Bonus 18

10.3K 644 260
                                    


Göksu Yankı


"Kendi olarak, sana gelen-

sana gereksinimi olmadan, seni isteyen-

sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen-

kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan-

O, işte..."

Oruç Aruoba


Barın içine girdiğimde yüzüme ilk çarpan gürültü olmuştu. Adımlarımı nereye yönlendirmem gerektiğini bilmiyordum. Etrafta göz gezdirip bir boşluk bulmayı umdum. İnsanlar birbirlerini ezmek suretiyle dans ediyordu ve bu dışarıdan pek eğlenceli görünmüyordu. Kalabalığın arasına dalmak ya da işte kalabalığın arasına dalmak, başka bir seçeneğim yoktu. Kollarım ve bacaklarım aynı anda ve seri hareketlerle ilerlediğinde insan yığınının arasından bar kısmına ulaştım. Bir şekilde doğru yeri bulmuştum.

Oradaydı. Asfaltı delip açmakta inat eden bir çiçek gibi, yıkıntının ortasında tüm parlaklığı ile duruyordu. Tek kolunu bar tezgahının iç kısmına doğru gelişi güzel uzatmış, yanağını kolunun üzerine yaslamış ve parmaklarının arasında duran bardağa elinde kalan son şeymiş gibi tutunuyordu. Öyleydi belki de. Öyle olmasa gemisi suyun üzerinde devrilmez, kendisi de bu kıyıya vurmazdı.

"Ekin..."

Sesim ona ulaşamayacak kadar cılız çıkmıştı. Kalbimin aksine dudaklarım yabancıydı adına. Ona doğru bir adım attığımda kirpiklerini hafifçe titreterek gözlerini açtı. Ben bana bakacak, geldiğimi fark etti sanmıştım ama o içinde bir iki yudumluk içki kalan bardağa bakmıştı. Hafifçe doğruldu. Dudakları aralandığında elini de kendisine doğru hareket ettirmişti. Ulaşmak üzere olduğu yudumla arasına giren elimdi. Bardağı üst kısmından tutup tezgahın sağına doğru ittim. Bu kez kirpikleri hoşnutsuz bir ifadeyle titremişti.

"Ekin."

Gözlerini yüzüne tutulan bir ışık varmış gibi kıstığında bakışları bana çevrildi.

"Evet," dedi, adını seslenmemin karşılığı olarak.

Ne demem gerektiğini bilmiyordum. Ne söylersem buradan benimle çıkar, onu evine götürmeme müsaade eder bilmiyordum. Burada neden olduğum dışında pek bir şey bildiğim söylemezdi. Buraya gelmeseydim evde duramazdım, nefes alamazdım, sakin kalamazdım. Buraya iyi ve güvende olduğundan emin olmak için gelmiştim ama ona ne diyecektim, benimle gel mi?

"Gitmemiz gerekiyor," dedim, diyebildim.

Gitmemiz gerekiyordu. Belki biraz da saklanmamız gerekiyordu. Peşimizde kim vardı bilmiyordum, onun ve benim aynı cümle içinde birlikte anılmamız kadar absürttü bu düşündüğüm. Peşimizde kimse yoktu. Zaten onun ve benim aynı cümle içinde durup durabileceğimiz bir an da olmayacaktı. Yine de işte, gitmemiz gerekiyordu.

"Sen kimsin?" diye sordu.

Ah.

Kaç olmuştu, üç mü? Hayır hayır... Dört. Bir de onu ilk kez gördüğüm şu parti vardı. En sevdiğim krem rengi gömleğe yanındaki kızlardan birinin vişne suyu döktüğü parti. Gözleri ilk kez o zaman gözlerimle aynı zaman diliminde durmuş ve aklıma bir daha hiç unutmayacağım bir şey düşürmüştü. Adını... Dudaklarımın dışından söylemeye hiç cesaret edemediği adını. Adı bana yasaktı, tıpkı gözleri gibi.

İLKYAZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin