler Tersten Açılırsa
79: Kalbine Kin, Eline Kan Bulaştıran Adam
80: İçin İçin Ağlayan Kadın
81: Yarayı Açanla Saran Aynı El
82: Kelebek'in Cenazesi
83: Sırtlan Çıkmazı
84: Seni Arkamda Bırakmak
85: Akıl Hapishanesindeki Yaralı Kadın
86: Toprağını Kabul Etmeyen Çiçek
87: Kasırgayı Talan Eden Yonca
88: Tuz-Buz Kral ve Dalkılıç Prenses
89: Kızıl Gözlü Kurdun Yarası
90: Kırık Adamın Kalbi
91: Yonca'nın ve Adamının Birbirini Anlayabilmesi
92: Her Bir Temmuz, Bir Yaradır
93: Çiçek Sağanağı
94: Güzel Kelimeler Hançerdir
95: Bir Çift Kızıl Namlu
96: Sevi
97: Sevda'nın Şerhi
98: Dağın Göğsündeki Zehirli Çiçek
99: Mutlu Olmak Zordur Derler

17: Serendipçe

2.6K 214 75
By Huzunfethedildi

Selamun aleyküm.

🍀

Temmuz, 1987


Nalan yavaş adımlarla bağa yürüdü. Gözlerini etrafta gezdirdi. Emine koluna girmiş ona yardımcı oluyordu.

"Emine emin misin burada olduğuna? Alaz buraya girmeyi sevmez ki." Emine ona yalan söyleyip buraya getirdiği için utansa da vazgeçmedi. Üzeyr ondan rica etmiş bir kere konuşmak istediğini söylemişti. Seven adamı nasıl kırardı?

"Alaz asi atın teki. Aradık bulamadık. Belki buradadır kardeşim. Bakıyoruz işte." Nalan sıkıntılı bir nefes aldı. Portakal bahçesinin ortasına vardıklarında gördüğü kişiyle duraksadı.

"Geldin..." Üzeyr özlem dolu gözlerini ondan çekmeye çabaladı. Sevdiği kadının ona bu denli haram olması canını yakıyordu. Emine kafasını omzuna yatırarak dostuna baktı.

"Çok rica etti napam? " Nalan yutkundu. Üzeyr karşısında öylece dikiliyordu. Çocukluktan bu yana hep ondan kaçmıştı. Sevmediğini söylemişti. Buna rağmen Üzeyr onu sevmekten vazgeçmemiş, her iç çektiğini avucuna bırakmış, onu kollamıştı.

Dört sene İstanbul'da kalınca onu özlediğini farketmşti.

"Geldim."  dedi gözlerini kaçırarak. Üzeyr'in iç çektiğini işitti. "Nasılsın?" dedi sadece. Nalan, Emine'ye tutundu.

"Beni buraya bunun için mi çağırdın Üzeyr..." Bu sefer ağzından abi çıkmadı. Bu üçünü de şaşırttı. Emine'nin dudakları kıvrıldı. Üzeyr coşkulu bir nefes aldı.

"Çocukluktan bu yana benle evlenmek isterdin? Ne oldi? Ben dört yıl burada olmayınca yüreğine başkasını mı aldın?" Üzeyr kaşlarını çattı. Ellerini ardında birleştirdi. Ömründe yaşamadığı şaşkınlığı şu an yaşıyordu.

Sen banim abimsin martavalı okuyan genç kız şimdi onu kıskanıyor, hesap soruyordu.

"Dört yıl her türlü insanla muhattab olmuşsundur. Sen yüreğine birini almamışsan ben hiç almamışımdır." Nalan kaşlarını çattı. Ona kızgındı. Üzeyr de ona kızgındı gittiği için fakat yüreğinde ki kıvılcım ona cesaret verdi.

"Kocam olacak mısın?" Emine ağzından hayrete düştüğünü belirten bir ses çıktı. "Nalan.." dedi şaşkınca. Üzeyr kaskatı kesilmişti. Ah bu ailenin kadınları bazen erkekleri zıvanadan çıkarıyordu. Yengesi amcasını zıvanadan çıkarmıştı. Emine, Berzan'ı süründürmüştü. Annesinin yaptıklarını saysa akşam olurdu.

Üzeyr kalın biçimli kaşlarını kaldırdı. "Sevmediğin adam kocan mı olsun istersin Ala gözlüm? " Nalan gözlerini portakal bahçesinde gezdirdi.

"İstanbul'a gittiğimde..." dedi cesurca. O çekinmezdi. Yapmak isterdi, yapardı. Söylemek isterdi, söylerdi. "... Babamdan sonra en çok senin varlığını aradım. Farkettimki ne kadar inkar edersem edeyim benim için bir abi değilsin sadece. Yüreğim deli adamın birine takılmış n'apayım? "

🍀

2019

Gözyaşlarımla ıslatarak büyüttüğüm yoncalar kalbimde yeşermeye yüz tutmuştu. Yoncalar çok nazik bitkilerdi. Sapından tutup çektiğin an parmaklarının arasında kalıyordu. Kadınlar gibi. Hassas duygularını yerle bir etmek için kırıcı bir söz yetiyordu.

Serendipçe. Aranmazken bulunan, mutlu tefavuk, mutlu kaza. Beklemiyordum. Ansızın gelen bu güzel tevafuğu beklemiyordum.

Polat. Dostum, arkadaşım, nişanlım. Belki fazlası. Merhametini sevdiğim adam. Sevgisini taşıyamadığım adam. Kalbimde bir dosttan farksızken çok sevdiğim, parmağımda yüzüğü olan adam.

Bileğimde kelepçesi yoktu. O beni tutsak etmiyordu. Onun sınırlarında özgürce dolaşabiliyordum. Biz birbirimize bağlıydık, bağımlı değil.

Şaşkınca yüzüne baktım. Gülümsüyordu. Sapasağlamdı. Üzerinde kargo pantolon ve siyah bir badi vardı. Bu kadar gün sonra hayatıma ait bir parçayı görmek kalbimin çarpmasına sebep oldu. Yutkundum.

" Polat?" ona doğru birkaç adım attım. Küçük dilimin varlığı hakkında şüphedeydim. "Benim." dedi kısık bir sesle. Gözlerinde gördüğüm şeffaf özlem kalbimi titretti. Adımlarımı hızlandırarak önüne dikildim. Aramızda çitler vardı sadece, kocaman mesafeler değil. Göz göze geldik. Gözlerinde ki pırıltılar gönlüme ışık oldu.

"Çok şaşkınım kusura bakma. Hoş geldin. İyisin değil mi? Yaralanmadın." Kafasını salladı.

"Yaralanmadım ve iyiyim. Sürprizimi beğendin mi?" Hevesle kafamı salladım. "Beğendim tabi." Ben onu incelerken güldü.

"Şaşkınlığını atlat da konuşalım." Kapıyı açarak yanına vardım. "Sen nasıl geldin buraya?" Kafasıyla ardını gösterdi.

"Aslında konağa gitmiştim fakat yaylada olduğunu söylediler. Renan Bey getirdi beni buraya." Kafamı çevirerek arabasına yaslanmış elleri ceplerinde önüne bakan Renan Şiyar'a baktım. Adını duyduğunda bize kaçamak bir bakış attı. Onu görmezden geldim.

Sözünü tutmayan insanları sevmezdim. Bana garanti vermişti buna rağmen hiçbir şey değişmemişti. Beni korumasına ihtiyacım yoktu fakat söz vermişti işte. Kendi kardeşininden bile koruyamamıştı son zamanlarda hassalaşan yüreğimi.

Ne tepki vereceğimi bilemiyordum. "Ne zaman bitti harekat?" Başını kaşıdı. "İki gün önce bitti. Ben de Diyarbakır üzerinden geçeceğime önce nişanlımı göreyim dedim." Gülümsedim. Gözlerimi kaçırarak ellerimi arkamda birleştirdim.

"İyi yapmışsın. Gel seni dedemle tanıştırayım. Eminim ki o da çok şaşıracak. "Kafasını salladı. Yan yana Renan Şiyar'ın önünden geçerken Polat duraksadı. Elini Renan Şiyar'a uzattı." Size de zahmet verdim. Teşekkür ederim." Renan Şiyar elini kavrayıp sıktı.

" Sorun değil. "Elleri ayrıldı. Merdivenleri çıkarak kapıyı açtım. Polat ayağında ki ayakkabıları çıkardığında kenarda duran terlikleri önüne bıraktım. Teşekkür ederek giyindi. İçeri girdiğinde ardından ayakkabılarımı çıkararak içeri girecekken Dilber seslendi.

" Bersin abla?" Durup ona döndüm. "Efendim?" Elinde ki saman balyasını gösterdi. "Ben Balkı'nın yemeğini veririm." Kafa salladım. Gülümsedi. "Bu arada gözün aydın." Elimle kışkışladığımda gülümsedi. İçeri girerek kapıyı kapattım. Polat salonun ortasında dikiliyordu. Merdivenlere yürüyerek seslendim.

"Dede!" Kısa bir süre sonra ses verdi. "Söyle iki gözümün çiçeği." gülümsedim. "Aşağı gelir misin lütfen?" Adım sesleri duyuldu. Merdivenleri inmeye başladığında ellerimi birbirine bağladım.

"Ne oldu?" Merdiven bitiminde gözleri arkama takıldı. Kaşları çatıldı. "Bu delikanlı kim?" geri çekildiğinde Polat birkaç adım atarak dedemin önüne dikildi.

