YILDIZIM

By ayseklncr

9.4K 407 286

15.11.2015 Kitabımın yayına başlama tarihi! Genç bir kız bir yıldıza aşık olursa ne olur? Peki ya onu kaçırı... More

TANITIM
1. Bölüm
DUYURU
2. Bölüm( Dilay Mayın'ın kaçırma sınavı)
3. BÖLÜM( Halı arasında bir Can Sancak)
4. Bölüm( Dünyam)
5.Bölüm- Gitme
6. Kabul mü?
7. Bölüm- Nerede?
8. Bölüm- Sürpriz
9. Bölüm- Neredesin?
10. Bölüm- Çıkmaz sokak
11. Bölüm- AŞK İZİ!
12. Bölüm- Aşk Bir Büyü *_*
13. Bölüm- Seni Görmek İstemiyorum!
14. Bölüm- YILDIZIM ^_^
15. Bölüm- Kaybedemem
16. BÖLÜM
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21.Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
25. Bölüm
26. BÖLÜM
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30.Bölüm
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. Bölüm
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
FİNALLLLL

24. Bölüm

161 6 9
By ayseklncr


BENİ KAÇIR YILDIZIM!

*****

CAN SANCAK

Bir gün her şey bitmek zorunda kaldığında ne olacaktı? Nasıl nefes alabilecektik? Tüm gerçekler boğazımıza sarıldığında ondan kurtulabilecek miydik? Yoksa aşk bitecek miydi? Ve bizi yine acıtacak mıydı?

Düşünceler dört bir yanımı sarmıştı. Ve bunca hengâmenin içince ben yeni bir şey keşfetmiştim. Her yolun sonunda, yeni bir başlangıç kapı açardı. Ve ben kendime yeni bir hikâye yazacaktım. Yepyeni tertemiz bir sayfaya DİLAY yazacaktım. Çünkü benim bütün hikâyem artık o!

Bunu anladığımda çoktan Sinem beni denizin üstüne çekelemişti. Göz göze geldiğimiz de ciğerlerime dolmaya çalışan tüm suyu tükürdüm. Derin derin nefes alıp etrafıma baktım. Hala denizdeydim. Sinem sol kolumu sımsıkı tutmuştu. Tekneden birkaç adam bizi yukarı almaya çalışırken delimin korku dolu sesini işittim.

"Can! Can nerede? Nerede? Akın beni bırak! Sana beni bırak dedim! Pat!"

Ardı ardına gelen seslerle kıyıya baktım. Dilay en sert tokadını Akın'ın sol yanağına yapıştırmıştı. Çok şükür! Yüreğim ferahladı yemin ederim. Uzun zamandır Akın'ı dövmek istiyorum. Ama dünden belli abla kardeş Akın'ın hakkından geliyorlardı. Akın birkaç dakika Dilay'la bakıştı. Ve ardından kıyıyı hızlı adımlarıyla terk etti. Dilay pişmanlık dolu gözlerini denize yeniden çevirirken ben çoktan tekneye çıkarılmıştım. Teknenin kenarından tutunup yutkundum. Endişe ile beni bekleyen delime baktım. Gözlerim dolmuştu. Onu bir daha görememe düşüncesi beni delirtmişti. Sanırım mı falan yoktu. Ben bu kıza çok fena aşık olmuştum. Teknedeki adamlar kıyıya anons geçiyordu.

"Can SANCAK bulundu!"

Çocuklar kıyıda birbirlerine sarılıp sevinirken, Dilay aynı yerde donmuş kalmıştı. Ne düşündüğünü merak ediyordum. Tekne durunca koşar adım tekneyi terk ettim. Sevdiğim kıza koşar adım giderken o da aynı şekilde bana geliyordu.

"Dilay!"

"Can!"

Sözler havada asılıp kalırken sevdiğim bedeni kollarım arasına hapsettim. Sımsıkı sarıldım. Öyle sıkı sarıldım ki beni hiç bırakamazdı. Omuzlarımda hıçkırıyordu.

"Çok korktum! Yıldızım çok korktum!"

"Korkma bebeğim buradayım. Ben seni bırakmam."

"Çok korktum Can! Ablam gibi gitmenden korktum! Çok korktum!"

Ablası gibi gitmek? Ablası ölmüş müydü? Ama ölmüştü değil mi? Evet hatırladım. Peki, nasıl ölmüştü? Bu soruyu sormayı çok istiyordum. Ama soramadım. Sevdiğim kızın daha fazla üzülmesine gönlüm razı değildi. Onu sol kolumun altına alıp karavana doğru yürüdüm. Üzerimizi değiştirmemiz gerekti.

Yaşadığımız büyük korku sonrası ben sabaha kadar çekimlere devam ettim. En sonunda burada işimiz bitmişti. İstanbul'a dönüyoruz.

İKİ GÜN SONRA

DİLAY MAYIN

Geri dönüş...

Bu geri dönüşte korkularım vardı. Her zamankinin aksine kalbimde dev bir tsunami, kaçma hissi ve korku yer bulmuştu. Neden böyle hissediyorum bilmiyorum. Zaten şu an bilmekte istemiyorum. Şu an ilgilenmek istediğim tek kişi Can. Pencereye bakmayı kesip kolunun altına gizlendiğim Can'a baktım. Uyumuştu. Minibüsün sıcak olmasını ise hiç umursamamıştı. Şu an Can Sancak'ı ilgilendiren tek şey uyumak. Tuna bana sessizce "Abla, eve geldik. Hadi inelim!" dediğinde son kez yıldızıma baktım. Onu şu an uyandırmamak en iyisi diye düşünüp minibüsten indim. Herkes uyukladığı için kimseye bir şey dememiştik. Elimizde sırt çantalarımızla Mayın malikânesine girdik. Tuna gökyüzündeki güneşe bakıp gülümsedi.

"Abla her şeye rağmen yine de güzel günlerdi. Değil mi?" dedi. Gülümsedim.

"Evet iyiydi. Şaşılacak derece de acayip bir çekim kampı oldu."

"Ona set diyecektin galiba."

"Ya Tuna sen beni hep bozmak zorunda mısın?" dedim kaşlarımı çatarak. Tuna kahkaha atıp "Evet. Çünkü şu hayattaki tek kardeşim sensin. Ve ben seninle olmaktan çok mutluyum." dedi. Çok duygulanmıştım. Gözlerim dolarken Tuna'nın boynuna sımsıkı sarıldım.

"İyi ki varsın ikizim." dediğimde güldü.

"Abla iyi ki sende varsın." dedi. Sıcak rüzgâr tenimizi yalayıp gidiyordu. Biz iki kardeş duygunun dibine vurmuştuk. Zaten son zamanlarda ikimizde de bir haller vardı. Rüzgardan nem kapıp ağlayacak duruma gelmiştik. Ama birkaç dakika sonra da bizim bu duygusallığımızı bozan Sakar ile Şakir'di. Külüstür araçtan inerlerken Sakar kendini alelacele bahçeye atıp dizleri üzerine çöktü. Yeri öptükten sonra ellerini havaya kaldırıp "Allah'ım çok şükür evimize geldik. O adada bizi hayaletler yiyecekti! Öhö öhö!" dedikten sonra ağlamaya başladı. Şakir öfke kusuyordu. Bavulları bagajdan güçlükle alıp bahçeye sürükledi. Sakar'ın ise ağladığını görünce kafasına bir tane patlatıp susturdu.

"Allah aşkına bir sus lan! Beynim yandı! Zaten senin yüzünden iki günü ormanda geçirdik!"

Hatırlamışken a siz o olayı bilmiyorsunuz. Bizde çekimlerden dolayı eksikliklerini geç fark ettik. Sakar ile Şakir en son ormanda hayaletten korkup kayboldu. Sonra bir çukura düşüp içinde kaldılar. Bir şekilde çıkmayı başardıktan sonra da Şakir uzun süre ormanda Sakar'ın ağıtını dinlemiş. Çok yürüdükten sonra bizi buldular. Bizde bunları unutmuş yolculuğa hazırlanmıştık. Neyse ki bizi bulmuşlardı. Yoksa uzun süre ormanda kalabilirlerdi. Sakar o yüzden şu an yeri öpüp dua ediyor. Şakir ise onu dinlemekten bıkmış. Tuna ile onların haline gülümseyip eve yürümeye başladık. İki kardeş el ele tutuşmuştuk. İçimizde hayat vardı. Mutluluk, yaşam sevinci doluyduk. Salona adımımızı attığımızda yardımcılarımız bizi karşıladı. Kezban " Dedeniz geldi. Salonda sizi bekliyor." Dediğinde Tuna ile benim heyecanım görülmeye değerdi. Çantalarımızı yere fırlatıp ikimizde salona koştuk. Sanki Tuna ile yarışa girmiştik. Bir birimizi ite kalka salona girdik. Tuna ayısı ayağıma çelme takıp beni yere yapıştırdı. Kendisi de çoktan ayağa kalkmış dedeme yetişmişti. Kahretsin! Harçlığı kaçırdım. Dedem kim önce ona gidip sarılırsa ona haşlık verirdi. Diğer kişi de anca avucunu yalardı. Bu ailemizdeki tüm ikizlerin üstün kuralıydı. E bizim ailede baya bir ikiz var. Genetik gibi!

