İLKYAZ

Від iremmipelin

1.2M 69.6K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. Більше

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bölüm 12

20.8K 1.3K 1K
Від iremmipelin


Küçük bir çocukken herkesin uçuk hayalleri olurdu. Uçmak isterlerdi, astronot olmak isterlerdi. Büyü yapmak ya da süper kahraman olmak... İzledikleri filmlerde ilgi çekici olan ne varsa o olmak isterlerdi. Ben 3 yaşında annesi tarafından, sırf başka bir adama aşık olduğu için her şeyi bırakıp giden bir kadının kızı olduğumdan olsa gerek, görünmez olmak isterdim. Belki de kafamın hep yanlış çalışıyor olmasından kaynaklıydı bu durum. Belki de ben her şeye, hep yanlış tarafından bakıyordum. Belki de değil aslında, öyleydi. Bozukluk kafamın içindeydi. Bozukluk bendim. Belki görünmez olursam, kaçıp gitmek istediğim anlarda yok olurdum. Görünmez olursam, kimseye yük olmazdım. Görünmez olursam, varlığım bir ağırlık olmaktan çıkardı.

Somut olarak olmasa da görünmez olduğum anlar vardı ve şu an tam da böyle bir andı.

Gözlerimi araladığım an bakışlarım tavan ile buluştu. Pürüzsüz ve beyazı oldukça lekesiz olan tavan ile. Benimle hiç ortak özelliği yoktu bu tavanın.

Ege'nin öfkeli sesi kulaklarıma dolduğuna kime bağırdığına bakmak için bile indirmedim bakışlarımı. İlgilenmiyordum. Boğazım kurumuştu, susamıştım. Bu da umurumda değildi. Su içmeden de durabilirdim. Üzerimdeki hastane kokusuna dahi aldırmadım. Hastanelerden herkes kadar hoşlanmazdım, hastane kıyafetleri ise beni ölümcül bir virüse sahipmişim gibi hissettirirdi. Gerçi ben de ölümcül bir zihne sahiptim, sürekli yanlış fikirlere kapılan.

Kapı çarptı, içeri birisi girmiş olmalıydı. Tavanın köşelerini incelerken bununla da ilgilenmedim. Keşke sussalardı, daha önemlisi keşke gitselerdi.

"Yok, kapalı hala telefonu." dedi Mert'in sesi.

"Sitenin bekçisini de aradım," diye ekledi. "Giriş yapmamış bugün hiç."

"Sıla," dedi Ege.

Sıla burada mıydı?

"Onu aradın mı?"

Tamam, değilmiş.

"Aradım, yolda geliyor. Onun da haberi yok."

Gözlerimi tavandan indirdim. Ege, yatak ile pencere arasında boşlukta tek elini boynuna götürmüş sıkarken, telefon ekranından bir şeye bakıyordu. Üzerini değiştirmişti. Üstünde siyah bir kapüşonlu sweat vardı, altında siyah kot, ayağında siyah botlar. Saçları kurumuştu. Kaşları çatıktı.

Öksürmeye başladım, boğazımdaki kuruluk canımı yakıyordu. Gözleri bana döndü, uyandığımı fark etmemiş olmalıydı. Bir an için yüzüme acıyla baktı sonrasında telefonu cebine koydu.

"Ben sana su getireyim." dedi.

Odadan çıktığında Mert hafifçe bana gülümsedi. Gülümsemek istedim ama yüz kaslarımı oynatacak kadar bile gücüm yoktu. Odada sadece Ege ve Mert vardı.

"Nora," dedi Mert ayakuçlarıma yaklaşıp gözlerimin içine bakarken. "İyi misin?"

Gözlerimi kapatıp açtım. Tekrar gülümsedi, neyse ki bunu cevap olarak kabul etmişti çünkü daha fazlasına gücüm yoktu.

Ege elinde cam şişe ile girdiğinde plastik bardaklardan birine yavaşça suyu doldurdu ve bana uzattı. Yüzüne birkaç saniye baktım. Baktığım yerde gördüğümün hiç kimse olmasını dilerdim. Belki o zaman canım bu kadar yanmazdı. Belki o zaman kafamın içindeki bozuk ses de susardı. Belki o zaman içimde yükselen, vazgeçilmişlik hissi kaybolurdu.

Bakışlarım tekrar tavana döndüğünde suyu almayacağımı anladığından olacak başımın kenarında duran sehpanın üstüne bıraktı.

