Bölüm 28

16.8K 881 198
                                    

Kasanın olduğu dolabın önüne geçtiğimde kapıya doğru hızla bir kez daha baktım. Babamın evde olmadığı herhangi bir saat diliminde odasını karıştırmak çok daha mantıklı olurdu. Mantık... Biz kendisi ile pek yakın tanışmıyorduk. Daha Mert ile buluşup galeriye gidecektim ve mantıklı olacak vaktim yoktu. Dolabın kapağını açtığımda dizlerimi yere yaslayarak oturdum. Şifreyi biliyordum, doğduğum gün, ay ve yılı içeren sayılardan oluşuyordu. Ne ironi ama! Kasanın üzerindeki yuvarlağı 18021996 sayılarına tek tek gelecek şekilde çevirdim. Kasanın açılacağına dair çıkması gereken klik sesi çıkmamıştı. Ne yani, artık şifre doğum tarihim değil miydi? Sıfırı atıp sayıları tekrar denedim ve sonuç değişmedi. Göğsüme dolan nefesi sıkıntıyla dışarı savurdum. Ne olabilirdi, ne olabilirdi... Babamın doğum gününü, babaannemin doğum gününü, dedemin doğum gününü hatta halamın doğum gününü denedim ve sonuç değişmedi. Dolabın önünden kalkıp odanın içinde bir yukarı bir aşağı yürümeye başladım. Annemin doğum günü olacak değildi, değil mi? Kasanın önüne ilerleyip yere tekrar oturdum ve beni dünyaya getirmek dışında benimle en ufak bağı olmayan kadının nedense hafızamda zamk gibi duran doğum tarihi girdim. Kasanın mucizevi bir şekilde açılması ve babamın acınası bir romantik olması gerekiyordu. Olmadı. Vural Amca'nın suçsuzluğunu ispatlayacak herhangi bir şey bulma umuduyla kaldırdığım her taşın altı boş çıkıyordu. Pes etmeyecektim, Ege'nin ayağına dolanan her sorunu bir bir çözecektim. Pes etmek için fazla inatçıydım. Kasanın şifresinin ne olduğu kısmı ile sonra ilgilenecektim. Dolabı kapatıp babamın güvenlik şirketine kasa için talimat vermemesine şükrettim. Aksi takdirde şimdiye kadar alarm on kere çalmıştı ve babam tepeme dikilmişti. Bu kasada genelde manevi şeyleri saklardı. İş yerindeki odasındaki kasası ise kaşıkçı elması ile eş değer bir korunmaya sahipti. Yine de bu odadan herhangi bir şey çıkma ihtimalini göz ardı edemezdim. Masanın çekmecelerinden birini açtığımda odanın kapısı açıldı. Yerimde sıçradığımda babam kapının hemen ardında gözlerini kısmış şaşkınlıkla açtığım gözlerime bakıyordu.

"Güz..." dedi her zamanki gibi standart bir tonla. "Burada ne yaptığını öğrenebilir miyim?"

"Kalem!" diye bağırdım.

Neden bağırıyordum?

"Kalem arıyordum... Okula gideceğim, dersim var, çok önemli bir ders kaçırırsam mezun olamam o kadar önemli bir ders. Önemli olduğu için not almam lazım, not almam için ne lazım?" Cevap bekleyerek kaşlarımı kaldırdığında kollarını göğsünde bağladı. Olduğu yerde bütün sakinliği ile duruyordu ve soğukkanlılığı kanımı daha da kaynatıyordu. "Kalem lazım... Kalem olmazsa yazamayız öyle değil mi? Yani tabii tabletime, telefonuma, olmadı notebookuma yazabilirim ama kalemin verdiği güveni verir mi? Vermez. Tek bir hata ile puf, yok oldu. Defter öyle mi? Sonsuza kadar saklayabilirsin."

Nefesim tükendiğinde durup soluklandım babam hala aynı ifade ile bakıyordu. Ne diyecekse deseydi de şu odadan düşüp bayılmadan çıksaydım. Ege'yi kurtaracağım derken zindanlarda çürüyecektim. Babamda tam kızını kapatmak için denizin ortasına kule yaptıracak adam tipi vardı. Eyvahlar olsun! Ege, denizleri aş da gel kurbanın olam!

"Bu döndüğünden beri benimle yaptığın en uzun konuşmaydı."

Kasılan yüzüm saçma bir gülümsemeyle genişledi. "Aa, öyle mi? Daha sık kalem aramalıyım öyleyse."

Babamın sakin adımları odanın içinde ilerleyip yanıma ulaştığında masanın ortasındaki bölmeyi çekip dizili kalemleri görünür kıldı. Dolma kalemleri pas geçip siyah bir pilot kalem aldım.

İLKYAZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin