BULUT SUYU

By ms_rabiss

74.4K 5.7K 844

დ Geçmişi bilmediği sırlarla dolu olan bir kız. Sıla Tekin. Geçmişi açığa çıkaracak olan bir polis. Ayaz Bara... More

-1-
-2-
-3-
-4-
-5-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10-
-11-
-12-
-13-
-14-
-15-
-16-
-17-
-18-
-19-
-20-
-21-
-22-
-23-
-24-
-25-
-26-
-27-
-28-
-29-
-30-
-31-
-32-
-33-
-34-
-35-
-36-
-37-
-38-
-39-
-40-
-42-
-43-
-44-
-45-
-46-
-47-
-48-

-41-

1.3K 124 21
By ms_rabiss


KEYİFLİ OKUMALAR

"Aramızdaki sessizlikte kalbi durmuş kelimeler vardı."


☁️☁️☁️☁️




Gözlerimi açtığımda beni karşılayan koca bir boşluk vardı. Hatta bu yüzden açık olup olmadığından dahi emin değildim. Sanki başım bedenimden ayrıymış gibi hiçbir şey hissetmiyor ve de hareket ettiremiyordum. Yanıbaşımdan yükselen ses ile kulaklarındaki uğultu yerini çınlamaya bıraktığında buğulu gözlerim bir türlü düzelmedi. Neydi bu? Kazandığımın göstergesi mi? Her ayrıntı gözlerimi kırpışımla beraber beynimdeki silsilede yerini alırken nefes almak için verdiğim çaba daha da arttı.
Gözlerimin önünde bir anda gördüğüm kişi Ali'den başkası değilken beni kurtarması için çırpındım.

Hareket edemiyor aksine sanki etmediğim o süre zarfında daha da boğuluyordum. Bana bir şeyler söylüyor olması bir yana onu duyamamanın getirdiği korku iliklerime kadar beni tüketiyordu. Şakağımı sızlatan bir damla yaş tüm bedenimi ürpertirken bir tanıdık yüz daha görüş açıma girdi. Buğulu halini her geçen dakika yitiren gözlerim ile kolum sayesinde damarlarıma yayılan bir soğukluk tüm acımı alıp götürdü. Bir damla nefes için çırpınan ve bunun için havalanan göğsüm yeniden yatak ile temas ettiğinde duruldum. Ali bana doğru yaklaştığında ellerini saçımda hissetsem de yeşil gözlerine bakmaktan başka hiçbir şey yapamadım.

Yanımdan hızlıca ayrılırken gidip geleceğine dair bir şeyler söylediğini o zaman anladım. Acı acıya boğazımı yakan bir parça benden ayrılırken bir kez daha gözlerimin dolmasına engel olamadım. Fahri Bey görüş açıma girerken gözlerime bakmak için ışık doğrulttuğunda ona izin verdim. Ardından bir şeyler söylerken benim görmek için yanıp tutuştuğum tek bir şey vardı.

Ayaz Baran Gencer.

Onu gördüğüm o an hayalden ibaretti. Onun gerçek olup olmadığını, yaşayıp yaşamadığını öğrenmek istiyordum. Ben onu görmek için şimdi adını haykırmak istiyordum. Fakat o kadar yorgundum ki sanki toprağın altında kalmış gibiydim. Ve şimdi ayağa kalkmak için sadece onun kahve gözlerine ve kokusuna ihtiyacım vardı. Oysa bir yanım bunun artık imkansız olduğunu çığlık çığlığa bağırıyordu. Eğer onu görürsem kaybedecektim ve ben bunu çok iyi biliyordum.

-Sıla Hanım.

Derinlerden gelen ses ile odağını kaybetmiş gözlerimi floresandan çektim. İç organlarım çok acıyordu. Hele ki hasarın en büyüğü ruhumdayken şimdi iyileşmek için bulunduğum bu hastane sıkışıp kalmış benliğimi kurtarmaya yetmezdi.

-Sıla Hanım.

Fahri Beyin bir kez daha seslenişine karşın yutkunmaya çalıştım. Fakat dudaklarım o kadar cansızdı ki aralanmak için bir girişimde bulunmadı.

-Beni duyuyorsanız elimi sıkın.