Gözlerimi kapattım, içteki ve dıştaki sesleri yok etmeliydim.

Yok etmek... Ne büyük yanılgı, ne büyük böbürlenme. Şöyle yapmalıydım belki de...

İçimdeki ve dışımdaki sesler, sesinizi keser misiniz? Lütfen.

Ege Mert'e bir şey söyledi, Mert dışarı çıktı, birkaç dakika sonra geri döndü. Gözlerimi kapattım. En azından bir yerden kısmalıydım dış dünyanın varlığını. En azından bir yerden yok etmeliydim canımı acıtan her şeyi.

"Of bastı beni hastane havası, Nora ne yattın sen de ya iki su yuttun alt tarafı." dedi, Aybars.

Gözlerimi açmadım. Hatta daha sıkı kapattım.

"Kes sesini, boğmayayım seni burada." dedi Ege, dişlerini sıkarak.

"Ege seni çekici yapan bu, biliyorsun değil mi? Böyle sert erkek pozları falan. Bu kızlar da sanıyor ki onları korursun."

Yanılıyordu. Hiçbir zaman Ege Fırtına'nın korumasına ihtiyaç duymamıştım. Babası eksik kızların onları koruyacak erkeklere ilgi duyması büyük zırvalıktı. Babası ile anlaşamayan, annesi çoktan tüm sorumluluklarından vazgeçmiş kızlar kendilerine yetmeyi öğrenirdi. Ben mesela, şu an bu yatakta görünmez olmayı umarak yatmıyor olsaydım gayet kendim atardım Aybars'ın suratına yumruğu. Hayat bir şey daha öğretmişti; anı beklemek... Her şeyin zamanı vardı. Ve her zaman yüze inen yumruk fiziksel olmak zorunda değildi. Bunu belki de babamdan öğrenmiştim, bilmiyordum. Yine de hayattan öğrendiğimi düşünmek işime geliyordu.

"Ama işte," dedi Aybars, gülüşünü zor tutuyormuş gibi yaparak. "Beklentiyi bile karşılayamıyorsun."

"Aybars seni şu an burada dövmüyorsam, vaktini beklediğimden. Yayılma çok o yüzden."

Aybars minik bir kahkaha attığında içeri biri daha girdi. Adımları benim tarafıma yöneldiğinde bakışlarımı indirdim. Üzerinde beyaz önlük olduğuna göre doktordu. Belki 40 yaşındaydı, belki 40'dan birkaç yaş fazlaydı.

"Nasıl hissediyorsun, daha iyi misin?" diye sordu, doğrudan bana bakarak.

Hafif çıkmış sakalları beyazla karışık siyahtı. Başımı yavaşça oynattım. Tek kaşını kaldırıp odadaki kalabalığa baktı. Tekrar bana döndüğünde hafifçe gülümsedi.

"Psikiyatrın ile konuştum, ek bir ilaç yazmayacağım ama biraz dinlenmen gerekiyor."

Sanırım bu noktada onu susturmam ya da konuşmaya devam etmesini engellemem gerekiyordu. Yapmadım. Umurumda değildi.

Kolumdaki serumu kontrol etti. Kolumda serumun olduğunu o an fark etmiştim. Yavaşça serumu çıkarttı.

Başımı bir kez daha yavaşça oynattığımda kaşlarını çatmış bir şekilde bana bakan Ege'ye ve diğerlerine döndü.

"Siz de kendinizi hipodromda sanmayı bırakın, gördüğüm kadarıyla üzerinizde eyer yok."

Kapıdan çıkmak üzereyken başını salladı. "Eyer yoksa kişneme de olmasın." dedi ve çıktı.

"Bize at mı dedi o?" diye sordu Aybars, elini kapıya doğru uzatmıştı.

"Sen niye buradasın?" diye sordu Ege, sesinde bir şey vardı. Belirsizlik.

"Tüm organizasyonu ben yaptım, davete gerek görmedim o yüzden. Hem, eğlenceyi mi kaçırsaydım?"

Bakışlarımı kapıya diktiğimden bu kez Sıla'nın gelişini ayak seslerini duymadan fark etmiştim. Yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Saçlarını sıkıca bağlamıştı. Üzerindeki deri ceketi kapıdan girmeden önce çıkarttı. Gergin görünüyordu.

Kapıdan girdiği an gözlerini üzerime dikti. Endişeli ifadesi yavaşça dinginleşti. "İyisin, neyse ki." dedi, nefes vermeden önce.