Güçlükle yerden kalkıp ellerimi birbirine vurdum. Dizlerim çok fena ağrıyordu. Öküz Tuna yıktı geçti beni. Daha az önce bana sarılıp hüzünlü laflar eden o değilmiş gibi. Pislik! Hıh!

Ben küsmüş bir halde dedemle sarılan Tuna'ya baktım. O ise umursamaz halde dedemden uzaklaşıp "Dedeciğim hani harçlığım?" deyip iki elini çocuk gibi uzattı. Dedemde yarım ağız gülüp "Vay kerata vay! Sen daha büyümedin mi?" dedi. Tuna kaşlarını çatıp "Yok daha ben küçücüğüm dede!" dedi. Bende sinirle "Ufal da cebime gir!" dedim. Uyuz ya! Pis turuncu kafa!

Dedem Tuna'nın avucuna bir mendil koydu. Harçlık dedemden mendil arası gelirdi.

"Ay ne verdin bana dede?" derken heyecanla mendili açtı. Ve karşılaştığı şeyle ben gülmekten yere yıkıldım. Tuna ise gözlerini irileştirmiş "Dede bu ne ya?" diye yakınıyordu. Ben hala gülerken "Dede bravo! Çok yaratıcısın! Tuna'ya küçük oyuncak kanguru almayı ben bile akıl edemezdim." dediğimde dedem sol elini yeleğinin cebine koyup gururlanırken "Tabi ne sandın çimen göz!" dediğinde yine kaşlarımı çattım.

"Dede benim gözlerim mavi!"

"Kızım kör müsün sen? Gözlerin yeşil!"

Uf ya bu adamın renk körlüğü beni öldürecek!

"Tamam dedeciğim sensin." deyip ona yaklaşıp boynuna sarıldım.

"Kız siz benim elimi niye öpmüyorsunuz? Bu entel adetleri hep bu babanız öğretiyor değil mi?" derken babam arkadan "Ya baba yine bana laf dokunduruyorsun ya!" diye yakındı. Bende kıkırdadım.

"Dedeciğim iyi ki geldin."

Gülümseyen yüzümü solduran dedemin arkasında oturan başka bir aileydi.

"Gelin kızımız bu mu hacı dede?"

"He uşaklar he bu kız!"

Ne? Gelin mi? ben mi? yuh! Daha neler?

"Yok ya ben değilim." diye gülümserken Tuna'yı kolundan tutup onlara doğru ittim.

"Kendisi gelininiz olur. Doğumda karışmışız biz!"

(Aile)"Ne?"

"Abla!"

"Abla değil lan! Abi!"

"Yav bir git deli manyak!"

"Sen kime deli diyorsun lan!" deyip üzerine hücum ettim. Tuna saçlarını saklarken ben sırtına yumruklarımı geçirmeye çalıştım. Ama o an biri kolumdan tutup siyah gözlerini mavi gözlerime kenetledi. Yuh! Bombalara gel!

"Yakışıklıymış." dediğimde adam sırıttı. Kahretmesin dışımdan söylemişim. Can çabuk gel! Beni bunlardan kurtar!

BİR SAAT SONRA

Koca bir sessizlik bana hâkim olmuştu. Çünkü benim haricimdeki herkes kaynaşmıştı. Sessiz sakin oturmuş karşı koltukta beni dikizleyen adama baktım. Hacı dedem muhabbeti çoktan kurmuş aileleri tanıştırıyordu. Bu adam Akından vazgeçmiş bana yeni kısmet bulmuştu. Babamın bıyıkları gerilmişti. Beni kıskanıyordu belli. İşte bu adam benim babam ya! Verme beni yaban ellere!

"Haluk, Ender Beyler bizim İzmir'den. Boran ailesini biliyorsun, onlardan. Ender benim ahretliğim olur. Yıllarca önce çocuklarımızı evlendirmeye karar vermiştik. Ama maalesef ikimizin de oğlu olduğu için torunlarımızı evlendirmeye karar verdik. Baştan söyleyeyim öyle hayırı mayırı yok! Bu iş olacak! Akraba olacağız!"

"Şimdi baba bu biraz ani oldu. Bizim fikrimizce kızımızın mürüvveti için henüz çok erken."

