Affet Beni

By gayeozdmr_

2.2M 73.1K 8.1K

[ Affet Beni, Sev Beni'nin ikinci ve devam kitabıdır. ] ♧ Açığa çıkan doğruların bitirdiği bir aşk. Can yakan... More

Affet Beni
1. BÖLÜM ♧ YOK OLUŞ
2. BÖLÜM ♧ UMUT
3. BÖLÜM ♧ HAYAL KIRIKLIĞI
4. BÖLÜM ♧ BEKLEYİŞ
5. BÖLÜM ♧ NEFRET
6. BÖLÜM ♧ GRİ
7. BÖLÜM ♧ ARKADAŞ
8. BÖLÜM ♧ FEDAKARLIK
9. BÖLÜM ♧ KORKU
10. BÖLÜM ♧ YALANLAR
Küçük bir not ;)
11. BÖLÜM ♧ SEÇİM
12. BÖLÜM ♧ BELA
13. BÖLÜM ♧ ÖLÜM
14. BÖLÜM ♧ ŞANS
15. BÖLÜM ♧ ROL
16. BÖLÜM ♧ DEĞER
17. BÖLÜM ♧ MÜHÜR
18. BÖLÜM ♧ DELİ
19. BÖLÜM ♧ BUZDAĞI
20. BÖLÜM ♧ TESADÜF
21. BÖLÜM ♧ ARAF
22. BÖLÜM ♧ SARHOŞ
23. BÖLÜM | 1. KISIM ♧ LİSTE
23. BÖLÜM | 2. KISIM ♧ BANA AİT
24. BÖLÜM ♧ BEDEL
25. BÖLÜM ♧ DUMAN
26. BÖLÜM ♧ DÜĞÜM
27. BÖLÜM ♧ ÜMİT
28. BÖLÜM ♧ SAHTE
29. BÖLÜM ♧ SOĞUK
30. BÖLÜM ♧ KALP
32. BÖLÜM ♧ YABANCI
Gelecek Bölümlerden Kesitler ;)
33. BÖLÜM ♧ BAŞTAN ÇIKARTMAK
34. BÖLÜM ♧ İLK SEFER
35. BÖLÜM ♧ HATA
36. BÖLÜM ♧ FOTOĞRAFLAR
37. BÖLÜM ♧ İKİNCİ ŞANS
38. BÖLÜM ♧ KARANLIK
39. BÖLÜM ♧ CEHENNEM
40. BÖLÜM | SEZON FİNALİ ♧ YEMİN
Gelecek Bölümlerden Kesitler - 2 ;)
41. BÖLÜM ♧ HUZUR
42. BÖLÜM ♧ İKİ KELİME ON ÜÇ HARF
43. BÖLÜM ♧ SEV BENİ
44. BÖLÜM ♧ MUM IŞIĞI
45. BÖLÜM ♧ ESPRİ
46. BÖLÜM ♧ SEÇENEK
47. BÖLÜM ♧ KARDEŞLİK
48. BÖLÜM ♧ SIR
49. BÖLÜM | 1. KISIM ♧ CEZA
49. BÖLÜM | 2. KISIM ♧ YALVARMAK
50. BÖLÜM ♧ SÖZ
51. BÖLÜM ♧ AİLE
52. BÖLÜM ♧ MEZAR
53. BÖLÜM ♧ ACI
54. BÖLÜM ♧ SİYAH
55. BÖLÜM ♧ CENNET
56. BÖLÜM ♧ AFFETMEK
57. BÖLÜM ♧ KORUYUCU
58. BÖLÜM ♧ SEVGİ
59. BÖLÜM ♧ KARDEŞ SÖZÜ
60. BÖLÜM ♧ NİKÂH
61. BÖLÜM ♧ İKNA
62. BÖLÜM ♧ İHANET
63. BÖLÜM ♧ AYRILIK
64. BÖLÜM | 1. KISIM ♧ AŞK
64. BÖLÜM | 2. KISIM ♧ GİTME
Bir Soru&Bir Duyuru :)
65. BÖLÜM | FİNAL ♧ MUTLULUK
ÖZEL BÖLÜM ♧ 1
ÖZEL BÖLÜM ♧ 2
SEV BENİ BİR YAŞINDA!
ÖZEL BÖLÜM ♧ 3
ÖZEL BÖLÜM ♧ 4
ÖZEL BÖLÜM ♧ 5 | SON |

31. BÖLÜM ♧ GEÇMİŞ

29K 926 136
By gayeozdmr_

Merhaba. Sev Beni ve Affet Beni'nin kapakları değişti. İki kapakta birbirinden muazzam. Gamze Abla'ya (MissBollywood) bu muhteşem kapakları için çok ama çok teşekkür ediyorum. ♥

Bölüm sonunda bir not olacak. Notu kesinlikle ama kesinlikle okumanızı istiyorum. ;)

Playlist: Sarah Jaffe - Clementine

Multimedya: Sev Beni ve Affet Beni için yaptığım kitap kapağı çalışmalarım. ♥

İyi okumalar!

▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬

Kaç yaşında olursan ol, uyuyunca geçecekmiş gibi gelecek. Kaç yaşında olursan ol, uyuyunca geçmeyecek.” – Cesare Pavese

Her şeyin aynı olduğu bir an düşündüm. Beste, Berkay ve ben yine bir aradaydık ve gülüyorduk. Berkay bir kolunu Beste’nin omzuna diğer kolunu ise benim omzuma atmıştı. Ellerim yumuşacık sarı saçlarının arasındaydı ve onları karıştırarak onun sinirlenmesine neden oluyordum. Beste her zamanki gibi bizi gülümsetmeyi başaran bir şeyler anlatıyordu. Daha sonra üçümüz sıkıca sarılıyorduk. Berkay ikimizi de öpüyordu ve bize ‘Siz sahip olduğum en iyi kız kardeşlersiniz.’ diyordu.