Odaya hızla bir göz atıp yanıma yaklaştı ve elimi tuttu. Gözlerinin içine baktım. Oradaydı. Lisenin ilk günü tanıştığım kız oradaydı.

Tek yanağımı kıvırıp gülümsedim. Başını salladı ve elimi daha sıkı tuttu.

Bakışlarını kaldırıp Ege'ye baktı. Ege bir şey söylemedi, Sıla bir şey sormadı ama anlaştılar. Ekin yoktu, bunun hakkında bir şey bilmediklerini birbirlerine birkaç saniyelik bakış ile anlattılar.

Bir sorun vardı. Ya da öyle olduğunu düşünüyorlardı.

Mert telefona baktı. "Mesajlarım iletilmiş."

Ege Mert'in yanına ilerledi. "Bir şey yazmamış mı?"

"Yok," dedi Mert "Ama 17 dakika önce aktifmiş."

Ege sıkıntıyla saçlarını sıktı. Aybars tam o an ayağa kalktı.

"E madem Ekin Göksoy geliyormuş, bir kahve içeriz. Herkes nasıl istiyor?" diye sordu. Sonra Sıla'ya döndü ve gözleri hayranlıkla parladı.

"Sen benimle gelsene biraz," dedi Sıla elimi bırakıp Aybars'a doğru ilerlediğinde.

"Hay hay," dedi Aybars başını yana doğru eğdi ve gülümsedi.

İkisi birden kapıdan çıktığında Ege bir şey söyledi, ne dediğini algılayacak kadar dinlemedim kelimeleri. Bir şey daha söylediğinde muhatabının ben olduğumu fark etmeme rağmen bakışlarımı kapıdan çekmedim.

"Sana söyledim," dedi sinirle. "Şu heriften uzak dur dedim. Sen ne yaptın?" Sesi şiddetle kulağıma çarpıyordu ama bakışlarım ona dönmeyecek kadar hayal kırıklığı ile doluydu. Gözlerimde bulmayı umduğu ne vardı bilmiyordum ama gözlerine bakarsam, gördüğü tek şey paramparça olmuşluk olacaktı.

"Kapatıyorsun kendini, kapat."

İkimizin arasında duran sehpayı hızla ittiğinde, karşı duvara çarptı. "Bu kez nereye kaçıp gideceksin bakalım?"

Koridorda konuşan iki hemşireye baktım. Saçları koyu kahverengi olan gülümsedi ve diğerine bir şey söyledi. Karşısındaki hemşire de gülümsediğinde etrafa baktılar. Mutlu olmasa da bulundukları durumdan memnun görünüyorlardı, benim aksime.

"Ege tamam, sakinleş biraz." dedi Mert sıkıntıyla.

"Ölüyordu lan ölüyordu." diye bağırdı Ege bu kez.

Bu kadar endişeli görünmesi sinir bozucuydu. Keşke biraz sussaydı ya da gitseydi. Hem, eşitlenirdik.

Başıma saplanan ağrı hissettiğim tek şeydi, belki de beynim yeniden benden taraf olmaya karar vermişti. Yavaşça hissizleşmemi sağlıyordu. Görünmez olamıyordum madem ben de hissiz olurdum. Hem o daha büyük bir lütuftu.

Bakışlarımı tekrar tavana çevirdim, ayaklarımı uzatmaktan yorulmuştum. Tüm vücudum kasılmıştı ama kalkacak gücü de kendimde bulamıyordum. Dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Sonunda." dedi Ege.

Bakışlarım yavaşça kapıya döndüğünde nefesini kontrol altına almaya çalışırken endişeyle bana bakan Ekin'i gördüm.

Nasıl yaptım bilmiyorum ama yataktan tek seferde kalktım, hızla ona sarıldım.

Ekin kollarını etrafıma doladığında yanağımı göğsüne bastırıp ağlamamak için dişlerimi alt dudağıma bastırdım.

"İyi misin?" diye sordu panikle. Omuzlarımı tutup beni göğsünden ayırdı. Baştan sona hızla kontrol etti.

"İyiyim." dedim, çatallaşan sesimle.

Tekrar sarıldım, ağlamak istemiyordum ama korkularım güven hissine yenilirken sinirlerim gevşiyordu.

"Eşyaların nerede?" diye sordu Ekin hızla. Koltuğun üzerindeki çantamı ve yanında duran poşeti aldı. Muhtemelen eşyalarımı içine koymuşlardı.

Üzerindeki gri kapüşonlu hırkayı çıkarttı. Hastane önlüğümün üzerinden bana giydirdi.

"Ayakkabılarım poşette sanırım." dedim.

Poşeti açtı ve ayakkabılarımı bana verdi. Yatağa oturup tekini giydim.

"Serumu yeni bitti, dinlenmesi lazım." dedi Ege.

Ekin'i çok merak etmiş olmasına rağmen hiçbir şey sormamıştı. Bunda Ekin'in bakışlarının da etkisi büyüktü. Muhtemelen Mert, olanların özetini mesajlarda yazmıştı.

Ekin bakışlarını Ege'ye çevirdiğinde diğer ayakkabımı da giyip ayağa kalktım.

"Sonra Ege," dedi sakin tuttuğu sesiyle. Öfkeden kavrulan açık kahverengiler tam tersini ispatlıyordu. "Sonra."

Kapıya yöneldiğimde Aybars elindeki tepsiyle içeri girmiş ve Ekin'in tehditkar bakışları altında arsız bir gülüşle tepsiyi Ege'nin odanın ucuna ittiği sehpaya bırakıp bize dönmüştü.

"Aaa, gidiyor musunuz?"

"Arkanı kolla Aybars Atahan, arkanı sağlam kolla." dedi kolumu sakince tutmadan önce.

Bana döndü. "Yürüyebilecek misin?"

Başımı salladım.

Sıla'ya bakmadan kapıdan çıktığında Mert arkamızdan seslendi. "Gelelim mi?"

"Gerek yok." dedi Ekin beni yakınında tutarken.

Danışmanın oraya gittiğimizde kolumu bıraktı. "Nora Güz İlgen," dedi bilgisayar ekranına bakan kadına. "Çıkış işlemlerini yapacağız."

Kadın bilgisayarda birkaç tuşa bastı, Ekin'e bir fatura uzattı. Ekin'in elindeki çantama uzattım ama bunu fark etmeyecek kadar dalgındı. Kartını uzattı, kadın işlemleri bitirdi ve bir kağıt daha uzattı.

"Ver faturayı bana." dedim.

Kağıdı katlayıp cebine koydu.

Omzumun arkasından tutup kapıdan çıkmam için yönlendirdi. "Ekin versene."

"Nora, güzelim, yürü."

Arabayı o kadar yakına park etmişti ki ceza yememesine şaşırsam da bir şey demeden açtığı kapıdan geçip oturdum.

Yola çıktığında sinirle nefes aldı.

"Mert deli saçması bir şeyler yazmış mesajlarda, şu işin doğrusunu anlat bir bana."

"Aybars sabah derse gitmeden önce evin önüne gelmişti."

"Evet," dedi, kendini sakin kalmak için sıkıyordu.

"Planı varmış, Ege'ye hem ders vermek istemiş hem de Berrak'a beni seçtiğini göstermek. Tabii planları sandığı gibi işlemedi çünkü Ege Berrak'ı seçti."

Ekin öyle hızla bana döndü ki söylediğim cümleleri gözden geçirmem gerekmişti, buna neden olanı bulmak için.

"Havuz falan dedi Mert?" diye sordu, kaşlarını kaldırıp.

"Evet, Ege'yi görüntülü aradı, havuz doluyordu ve ellerim bağlıydı. Berrak da başka bir yerdeymiş."

Hiçbir şeye şahit olmayan biri bu anlattıklarımı duysa başka birinin hayatından bahsediyordum sanırdı. Gerçekten giderek hissizleşiyordum sanırım.

Ekin hızla başını sağa sola salladı.

"Mümkün değil," dedi. "Ege öyle bir durumda seni bırakmaz, mümkün değil."

"Bıraktı işte..." dedim sargılı bileğime bakarken. Bileğim sargılıydı, sanırım gerçekten burkmuştum.

Diğer bileğimdeki halat izleri duruyordu. Bazı noktaları morarmaya başlamıştı.

"Nora bak Ege öfkeli, kırgın, üzgün işte ne boksa. Ama Ege ya Ege! Senin tırnağının ucu kırılsa, sebep olana dünyayı dar eder. Saçmalama."

"Üzgünüm Ekin..." dedim, kırık bir sesle. "Seni de hayal kırıklığına uğratmasını istemezdim."

"Nora," dedi yeniden, daha sakin bir tonla. "Güzelim biliyorum şu an içindeki ses aksini söylüyor ama Ege'den bahsediyoruz."

Kollarımı göğsümde bağlarken bakışlarımı cama çevirdim.

Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Bildiğim tek şey şu an Ege'den bahsetmek istemememdi.

Ekin bizim eve giden tarafa değil de diğer yola yöneldiğinde bakışlarımı ona döndürdüm.

Bir şey dememe fırsat bırakmadan "Bize gidiyoruz. Ben Bülent amcayı ararım. Seni gözümün önünden ayırmayacağım bir süre." dedi.

"Gerek yok," dedim sakince. "Aybars'ın bana zarar vermek gibi bir amacı yoktu."

"Zarar gördün... Gerisiyle ilgilenmiyorum."

Araba hızlandığında sustum. Onun da bir şeyi vardı. Belki onun da bana ihtiyacı vardı.

"Sana ulaşamamışlar." dedim.

Yüzü kasıldı, kaşlarını çattı. Derin bir nefes aldı.

"Telefonum kapanmış." Hızla bana döndü. "Haberim olsaydı..."

Gülümsedim. "Biliyorum."

"Yanında olmam lazımdı." dedi Ekin sıkıntıyla.

"Yanımdasın." dedim.

Emin olduğum tek gerçek buydu, kendini suçlamasına gerek yoktu. Yanımdaydı, biliyordum, hissediyordum.

İkimiz de sessizliğimize döndüğümüzde Ekin'in evine giden yola dönmüştük ve birkaç dakika sonra ulaşmış olacaktık. Eve gitmiyor oluşuma sevinmiştim aslında. Dinlenmek istiyordum, dinginleşmek... Evin gitmek fiili ile örülü duvarları üstüme üstüme gelecekti. Evde dinlenemezdim, sakinleşemezdim.

Otoparka girdiğimizde arabanın durmasıyla aşağı indim. Hastane kıyafetinin üstüne giydiğim Ekin'in hırkası ve topuklu ayakkabılarım ile saçma sapan görünüyordum, muhtemelen babam bu halimi görse kalp spazmı geçirirdi. Neyse ki hala bazı anlarda ebeveyn tepkileri verebiliyordu.

Ekin birkaç adım ötemde asansöre bindiğinde çantam ve poşet hala onun elindeydi.

"Aç mısın?" diye sordu, yükselirken asansör.

Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Bana anlat," dedim yüzündeki huzursuz ifadeye bakarken.

"Şimdi olmasa da bana anlat."

Asansör durduğunda açılan kapıdan geçmeden başını salladı. Kapıyı açtığında içeri girip ayakkabılarımı çıkarttım. Kendilerini bir daha giymek istemiyordum.

"Sen duş al, ben sana giyecek bir şeyler bulayım."

Ekin'in odasındaki değil de diğer banyoya girdiğimde üzerimdeki her şeyi çıkartıp yere attım. Sıcak suyun altına girmek için can atıyordum, tabii sonrasında da uyumak için. Saat kaçtı, kaç saat hastanedeydik umursamıyordum. Hava kararmak üzere olduğundan çok fazla bir saat geçtiğini düşünmüyordum ama gerçekten umurumda değildi. Sıcak su saçlarımdan süzüldüğü an biraz olsun gevşedi omuzlarım.

🌸

Omzumun ağrımasıyla diğer tarafa döndüm, üzerime pikeyi biraz daha çektim. Yatmadan önce Ekin'in kalın eşofman altını ve üstünü giymiştim. Baya baya kışlıklardı ve üzerimde kalın pike vardı, buna rağmen gelen ürperme hissi ile huzursuzca gözlerimi açtım.

Oda fazlasıyla karanlıktı. Gözlerimin alışması için birkaç kez kırpıştırdım. Pencereden cılız ışıklar sızıyordu ve uyumadan önce perdeyi kapattığımdan emindim. Gözlerim yavaşça pencerenin kenarında duran tek kişilik siyah koltuğa kaydı ve üzerindeki bedene.

Ege.

Siyah koltuk, siyah perdeler ve baştan ayağa siyah kıyafetleri ile uyum içinde olan Ege, pencereden sızan ışıkta belli belirsiz aydınlanıyordu.