"Merhaba efendim. Ben Polat. Bersin'in nişanlısıyım." Dedemin kaşları kalktı. Polat'ı baştan aşağıya inceledi. Vereceği ilk tepkiyi sabırla bekledim. Elini uzattı.

"Hoşgeldin oğlum." Polat elini öptü. Dedem bana döndü. "Bize birer çay ver iki gözümün çiçeği." Kafamı sallayarak merdivenin altından geçip mutfağa girdim. Bir süre heyecandan çayın nasıl demlendiğini unutsam da ardından aklımı başıma toplayarak çay suyu koydum. Seslerden anladığım kadarla kapının önünde ki sedirlere çıkmışlardı.

🍀

Bardakları tepsinin üzerine bırakarak tepsinin kollarını kavradım. Ağır adımlarla kapıdan çıkarak masa da oturan dedeme ve Polat'a ikram ettim. Renan Şiyar'da buradaydı. İki bardak getirdiğim için ona kalmamıştı. Polat'a göz göze geldiğimizde Renan Şiyar'ı işaret etti. Oflayarak içeri girip bir bardak daha doldurdum. Geri dönerek masanın üzerine bıraktım.

"Bersin'im sen hele Balkı'ya bir bak. Ne halde?" Kaşlarım çatıldı. Dedem gözleriyle ahırı işaret ettiğinde tepsiyi kapının kenarına bırakarak merdivenleri indim. Ağır adımlarla yürüyerek ahır tarafına girdim. 250 metre kadar ilerideydi Kazım amcanın evi. Ahırın kapısının önünde durarak serçe parmaklarımı ağzıma alıp yüksek sesli bir ıslık çaldım. Kısa bir süre sonra ileride ki evin kapısında Dilber göründü. Elimle gelmesini işaret ettim.

Yönümü çevirerek ahıra girdim. Balkı ayakları üzerine çökmüş uyuyordu. Onun bu hali içimi sızlatırken yanına yanaştım. İnekler ahırın bir kısmını işgal ederken Balkı'nın etrafı boştaydı.  Dokunmaya kıyamadım. Saman balyasının üzerine oturdum. Pencereden sızan ışık içeriyi aydınlatıyordu. Ahırda ağır bir koku olsa da insan bir süre sonra alışıyordu.

Tahta kapı gıcırtılarla açıldı. Dilber kara kafasını uzattı. Gülümsedim. "Gel." minik adımlarla içeri girdi. Yanıma yaklaşıp benim gibi saman balyasının üzerine oturdu. Ayaklarımız boşlukta sallanıyordu, ruhum gibi.

"Nişanlın geldi ha ablam." Kafamı salladım. Gözlerimi ona çevirmemiştim. Mutluydum. Onu görmek beni elbette mutlu etmişti. Canına, bedenine bir şey olmamıştı. Her şeye rağmen ölümle göğüs göğüse çarpışmasına rağmen yüzü gülüyordu. Erkekler böyle miydi sahiden? Her şeye rağmen dimdik, sarsılmaz kuvvetli. Ya da bu karakterle mi alakalıydı? Bilmiyorum. Karakterle alakası varsa bile Polat'ta o karakter vardı.

"Evet geldi. Gelişi beni mutlu etti Dilber." ellerini saman balyasına yaslayıp geri itti bedenini. "Nişanlın sonuçta." Gülümseyip kafamı sağa sola salladım.

"Nişanlımdan evvel arkadaşım. Lisenin ilk senesinden beri tanışıyoruz onunla." Dudakları büküldü. Bir süre düşündü.

"Peki nasıl bu yola girdiniz?" Gözlerim kısıldı. Hafızam eski anıları bir bir kontrol ederken konuştum.

"Annelerimiz birbirimize uygun olduğumuzu düşündüler. Kafa yapımız, prensiplerimiz ve mazimiz birdi. Biz de neden olmasın dedik." Ayaklarımı salladım yavaşça.

"Aşk?" Söylediği tek kelimeye balonlar bağlayıp göğe uçurdum. Yarı yolda patlayan balonlarla yere düşen camdan kırılgan, kalpten hassas olan o kelime parça parça oldu.

"Aşk yok. Olmasına da luzüm yok zaten Dilber. Yani benim tarafımda." Yüzüm kızardı anlamsızca. Dilber kafasını bana çevirdi.

"Yani nişanlında var." Gözlerimi kaçırarak kafamı salladım. Dudaklarını ıslattı. "Bu sizi yıpratmayacak mı?" Anlamsızca yüzüne baktım. "Ne?" ellerini birbirine kenetlendi.

"Karşılıksız bir aşk ne demek biliyor musun? O içinde ki aşka karşılık bekleyecek. Sense ona yetmediğini düşünecek aşkına karşılık vermeye çabalayacaksın. Bu sizi yorar abla. Yani ben psikolog değilim ama öyle olacağını düşünüyorum." Kirpiklerimin arasından durgun bir tavırla yüzüne baktım.

"Benim kalbim bir aşkı taşıyacak kadar güçlü ve büyük değil. Aşk beladır Dilber. O belayı üstlenmeye hiç takatim yok." Kaşlarını kaldırdı.

"O belayı yani senin deyiminle aşkı insan kendi istemez abla. Allah verir. Bir bakmışsın kalbinde o belanın ateşi yanmaya başlamış. Yandıkça yakacak. Yandıkça büyüyecek." Kelimelerini seçip aralarından aldım. Hafızama kaydettim.

"Aşk insanı katil bile eder abla. Şart değil evlilik için, evet. Fakat taraflardan birinde varsa ve karşılık bekliyorsa yıpratacaktır." Dudaklarımı kemirdim. Kafamı çekerek ellerimi birbirine kenetledim.

"Onu seviyor musun?" Kaşlarım çatıldı. "Elbette seviyorum Dilber." Kafasını salladı. "Arkadaş olarak değil bir kadının evleneceği erkeğe hissettiği o sıcaklıktan var mı yüreğinde? Evlenince arkadaşın olarak kalmayacak. İlerisi olacak. Mahremiyetiniz olacak." yutkundum. Nefes alamadığımı hissettiğimde kızdım.

"Aklımı bulandırma" Kirpiklerinin arasından masumca yüzüme baktı. "Özür dilerim." Saman balyasından inerek arkamı silkeledim. Ağır adımlarla kapıya yanaşıp açtım. Derin birkaç soluk aldım.

Lanet olsun! Ben daha önce bunu düşünmemiştim. Şimdi düşününce, arkadaşımın kocam olacağını düşününce garip hissediyordum. Gözlerim ellerimde ki yüzüğe kaydı. Hayır! Evlenince elbet bu saçma sapan duygulardan kurtulacaktım.

"Bersin abla." Bana seslenen Dilber'e bakmadım. "Bunu söylemek haddim olamayacak belki ama o senin arkadaşından öteye gidememiş belli ki." Yanak içlerimi ısırdım. Göğsüm sıkıntıyla kaşınırken elimi kapıya yaslayarak göğsümü sert soluklarla şişirdim. Oksijen asit gibi boğazımı yakıyordu sanki.

Kişneme sesi duyduğumda derin bir soluk aldım. Buna ihtiyacım vardı.
" Balkı kalk." Ayağa kalktığında kenarda duran eyeri hızlıca üzerine geçirip onu hazırladım. Dizginlerini kavrayıp onu ahırdan çıkardıktan sonra sol ayağımı üzengiye takıp tek hamlede üzerine bindim konumu ayarladıktan sonra dizginleri savurdum.

Koşmaya başladı. Çitlerin üzerinden tek bir hareketle geçerek yayla boyunca rüzgara meydan okudu. Üzerine doğru eğilip tenimi yalayan rüzgarı hissettim. İçimde ki ateşi harladı. Ateş büyüdü. Beni yaktı.

Nal sesleri, Balkı'nın kişnemeleri ve benim sessiz çığlığım yaylada yankılandı. Kimse umurumda değildi. Eğer şu an bir duam gerçekleşecek olsa Balkı'nın kanatlanıp uçmasını isterdim. Uzak diyarlara belki Kaf dağına götürürdü beni.

Balkı koştu, ben beynimi susturdum. Balkı koştu, ben kalbimi susturdum. Balkı koştu, ben artık bir hiçtim. Uçurumun kıyısında şaha kalkarak durdu. Nefes nefesydik.

Uçurumun kenarındayım. Uçurum benim kalbimde. Tozlu sayfalar bir bir çevrilirken gözlerimi kapattım. Polat benim hep arkadaşımdı. Polat benim kocam olacaktı. Elleri saçlarıma dokunmak isteyecekti. İzin verdiğim üç erkek dışında hiçbir erkeğin dokunmadığı saçlarıma dokunmak isteyecekti. Babam, abim ve dedem. Polat onlardan biri değildi.

Kalbime dokunmak isteyecekti. Tiz bir vaveylayla kalbim ondan kaçacaktı. Ben... Ben kalbimden korkuyordum. Konuşmaya başlamasından, bedenimin otoritesini eline geçirmesinden korkuyordum.

Balkı sert nefesler alıp vererek uçuruma bakarken haykırmak istedim. Sesim zar zor kulağıma ulaştı.

"Korkuyorum!" Kederin örtüsü altında çarpmaya devam eden kalbimin bir gün başka şeyler istemesinden korkuyordum.

Polat fazlasını isteyecekti. Mahremiyetimi. Gözden, kirden, zinadan sakınmaya çabaladığım bedenimi. Bana helal olacaktı. Bu ona helal olacaktı. Gözlerimi kapattım.