Bir sonraki anda ise Aras’ın güven verici, sıcacık kollarının altındaydım. Bana öyle sıkı sarılıyordu ki sanki hiç kimse çekip alamazdı beni onun kollarından. Sanki bir tek o sarılabilirdi bana tıpkı böyle. Dudaklarını saçlarımın arasına bastırıyor ve kokumu içine çekerek yüzünü boynuma gömüyordu. Bu sefer boynumda hissediyordum dudaklarını. Kokusu her zamanki gibi beni derinden etkilerken bana hayat veren kömür karası gözlerine bakmak için yüzünü boynumdan ayırıyor ve uzun uzun, hiç bıkmadan bakıyordum gözlerine. Kalbimin hızla attığını hissediyordum daha sonra. Öyle hızlı atıyordu ki sanki yerinden çıkacaktı. Elimi kaldırıp yanağına koyuyordum. Avucumun içine yeni yeni çıkan sakalları batıyor ve beni güldürüyordu. Doğrudan gözlerinin içine bakarak “Seni seviyorum, Aras.” diyordum. Bunun üzerine Aras beni kendine çekerek kollarını sıkıca sarıyordu bana. Alnını alnıma dayıyor ve bir şey söylemek için dudaklarını aralıyordu ama kelimeler bir türlü dudaklarının arasından dökülmüyorlardı. “Seni…” diyordu bir tek. Gerisini söyleyemiyor, duymama izin vermiyordu.

Düşüncelerimden sıyrıldığımda ıslanan yanaklarımı ellerimin tersiyle kuruladım ama bunu yapışımın hemen ardından gözyaşlarım gözlerimden yeniden yanaklarıma doğru kayarak kuruladığım yanaklarımın bir kez daha ıslanmasına neden oldular. Öyle hızlı akıyorlardı ki onlara yetişemiyordum bile. Düşlediğim bir anda bile bana seni seviyorum diyememişti. Zaten deseydi bile bütün anın bozulacağını biliyordum. Yalan söylediğini bildiğim gibi. Aras beni hiç sevmemişti. Benim onu canımdan bile çok sevmeme rağmen bir kez olsun bile sevmemiş, hiç sevdiği için öpmemiş ya da sarılmamıştı. Bana dediği her şey, benim için yaptığı her şey koca bir yalandan ibaretti. Ona dair ne varsa yalandı. Aras benim en güzel hikâyemin kötü bir kahramanıydı. Beni bitiren, tüketen ve yok eden bir kahraman.

Kollarımı bacaklarıma sarıp çenemi göğsüme kadar çektiğim dizlerime yasladım ve kendi kendime ağlamaya devam ettim. Kalbim acıyordu. O kadar fazla acıyordu ki dayanamıyordum. Aras yakınımdayken tek düşünebildiğim ondan ne kadar nefret ettiğimdi. Ona duyduğum nefret kalbimin acımasına neden oluyordu. Aras uzağımdayken ise tek düşünebildiğim onu ne kadar özlediğimdi. Ona duyduğum özlem de kalbimin acımasına neden oluyordu. Her türlü canım yanıyordu ve elimden gelen hiçbir şey yoktu.

Bir intikam ancak bu kadar güzel ve sonsuza dek kalıcı bir zarar verecek şekilde alınabilirdi. Aras intikamını başarıyla tamamlamış olmasına rağmen yine de daha fazlasını bana yaşatmak için oyununa kaldığı yerden devam ediyordu. İyi rol yapmasından nefret ediyordum. Bazen oluyordu ki ona inanıyordum. İnanmak istiyordum. Uyanmak ve bu yaşadıklarımın hepsinin kötü bir kâbustan ibaret olmasını istiyordum ama bir türlü bunu başaramıyordum. Aksine ardımda bıraktığım her saniye gerçeğin biraz daha farkına varıyordum.

Kollarımı bacaklarımdan ayırıp yanımda duran çantama uzandım ve içinden telefonumu çıkarttım. Tuş kilidini açtığımda ekranda yazan saate ve takvime baktım.

15 Şubat Cumartesi – 14.37

İki saati aşkın bir süredir tepedeydim. Kendimi ne zaman kötü hissetsem hep burada buluyordum. Burası insana huzur bahşediyordu. Şehir o kadar mükemmel bir şekilde karşımda duruyordu ki bakmaya doyamıyordum. Burası da Aras’ın bana oynadığı oyununun bir parçası olsa bile yine de beni bir şekilde iyi hissettirmeyi başarıyordu.

Aras ve oyununa dair her şeyi öğrenmemin üzerinden tamı tamına 46 gün geçmişti. Her gün benliğimden beraberinde bir parça götürüyor ve beni gittikçe içten içe yok ediyordu. Zaman çabucak geçiyordu ama yaram bir türlü iyileşmiyordu. Her gün bir önceki günden daha fazla bir şekilde kanıyordu ve ben bunu hiçbir şekilde durdurmayı başaramıyordum.

Göğsüme kadar çektiğim bacaklarımı indirip yüzümü ellerimin arasına alarak ıslak yanaklarımı ve gözlerimi kuruladım. Bir süre gözüm kapalı bir şekilde yerde oturmaya devam ettim. Ardından artık gitmem gerektiğini kendime hatırlatarak yerden destek alıp oturduğum yerden kalktım. Çantamı omzuma astığımda karşımdaki şehre son kez baktım ve tepeden inmek üzere arkamı döndüm. Bunu yapmamla birlikte onu görmem bir oldu. Şaşkınlık beni çabucak etkisi altına alırken gözlerimin büyümesine engel olamamıştım. Üç ya da dört metre ötemde duran yüzünü inceledim. Kömür karası gözleri benim sönük yeşil renkteki gözlerimle buluştuğunda geriye doğru bir adım attım.

“Ne zamandan beri buradasın?” diye sordum. Sesimin elimden geldiğince gür çıkmasına dikkat ediyordum. Artık ona karşı güçsüz olmak istemiyordum.

Bana doğru bir adım attığında bende geriye doğru bir adım attım. Bana yaklaşmasını istemiyordum. “On dakika önce geldim. Kendimi kötü hissettiğimde hep buraya gelirim. Seni burada görmeyi beklemiyordum.”

“Buraya gelmek bir hataydı zaten. Bir daha burada beni görmeyeceğinin garantisini verebilirim.”

“Burayı sevdiğini biliyorum. Aynı zamanda buranın senin için büyük bir anlam ifade ettiğini de biliyorum.

Omzumda asılı duran çantamın kolunu daha sıkı tuttum. Ayaklarıma yürümeleri için komut verdiğimde geriye doğru gitmek yerine ona doğru ilerledim. Tam yanında durdum. Bana bakabilmek için başını hafifçe sağa doğru çevirdi. “Ne var biliyor musun?” diye sordum. O kadar yakındı ki ona dokunmamak için irademe sahip çıkmam gerekiyordu. “Buranın benim için hiçbir anlam ifade ettiği falan yok. Burada sadece kötü anılarımı barındırıyorum. Seninle birlikte geçirdiğim ve artık hatırladıkça midemi bulandıran o iğrenç anılar!”

“Yalan söylediğini, gerçekten de bu şekilde düşünmediğini biliyorum.”

“Her şeyi bildiğini sanma Aras Kaya çünkü hiçbir bok bildiğin yok!”

Yanından çekip gitmek ve artık sesini duymamak için harekete geçtiğimde attığım ikinci adımımın ardından bileğimi yakaladı ve daha fazla hareket etmeme engel oldu. Gözlerimi bileğimi tutan elinden yüzüne çevirdim. Kömür karası gözleri öyle yorgun bakıyorlardı ki onu ilk kez böyle görüyordum. “Nasıl yapabildin Azra?” diye fısıldadı. Sesindeki o güçsüz ton kolaylıkla seçiliyordu. Bileğimi tutmayı bırakmadan yanımdan çekilip tam karşıma geçti ve diğer elimi de sıkıca kavradı. Ayakkabılarının uçları benimkilere değecek kadar yakındı bana. “Nasıl benden başkasının seni öpmesine izin verebildin? Nasıl?”

Daha fazla gözlerine bakamayacağımı anladığımda bakışlarımı başka bir tarafa yönelttim. Arkasında kalan bir ağacın gövdesine bakıyordum. Onun bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. “Ne yapıp ne yapmayacağım ya da kimin beni öpmesine izin verip vermeyeceğim seni zerre kadar ilgilendirmez!”

“İlgilendirmez mi? Sen benimsin.”

Gözlerim yeniden gözlerini bulduklarında ellerimi tutan ellerinden kurtuldum ve onu göğsünden sertçe itekleyerek kendimden uzaklaştırdım. Öfke yavaşça beni yutarken nasıl bu kadar iyi yalan söyleyebildiğini düşündüm. Bu bir yetenek miydi? Çok fazla inandırıcıydı. Ona inanmaktan korkuyordum. Beni söylediği bu sözlerle yeniden kandırmasına asla ama asla izin veremezdim. “Ben senin falan değilim! Duydun mu beni? Senin değilim. Hiçbir zaman olmadım ve hiçbir zaman da olmayacağım.”

“Hayır.” diye fısıldadı Aras. “Hayır, bu doğru değil. Sen benimsin.”

“Değilim lanet olası. Değilim.”

Geri geri giderken ayağımın takılması nedeniyle aniden yere düştüm. Acı içinde yüzümü buruşturduğumda Aras’ın bana doğru bir adım attığını gördüm ve bununla birlikte elimi hızla kaldırıp “Gelme!” diye bağırdım. Aras beni dinlemeyip bana doğru ilerlemeye devam etti. Sonunda önümde diz çöktüğünde gözyaşları ile dolan gözlerime baktı. “Seni ilk öpen kişinin ben olduğumu ve son öpecek olan kişinin de ben olmasını istediğini söylemiştin. Bana senin için ilk ve son olduğumu söylemiştin, Azra.”

“Haklısın. Öyle demiştim. Bu doğru, Aras. Sen benim sonum oldun. Beni yok ettin. Beni öldürdün.”

Gözlerime biriken yaşlarımın akmaması için büyük bir çaba sarf etmeye devam ederken düştüğüm yerden kalktım. Pantolonumun arkasını elimle temizlerken küçük adımlar atarak ilerliyordum. “Ona gidiyorsun, değil mi? Savaş’a?”

Aras’a herhangi bir cevap vermedim. Yanından geçip gittim. Bakışlarının yoğunluğunu sırtımda hissedebiliyordum. “Böyle çekip gidemezsin. Konuşmamız gereken çok fazla şey varken böylece bana sırtını dönemezsin, Azra. Bu kadar kolay değil!”

Onu duymazdan gelmeye devam ettim. Dönüp bakmıyordum bile. Daha fazla konuşacağımız ne olabilirdi ki? Daha söyleyecek ne kadar yalanı kalmıştı? Hala neyin peşindeydi merak ediyorum. “Azra, dur!” Yüksek tondaki sesine aldırmadım. Bana doğru ilerlediğini attığı adımların sesinden anlayabiliyordum. Aramızdaki mesafenin gittikçe daha da kısaldığını göremesem de biliyordum.

“Kahretsin!”

Sesiyle birlikte hızla ona doğru döndüğümde onu yerde gördüm. Tam önünde büyükçe bir taş duruyordu. Bir eliyle omzunu sıkıca tutuyor ve düştüğü yerde acı içinde kıvranıyordu. Umursamamam gerekirken ona doğru bir adım attım. Ayaklarım benden bağımsız bir şekilde hareket etmişlerdi sanki. Ya da aklımdan bağımsız bir şekilde dersem daha doğru olurdu. Çünkü kalbimdi beni ona doğru götüren. Hiç acımadan milyonlarca parçaya ayırmış olduğu kırık kalbim.

“Aras.”