"Neresi erken eşek sıpası!" diye bastonuyla yere vuran dedemdi. Adam bana takmış arkadaş! İlla beni evlendirecek. Gerçi çok istiyorsa Can ile evlene bilirim. O bakımdan sorun yok. Düşüncelerimi bölen Ender dedeydi.

"Bakın oğlum bizim töremizde söz sözdür! Bu söz için bir köyü dana etine boğduk. Bizim töremizde bir köye dana eti dağıtmanın ne anlama geldiğini bilirsiniz? Değil mi? Hacı törelerimizi oğullarına öğretmedin mi?"

"Öğrettim ahretliğim! Ama bunun kafası tahta olduğundan anlamıyor. Haluk! Babanın sözünün üstüne söz olmaz! Bilmez misin bre deyyus!"

Çatlayacağım! Kimseler benim fikrimi sormuyor. Birkaç defa araya girmek istedim olmadı. Başımı iki yana salladım.

"Bu iş yolundan çıktı. Ben bunlardan nasıl kurtulacağım?"

"Baba kızım henüz okulunu bitirmedi. Ayrıca şimdi çok iyi bir ajansla anlaşma imzaladı. Film çekiyor."

"Lan oğul olsun! Ben torunumu Yusuf ile evlendireceğim! İşte o kadar! Söz bir kere kesildi! Dönüşü yok!"

Artık bana gelenler gelmişti. Bir anda ayağa kalkıp yere sertçe sağ ayağımla vurdum.

"İmkânsız! Ben evlenemem!"

Tüm gözler bana döndü. Adının Yusuf olduğunu öğrendiğim adamın ninesi lafa girdi. Keşke girmeseydi. Ölmek istiyorum.

"Niye kızım. Yoksa? Aman Allah'ım! Bakire değil misin?"

"Hoşt!" diye bağıran benim dedemdi.

"Süreyya Hanım siz ne saçmalıyorsunuz? Bizde öyle şeyler olmaz!"

"Ööö...yle bir şey değil ninecik. Benim hayatımda..." derken ağzımı tıkayan Tuna malıydı. Beni odama sürüklerken "Sorun yok dede! Her şey serbest! Tek dert okul! Değil mi abla?" derken kulağıma eğilip "Abla sus Can'ı söyleme! Ortalık daha da karışacak." diye fısıldadı. Bu çocuk fazla akıllıydı. O yüzden saçları turuncu. Kesin!

Benim odama ikimiz birden girdiğimizde sıkıntıyla kendimi yatağıma bıraktım. Tuna'da yanıma oturup "Abla korkma. O uyuzla evlenmene izin vermeyeceğim. Hatta birazdan inip o çocukla kavga çıkaracağım. Ondan sonra çeker giderler." dediğinde kardeşimin boynuna sarıldım.

"Sana güveniyorum canım."

Tuna gülümseyip ayağa kalktı "Tamam sen beni burada bekle ben aşağı ineyim." deyip odamdan çıktı.

30 DAKİKA SONRA

Odamdan sessizce çıkıp parmak uçlarımda merdivenlerin başına ilerledim. Kimselere görünmemeye çalışarak başımı eğip salondaki oturma grubunun olduğu yöne baktım. O ne? Olamaz! Pis Tuna! Çocukla dost olmuş.

"Vay be kardeşim! Sonunda benim kafamdan birini buldum. Müthişsin Yusuf abim!"

"Eyvallah kardeş!"

Tavla oynuyorlardı. Ve Tuna kendini kaybetmişti. Of ya of! Bende kime güvendim de bir şey bekledim. Sinirle odama dönüp kapımı kapadım. Kendimi yatağa bıraktığımda kombinin üzerindeki ablamla sarılı olduğumuz fotoğrafa gözüm gitti. Tuna ile ben ablamı ortaya almış poz vermiştik. Geçmişimden kalan unutulmaz fotoğraflarımızdan biriydi.

"Keşke yanımda kalabilseydin abla."

Gözlerim dolmuştu. Acı kalbimi yakarken ne zaman üzerine oturduğumu fark etmediğim telefonumun titreşimi ile yataktan aşağı atladım. Kafamı yere çarparken, korkuyla etrafıma bakındım. Neredeyse kalbim ağzımda atıyordu. Güç bela kendimi toplarken sol elimle başımı bastırdım. Kesin kızarmıştı. Oyalanmayı bırakıp yatağa uzanıp telefonumu elime aldım.

YILDIZIM ARIYOR!