Kalkıp yatağın ortasına oturdum. Bakışlarımı koyu gri çarşaflara diktim. Kelimelerim beni bırakıp kaçmış olmalılardı. Umarım sıcak bir sahile falan gitmişlerdir. Keşke beni de çağırsalardı. Derin bir nefes aldım ve oldukça gürültülü verdim. Ege'nin bakışları yerdeydi. Benim bakışlarım üzerine döndüğünde burada oluş nedenini merak edecek gücüm bile yoktu.

"Berrak..." dedi, tek düze bir sesle. "Aybars ile anlaşan oymuş."

Kahkaha atmak istedim ardından ağlamak. Yatağın kenarında duran manasız derecede uzun ve büyük olan gece lambasını kafasına fırlatmak sonra...

Yerimden kalktım. Odadan çıktım. Mutfağa gittim. Bir bardan su doldurdum, bir yudum içtim ve boğazımdaki kuruluğun verdiği yetkiyle bardağı bitirdim.

Bardağı lavaboya bıraktım. Ev karanlıktı ve Ekin yoktu belli ki. Ege'nin neden burada olduğunu da bu durum açıklıyordu. Koltuğa oturduğumda Ege, Ekin'in odasından çıkıp oturduğum yere doğru ilerledi. Koltuğun ucuna oturmuştum, aramızda bir metre ya da biraz daha fazla bir mesafe bırakıp oturdu. Kolumu koltuğun arkasına yaslayıp başımı üstüne koydum. Bacaklarımı da kıvırdığımda minik bir yatış kıvamı almıştım. Gözlerimi kapattım. Dış sesler gitmişti ama dış dünya olduğu yerde duruyordu, Ege Fırtına gibi. O da gitseydi ya. Benden intikam falan almış olurdu işte, gitseydi.

"Seni öptüğümü söyledim." dedi, yine stabil tuttuğu sakin sesiyle. Belki de bıkmıştı. Bilmiyordum.

"O da Aybars ile iş birliği yaptığını söyledi. Gerçi iş birliği denemez, Aybars manipüle etmiş."

Beni öptüğünü... Hani şu anlam yüklememem gereken öpüşme... Kendisi oldukça anlam yüklemişti belli ki.

"Ayrıldık galiba," dedi sonra. Umurumda olması gerekiyordu artık ama hissetmiyordum. Kalbimi dahi hissetmiyordum. "Bilmiyorum."

"Ben gerçekten," dedi başını koltuğun kenarına yaslayıp ellerini kucağında birleştirdiğinde. "Çözümüm olur sanmıştım."

Gözlerimi tekrar kapattım. Keşke açıp durmasaydım.

Karanlıkta oturmuştuk, o konuşuyordu ben artık sussun istemiyordum ama tepki vermek de istemiyordum.

"Bir şansım olur sanmıştım. Beni seviyor, çok seviyor. Bugün bile o kadar mahvolmuş haldeydi ki."

Başını çevirdiğini hissettim ama emin değildim, gözlerimi açmadım.

"Keşke ona aşık olsaydım."

Hislerime geçiş izni verseydim şu an çöküp yere ağlamak isterdim muhtemelen.

Ne diyeyim istiyorsun Ege, keşke ona aşık olsaydın evet, mi? Ne yapayım? Gittim olmadı, döndüm olmadı. Ölüyordum, bak işte yine olmadı. Ne yapayım? Olamıyorum işte görünmez. Yeterince görünürken bu denli hiç sayılmak canımı bile yakmıyor artık. Canım bile yanmıyor artık Ege!

Başımı koltuğun kenarından kaldırdım, odaya gitmek istiyordum ama yürüyecek halim yoktu. Koltuğa yanağımı yaslayıp dizlerimi karnıma doğru çektim. Gözlerimi kapattım.

🌸

Sırt üstü yatıyordum, bacaklarım Ege'nin dizlerine doğru uzanmıştı. Ege'nin bir eli diz kapağımda, diğeri ise ayak bileklerimdeydi. Uyumadan önce onu gördüğüm halde, başı koltuğa yaslı bir şekilde tavana bakıyordu. Çok uyumuş olduğumu düşünmüyordum ama belli ki uykumda bacaklarımı uzatmıştım. Normalde geri çekilmiş olması ya da kalkıp diğer tarafa oturması gerekmiyor muydu? Döndüğümde beri karşıma diktiği Ege'ye ne olmuştu? Diz kapağımın üstünde konaklayan sıcaklık fazla tanıdıktı.