Adını sessizce fısıldadığımda yüzünü gömdüğü yerden kaldırdı ve bana baktı. Omzunu tutmaya devam ederken acı içinde inledi. O inleyince canımın yandığını hissetmeme engel olamamıştım. Böyle hissettiğim için kendime kızarken önünde diz çöktüm ve elimi tutuyor olduğu omzunun üstüne yerleştirdim. “İyi misin? Ne oldu? Düştün mü? Canın çok yanıyor mu?” Peş peşe sorduğum soruların ardından yüzü eski halini aldı ve omzuna duran elini aşağıya indirdi. Omzunun acısı bir anda geçmişti sanki. Doğrudan gözlerimin içine baktığında uzanıyor olduğu yerde hafifçe doğruldu. Şimdi yüz yüzeydik.

“Beni hala önemsediğini biliyordum.”

Ona bakmaya devam ederken ne yaptığını ilk başta idrak edememiştim ama daha sonra anladım. Elimi kaldırıp hiç beklemediği bir anda yanağına sertçe vurduğumda başı sağa doğru kaydı. Vurduğum yanağı anında kızarırken yumruk yaptığım ellerimi göğsüne vurdum defalarca. “İşte bu Aras. Sana göre her şey oyun, her şey yalan!” Sesimin tonu o kadar fazlaydı ki bir anlığına şaşırsam da bozmadan devam ettim. “Bıktım artık. Yalanlarından, beni sürekli kandırmandan, her fırsatta benimle oynamandan bıktım!”

Göğsüne vurmaya bir son verdiğimde çöktüğüm yerden kalktım. Yanaklarımı kurularken hareket etmeden beni izliyordu. Gözleri pişmanlıkla kavruluyorlardı ve dudakları düz bir çizgi halini almışlardı. “Senden nefret ediyorum. Bana yaşattığın her şey için senden nefret ediyorum. Seni asla affetmeyeceğim. Duydun mu beni? Asla!”

Aras’a sırtımı dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladığımda gözyaşlarım şiddetlerini arttırmışlardı. Hararetle yanaklarımdan aşağıya kayıyorlardı. Beni sürekli kandırmasına dayanamıyordum artık. Düştüğünü ve ona zarar geldiğini sanmama neden olmuştu. Böylece onu hala umursuyor olduğumu kendince kanıtlamıştı. Bunu yaparken beni hiç düşünmüyordu. Ne hissedeceğimi, canımın acıyıp acımayacağını umursamıyordu ve ben bundan nefret ediyordum.

“Azra! Özür dilerim. Lütfen, gitme. Lütfen.”

Bir fısıltıdan farksız sesi kulağıma iliştiğinde durmadım. Aksine adımlarımı daha da hızlandırarak kendimi tepeden de ondan da uzaklaştırdım.

***

Yağmur bütün şiddetiyle bardaktan boşalırcasına yağarken ceketime iyice sarınıp her bir yanımın ıslanmasına aldırmadan yavaşça yürümeye devam ettim. Yüzüme düşen yağmur damlalarının arasına karışan gözyaşlarımdan ağladığım çok da belli olmuyordu. Üşüyor olmama rağmen umursamıyordum. Şu anda hissettiğim tek şey öfkeydi. Aras’a çok fazla öfkeliydim. Beni sürekli kandırmasından bıkmış usanmıştım. Her yalanında ona inanıyordum ve bu yüzden kendimden nefret ediyordum.

Saatlerdir yürüyordum. Bir dolmuşa binerek oraya varabilirdim ama yürümeyi, yalnız kalmayı tercih etmiştim. Artık aşina olduğum ve beni ilk zamanlarda olduğu gibi korkutmayan sokağa girdiğimde sağa doğru saparak Savaş’ın evine doğru yönelttim adımlarımı. Muhtemelen on beş dakikanın ardından evinde olacaktım. Savaş’ın evde olması için dua ettim. Evde değilse nereye gideceğimi bilmiyordum. Araf’a tek başıma gitmek istemiyordum. Savaş yanımdayken beni güvende hissettirmeyi başarıyordu.

Dediğim gibi on beş dakikanın ardından sonra Savaş’ın evinin önüne vardığımda yumruk yaptığım ve soğuktan tir tir titreyen elimle kapısını iki kez çaldım. Ardından da açması için beklemeye koyuldum.

Soğuk bedenime öyle bir işlemişti ki gittikçe vücudumun uyuştuğunu hissedebiliyordum. Parmaklarım neredeyse morarmak üzereydiler. Dudaklarım birbirlerine çarpıp duruyorlardı.

Yüzüme yapışan saçlarımı elimin tersiyle yüzümden ayırdığımda az önce çaldığım kapıyı yeniden çalmak için elimi kaldırdım. Tam vurmak üzereyken kapı Savaş tarafından sonuna kadar açıldı. Gözlerinden ve birbirlerine girmiş kahverengi saçlarından onu uykusundan uyandırdığımı anlamakta zorlanmamıştım. Beni gördüğünde gözlerini devirip derin bir iç çekti ve “İçeri geç.” dedi soğuk bir sesle. Dediğine uyup açtığı kapıdan içeri girdim. Onu beklemeden salona doğru yönelttim adımlarımı. Salona girdiğimde kendimi tekli koltuklardan birinin üstüne attım.

“Havanın kaç derece olduğunun farkında mısın sen?” diye sordum ona bakarken. Hiçbir şey demediğinde devam ettim. “Sürekli yarı çıplak dolaşıyorsun. Kurt adam olduğundan falan şüpheleniyorum.” Savaş yeniden gözlerini devirip karşımdaki koltuğa uzandığında ellerini ensesinde birleştirip gözlerini tavana dikti. “Kurt adam diye bir şey yoktur. Ama deli diye bir şey vardır ve sen tam olarak busun. Bir deli.”

“Ha-ha. Çok komiksin.”

“Biliyorum. İyi bir mizah anlayışımın olduğunu söylerler. Ayrıca gözlerim de çok güzelmiş. Kızlar hep böyle der.”