Hemen cevapladım.

"Yıldızım?"

"Efendim bebeğim?"

Yüzümden gülümseme eksik olmuyordu. Güçlükle yataktan destek alıp ayağa kalktım.

"Seni çok özledim." diyebildim. O da gülümsüyordu. Hissediyorum. Cevap gelmemişti. Oysaki şu an o da seni özledim demeliydi. Neden demedi? Kaşlarımı çatıp "Eeeee?" dedim. Küçük bir kahkaha ağzından kaçtığında yine benimle dalga geçtiğini anladım. Serseri bu adam!

"Ne esi?"

"Hadi canım kapatıyorum ben..." dediğimde hemen lafa atladı.

"Seni çok özledim."

Kalbime bahar gelmişti. Derin bir nefes aldım, gülümsemelerim arasından.

"Ben daha çok." dediğimde "E o zaman aşağı gel. Kapıdayım." dedi. Bana dedi. Kapıdayım dedi. Allah!

Telefonu kapatıp odada sağa sola koşturmaya başladım. Aynaya bakmalar, saçları düzeltmeler, hafif bir ruj çalmalar! Bana ne olmuştu? Ben böyle bir insan değildim! Kendimi tanımaya çalışmayı bırakıp aşağı inmek için çıkışa yöneldim. Ups! Görücüler var! İnemem! Dedem beni keser! E ne yapacağım? Düşüncelerim arasında penceremle bakıştım. Küçük bir sırıtma yaparken telefonuma yeniden sarıldım. Can'ın numarasını tuşlarken çoktan pencereye yaklaşmıştım.

"Deli?"

"Can bana yardım et!"

"Ne oldu?"

"Evden kaçmam gerek!"

"Ne? Kızım izin alsana!"

"Ay onu ben bilmiyordum Can! Temelli sana taşınmayacağım merak etme! Bir saatliğine beni kaçır!"

"Onu nasıl yapacağım?"

"Sakar ile Şakir'i arayacağım. Onlar seni kapıda karşılarlar. Gizlice benim odamın penceresinin altına gelin. Ha gelirken merdivende getirin."

"Emredersin yıldız kaçıran!"

"Uf dalga geçme Can! Dedem salonda! Aşağı inemiyorum."

"Tamam tamam. Bekle beni."

Telefonu kapatıp Şakir'e mesaj attım. Ve sessiz kalmaları konusunda onları uyardım. Buna ne kadar uyarlar? İşte bu korkulu rüyam!

CAN SANCAK

Lan arkadaş koskoca Can Sancak'ın bir kız kaçırması eksikti. O da olacak tam olacak. Bu kız bana neler yaptırıyordu? Çıldıracağım! Sakar ile Şakir itişe tepişe benim yanıma geldiler.

"Yıldız patron emrinize amadeyiz!"

"Sağ olun Gençler! Hadi bana yolu gösterin."

İkili önümde heyecanla yürürken ben sabır dilenerek onları takip ettim. Allahtan kamuflaj yapmıştım. Tamamen siyah giyinip bir de şapka taktım. Kimseler beni tanımamalı. Şapkamın ucunu daha da gözlerimin önüne getirirken, yüzümü gizlemeye çalıştım.

NAZAN DERE

Elimde mini çantamla evimize adımladım. Ama göreceklerimi şimdiye kadar tahmin bile etmemiştim. Evimizdeki her şey toplanıyordu. Nergis annem dizleri üzerine çökmüş ağlarken, babam sessizce eşyalarımızın elimizden alınmasını izliyordu. Şaşkındım, korkuyordum. Çantam ı elimden bırakırken, endişe ile " Baba?" dedim. Babam endişeli gözlerini üzerime çevirdiğinde "Ne oluyor?" dedim. Ama babam cevap veremedi. Onun yerine sekteri Yılmaz konuştu.

"Nazan Hanım şirketiniz iflas etti. Ev ve şirkete haciz geldi."

Ne? Her şeyi kaybetmiş miydik? Babam başını eğdiğinde korkuyla eşyalarımızı bizden alıp götüren adamlara baktım.

"Götürmeyin..." diye fısıldadığımda kendi sesimi bile duyamaz haldeydim. Yukarıdan birkaç adam aşağı inerken birinin elinde benim değerli kutumu gördüm. Koşup adamın elindeki kutuma tutundum.

"Bırakın onu! O benim! Alamazsınız!"

"Hanım efendi bırakın lütfen! Yasal işlem uygulamak zorundayız!"

"O benim için çok önemli lütfen bırakın!"