"Aptal Yonca!" Haykırışım uçurumda yankı yaptı. Sesim dalga dalga yayıldı. Tepemde uçan kartal keskin bir ses çıkardı. Sanırım o da aptallığıma onay veriyordu.

Bunları neden daha önce düşünmemiştim. Neden? Aptaldım. Belki... Belki de Allah bu yüzden kaderimin yönünü buraya çevirmişti. Buraya gelmeseydim onunla evlendikten sonra belki derin bir pişmanlık yaşayacaktım. Hazır olmadığım halde böyle bir işe kalktığım için.

Belki bunlar sadece birer ihtimaldi fakat böyle bir ihtimal vardı. Böyle bir ihtimal vardı ve ben bu ihtimal uğruna buraya gelmiştim.

"Bencil Yonca!" Sesim yankılandı. Ben bencildim. Polat'a haksızlık ediyordum.

Dizginleri kavrayıp uçuruma tekrar baktım. Bana birini hatırlatıyordu. Renan Şiyar'ı. O kasırganın dağıttığı uçurumdu. Ben o uçurumdan yuvarlanmayacaktım. Ben o uçurumun kıyısında yeşermeyecek- tim.

Geri döndüm. Eve yanaştığımda Balkı'nın dizginleri elimdeydi. Yan yana yürüyorduk. Çitlerin kapısını açarak onu içeri soktum. Balkı' yı bırakıp kovaya su doldurdum. Bir bez alarak ona yanaştım. Eyerini çıkardıktan sonra onu sakince silmeye başladım.

"Adı ne?" Duyduğum sesle çevirdim. Polat'tı. "Kızımın adı Balkı." Yaklaşarak dokunmak istedi fakat Balkı müsaade etmedi. "Biraz asidir. Herkesi yanaştırmaz kendine." Dudakları kıvrıldı.

"Bu bana birini hatırlattı." Kızarmaya yüz tutan yüzümü çevirdim. "Annenlerle konuşuyor musun?" dedi aniden konuyu değiştirerek.

"Hayır." dedim kısık bir sesle. Ellerini ceplerine sokmuştu. Kaşları çatıldı. "Neden?" Dudaklarımı ıslatıp bakışlarımı kaçırdım. "Telefonum kırıldı."

"Sen eşyalarına çok özenli bakarsın Bersin. Nasıl kırıldı telefonun?" Elimde ki bezi kovanın içine bırakıp duvara yaslandım.

"Duvara fırlattım." Şaşırdı. Bu benim normal şartlarda yapacağım bir şey değildi. "Sen?" dedi eliyle beni gösterirken. Onayladım.

"Ne oldu?" Yanak içlerimi ısırdım. "Burada çok şey oldu Polat. Bunları anlatmaya niyetim yok. Bir gün, çok üzgün olduğum bir gün annemi arayıp dönmek istiyorum dedim. Telefonu yüzüme kapattı." Ellerini ceplerinden çıkardı.

"Emine Teyze?" Kollarımı göğsümde bağladım. "Sadece bunu mu söyledin?" Gözlerimi etrafta dolaştırdım. "Ona Nalan halam benzemesem beni sevmeyeceğini, onun ölümünü kabullenip yerini dolduramadığımı farketmesi gerektiğini söyledim. Bunun gibi şeyler işte." Anlını kırıştırdı.

"Çok ağır konuşmuşsun."

"Düşündüğüm şeyi söyledim. Annemin beni sevdiğini düşünmüyor- um artık." Bana doğru bir adım atar gibi oldu.

"Böyle düşünme." Dolan gözlerimi kırıştırdım. "Ama böyle düşünüyorum. Ben, ona anne seni özledim. Sen beni özlemedin mi, diyorum o telefonu suratına kapatıyor. Ona canım çok yanıyor dedim Polat. Bana sen Nalan'ımın yaşadığı şeyleri yaşadın mı diyor? Ben insan yerine konmak için onun kadar acı çekmek zorunda mıyım?" Saçlarını çekiştirdi.

"Burada çok acı çektin değil mi?" Yutkundum. "Annem senin anladığın kadar anlasaydı beni yeterdi Polat." Bana bakışlarıyla sarıldı sanki.

"Seni şimdi götürmek isterdim Bersin fakat görüyorum ki deden seni çok seviyor. Bana, ona ne kadar iyi geldiğini anlattı. Bunun üzerine gel diyemem." Yutkundum. Gözleri yerdeydi.

"Seni çok beklettim değil mi?" dedim kısık bir sesle. Bana kaçamak bir bakış attı. "Ben seni bir yedi yıl daha beklerim. Canını sıkma." Aşk bu muydu sahiden? Bu sefer yutkunamadım. Boğazım düğüm düğüm oldu.

"Aç mısın?" dedim alakasızca. Bir süre konuşmadı. "Açım." dedi ardından. Hareketlendim. "Sen eve geç. Ben Balkı'yı bırakayım. Geliyorum." Kafasını salladı. O çitlere yürürken ben Balkı' yı ahıra yönlendirdim. Ahırın kapısı açıktı. İçeri bir adım attığımda gördüğüm kişiyle duraksasım.