Savaş başını kaldırıp bana göz kırptığında bu sefer göz devirme sırası bendeydi. Ona hayretle bakarken “Kendini beğenmiş herifin tekisin!” diye mırıldandım.

“Beğenilmeyecek biri değilim ki. Bana bir baksana.”

Arkamdaki yastığı alıp suratına doğru fırlattığımda yüzüne çarpmadan havada yakaladı. “Güzel yüzüme zarar verecek ani hareketlerde bulunma, zeki. Yoksa gözlerini oyarım.”

Savaş uzandığı yerden doğrulduğunda sırtını koltuğa yasladı ve gözlerini üzerime dikti. Beni baştan aşağı süzerken “Üşüyor musun sen?” diye sordu. Üşüyor olmama rağmen başımı iki yana salladığımda “Öyleyse neden titriyorsun? Ayrıca sırılsıklam olmuşsun. Hastalanıp da başıma kalmak gibi bir derdin falan varsa açık açık söyle.” dedi.

Ayağa kalktığında bana doğru yanaştı. Elini yanağıma koyduğunda hızla geri çekti. “Donuyorsun sen, aptal.” Bana sırtını döndüğünde bir şeyler mırıldandı ama ne dediğini duymadım. Salondan çıktıktan beş dakika sonra elinde odun dolu bir kova ile geri döndü. Tekli koltukta kollarımı vücuduma sıkıca sarmış bir şekilde otururken sessizce onun sobayı yakmasını izledim. Soba birkaç dakikanın ardından tutuştuğunda çıkan ses salondaki sessizliği bozdu. Savaş bana bakmadan ilerlerken “Gel benimle.” diye emir verdi. Bunun üzerine arkasından bakmaya bir son verip oturduğum koltuktan kalktım ve peşine takıldım. Odasına girdiğinde yatağının karşısındaki dolaba yöneldi ve açtığı dolabının içinden uzun kollu bir kazak ile siyah renkte bir eşofman altı çıkarttı. Çıkarttığı eşyaları yatağının üzerine bıraktığında bana döndü. “Kıyafetlerin kuruyana kadar bunları giyin.”

“Gerek yoktu.”

“Tabi senin için hava hoş. Ne de olsa hastalanırsan sana bakmak zorunda olacak kişi ben olacağım.”

“Zorunda değilsin.”

Savaş az önce yatağının üzerine koyduğu eşyalarını alıp bana doğru sertçe fırlattı. “Kapa çeneni de giyin.” Yüzüme düşen ve görüşümü engelleyen siyah renkteki eşofman altını yüzümden ayırdığımda Savaş odadan çıkmıştı. Açık bıraktığı kapıyı kapattıktan sonra elimdeki eşyaları yatağın üzerine bırakıp üzerimdeki ıslak kıyafetlerimden teker teker kurtuldum.  Uzun kollu kalın kazağını başımdan aşağı geçirdim. Siyah renkteki eşofman altını giyinip belimden düşüp kaymaması için ipini sıkıca bağladım. Kazağı kalçalarıma kadar uzanıyor ve kolları parmak uçlarımı bile geçiyordu. Kazağının içinde neredeyse boğuluyordum. Şu anda ne kadar gülünç gözüktüğümün ise oldukça farkındaydım.

Çıkarttığım ıslak kıyafetlerimi aldığımda kapattığım kapıyı açarak salona gittim. Savaş az önceki koltukta uzanıyordu. Gözleri yumuluydu. Onu rahatsız etmeden parmak uçlarımda ilerlemeye devam ettim. Sobanın önüne vardığımda ıslak kıyafetlerimi sobanın yanında duran koltuğun koluna kurumaları için astım.

Önüme döndüğümde Savaş’ı hemen karşımda görmeyi beklemiyordum. Engel olamadan dudaklarımın arasından küçük bir çığlık kaçtığında elimi göğsüme koydum ve “Beni korkuttun.” diye fısıldadım. Hiçbir şey demeden bana bakmaya devam ederken yanından geçmek için sağa doğru kaydığımda Savaş’ta o tarafa doğru bir adım aldı. Bu sefer sola doğru gittim ama o yine benim gittiğim tarafa giderek yeniden önüme geçti. “Ne istiyorsun?”

Savaş’ın dudakları yukarı doğru kıvrılırken gözleriyle beni süzme işine kısa bir ara verip “Acayip seksi görünüyorsun.” dedi. Hemen ardından ise kaldığı yerden işine devam etti. Gözleri ağır ağır vücudumda hareket ederken dudaklarımda biraz fazla oyalandılar. En sonunda ise gözlerimde durdular.

“Kör olsaydım bu dediğine kolaylıkla inanabilirdim.”

“İnanmadığın için aptalsın demektir.”

Gözlerimi gözlerinden kaçırıp başımı öne doğru eğdim ve kendime bir baktım. Nasıl seksi görünebilirdim ki? Görünmek istediğimden değildi elbette ama Allah aşkına şu anda kazağının içinde kaybolmuş bir durumdaydım ve eşofmanı belimden düşmesin diye ipini sıkıca bağlamıştım ki bu da çok fazla gülünç görünmeme neden oluyordu.

“Dalga geçmeyi kes.”

“Dalga geçmiyorum. Ciddiyim. Şu anda ne istiyorum, biliyor musun?” Savaş’ın sorduğu soruya başımı iki yana sallayarak cevap verdim. Ama gözlerinden ne istiyor olduğunu anlamak o kadar da zor bir şey değildi. Bana doğru attığı adımın ardından geriye doğru kaçtığımda gülümsemesi arttı. Bu gamzelerinin ortaya çıkmasına neden olurken gözlerimi gözlerinden ayırmadım. “İkimizin de dudaklarında mecal kalmayıncaya dek seni öpmek.”