Sıcak parmakları buzdan farksız tenime değdiğinde beklentiyle gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerimi ağırca kırparken aklıma gelen şeyle hakim olmamak için direndiğim gerçekler bedenimi bir kez daha sarstı. O katil benim parmakları dahi kırmıştı. Kulaklarımda yankılanan kendi sesim adeta beni sağır ederken buna inat Fahri Beyin elimdeki elini sıkmak için var gücümü kullandım. Tenim tenini hissederken hareketim sadece dokunmaktan ibaretti. O da bunu hissetmiş olacak ki yeniden sorusunu yönlendirdi.

-Peki herhangi bir ağrınız var mı?

Çok diyemedim. Özellikle uyusam da geçmeyecek acılarım var diyemedim. Fiziksel acının varlığını o sorgularken kaşlarımı hafifçe alnıma doğru kaldırdım. Böylesi konuşmaktan daha az acı veriyordu. Fahri Bey başını hafifçe sallayıp yeniden yanıbaşında duran hemşireye bir şeyler söylerken o tanıdık yüz yeniden görüş açıma girdi. İşte bu kez kendime hakim olamadım. Ali'nin bana verdiği huzur ve güven tüm gücümün elimden alınmasına neden oldu. Akan damlalar içimi yakarken hızla yanıma geldi. Elini elimde hissettiğimde gözlerinin verdiği o duygu tüm yanımı sararken bana doğru eğildi.

-Ağlama şeker portakalı, ağlama her şey geçti artık.

Sesindeki o tını beni daha çok sarsarken karşımda bana bakan dolu gözleri aynı zamanda parıltılara gebeydi. Ve o parıltılar öyle bir parlıyordu ki göğsümün tam ortasında yeniden alevlenen yangın bu yüzdendi. Sevilmenin getirdiği ağırlığa aitti.

-Aramıza yeniden hoş geldin!

Gözlerimi yeniden kapatmadan önde Ali 'den duyduğum son cümle bundan ibaretti. Oysa yeniden yaşamış olmak bana neden iyi hissettirmiyordu? Vücudum gibi ruhum da hala neden boşlukta gibiydi? Hiçbir yere ait olmayan benliğim yine oradan oraya sürüklenecek miydi? Artık Ali'den başka kimsem yoktu ki.

☁️☁️☁️☁️

Elimi saran bir sıcaklık vardı. Ve bu sıcaklığa o kadar muhtaçtım ki bunu tarif etmek imkansızdı. Sevgi açlığıyla bana gülümseyen Ali'ye bakarken gözlerindeki mutluluğu görmemem imkansızdı. Bana büyülenmiş gibi bana bakarken ne diyeceğimi bilmiyordum. Kapattığım gözlerimi açalı belki yarım saat olmuştu ve o sadece karşılık beklemeden benimle konuşuyor, gülümsüyor ve elimi sımsıkı tutmaya devam ediyordu. O konuyu hiç açmamıştı. Bana neler olduğunu ya da kaç gündür hastanede bulunduğumu dile getirmemişti. Bende sormaya cesaret edememiştim ve hala da edemiyordum. Çünkü duyacaklarımdan korkuyordum.

-Seni normal odaya yarın almayı düşünüyoruz. Her ihtimale karşı bu gece de burada kalman iyi olacak.

Baş parmağıyla elimi okşarken tutuşuna bir nebze de olsa karşılık vermeye çalıştım. Bakışlarını kesmeden gözlerime bakarken ağırca gözlerimi kırptım.

-Ayrıca buraya ziyaretçi almamı ister misin?

Çekinerek de olsa sorduğu sorusuna karşın boğazım düğüm düğüm oldu. Ziyaretçi derken kimi kastettiğini çok iyi anlamıştım. Bakışlarımı ağırca tavana çevirirken ağlamak istemiyordum. Fakat o içimde öyle bir sızıya sahipti ki ismi geçsin ya da geçmesin canım yanıyordu. Bana onun öldüğünü söylemişti. Sürekli. Hiç acımdan bunu dile getirmiş ve beni de buna inandırmıştı. Ben vicdan azabından ölürken o benim bu halimi zevkle seyretmişti. Titreyen dudaklarımı ısırdığımda yapmam gerekiyordu. Ama nasıl yapacağımı bilmiyordum! Şu zamana kadar vazgeçmek istemeyecek kadar hiçbir şeye bağlanmamıştım.

-Sana yardım edebilirim Sıla.

Ali'nin sesi yeniden ona dönmeme neden olduğunda nefes almaya çalıştım. Sahi bana yardım edebilir miydi? Beni düştüğüm ateş girdabından kurtarabilir miydi?

-Eğer yeni hayatında onu istemiyorsan ben buna saygı duyarım ve yeniden söylüyorum sana yardım ederim. Çünkü ben..ben onu bugün gördüğüm kadar dağılmış halde senin hastaneye getirdiğimiz gün görmüştüm. Bu yüzden sana zarar vermesinden korkuyorum.

Zarar vermek? O hep hırçın duygularının esiri olmuş bir adamdı. Evet bu hırçınlığıyla bana zarar vermişti ama aynı zamanda da doğru yolu bulmama neden olmuştu. Fakat fiziksel anlamda asla ama asla bana zarar vermezdi. Benim artık doğru yolda ilerlemem gerekiyordu. İlerlemeli ve ardıma bakmamak için elimden geleni yapmam gerekiyordu. Ardıma bakmadığım takdirde unutacağıma inanıyordum. Çünkü artık bir şeylere inanmak istiyordum! Şimdi bile bunun ne kadar zor ve acı dolu olacağını iliklerimde hissediyordum ama yapacak hiçbir şeyim yoktu.

-Bana ne yapmak istediğini söyle şeker portakalım.

Ali'nin sesindeki naiflik ve güven ile daha fazla dayanamadım. Gözlerimi kapattığım an bir çıban kadar sızlayan damlalar şakaklarımda yerini alırken kimseye zararım yokken en büyük zararı görmüş olmam uğruna savaştığım şeyi bana kaybettirmişti.
Bitirememiştim. Bitirilmiştim. İçimde öyle bir burukluk vardı ki bunun nasıl geçeceğini bilmiyordum. Fakat ne yapmam gerektiğini çok iyi biliyordum. Her ne olursa olsun zamana ihtiyacım vardı ve bunu bana Ali'nin sağlayacağına da emindim.

-Kim..kimseyle gör..görüşmek istemiyorum.

Kapalı gözlerimin ardından dile getirdiğim kelimeler nihayet ruh bulup dudaklarımdan dökülmüştü. Toparlanmam gerekiyordu. Şimdi bu kadar zayıfken ne kararlarımın ne de söylediklerimin ardında duramazdım. Bir rüzgar esip geçecekti hayatımdan ve benim o rüzgara boyun eğmek yerine dimdik durmam, dayanmam gerekiyordu. Dallarımı kıracak, yapraklarımı dökecekti bunun farkındaydım ama artık zor değildi. Acıya göğüs germek gerçekten zor değildi. Ali elimi yeniden destek olmak istercesine sıktığında derin bir nefes alıp gözlerimi açtım.

-Peki ne yapacaksın? Çünkü onu senin yanına yaklaştırmadığım süre zarfında hastaneyi başımıza yıkacak.

-Görüşeceğim.

Evet, görüşecektim. O canımı yakan gözlerini görecek nefesini hissedecek ve kokusunu soluyacaktım. O bilmese de ona teşekkür edecektim.
Gülümseyecektim ve hatta sarılacaktım. Yapamam dediğim şeyleri yapacaktım. Derin bir nefes aldığımda Ali'nin gözlerine bakmaya devam ettim. Konuştukça yanıyordum ve buna şimdilik cesaret edemezdim. Ali ağırca başını salladığında oturduğu yerden ağırca ayağa kalktı. Bir abi edasıyla dudaklarını alnıma bastırdığında saçımı okşadı.

-Yoğun bakımda kalış süreni uzatacağım ve ne karar verirsen ver hep yanında olacağım.

Minnet dolu bakışlarla gözlerinin içine baktığımda söyleyecek bir şeyim yoktu. Öğrenmem gereken ve hatta baş etmem gereken o kadar çok şey vardı ki ben bunların altından kalkabilecek miydim bilmiyordum. Bunu soramadığım gibi düşüncelerimden dahi kaçınarak kendime eziyet ediyordum. Şimdi o orman yeşili gözlere bakarken bile kendi gözlerimin arkasındaki faciayı hatırlamamak mümkün olmuyordu. Kulaklarımda kendi sesim çığlık çığlığa bağırırken ben vahşeti yaşıyordum. Varlığı yanımdan ayrılmaksızın her an her yerden çıkacakmış gibi hissediyordum. Çünkü beni öldürdüğü yer burası gibi bir hastaneydi ve aynı şeyi yaşamam olasıydı.