Renan Şiyar ineğin başında dikilmiş öylece duruyordu. Kapı eşiğinde kalakaldım. Balkı yanımdan geçerek ona yürüdü. Koluna burnunu sürtyüğünde Renan Şiyar başını benden yana çevirdi. Gözbebekleri kıpkırmızıydı, gözleri kızıl. Sesi bir şekilde yutkundum. Konuştuğumuz her şeyi duymuş muydu?

Göz bebeklerim titredi. Elini usulca kaldırıp Balkı'nın başını okşadı. "Sen..." diyebildim ona ilk defa ikinci tekil sahısla hitap ederken.

"Konuştuğunuz her şeye kulak misafiri oldum." dedi durgun bir sesle. Elimi kaldırıp boğazımı sertçe sıvazladım. Gözlerim ahırın içinde dolanıyordu.

"Sen annemin yüzüyle lanetlenmiş saf,  lanetli bir Yonca'sın." Elim durdu, kalbim duracak sandım. Bana tokat atsa kızardım belki fakat bu kadar sarsılmazdım.

"Sen..." dedi kaşları çatılırken.
"... Annenin damgasını anlında taşıyan aptal bir Yonca'sın." Bedenimi kapıya yasladım. Acımasızdı. Yine karşısında acı çekiyordum. Onun zerre umrumda değildi.

"Ve belli ki sen hayatın hakkında karaser veremeyecek kadar zayıf, güçsüz..." Elimi kaldırdığımda sözleri bir bıçak gibi kesildi. Yeterdi. Bu kadarı ruhumu yaralamaya yeterdi.

"Sen de asla yüreğinde ki cehennem sönmeyecek acımasız bir kasırgasın. Canımı yakıyorsun ya dilerim canın bu kadar yanar." Dudaklarım sinirle titredi. Sıcak bir gözyaşı yanağım boyunca indi. Kirpiklerim titreşti.

Keskin bakışları gözlerimle kesişti. Bir volkan gibi patladı kesişen bakışlarımız. Dişlerimi birbirine bastırdım. Dilim daha fazlasını söylemek için ağzımın içinde çırpınıyordu.

"Bir daha sakın bana Yonca deme! Bahçeyi talan edip ardından bana Yonca diyemezsin! Barış imzalamıştık ya onu kıyamete kadar yakıyorum. Hak divanında defterler açıldığında şikayetçi olacağım ilk insanlardan biri sen olacaksın!" Bir damla daha yanağıma süzüldü. İlk defa bu kadar bana Cennet'te Adem babama ve Havva anneme yasak olan o meyve kadar yasak olan gözlerine bakıyordum... Günahkardım. Kalbim günaha bulanmıştı.

" Lanetimden haberin var ya artık. Allah'tan korkmasam o laneti kalbine koysun diye dua ederdim. Eğer bu yaşa kadar çektiğim sancıyı düşmanımın bile çekmesine gönlüm razı olsaydı bunun için dua ederdim." Bakışlarım titreyerek ondan koptu. Bir adım atmak istedim. Konuştu.

" Yonca.. "sinirle dişlerimi sıktım. Ellerim titriyordu. Ona dönmedim.
" Zehrini çatallı diliyle bana sıçratan bir yılan olacağına, seni sevmediğini söylediğin annenin kıymetini bilen Yonca ol. . Keşke benim ki yaşasaydı da beni sevmeseydi. "Hiddetle kafamı çevirdim ona.

" Seni ben anlayamam. Yaşadığını bilemem. İmtihanınla sınanmadım fakat sen de benim imtihanımla sınanmadın. Sınanmadığın günahın masumunu oynama! Bir daha sakın, sakın konuşma benimle! Ne sen ne de kardeşin!" Yanağımda ki yaşı hiddetle sildim

"Bu sizin yüzünüzden akıttığım son damlaydı." Hızlı adımlarla ahırdan çıktım. Titriyordum. Kalbim titriyordu. Yine yağmıştı işte. Tutunduğum, fertlerinden biri olduğum bahçeyi talan etmişti.

Bir daha bahçemin sınırlarına girmesine izin vermeyecektim.

🍀

Masa da ben, dedem ve Polat'tan başka kimse yoktu. Dalgınca önümde ki yemeği karıştırıyordum. İştahım yoktu. Kalbimde ki sancı midemi düğüm düğüm etmişti.

"Kilo vermişsin." dedi aniden Polat. Dedem gibi kafamı kaldırıp ona baktım. Dedeme kaçamak bir bakış attı. Dedemin inceleyen bakışları bana döndü.