"Hanım efendi?"

"O bana annemden yadigâr! Bırakın! Bırakın!" diye haykırdığımda adam donup kalmıştı. Ama sonra kendini toparlayıp umursamadı. İçindeki annemin fotoğraflarını, kolyesini, mektuplarını avuçlarıma bırakıp gitti. Ama kutuyu annem yapmıştı. Onu alamazlar! Peşlerinden koşmaya kalktığımda sekreter Yılmaz beni tuttu.

"Nazan Hanım lütfen sakin olun."

"Olamaz! Annemindi o! Annemin! Onu annem yaptı! Bu olamaz!"

Annemden bana hatıra kalan tek yadigârı da kaybetmiştim. Avuçlarımdaki annemin fotoğrafıyla dizlerim üzerine çöktüm. Sekreter Yılmaz hala beni tutuyordu.

"Sakin olun!"

"An...nemindi! An...ne! Ahhh!"

BİR SAAT SONRA

"Bu evde mi yaşayacağız?" diye sorarken babama baktım. Babam hüznünü içinde saklıyordu.

"Evet kızım. Artık burası evimiz."

"Annem kokan o ev artık yok mu?"

"Nazan, Nergis annene karşı saygısızlık yapmış olmuyor musun?"

"Özür dilerim anne." deyip sustum. Nergis anne başını iki yana sallarken omzuma dokundu.

"Önemli bir şey yok kızım. Sen rahatça içindekileri söyle."

Hiçbir şey söyleyemedim. Tek yaptığım eve doğru yürümek oldu. Bahçemiz vardı. Buna sevinmiştim. Küçük iki katlı bir evdi. Aslında fena sayılmazdı. Dedim ya tek aradığım annemin kokusu sinen ev olacaktı. Onsuzluğu uzun zamandır içime sindirememiştim. Nergis anne kötü bir kadın değildi. Tam tersine o fazla iyiydi. Annemin yokluğunda bana annelik yapmaya çalışmıştı. Tabi ben her seferinde onu kırmıştım. Sonraları anladım. Artık annem geri gelmeyecekti. Ve annemin gitme sebebi Nergis anne değildi. Babamdı. Ben henüz on dört yaşındayken annem bizi terk etmişti. Nereye gitti? Ne yapıyor? Nasıl yaşıyor? Hiç bilmiyorum. Tek bildiğim bizi terk etti. Ondan çoğu zaman nefret etsem de, diğer yandan da çok seviyorum. Özlüyorum. Ona ait her şeyi saklıyorum. Hem kalbimde hem de benden alınan annemin kutusunda. Benim annem profesyonel bir marangozdu. Evimizin altında atölyesi vardı. Orada çalışır, muhteşem eserler ortaya çıkarırdı. Bu sektörde de baya bir ün yapmıştı. O zamanlar mutlu bir aileydik. Ta ki annem gittiği güne kadar. Ne olduğunu anlamamıştım. Annemle babam hep kavga edip durmuşlardı. On dört yaşında ergenlik çağımı atlatamamışken, onların bu sorumsuz hallerini umursamıyordum. Her şey çocuk oyuncağı gibiydi. Her zaman ki gibi geçici bir durum olduğunu düşündüm. Ama yanılmıştım. Bir gün okuldan geldiğimde karşılaştığım şey annemin veda mektubu ve yadigâr bıraktığı kutuydu. Sonra annem yok oldu. Çok aradım ama bulamadım. Gitmişti. Beni bu dünyaya getirmiş ve kaybolmuştu. Yaralı kalbimi başıboş bırakmıştı.

Düşüncelerim arasında eve çoktan girmiş, odama çıkmıştım. Eski püskü bir yatak takımım vardı. Tebessüm ettim.

"Ben asla yenilmem anne. Bununla da baş ederim değil mi?"

Pembe nevresim takımlı yatağıma çöktüm. Aslında odamı sevmiştim. Küçüktü ama çok ferahtı. Bir kere yatağımın hem başında hem de sol yanında geniş pencereler vardı. Bahçedeki kiraz ağaçları ve süs havuzu manzaralıydı. Bu bana yeterdi. Tekrar gözlerimi küçük odama çevirdim. Eski püskü bir çalışma masası, gardırop, kitaplık, ayna vardı. Aslında baya donanımlı bir odaya sahiptim. Babam içeri girdiğinde gözlerimi eşyalarımdan alıp ona çevirdim. Karşımda mahcup bir adam vardı. Saçlarına ve kirli sakallarına aklar düşmüştü. Gözleri kızarmış, gözaltları morarmıştı. Suskundu benim babam. Tıpkı sekiz yıl öncesi gibi.