Sırtımı duvara çarptığımda gidecek bir yer aradım ama bunun için oldukça geç kalmıştım çünkü çoktan beni bedeni ve duvar arasında esir almıştı. Ellerini başımın iki yanına dayayıp alnını alnıma bastırdığında dudaklarının arasından çıkan sıcak nefesi burnuma çarptı. “N-ne yapıyorsun?” Ellerimi göğsüne yerleştirdim ama onu kendimden uzaklaştırmakta başarılı olamıyordum.

“Bir şartım vardı unuttun mu? Eğer sevgilin rolünü yapacaksam seni istediğim zaman öpebilirim. Ve ben şimdi seni öpmek istiyorum. Ta ki nefesin kesilene, solukların düzensiz bir hal alana ve benden daha fazlasını isteyene kadar.”

“Çok beklersin!”

“Sende benim kadar iyi biliyorsun ki o kadar da çok beklememe gerek yok. Çünkü hemen şu anda istediğimi alabilirim.” Savaş alnıma bastırdığı alnını aşağı doğru kaydırdığında dudakları burnuma sürttü. Dudakları ile dudaklarım arasında milimlik bir mesafe kala durduğunda gözlerimin içine baktı. “Ama seni şimdi öpmeyeceğim. İstesem de yapmayacağım.”

“Neden?”

“Çünkü ilk adımı senin atmanı bekleyeceğim.”

Daha çok beklersin. “Ya atmazsam?”

“Atacaksın.”

“Nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsun? Beni tanımıyorsun bile.”

“Daha sen kendini tanıyamıyorken benden seni tanımamı zaten bekleyemezsin.”

Savaş aramızdaki mesafeyi açtığında ellerini başımın iki yanından çekip beni serbest bıraktı. Ardından bana göz kırpıp salondan hızlı adımlarla çıktığında arkasından uzun uzun baktım. Dediği şey de o kadar haklıydı ki hiçbir şey söyleyememiştim.  Kendimi tanımıyor olduğum doğruydu. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. Her şey çok farklıydı. Bir yanım tamamen kaybolmuştu diğer yanım ise her geçen gün biraz daha ölüyordu. Gittikçe yok oluyordum sanki.

Gözlerimi birkaç saniyeliğine yumduğumda yeniden açtım ve derin bir nefes alıp Savaş’ın ardından salondan çıktım. Önce mutfağa baktım ama orada değildi. Mutfaktan sonra koridorda yavaşça ilerleyip odasının kapısının önünde durdum. Aralık kapıdan içeri baktığımda yatağın ucuna oturmuştu ve başını ellerinin arasına almıştı. Kapıyı açıp içeri girdim. Bana kısa bir bakış atıp yeniden önüne döndüğünde yanına oturdum. Başının üzerinde duran elinin elimin arasına aldığımda bileğinin üzerindeki yara izine baktım. Savaş elini elimden kurtarmaya çalışsa da daha sıkı tuttum ve bunu yapmasına engel oldum.

“Hala anlatmamakta kararlı mısın?” diye sorduğumda bir süre cevap vermedi. Konuşmayacağını düşündüğüm bir anda ise başını iki yana sallayıp “Senin için neden bu kadar önemli ki?” diye sordu.

“Sadece neyin sebep olduğunu bilmek istiyorum.”

“Bilip bilmemen bir şeyi değiştirecek mi? Hayır.”

“Lütfen.” diye fısıldadım. Bileğinin üzerinde duran elimi eline doğru kaydırıp parmaklarımı parmaklarına kenetledim. Bunu yapmam Savaş’ı şaşırtsa ve kaşlarını çatmasına neden olsa da elini tutmaya devam ettim. “Seni tanımıyorum. Ama tanımak istiyorum. Hakkında bildiğim tek şey adın ve burada yaşadığın. Daha fazlasını istiyorum.”

“Bunlar yeterli değil mi?” Sorusuna başımı sallayarak cevap verdim. “Hakkımda bilmek istediğin nedir?”

“Ne zaman oldu bu?”

Gözlerim yeniden bileğine kaydığında Savaş çok geçmeden ona sorduğum sorumu yanıtladı. “15 yaşımda.”

“Neden yaptın?”

“Çünkü hayatımdaki her şey boktandı. Annem her gece başka bir adamın altına girerek para kazanıyordu. Babam ayda bir ya da iki ayda bir eve uğrardı ve eve geldiği o zamanlarda ise yaptığı tek şey beni ve küçük kız kardeşimi dövmek olurdu.” Savaş için üzüldüğümü hissederken anlattıklarını dikkatli bir şekilde dinliyordum. Şaşkınlıkla “Kız kardeşin mi var?” diye sorduğumda gözlerindeki özleme şahit olmuştum. Başını eğip gözlerini benden kaçırdı. Elimin altındaki elinin titrediğini hissedebiliyordum. “Vardı. Adı Buse’ydi.”

“N-ne oldu?”

“Öldü.”

Savaş sesinin titremesine engel olamamıştı. Ses tonu acısının hala ne kadar taze olduğunun büyük bir göstergesiydi. “Babamın yüzünden.” diye tısladı adeta. Ses tonu şimdi de öfkesini yansıtıyordu. O kadar kızgındı ki elimi tutan elini sıktı. Bu canımı acıtsa da ses çıkartmadım. “Bize eve geldiği zamanlarda o kadar çok şiddet uyguluyordu ki sanki onca günün acısını çıkartırmışçasına bütün öfkesini bir günde kusuyordu. Babamın eve geldiği o gün orada değildim. Orada olmam, kardeşimin yanında olmam lazımdı ama orada değildim. Babam geldiğinde o yalnızdı. O gün babam çok fazla sarhoştu. Bütün öfkesini, bize ve anneme dair olan bütün nefretinin hıncını kardeşimden çıkartmıştı. Yanında olamamıştım. Eğer orada olsaydım ona vurmasına izin vermezdim. Başına aldığı büyük bir darbeden dolayı beyin kanaması geçirmişti. Eve geri döndüğümde cansız bedeni ile karşılaşmayı beklemiyordum. Ama oradaydı ve hareketsizce yatıyordu. Yanaklarında gözyaşlarının ıslaklığı vardı hala.”