Titreyen dudaklarımı yeniden ısırdığımda gözlerimi yeniden tavana çevirdim. Vücuduma bakmak istemiyordum. Birinin gözlerine de bakmak istemiyordum. Çünkü Ali olmasa bile yanıma girip çıkan hemşirelerin gözlerindeki o acıyı görmüştüm.
Bu hissedilir şey bir başkasının eziyetiydi. Bir başkasının bedenimde bıraktığı izdi. Bir başkasının ölümü çağırma şekliydi. Ve Allahtan tek dileğim vardı. Cehennemin yedi kat dibinde yanmasıydı.
Cayır cayır yanarken yandım dedikçe ondan dökülen etleri çığlık atmalı, bağırmalıydı. Düşüncelerim belki sadistçeydi ama içimdeki koru söndürmeliydi. Hepsine yetmezdi fakat birazına yeterdi.

Birazına.

☁️☁️☁️☁️

Kocaman olmasa da iki gün boyunca uyuşuk hissetmekten ilk kez şikayetçi olmamıştım. Çünkü vücudum öylesine dinlenmişti ki sonuçları birbirine bağlamıştım. Buradan çıktığımda nasıl hayatıma devam edeceğimi de ne yapmam gerektiğini de artık kestirebiliyordum. Özellikle Fahri Bey ile yaptığım o kısa görüşme belki de aylar sonra beni titreyen değil de titrememek için savaşan bacaklarımın üzerine ayağa kalkamama neden olmuştu. Bana ikinci baharımı artık güze çevirmemem gerektiğini söylemişti. Doğru söylüyordu. Şu kapıdan çıkmadan yeni hayatımda neler olduğunu bilmeyecektim tıpkı hayatıma kimin girip çıktığını bilmediğim gibi.

Ali ondan istediğim gibi iki gün boyunca yanıma kimseyi almamış beni geçici bir süre biraz daha uyutmaları gerektiğini söylemişti ve bu sayede yanıma ne birisi girmiş ne de olanları anlatmıştı. Bunu Ali'den isteyebilir neler olduğunu ona sorabilirdim ama yapamazdım. Kendimle olan savaşımı vermeden yeni bir savaşa hazırlanamazdım. Ve şimdi saatlerdir bakıştığım tavandan gözlerimi çekerken fark ediyordum. Ben artık ikinci savaşı vermeye hazırdım. Kendimle olan hesaplaşmam da bir başkasıyla olacak olandan da sağ çıkabilirdim. Kapının ardından Ayaz'ın bağırışlarını her duyduğumda içeriye girmek için her çırpınışına kapı duvar olmuş şekilde yatakta yatarken bir kez daha derin nefes aldım. Bunu yapabilirdim.

Ağırca açılan kapının sesini duysam da yerimden kıpırdayamadım. Çünkü kalbim öyle bir sessizliğe bürünmüştü ki hareket edemeyecek kadar bitap haldeydi. Belki de çok hızlı attığı için uyuşmuş hissedemiyordum bilmiyorum. Burun deliklerimden firar eden derin bir nefes ile çaresi olmayan yaramı görmezden gelmek zorundaydım. Kapatılan kapı ile sanki kalbim atmayı da aynı anda bıraktı. Hani bitap düşmüştü? Hani yorgundu? Bu kuş kanadı gibi çırpınışı kimin içindi? Tenim buz keserken bedenim kaskatı bir hale büründü. Ve bu halime derman olacak tek bir şey vardı.

Gözleri.

Canımı da içimi de yakan o kahve gözleri.

Dayanamadım. Direnemedim. Ve ben o gözlere doğru döndüm. Felaket öyle bir şeydi ki gözlerine baktığım o anda bedenimde zelzele üstüne zelzele yarattı. Kıyametler koptu kalbimin en çorak bölgesinde. Belki de dehşet içinde olmalıydım. Çünkü ondan hiç beklemediğim şekilde bana bakıyordu. Vazgeçmenin mümkün olamayacağı şekilde. Yokluğumu bilmiyor demiştim ve beni bu durum her zaman itmesine neden olmuştu. Şimdi ise karşımda hem yokluğumla hem de canımla sınava tabi tutulmuş ve hala bununla baş etmeye çalışırmış gibi gözlerime bakıyordu.

Ben hep büyük buluşmaların mutlu son ile biteceğini düşünürdüm. Oysa öyle olmadığını her geçen saniye daha da iyi anlıyordum. Her büyük buluşma yok oluşa sebebiyet veriyordu. Senden de karşındaki kişiden de fazlasıyla şey götüreceğini sana vaat ediyordu. Nasıl mı? Gözyaşlarıyla. Dolan gözlerim beni gafil avladığında yattığım yerden sadece ona bakmakla yetindim. Kahve gözleri o kadar parlak ve hevesle bana bakıyordu ki göğsüm yarılıyordu. Ve o parlaklığın hatta kızarıklığın nedeni belliydi. Ağlamıştı. Ayaz Baran Gencer benim için gözyaşı dökmüş, ağlamıştı.

-Çilli Serçe.!

Binbir parçaya bölündüm. Ağzından özgürlüğe kavuşan o kelimeler onu yaralayıp beni öldürdü. Mırıldanarak dile getirse dahi onun sessizliğini dahi okuyan kişi benden başkası değildi. Yatağın çarşafını kavrayan ellerim acıdan uzak durmam için uyarı niteliğindeyken iyiden iyiye bulanıklaşan görüş açım ile başımı diğer tarafa çevirdim. Yardım istedim. Sesimi çıkarmadan sadece yardım istedim ama bunu gerçekleştirecek ne bir kimsem ne de gücüm vardı.
Adımları bana yaklaşırken kanat çırpan kalbim canımı yakıyordu. İri bedenini hemen yanımdaki boşlukta hissederken hıçkırmak için yanan göğsüm alev alevdi. Ve o alev gözlerine baktığım o kısa zaman diliminde kocaman bir yangına dönüştü.
Sıcak dudakları alnıma değdiğinde dünyam başıma yıkıldı. Yıkım hiçbir insana uzak değildi. Bunu bir dokunuş da yapabilirdi bir bakışta. Bir kelime de yapabilirdi bir cümle de.

-Gittin sandım.

Sesinde kurtarılmayı bekleyen bir can vardı. Sesinde ölümün kıyılarında gezmiş bir insan vardı. Sesinde kocaman bir hıçkırık vardı. Aldığı soluklar kirpiklerimin arasından sızıp bana ulaşırken kalbimdeki koca yara daha da büyüdü. Yaralı ellerimi kaldırıp göğsüne yaslarken ne istediğimi anlamış gibi elleri suratımı buldu. Dokunuşunu içindeki çiçeklerimi canlandırırken o kadar naifti ki hafifçe kaldırdığı bedenimi sıkı sıkıya kucakladı.

-Gittin sandım.

Hem rolleri hem de oyunu bizim için değiştirmişti hayat. Fakat sonuç yine aynı kapıya çıkacak şekilde aralık bırakılmıştı. Onun beni bıraktığı o hastane günü şekil değiştirmiş, zaman geçirmiş benim avuçlarımda can bulmuştu. Şimdi seçim yapmak da onu itmek ya da kalmasını istemek de benim bileceğim bir işti. İçime işleyen o kokusu ilmek ilmek bana dolanırken sızlayan gözlerimi önemsemedim. Fırtınanın şimdilik kopacağını ben bilsem yeterli olacaktı. Sağlamlığına inandığım elimi kaldırıp ensesine doğru götürdüğümde soldum. Onu öyle bir soludum ki beynime kazınmasına izin verdim. Ayaz dikkatlice benden ayrılırken aynı naiflikte bedenim yeniden yatak ile temas etti. Oysa bakması bile yetiyordu yaralarımın sızlaması için.