"Evet." dedim sadece. Bakışlarımı kaçırdım. "Burada neler yaşadın bilmiyorum fakat anlında ki dikiş izinin yeni olduğunu farkedecek kadar eskiye dayanıyor tanışıklığımız. İnsanlar sana nasıl davrandı?" Dedem kaşığını bıraktı.

"Güzel davranmadılar." dedi beni kastederek. "Ben de hiçbir şey yapamadım." Kafamı sağa sola salladım. "Kendini suçlama dede. Her şey geçti." Kollarını masaya yasladı.

"Nişanlın buradayken onunla dönsen mi?" Kafamı kaldırdım hızlıca "Beni istemiyor musun?" Kafasını sağa sola salladı. Yüzünde yanlış anlaşılmanın verdiği sıkıntı vardı.

"Hayır. Elbette burada benimle kalmanı istiyorum lakin yeterince çektin. Fazlasını çekmeni istemiyorum." Omuz silktim.

"Bunların artık bir önemi yok." Yalan. Yaşadığım her şey hafızamın tuttuğu unutulmazlar listesinde. Her şeyi hatırlıyorum. Sızılarımı, akıttığım teri, kanı, gözyaşını. Yürek yaramı, kaburga acımı. Hepsini hatırlıyorum. Benim buraya gelişimin bedeli kaburgalarımdı.

"Biz burada, bu yayla evinde mutluyuz dede. Oraya dönmeye daha çok var." Gözleri kısıldı. Elimde ki kaşığı bir kez daha çevirdim.

Kimse konuşmadı. Göstermelik birkaç lokma yedikten sonra onları izledim. Yemeklerini yediler. Sofrayı toplayıp bulaşıkları yıkadım. Dedem ve Polat siyasi, ekonomik konular hakkında konuşuyorlardı. Dedemin ilaçlarını verdikten sonra çay suyu koyarak mutfakta ki sandalyeye oturdum.

Bedenimin gevşemesine ihtiyacım vardı. Bulduğum ilk boşlukta duş almam gerekiyordu. Onu ahırda gördüğümde, sözlerini işittiğimde bedenim kaskatı kesilmişti.

Ona küsmek, hayatın anlamını sorgulayan bir ergenin Azer Bülbül dinleyerek kollarını façalaması kadar saçmaydı.

Ona kızmak, bir insanın işten döktükten sonra boş boş televizyona bakıp hiçbir şey anlamadığı halde izlemesine devam etmek kadar anlamsızdı.

Fakat ikiside, kırılan kalbimle beraber, ucu ateşte ısıtılmış bir bıçağın kalbimi dağlaması neticesinde verdiği o acı, elem kadar gerçekti.

Parçalara ayrılıp tane tane dökülen ruhumu sırayla çektiğim acılara bağlıyordum. Onlardan kurtulduğum gün bir yapboz parçası gibi ruhum, birbirini bulup tamamlanacaktı.

Demlediğim çayı bardaklara doldurup salona girdim. Güneş güzel bir turunculuk bırakarak ağır ağır batıyor, dağların arkasına saklanıyordu.

Sehpaya bardakları ve şekerliği bırakıp kenara oturdum. Sırtımda omurgam boyunca takip eden bir ağrı vardı. Nereden geldiğini bilmediğim bu ağrı ara ara yokluyordu bedenimi.

Ansızın gelen mutluluğumu düşman tarafında ki şovalye edasıyla kelimelerini kılıç yaparak parçalara bölmüştü Renan Şiyar. Her darbesi keskindi, kanatıyordu.

Yüreğimde ki lanetin ona bulaşmasını dilemek içimde ki merhamete hakaret demekti. Bilmiyorum. Belki de o yüreğinde zaten bir lanet taşıyordu. Bu zalim adamda onun eseriydi.

Yüzümü ovuşturdum. Gözlerim ağrıyordu. Derin, kesintiye uğramayan bir uykuya ihtiyacım vardı.

"İzniniz olursa yarın Bersin'le buraları dolaşmak istiyorum." Polat'ın konuşmasıyla kafamı kaldırdım.

"Başbaşa mı?" dedi dedem garip bir ses tonuyla. Yüzüm kızardı. Polat ellerini önünde bağladı. "Efendim biz nişanlıyız, nikahlı değil. Yanımızda bir kişi daha gelirse uygun olur." Dedem kafasını salladı.

"Aram gelsin sizinle ya da Lalezar." Yanak içlerimi kemirdim. "Olur." dedi Polat. Aram abiyi tanıdığı için muhtemelen sorun çıkmahacaktı. Polat çayını içip kalktı.

"Ben kalkayım artık geç oldu." Kaşlarım çatıldı. Koltuğa tutunarak kalktım. "Nerede kalacaksın?" Cebinde ki telefonu çıkardı.