Elimi yanağıma götürüp yaşlarımı kuruladım. Savaş’ın gözleri tek bir noktaya sabitlenmişler öylece donuk bir şekilde bakıyorlardı. “Daha on yaşındaydı. Küçücüktü ama babam ona acımadan, kendi elleriyle öz kızını öldürdü. Bende onu öldürmek istedim. Sonrasında bana ne olacağı önemli değildi. Yıllarca hapis yatmaya bile razıydım. İstediğim tek şey onu bulup öldürmekti. Kardeşimin ölümünün ardından geçen iki haftadan sonra onu bulmuştum. Tam karşımdaydı ve alnına bir silah dayamıştım. Ama yapamadım. Tetiğe basamadım. Çünkü onun gibi bir canavar olmak istemiyordum. Bu yüzden onu polise teslim ettim. Hapishane de geçirdiği birinci senesinin ardından ben 16 yaşındayken öldü.”

Savaş kısa bir ara verdikten sonra devam etti. “Kardeşim öldükten sonra annemi hiç görmedim. Birden bire kaybolmuştu. Yapayalnızdım. Tek başımaydım. Gidecek bir yerim bile yoktu. Evimize el konmuştu. Aylarca sokakta kaldım. Her gece farklı bir çeteden dayak yedim. Uyuşturucuya başladım ve sonunda da artık daha fazla bu rezil hayatı yaşayamayacağımı anladığımda kendime bunu yaptım. Ama maalesef ki başarılı olamamıştım. Hastanede uyandığım ilk gün oradan kaçtım ve buraya geldim. Buralara yabancıydım. Tanıdığım hiç kimsem yoktu. Daha sonra Vedat amca ile tanıştım. Bana evini açtı. Yemeğini verdi ve okul masraflarımı karşıladı. Şu anda hayattaysam, yeniden kendime zarar vermediysem onun sayesindedir. Ama ne yazık ki Vedat amca’yı üç ay önce kaybettim. Annem şu an nerede, ne yapıyor bir fikrim yok. Üç senedir ondan bir haber alamıyorum ve açıkçası umurumda filan değil. Böylesi daha iyi. Kardeşimin ölümüne neden olan o ikisiydi. Annemden de babamdan da nefret ediyorum.”

“Burası Vedat amcanın evi mi?” diye sordum ona bakmaya devam ederken. Gözyaşlarımın gözlerimden akmalarına izin veriyordum. Savaş başını evet dercesine salladı. “Seninle tanıştığım o günü hatırlıyorsun, değil mi? Bir adamın kafasına silah dayamıştım ve sende kahramanlık yaparak adamın elimden kaçmasına neden olmuştun.”

“Evet.”

“İşte o adam bana Vedat amcanın katilini bulmamda yardım edebilecek tek kişiydi. Ama sen her şeyi mahvettin.”

Duyduklarım karşısında hem şaşırırken hem de üzülmüştüm. Evet, tamam o adamı belki kurtarmıştım ama Savaş’ın da o katili ne kadar bulmak istediğini şimdi anlamıştım. Suçlu hissetmemem gerekirken öyle hissediyordum. “Özür dilerim. B-ben bilmiyordum.”

“Geçti gitti artık. Adamın izini kaybettim. Ama bulacağım. Pes etmeyeceğim.” Savaş deminden beri ilk kez gözlerini diktiği yerden alıp bana çevirdiğinde kahverengi gözlerindeki hüzne şahit oldum. “Ben sandığın gibi kötü biri değilim. İstediğim tek şey Vedat amcanın intikamını almak. O gün o adamın kafasına onu konuşturmak için silah dayamıştım. Gerçekten de onu vurmayacaktım. Babam olacak o pisliği bile vuramamıştım.”

“Kötü biri olmadığını biliyorum. Üzgünüm. Gerçekten her şey için çok üzgünüm. Böyle olduğunu bilsem sana o taşı hiç atmaz ya da işine karışmazdım.”

“Neyse artık yapabileceğimiz bir şey yok. Sonuçta olan oldu. Sen bana o taşı attın ve katilin kim olduğunu bilen tek kişinin de elimden kaçmasına neden oldun.”

Savaş başını önüne eğdiğinde ona bakmak için yüzümü sağa doğru eğip ona doğru birazcık daha yanaşarak aramızdaki mesafeyi kapattım. “Bunun beni iyi hissettirmesi mi gerekiyordu? Eğer öyleyse hiç de iyi falan hissetmiyorum.”

“İyi hissettirmesi falan gerekmiyor. Her şey senin yüzünden, zeki.”

Cidden beni daha da kötü hissettirmek zorunda mıydı? Zaten onun ve yaşadıkları için kendimi yeterince kötü hissediyordum. “Özür dilerim!”

“Unut gitsin.”

“Bunu kolaylaştırmıyorsun.”

Savaş bana kısa bir bakış attıktan sonra gözleri yüzümden hala elini tutmakta olan elime kaydı. Hemen ardından elini sertçe elimden ayırdı ve yataktan kalkmak için harekete geçti ama buna kolunu tutarak engel oldum. “Bekle.” diye fısıldadım. Çatılan kaşlarıyla bana bakarken “Her şeyi öğrendin işte. Artık merak falan da etmiyorsundur. Soracağın başka bir şey de yoksa kıyafetlerin çoktan kurumuştur. Yani gidebilirsin.” dedi.

“Gitmek istemiyorum.”

Çatık kaşları eski halini aldıklarında aramızdaki mesafeyi kapatarak kollarımı beline sıkıca sarıp başımı çıplak göğsüne yasladım. Havanın çok fazla soğuk olmasına rağmen vücudu sıcacıktı. Göğsünden yanağıma bir sıcaklık yayılırken bedeninin kaskatı kesildiğini fark ettim. Kolları iki yanında duruyordu. Bana sarılmasını beklemiyordum zaten.