Bir nefes uzağımda olan bu adam tüm açık kapılarıyla gözlerimin içine bakarken değiştiği aşikardı. Oysaki bende değişmiştim. Ne ben artık eski Sıla idim ne de o eski Ayaz idi. Konuşulacak çok şey vardı ama o bana her şeyi gözleriyle anlattı. Ve o anlattıkları benim gözlerimden taştı, onun gözlerinde dalgalanarak bana baktı. Bir damlayı yakalayıp yok ettiğinde sağ elimi kaldırıp yanağını avuçladım. Yine sessizce özlemimi giderdim. Gerçekliğini hissettim. Nefes alıp verişini dinledim. Hayatta olduğuna bir kez daha emin olduktan sonra dudaklarımı araladım.

-Öp beni.

Söylediğim şey üzerine şaşırdığı o kadar belliydi ki benden bunu beklemediği kesindi. Sahi ben bile kendimden bunu beklemezken dile getirmiştim.
Ona baktıkça soluk boruma yapışan bir şey vardı ve o şey her nefes almak isteyişim de bıçak gibi saplanıyor, soluğumu kesiyordu. Alnını alnıma yasladığında duraksadı. Ve ben bunun nedenini çok iyi biliyordum. Uzun zaman önce ona kaybetmekten korktuğu bir şeyin olup olmadığını sormuştum. Şimdiyse o sorunun cevabını geç de olsa aldım. Korkuyordu. Beni kaybetmekten korkuyordu ki öperse bunun gerçekleşeceğini biliyordu. Öyleydi de.
İkimizde bunu dile getirmesek de kaybedeceğini çok iyi biliyorduk. Çünkü onu son öptüğümde birbirimizden öyle bir kopmuştuk ki bulunmak da eskisi gibi kalmak da mümkün olmamıştı. Olmayacaktı da.

Ağırca gözlerimi kapattığımda kokusunu bir kez daha soludum. Teninin sıcaklığını bir kez daha hissettim. Burnunun şakağımdan yanağıma doğru yol almasına izim verdim tıpkı moraran tenimin onun her dokunuşuyla daha da sızlamasına izin verdiğim gibi. İri elleri yüzümü avuçlarken bunu hissetmiş olacak ki dokunuşları daha da hafifledi. Tahmin etmezdim. Onun benim için bu denli olacağını hatta benim de onun için bu kadar değerli hale geleceğimi tahmin etmezdim. Fakat sorulması gereken bir soru vardı. Geç kalmamış mıydı?

Dudakları dudaklarıma kapanırken düşüncelerim bir köşeye toplandı. Kara bulutları tam tepemde hissederken o benim geceme ayaz gibi girmişti. Sert esmiş aynı zamanda da çok şeyi kendine katıp götürmüştü. Şimdi eskisi gibi olmak mümkün değildi. İçime çektiğim her soluk onunla beraber beni de derbeder hale getirirken şu dakikadan itibaren ağlasam dahi gözyaşımı silecek kişi benden başkası olmayacaktı. Dudaklarımdan taşan şefkat beni düğüm düğüm ederken başımı daha çok yukarıya doğru kaldırdı. Tam anlamıyla o bana karışırken ben kendimde boğuldum. Hiçbir şey bilmeden beni gerçeklerimle iç içe geçirdiğim yalanım ile öpmesine izin verdim.

Ağırca benden koptuğunda burnu burnuma değdi. Temasını kesmezken gür kirpiklerinin arasında bir elmas kadar eşsiz şekilde parıldayan gözyaşı benim gözlerimdeki ateşin yanmasını sağladı. Bu nasıl bir şeydi? Dilimin ucunda söylemek istediğim onca şey varken hiçbirini cümle haline hatta kelimelerle dahi anlatamayacak haldeydim. Çünkü düğüm düğümdüm. Ve o düğümlerden birisi açılırsa zehir zemberek sözler ikimize de kocaman yeni yaralar açacaktı. Fırtına kopan kahve gözlerine sessizce baktım. Ardından elimi kaldırıp o kalbime saplanan ve kirpiklerinde asılı kalan damlaya uzandım.

-Hiç uyumadın mı sen?

Hayat hiçbir zaman güllük gülistanlık olmamıştı benim için. Şimdi de öyle değildi. Yeni bir yaşama göz açmış olsam da normal hayattan konuşmak ve normal sorular sormak o kadar garip geliyordu.

-İyiyim ben.

