KADERİMİN PEŞİNDE (Yeniden Ya...

נכתב על ידי nslhn5828

959K 60.4K 8.9K

Huzurun diğer adı,gözlerinin cennet yeşiliydi.. Bakışları tıpkı Karadeniz'in hırçın dalgaları gibiydi. Asi am... עוד

1. Yeni Başlangıçlar /Düzenlendi
2. Geçmişten Gelen /Düzenlendi
3. Kadere İnat / Düzenlendi
4. Beklenen/ Düzenlendi
5. Biri Kahraman Mı Dedi? /Düzenlendi
6. Merhaba Ey Aşk! /Düzenlendi
7. Ördü Kader Ağlarını /Düzenlendi
8. Tehlikeli Şüpheler /Düzenlendi
9. Ne Olacak Şimdi? /Düzenlendi
10. Can Sıkan Gerçekler /Düzenlendi
11. Yeni Aşklar-Yeni Umutlar /Düzenlendi
12. Tesadüf Yoktur,Tevafuk Vardır /Düzenlendi
13. Kader Konuşunca İnsan Susarmış! /Düzenlendi
14. Samet'in İtirafı / Düzenlendi
15. Kıskanç Yusuf! /Düzenlendi
16. Eyvah! /Düzenlendi
17. Açığa Çıkan Sırlar /Düzenlendi
18. Güven,Önemli Bir Mesele /Düzenlendi
19. Beklenen İtiraf /Düzenlendi
20. Vicdan Azabı / Düzenlendi
21. Fırtına Öncesi Sessizlik/Düzenlendi
22. Kaçırılma/Düzenlendi
23. Zor Saatler /Düzenlendi
24. Sinan Aslan/Düzenlendi
ALINTI
25. ~Sebebi Sensin~ /Düzenlendi
ALINTI
27. ~Kod Adı:Ateş!~/Düzenlendi
ALINTI
Acımız Var!
28. ~Ali Tekin!~/Düzenlendi
29. ~Şaşırtan Teklif~/Düzenlendi
30. ~Evet De!~ /Düzenlendi
31. ~Efsane Adam~ / Düzenlendi
ALINTI
32. ~Narin~ / Düzenlendi
33. ~Samet~ / Düzenlendi
34. Ejderha :) / Düzenlendi
35. Aslan Oyunu / Düzenlendi
36. On Dakika / Düzenlendi
37. Abant :) / Part 1
38. Abant / Part 2 / Düzenlendi
39. Abant / Part 3/ Düzenlendi
ALINTI
40. Savaş / Düzenlendi
41. Şekerli Kahve / Düzenlendi
42. Benim Dünyam / Düzenlendi
43. Beklenmedik Misafir / Düzenlendi
44. Nişan Part 1 / Düzenlendi
Alıntı
~NişaN~ Part 1
Ufak bir istek!!
Alıntı
~Nişan~Part 2
ALINTI
~Kurtuluş Günü~
~Aşk Bunun Adı~
~Şen Ola Düğün~
~Final-Part 1~
~Final-Part 2~
~Özel Bölüm~
~Özel Bölüm 2~

26.Umut Hep Vardır../Düzenlendi

17.5K 1.1K 220
נכתב על ידי nslhn5828


-YAREN-

"Kaç gündür buradayız?"

Hırıltılı sesim koca sessizliği bozarken, Yusuf yerinde kıpırdandı. Her nefes alışım, ciğerlerimde bir kütle varmışçasına rahatsızlık veriyordu. Uyandığımdan bu yana tavanı seyretmem sadece utancımdandı ve bunu bilen Yusuf, hiç üzerime gelmemiş doktora bile haber vermemişti.

"Bugün dördüncü gece.." dedi. Sesindeki yorgunluk kendini o kadar çok belli ediyordu ki, vicdanım tekrar, 'Hepsi senin suçun! Eserine iyi bak Yaren!' diye sesini yükseltti. Sadece iki saatlik zevk için ona bunu yaşatmaya değer miydi? Lanet olası kahvemi evimde içemez miydim? Kızlarla çardakta otursak sohbet etsek aynı tadı alamaz mıydık?

"Kızlar.." dediğimde çene kaslarında dalgalanma oluştu. Beni telaşlandırmak istemediği her halinden belliydi. Canımın acısına aldırmadan yattığım yerden doğrulmaya çalıştım. Yusuf kalkmamı engellemek için hafifçe omzuma baskı uyguladı. "Sakin ol." diyen sesinin vurgusu o kadar sertti ki, iliklerime kadar buz kestim. Titreyen dudaklarım güçlükle aralandı.

"Onlar iyi dimi?" Dudaklarını birbirine bastıran Yusuf, cümleye nasıl başlayacağını bilemez tavrıyla gözlerime baktı. "İyi merak etme!" dese de, yalan söylediğini çok iyi biliyordum. Bayılmadan önce Gülsüm'ün yerde cansız yatan bedeni ansızın gözlerimin önünde belirdi. "Gülsüm!" diye inlediğimde Yusuf yanaklarımı iki eliyle kavradı.

"Bana bak Yaren!" dedi. Kafamı iki yana sallayarak gözlerimi sımsıkı kapattım. Bakmak istemiyordum. Acı gerçeği öğrenmek istemiyordum. "Yaren! Herkes iyi, gerçekten iyi. Yasemin ve Sevim bir gece kaldılar sonra taburcu oldular." Gülsüm'den bahsetmesini sabırsızlıkla beklerden, "Gülsüm." dedi ve sustu. Derin bir nefes bıraktı. "Gülsüm'ün aldığı darbe kafasına olduğu için doktor uyutma kararı aldı. Beyninde ödem oluşmuş.."

"Hepsi benim suçum!"

"Hayır!"

"Evet! Hepsi! Bütün bu olanlar, kızların başlarına gelenler! Hepsi benim hatam!"

"Ağlama lütfen.." Yusuf yaşlarımı silmek için hareketlendiği sırada ağladığımı anlamam, ruh halimin iyice çöktüğünü gösteriyordu. Bunların hiçbirini hak etmeyen adamıma pişman dolu gözlerimle baktım.. Söyleyeceklerimi anlamış gibi yavaşça kafasını sağa sola doğru salladı.
"Sakın!" dedi.. Bir damla yaş daha süzüldü parmak uçlarına.. Söylemek istediklerim dilimden bir çırpıda dökülüverdi..

"Çok özür dilerim.. Yusuf ne istersen söyle! Yeter ki, öyle bakma!"

Bakışlarımı güçlükle Yusuf'un keskin mavilerine kenetledim. O bakışlar beni diri diri yakacak ateşin sinyalini veriyordu. Ve ben, o ateşe göz göre göre adım attım.

"Gözlerindeki acıyı, pişmanlığı görebiliyorum ve bunu görmek beni öldürüyor. Arkadaşlarım benim yüzümden canlarından oluyordu. Kardeşin benim yüzümden az kalsın ölüyordu. Ben bu yükle nasıl senin yüzüne bakarım? Nasıl ellerini tutabilirim? Nasıl hayatında kalabilirim?"

"Yeter artık!"

Yusuf'u tanıdığımdan bu yana ilk kez sesinin bu kadar yüksek çıktığına şahit olurken, çıkan ses odanın duvarlarına çarparak kayboldu. Oturduğu sandalyeden hızla kalkıp yanımda bir dağ gibi yükseldi. Korku bedenimi sahiplenircesine sardığında, Yusuf kocaman araladığı gözleriyle üzerime bir karabasan edasıyla eğildi.

"Sen ne dediğinin farkında mısın? Günlerdir gözlerini aç diye, bana bak diye, saniye bile olsa sesini duyayım diye ölüyorum ben!"

Göz kapaklarını saniye kırpmadı. Bütün yüz kasları sinirden titriyordu. Olduğundan daha da sinirli bir hale bürünmesi, bünyemde normal kalan hiçbir hücre bırakmazken, sesi tekrar yükseldi. "Lanet olası yerde seni öyle bulmak beni hale soktu biliyor musun? Kollarımın arasındaki ölü bedenini nasıl taşıdım haberin var mı? Ben hayatta kaldıysam, bana geri döndüğün için! Anladın mı beni? Hatalarımız bizi yenilgiye uğratmaz Yaren! Aksine güçlendirir. Bunu benden iyi bilmen gerekiyordu!"