***

Elimdeki mektupla salondaki koltuğa çökmüştüm. Babam eve koşarak girdi. Siyah gözleri evin her köşesini dolaşırken, annemi arıyordu. Korku dolu gözleriyle sol yanındaki yıkılmış beni fark etti.

"Baba!" dedim." Baba, annem gitmiş." Acınası sesim ve hıçkırıklarım her şeyi anlatıyordu. Babam sustu kaldı. Hiçbir şey söyleyemezken koşar adımları odasınaydı.

"Nilay! Nilay neredesin? Aşkım!"

Babamın haykırışları kulağımı istila ederken ayağa kalktım. Güçsüz adımlarımla kendimi evden dışarı attım. Kendimde değildim. Güç bela adım atıyor ve nefes alıyordum. Dakikalar sonra bir el beni bileğimden yakalayıp kendine çekti. Gözlerim koyu kahveleri bulduğunda şaşkındım. Kimdi bu? Kimdi ki beni bir arabanın altında ezilmekten kurtarmıştı?

"Sen?" dediğimde "Ben..." dedi ve sonunu getiremedi. Ellerini üzerimden çekip onu çağıran arkadaşlarına koştu. Bu çocuk kimdi?

***

Geçmişe yaptığım yolculuk biterken babam konuştu.

"Kızım, biliyorum ben yine her şeyi mahvettim."

Sustum. Sadece sessizce babamı dinledim.

"Yedi yıl önce her şeyi nasıl batırdıysam, yine yaptım. Önce senden anneni çaldım. Şimdiyse hayatını."

"Baba sus lütfen. Annem konusunu kapatmıştık."

"Ama hala anne deyip ağlıyorsun kızım. Hala anneni özlüyorsun."

"Evet özlüyorum. Çok özlüyorum. Ama yapabileceğim bir şey yok baba! Annem bizi bırakıp gitti. Yedi yıl önce hayatımızı darma duman etti! Evet, onu özlüyorum ama bir o kadar da ondan nefret ediyorum!"

"Biliyorum çocuğum."

"Neyse baba ben biraz dinleneyim. Biliyorsun yarın okulum var."

"Evet kızım. Allah'tan burslu kazanmıştın. Yoksa okulunu da zarar ziyan etmiştim. Ben nasıl bir babayım?" diye söylenerek gitti. Hiçbir şey söyleyememiştim. Üzerimi değiştirip, yatağıma uzandım. Uyumalıydım. Yarın uzun bir gündü.

DİLAY MAYIN

"Bir taş attım pencereye! Tık dedi vay vay! Anası dedi kızım evde yok! Dedi aman aman!"

Can şarkı söylüyordu. İyi ki sessizce beni kaçır dedim! Manyak Can! Tam pencereyi açmıştım ki alnımın çatına bir taş yedim. Kıçımın üzerine düştüğümde iki dakika boyunca kendime gelemedim. Benim manyak Can'da hala şarkı söylüyordu. Bu arada da çoktan merdiveni tırmanmış pencereden içeri başını uzatmıştı.

"Hayırdır bebeğim? Niye yerde oturuyorsun?"

"Kafamı yardın da Can o yüzden!"

"Ne? Nerene taş attım?"

"Alnıma! Of Can ya! İyi ki ses yapma dedim. Yani yap desem ne yapardın? Çok merak ediyorum."

"İstersen ses yapayım!" diye sakince sorduğunda gözlerimi büyültüp "Aman yok! Eksik kalsın!" dedim. Güç bela yerden kalktım.

"Neyse Can hadi kaçır beni!"

"Kızım neden kaçıyoruz? Ne oldu?" dediğinde derin bir nefes aldım.

"Uzun hikâye ben sana sonra anlatırım."

"Orada daha çok bekleyecek misiniz? Hayır, bekleyecekseniz, çay getireyim patron!" diye bağıran Sakar'dı. Can aşağı eğilip "Sus lan! Memleketi ayağa kaldırdın!" diye sessizce haykırdı. Sanki az önce şarkı söyleyen kendisi değildi. Başımı iki yana salladım.