Sesindeki tokluğun aksine siyah bir leke çalınmış gibiydi. Her şey bitmişti. Her şey. Ama gittiğini ondan duymaya ihtiyacım vardı. Güvenebildiğim aynı zamanda da kaçabildiğim adamdan duymam gerekliydi. Gözlerimi gözlerinden çekmeden öylece bakarken toparlanmaya çalıştım. Fakat Ayaz'ın yüzüme olan bakışları beni o kadar yaralıyordu ki bunu tarif etmek imkansızdı. Ne halde olduğumu bilmiyordum ve görmek de istemiyordum. O ise odaya girdiğinden bu yana kaçındığı şeyi sonunda gerçekleştirmişti. Yüzümün her bir noktasını dikkatle incelerken bakışlarını vücuduma indirmemeye gayret ettiğinin farkındaydım. Her bir göz kırpışında kahve harelerinde yanan turuncunun tonlarını görsem de sesimi çıkarmadım. Çok daha fazlası ruhumda sancılanıyordu.

-Her..her şey bitti değil mi?

Ayaz yavaşça geriye doğru çekildiğinde elimi tuttu. Sorum çok şey barındırıyordu. O katili soruyordum. Hayatımı, yaşamadığım çocukluğumu ve geleceğimi ona soruyordum. Gözlerim doğrudan ona bakarken kahve gözleri büyük bir dikkatle bana bakıyordu. Sanki bir şeyler söylerse bu anın büyüsü bozulacak ve aramıza kilometrelerce mesafe girecekti. Ve hatta o bunu bilmese bile girecekti. Sadece emin olmak zorundaydım. Onun da iyi olacağından emin olmak ve de güvende kalmasını sağlayacak o kelimeyi duymalıydım. Elimi her iki elinin arasında sıkıca tutarken derin bir nefes aldı.

-Bitti.

Tek bir söz tüm dünyamın yeniden değişmesi için yeterli olmuştu. Kahve gözleri vereceğim tepkiyi beklerken istediğini ona veremedim. Çünkü bunu yapacak herhangi bir kasım kıpırdamamıştı bile. O an gözlerimin önünden akıp giden öyle acılar vardı ki o ölmüş dahi olsa da çektirdikleri bana bakiydi. Verdiği hasar da almak için uğraştığım canım da benimle kalmıştı. Ağırca gözlerimi kırptığımda rol yapmak artık o kadar da zor gelmiyordu. Belki bu durumu bünyem kendini korumak için geliştirmişti. Ben bir kukla değildim. İplerim artık ne bir başkasının elinde olacaktı ne de bir başkasının o iplere dokunmasına izin verecektim. Başımı soluma doğru çevirdim ve kendimi yatakta az da olsa sağa doğru çektim.

Gözlerimi yeniden ona çevirdiğimde onun için oluşturduğum boşluğa bakmaya başladım. Bu boşluk aynı zamanda kalbimde de açılıyordu. Bile isteye hiç çekinmeden kendim oluşturuyordum. Ayaz ne istediğimi anlamış gibi bedeni tam olarak sığmasa da elimi bırakmadan yanıma uzandı. Kokusu buram buram hastanenin iç yakan kokusunu bastırdığında yüzümde gerçek bir gülümseme kırıntısı oluştu. Bizim bir vedamız hiç olmayacaktı. Çünkü ikimizde olmasına izin veremeyecek kadar gururluyduk. Hatta beni gururlu hale getiren onun bana olan tutumları olmuştu. Zordu, çetindi ama benim sevgim kalbimi parçalayarak onun avuçlarında kanamıştı. Gözleri gözlerimde nefesi nefesimde çağlarken benim içimde dinmek bilmeyen bu öykü bu gece son buluyordu. Asıl suçlu ise benim gülümseyişimdi. Çünkü gülüşüm öykümün katili idi.

☁️☁️☁️☁️☁️

41. Bölüme 41 oy ve yorum alalım😍

Continue Reading

You'll Also Like

SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.2M 80K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
3.9M 239K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
88.1K 5.2K 16
"ya siz kafayı mı yediniz çocuk daha o çocuk iki gün önce papucu yırtıldı diye ağlayan kızı gelmiş bana koynuna al diyorsunuz o yetmezmiş gibi bid...
978K 54.1K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...