Bir süre öyle kaldıktan sonra ondan geri çekildim. Kaşlarını yeniden çattı. “Bu ne içindi?” diye sorduğunda omuzlarımı silktim. “Sadece istedim.”

“Bir daha yapma.”

“Neden?”

“Çünkü hoşuma gitmiyor.”

Savaş sanki göğsünü kirletmişim gibi elini oraya sürüp silkelediğinde yatağından kalktı. Ne düşündüğü ya da hoşuna gidip gitmemesi umurumda değildi. Ona sarılmayı istemiştim ve sarılmıştım. “Savaş?”

Ona seslendiğimde tam odasının kapısından çıkmak üzereydi. Bana doğru dönmeden kabaca “Ne var?” dedi. Gözlerimi devirmeden edemedim. Oturduğum yumuşak yatağından kalktığımda ona doğru bir adım attım. Sırtı hala bana dönük bir şekilde duruyordu. “Bu gece burada kalabilir miyim?”

Bir süre sessiz ve hareketsiz kaldıktan sonra ağır bir şekilde bana döndü. “Tabi ki de hayır.”

“Lütfen. Eve gitmek istemiyorum. Zaten saatte geç oldu. Hava çoktan karardı.”

“Sence umurumda mı?”

“Seni rahatsız etmem söz veriyorum.”

Savaş her zaman yaptığı gibi sabır dilenirmişçesine gözlerini kaldırdı ve ardından da yeniden bana bakıp “Tam bir baş belasısın biliyorsun, değil mi?” diye sordu. Başımı aşağı yukarı sallarken ona doğru ilerledim ve az önce hoşuna gitmiyor olduğunu söylemiş olmasına rağmen aldırmadan ona sarıldım. “Tabi bir de bunaksın. Az önce ne dedim sana ben? Bak beni istediğin kadar öpebilirsin ama sarılma. Cidden hoşlanmıyorum.”

Beni kendinden ayırdığında omuz silktim. Yanından geçecekken parmak uçlarımda yükseldim ve dudaklarımı yanağına bastırdım. Geri çekildiğimde bunu beklemiyor olacak ki şaşkınlıkla bana bakıyordu. “Teşekkür ederim.”

Savaş’ın bir şey demesini beklemeden salona gitmek için odasından çıktım. Burada kalmayı istemiştim çünkü eve gitmek istemiyordum. Savaş’ın yanındayken kendimi iyi hissediyordum. Hiç rol yapmama gerek kalmıyordu. İyiymiş gibi davranmak zorunda olmuyordum. Neysem o oluyordum ve bu benim rahat hissetmeme neden oluyordu. Çünkü Savaş ve ben birbirimize benziyorduk. 

OKU!OKU!OKU!OKU!OKU!OKU!

Belki böyle dikkatinizi çekerim dedim. Okumadan geçmeyin lütfen. :)

Son zamanlarda gelen yorumlardan ya da mesajlardan görüyorum ki artık çoğunuz Azra'dan ilk kitaptaki kadar hoşlanmıyorsunuz. Tabii hoşlanmanız gerekmiyor. Onu size zorla sevdiremem. Benim asıl söylemek istediğim şu ki: Herkes Azra ve Aras'ın ne zaman barışacağını, ikisini yeniden ne zaman bir arada görebileceğini soruyor. Aslında bu açıklamayı daha sonra yapacaktım ama sizi aydınlatmak amacıyla şimdi yapıyorum. Affet Beni 40. bölümde sezon finaline girecek. Sezon finalinden sonra birkaç hafta ara vermeyi düşünüyorum. Bu arada hikayeyi toparlamak istiyorum çünkü. Her neyse, sezon finaline kadar Azra Aras'ı dinleyecektir. Ama ona inanması için biraz daha zamana ihtiyacının olduğunu bilmenizi istiyorum. Azra güçsüz bir karakter ve hiç kolay şeyler yaşamadı. Korktuğundan bu şekilde davranıyor olduğunu anlayacaksınız. 

Savaş'a gelirsek ise umarım Azra'nın Savaş'la neden zaman geçirmek istediğini bu bölümde size anlatabilmişimdir. İkiside yaşadıkları farkı olaylar sonrasında aynı yolu seçmiş kişiler ve Azra'nın kendini ona yakın hissetmesi gayet doğal. Azra ve Aras, barıştıktan sonra Savaş ne olacak diye soruyorsunuz. Savaş'ı yine hikayede göreceğiz. Yine, her zamanki gibi Azra'nın yanında olacak. Onun kalbini paramparça edecek kadar bir etkiye sahip değil ki zaten bir karakterimi de yasa boğmak gibi bir derdim yok. 

Şimdilik söylemek istediklerim bu kadar. Şunun şurasında bir hafta sonra sezon finaline gireceğiz. Umarım ilk kitaptaki gibi zevkle okumaya devam edersiniz. Her zaman yanımda olacağınızı biliyorum ve bunun için size minnettarım. Hepinize çok ama çok teşekkür ederek, susuyor ve bir dahaki bölümde görüşmek üzere diyorum. Kocaman öpücükler. ♥

Continue Reading

You'll Also Like

357K 12.7K 75
'' Neden geldin? '' Ses tonlarının bir ruhu var mıydı? Eğer varsa şuan benim ses tonumun ruhu alınmıştı. Donuk bakışlarında birkaç parıltı kol gezdi...
245K 17.7K 21
Çocukların resim defterine çizdikleri Güneş'in sarısında saçları, Bade'den aldığı yeşilleri, Savaş'tan aldığı kararlılığı ve dik kafalılığı... Kavin...
4M 150K 85
Savaş ağa adlı hikayem ÇİLEM olarak değiştirilmiştir haberiniz olsun. Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyo...
740K 51.4K 59
-TAMAMLANDI- Mevlana derki aşk ateşi önce sevilene, oradan sevene düşermiş. Yani bir insan aşık olmuşsa, maşuk ışığını yaktığı için olmuştur. Eğer...