"Hadi in Can bende ineyim." Can beni onaylayıp aşağı indi. Peşinden bende inmeye başladım. Henüz inmeme birkaç basamak kalmıştı ki ayağım kaydı ve yere düşüşe geçtim. Kalbim ağzımda atıyordu. Galiba sakatlanacaktım. Ama durum düşündüğüm gibi olmadı. Bir anda kendimi Can'ın sıcak kollarında buldum. Koyu mavi gözleri beni benden alırken kollarımla boynundan destek aldım. Sağ eli belimi yakıp geçiyordu. Sanırım ben bugün ölecektim. Hem de Can yüzünden. Sanki o deniz ben sularında yüzen tekneydim. O ukalaca sırıtırken ben hala onun gözlerinde alabora oluyordum. Öyle bir batışa geçmiştim ki artık ben bile kendimi kurtaramazdım. Aşk ne garipti? Hiç yapmama dediğin her şeyi yaptırıyordu. Dalgınlığımı bir kenara bırakmama sebep Şakirdi.

"Patron bakışmayı bırakıp bir an önce kaçsanız da biz de kurtulsak. Gerilmekten çişim geldi!"

Uf! "Tamam, Şakir tamam. Sonunu demesen daha iyiydi." dediğimde Can gülümsedi. Beni kucağından indirip sol elimi sağ avucunun içine hapsetti. Çıkışa yöneldiğimizde Sakar yine ağlıyordu.

"Bende Kezban'ımı kaçıraydım! Yaban ellerde kaybedeydim! O sümüklü babası öleydi! Ayağım kırılaydı!"

Bu çocuk nasıl bir beddua ediyordu anlamıyorum. Şakir derin bir nefes alıp onun başına vurdu.

"Sussana oğlum! Yalıyı ayağa kaldıracaksın!" derken bize bakıp "Kezban kendisini terk etti de patron." dedi. Güldüm. Onlar iki güne geri barışırdı. Kezban Sakar'ın köyünden yavuklusuydu. Kızı çok severdi ama kavuşmak bir türlü kısmet olamamıştı. Derin bir iç çekip "Tamam Sakar söz sana Kezban'ı isteyeceğim." dedim. Sakar gözyaşlarını kravatının ucuyla silip "Söz mü? Vallahi mi?" diye haykırdı. Şakir onun ağzını tutarken "Oğlum ne bağırıyorsun?" dedim. Şakir durur mu? Ne zamandır sakladığı su tabancasını çıkarıp Sakar'ın alnına tuttu.

"Sıkayım mı patron?"

"Tamam, siz ne yaparsanız yapın. Biz kaçıyoruz!" dedim ve Can ile koşar adım çıkışa yöneldim. Tam yalıdan kaçıyorduk ki dedemin tok sesi bahçede yankılandı.

"Dilay nereye?"

"İşte hapı yuttuk Can!"

"Neden hayatım?"

"Dedem bizi yakaladı."

"Ne olacak ki?"

Bu adamın sakinliği beni bir gün öldürecek!

"Of Can anlamıyorsun! Dedem beni başkasıyla evlendiriyor!"

"Ne? Kızım bunu baştan söylesene! Bende macera hastası olduğunu düşündüm! Eğlencesine kaçıyoruz dedim!"

"He Can işim gücüm yok, sırf macera olsun diye beni kaçır dedim! Hem de dedem eve gelmişken!"

"Ne bileyim!" derken Can'ın susmasını sağlayan dedemin yanında gördüğü yakışıklı çocuktu.

"Bu hıyar mı evleneceğin adam?"

"Evet, ta kendisi oluyor. Çok yakışıklı değil mi?"

"Dilay!" aha da ismimi söyledi. Kıskanç yıldızım. Kızınca çok tatlı oluyordu. Yanağım yanarken gülümsüyordum.

"Bir de gülüyor lan! Çıldıracağım! Dilay gülme! Önce bu hıyarı sonra kendimi en son seni gebertirim!"

"En sona beni koyarsan ilk başta da kendini gebertirsen, beni gebertmen biraz zor yıldızım."

"Onu tabi ki biliyoruz! Ben hiç sana kıyar mıyım? Çok seviyorum seni çok!"

Ay ben bunu yerim! Çok şeker! (Dilay kendini kaybetti! Bir daha ki bölümde görüşmek üzere! Not: Kendisi anca kendini toplar: D)


Continue Reading

You'll Also Like

22.1M 900K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...
3.5M 128K 71
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
4M 113K 73
Lamia: Ayrılık ay dönümümüz kutlu olsun. Mirza: Lamia şaka mısın? Mirza: Sen terkettin beni.
722K 25.3K 63
"Anlıyorum çok iyi anlıyorum ben sizi, orda ne duygular içinde olduğunuzu anlıyorum." "Anlayamazsın öğretmen yaşamadan anlayamazsın en yakınını kaybe...