"Bizimkiler gelmiş kapıdalar. Bismil tarafında bir polis evinde kalacağız. Sabah görüşürüz. Olur mu?" Eğilip dedemin elini öptü. Onu kapıya kadar uğurladım. Ayakkabılarını giydikten sonra doğruldu. Eşlik etmek istedim fakat izin vermedi.

"Şimdi beş altı kişi gelmişlerdir. Hepsi de erkek. O yüzden sen daha fazla gelme. "Dudaklarım kıvrıldı. Ensesini kaşıdı.

"Sabah görüşürüz. Allaha emanet ol." Elimi kaldırıp asker selamı verdim.
" Sende. " Gülümsedi. Kapıdan çıkıp gittiğinde bir süre ardından baktım.

"Bersin "Dedemin seslenmesiyle kapıyı kapattım. Polat'ın kalktığı koltuğa oturarak yüzüne baktım. Kollarını, koltuk kenarlarına yaslamıştı.

" iSevdin mi onu? "dedim Polat'ı kastederek." Benim değil, senin sevmen önemli iki gözüm. "Bugün herkes ezberlemiş ve uyarlanmış gibi aynı şeyleri söyleyip duruyordu. Ben mi duygularımı çok belli ediyordum?

" İyi bir adam benziyor.. "dedi dedem konuşmaya devam ederek." Efendi ve kibar da aynı zamanda. Sadece..." devam etmediğinde kollarımı kendime dolayarak yüzüne baktım.

"Sadece ne?" Islıklı bir nefes aldı. Kararsızlığını açıkça görebiliyordum. "Ben sevgiyi, aşkı her yerde tanırım. Saklamaya çalıştığı halde Aram'ın, Duha'ya olan sevdasını görüyorum mesela. Utanıp söylemiyor ama gözlerinde görünüyor." Yutkundum. Kaşları çatılmıştı.

"Aynı sevdayı bir zamanlar Nalan'ın gözlerinde, Berzan'ın gözlerinde de görmüştüm." buradan nereye varacağını bilmiyordum.

"43 yıldır evli oldukları halde ne sevdanın izi ne de sevgiye ait bir şeyi Adar'da da karısında da göremedim." Şaşkınca yüzüne baktım. Kendinden emin bir tavırla konuşuyordu.

"Sende de göremiyorum kızım. Ne sevdayı ne sevgiyi. Bunu seninle konuşmak beni biraz zorluyor fakat netice de büyüğünüm seni yönlendirmek benim boynumun görevi. Yüreğinde bir şey yoksa kendine de o oğlana da yazık etme. O sevdayı kalbinde taşır belli. Sana kimse kızmaz neden sevmiyorsun diye ama madem sevmiyordun neden bu yola girdin diye kızarlar Bersin'im." Göğsüm sert bir solukla şişti. Dedem söyleyeceklerini bir bir söyledikten sonra ayağa kalkıp merdivenlere yöneldi. Olduğum yere uzandım. Kafamın altına bir yastık alarak cenin pozisyonunu aldım.

Ben ne yapacaktım? Bu kadar sözden, uyarıdan sonra nasıl devam edecektim?

Allah'ım. Bana bir çıkış yolu göster. Ya beni bu durumdan kurtar ya da bir kadının bir erkeği seveceği şekilde o sevgiyi içime koy.

Kelimelerim artık bana yetmiyordu. Kalbimin kıyılarında yeşermeye başlayan yoncalar solmuştu bile.

Ben bunu nasıl yapardım? Beni yıllardır bekleyen adamı nasıl eli boş gönderirdim? Ona nasıl böyle ihanet ederdim?

O üzüleceğine kalbim kurusundu. Kurusunda bir daha atmaya, aşk gibi bir belayı istemeye takati kalmasındı. Polat'ı üzeceğime kederi örtü değil zehirli bir kaftan yapar kalbime giydirirdim. Hüzün yüzümü soldursa da Polat gibi bir adamın yüzünde ki gülümseme solmasındı.

🍀
.
.
.
Selametle

Continue Reading

You'll Also Like

386K 22.8K 29
"Savur acı ile yaktığın bedeninin üzerindeki külleri Adal. Benim için yeniden doğ." * * SERİNİN İLK KİTABI "YANMIŞ" OTANTİK KİTAP ARACILIĞIYLA RAF...
231K 16.8K 56
Söyle Mahruyan saçlarının rengini Ben bilmem, renkleri anlat bana.. Güzel mi yüzün de sesin gibi? Anlat Mahruyan, kendini anlat bana.. Görmek için sa...
308K 4.2K 18
''Sen benim kocam değilsin.'' diye bağırmıştım. Alphan ise dibime kadar girmiş gözlerimin içine bakarak'' Ben senin kocanım gerçek bu artık kabullen...
4.5M 334K 58
"Bu kitap babası tarafından sevilmeyen ve hiç bir zaman sevilmeyeceğini düşünen kızlara ithafen yazılmıştır..." (Haziran-Temmuz ayları arasında kitap...