"Neden?" dedi, sessizce. "Neden gittin?"

Neden...

Saatler sonra ilk kez bir şey hissediyordum, ilk kez güvende hissediyordum yine de bacaklarımı kucağından sertçe çektim.

Yerimden kalktım.

"Konuş benimle." diye bağırdı.

Yerinden kalmıştı. Durmadım, Ekin'in odasına doğru hızla yürüdüm. Çıplak ayaklarımın zeminde bıraktığı tok sesi umursamadan odaya girdim ve kapıyı kapattım.

Kapı sertçe açıldığında arkama döndüm.

"Bugün her şeyi konuşacağız."

"Ege," dedim onun aksine gayet sakin çıkan sesimle. "Git, lütfen."

"Bugün," dedi Ege bana doğru yürümek yerine kapıya yaslanıp kollarını bağlamıştı neyse ki. "İkinci kez bu denli büyük bir hayal kırıklığı yaşadım ve bir şeylerin peşini bırakmanın ne kadar mantıksız olduğunu anladım."

"Üzgünüm," dedim, samimi bir tonla. "Ama lütfen git bunları sevgilin ile konuş."

"Nora yeter!" diye bağırdı. Sesinin tonunu bir belirleseydi de ben de ona göre davransaydım. "Yeter saklanma artık, kaçma yeter."

"Benimle aynı yerde 3 dakika geçiremeyen sensin Ege! Alt tarafı boğuluyordum diye bu kadar alakaya gerek yok."

"Psikiyatr, İngiltere, ilaçlar... Başla bir yerden." Kapıdan sırtını çekip bana doğru geldi, yatağın üstüne tek dizini koyup yavaşça oturdu. "Baban, babam... Anlat."

Gözlerimi kapattım. "Ege," dedim yorgunlukla. "Git."

"Ekin biliyor mu?" Başımı iki yana salladım. "Baban dışında kimse biliyor mu?" Yine başımı iki yana salladım.

"Ben kimim Nora?"

Bunu o kadar dingin bir ses ile sormuştu ki hıçkırarak ağlamak istiyordum.

"Beni, o havuzda tek başıma bırakansın."

Yataktan kalktım, camın önüne gidip pencereyi açtım. Hava yüzüme doğru çarpınca derin bir nefes aldım.

"Canım istedi gittim de o zaman." diye bağırdı bu kez. "Bıktım her şeyden, senden, ilişkimizden... Çektim gittim de o zaman."

"Öyle yaptım," diye bağırdım arkama döndüğümde. "Evet, senden bıktım. Üzerimden bir saniye bile ayırmadığın ama gerçekten hep bana mı bakacaklar emin olamadığım ela gözlerinden bıktım. Beni sahip olduğun en değerli varlıkmış gibi tutan ama bırakma fikrini bir türlü zihnimden atamadığım ellerinden bıktım. Birini bu kadar büyük, bu kadar şiddetli sevmenin yarattığı büyük zaaftan korktum. Ölsen, ölürdüm bu dert değildi de ölsem ölürdün ya, işte ondan korktum."

Gözümden bir damla yaş süzüldüğünde aldırmadım. "Seni, kendimden kurtarayım istedim."

"İyi halt ettin," diye bağırdı yanıma ulaştığında. "Beni kendimden de kurtarsaydın öyleyse."

"Sensiz öldürdüm öyle mi?" Kollarını iki yana açtı. "Bak, bak memnun musun bulduğundan. Umduğun gibi miyim?"

Başımı hızla sallarken onu göğsünden ittim. "Evet," diye bağırdım tekrar ittiğimde. "Evet memnunum, tam tahmin ettiğim gibi ela gözlerin aşkla bakacak birini hemen bulmuş."

Bir kere daha ittiğimde karşısından ayrılıp işaret parmağımı ona doğru savurdum. "Sen aşkın kendine tutkunsun Ege, bana değil. Bu şairlerin şiirlere aşık olması gibi bir şey. Sanatçıların çoğunda var."

"Yok," dedi Ege saçlarını çekiştirirken. Saçları ile alıp veremediği neydi? "Sen beni delirtmeden bırakmayacaksın."

"Bıraktım ya," diye bağırdım tekrar ona dönüp. "Bıraktım işte, defolup gitsene."

"Bıraktın..." dedi Ege başını hızla sallarken. "Haklısın. Bıraktın. Öyle, hiç kimseymişim gibi. Bana güvenmedin, hala güvenmiyorsun." Ellerini yüzüne kapattı.

"Güvenseydim ne olacaktı Ege? Güvenseydim bana mı gelecektin? Güvenseydim beni o havuzdan sen mi çekip çıkartacaktın?"

Kolumdan tuttuğu an pencereye doğru çevirip yerlerimizi değiştirdi. Gözlerini gözlerime dikti. "Sana geldim." dedi, nefesi alnıma değerken. "Seni seçtim."

Gözlerimi kapattım. İçimde paramparça olan yerlerin hiçbirinde en ufak his yoktu. Hiçbiri sevinç nidaları eşliğinde dans etmiyordu.

Bir önemi yoktu.

Gözlerimi açtığımda bakışları doğrudan bana değiyordu. "O şerefsiz, yerlerinizi farklı söylemiş. Sana geleceğimi biliyordu, her yerden yıkıma ulaşmak istedi."

"Bir önemi yok..." dedim. "Kimi seçtiğinin bir önemi yok. Asıl sorun seçim yapmak zorunda kalacak durumda olman. Asıl sorun, birinin sana iki kapı sunabilmesi..."

"Berrak..." dedi yutkunarak. "O biliyor, senin kim olduğunu çok iyi biliyor. Kendime lanet ediyorum..."

"Ona aşık olamadığın için." diye tamamladım muhtemel cümlesini.

"Hayır," dedi, çenesi kasılırken. "Onu böyle bir konuma soktuğum için. Hiç hak etmiyor ama işte ben de onun zaafıyım. Berrak da Aybars'ın zaafı... Böyle aptal bir şey işte bu aşk dedikleri."

Kaşlarını çattı. "Bana hiç mi güvenmiyorsun," diye sordu. "Seni orada bırakacağıma inanacak kadar mı güvenmiyorsun?"

Gözümden bir damla yaş süzüldü. Ağlayamadığım yılların acısını mı çıkartıyordum?

"Seni beklemedim," dedim bakışları koyulaştı. Şaşırmıştı. "Belki Ekin'i göndermişsindir diye bekledim."

"Ağlama." dedi usulca. "Ve unutma, bir daha sakın unutma. Hep sana gelirim Nora. Ne olursa olsun, ne yapmış olursan ol... Bu da benim zayıf noktam, bu da benim cezam."

Burnunu başımın üstüne dayadı. "Hep sana gelirim."

Ellerim iki yanımda öylece duruyordu. Uzanıp tutmuyordu.  Kırgınlıklarım kalbime öyle derin batıyordu ki kelimeler yetmiyordu. Kelimeler iyileştirmiyordu.

İkimizin arasından yükselen ses ile Ege elini cebine attı ve bir adım geriledi. Telefonu açıp kulağına tuttuğu an yoğun ve yüksek bir ses odaya doldu.

"Ne?" dedi kaşlarını çatıp. "Sıla, ne yarışı?" Öne doğru hafifçe eğildi.

"Delirdi mi bu çocuk?"

Ekin!

"Ne," dedim panikle, "Ne olmuş?"

"Aybars ile," dedi telefonu kapattığı sırada. "Araba yarışı yapacakmış."

"Ekin?" diye sordum gözlerimi şaşkınlıkla açarak.

Kesinlikle delirmişti!

Продовжити читання

Вам також сподобається

BEYAZ LEKE Від Aslı Arslan

Сучасна проза

32.2M 1.9M 39
Yaşıyorduk, işkence çekiyorduk, idam ediliyorduk, köle gibi çalıştırılıyorduk, susuyorduk, çığlık atıyorduk ama hepsinin sonunda sesli ya da sessiz b...
RUH-U REVAN Від İ.

Підліткова література

6K 372 5
Her yeni şehir, aynı zamanda yeniden doğuş anlamına gelir. Savcı Dilşah Sancak, yıllar önce babasını kaybetmesine sebep olan, çocukluğunun geçtiği M...
Esnaf İşi Aşk (I-II-III) Від Sezen Aksın Sivrika...

Підліткова література

5.7M 324K 45
❤ Esnaf İşi Aşk'ın ilk kitabı "Ay Çarpması" Artemis Milenyum aracılığıyla raflarda! ❤ Bursa Kapalı Çarşı'da nesiller boyu konfeksiyon üzerine esnaflı...
SARKAÇ Від Maral Atmaca

Сучасна проза

623K 48.8K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...