Söylediği her şey o kadar doğruydu ki.. Tek kelime edemedim. Bakışlarımı kaçırmamla sakinleştiğini sandığım alaylı sesi, "Hayatından çıkabilirimmiş!" diyerek inledi. Kapıdan çıkmak için hareketlendi. Sonra tekrar dönerek bana yürüdü. İki elini saçlarının arasına sokuşturup sertçe çekiştirdi. Sakinleşmenin her yolunu denediğine emindim. Seğiren gözlerine artık bakma tahammülüm kalmadığında Yusuf, uyarırcasına tek elini bana doğru uzattı.

"Şunu aklına iyi sok! Ben senin hayatından çıkmam! Senden vazgeçmem! İstesen de, istemesen de son nefesimi senin yanında vereceğim!"

Benim tuttuğum nefesi Yusuf içine çeker gibi uzunca soludu. Kapattığı gözlerini saniyesinde açtı. Gözlerinde gördüğüm kısa bir pişmanlık varlığını fark ettirdiğinde bakışlarını hızla kaçırdı. Büyük ihtimal o da benim kadar şoktaydı. Eminim, Yusuf hayatı boyunca bilmediği bir huyuyla az önce tanışmıştı. Yakın zamanda tanık olduğum bir adamın karakterine bürünmüş gibiydi. O adamın Sinan Aslan olması ve Yusuf'un da ona benzemesinden inanılmaz derecede korkmama sebep olurken, biraz sakinleşmiş tavrıyla suratını sıvazlayarak kafasını salladı.

"Şimdi gidip doktor çağıracağım. Annenler de gelmek üzeredir. Toparlanmaya çalış. Herkes hayatta kaldığın için mutlu. Sende saçma sapan düşüncelerinle daha fazla kimseyi üzme!"

Canımı yakan yaralarım ya da yaşadıklarım değildi. Bu hissettiğim acı daha derindi. Yusuf o kadar çok haklıydı ki.. Ama elimde değildi. Düzelmek istiyordum. Ruh halim neden böyleydi? Bedenimdeki acıların şuan için hiçbir önemi yoktu. Yüreğimdeki sızının acısı hepsine bedeldi. Ve ben bu bedeli ödemeden düzelemeyeceğimi biliyordum..

Aradan geçen kısa bir zaman içinde Erkan amca ardında Yusuf ile beraber içeriye girdi. Kapının kapanmasına fırsat vermeyen babam ve annem görüş alanıma girdiklerinde kendimi daha fazla tutamadım. Gözyaşlarım serbest kalırken, ailemin kollarının arasında kendimi buldum.

"Bebeğim.."

Annemin titreyen sesiyle kafamı sinesine daha da bastırdım. "Özür dilerim.." diye mırıldanan sesimi annemin zar zor duyduğuna emindim. Naif elleri saçlarımı okşamaya başladı. "Senin suçun değildi.." dediğinde kabullenemediğimi belirtircesine kafamı salladım. Suratımı kaldırmaya çalışan anneme karşı gelemedim. Yanaklarımı iki yandan kavradığında annemin mutluluktan gülen gözleriyle karşı karşıya geldim. O gözlerde güçlü olmam gerektiğinin uyarıları saklıydı. Babam, anneme göre daha güçlü kalırken, eğilerek saçlarıma uzun bir öpücük bıraktı. Tepemde duran babama utanan bakışlarımı çevirdiğimde, hafifçe gülerek göz kırptı. Babam her zaman böyleydi. Söylemesi gereken onca şeyi olmasına rağmen, tek bakışıyla anlatabilirdi. Boğazını temizleyerek araya giren Erkan amca, bariton sesiyle bütün hüznümüzü dağıttı.

"Evet hasretinizi evinizde de giderirsiniz. Kızımızı muayene edelim biran önce!"

Annem, adamın uyarısıyla gözlerini devirdi ve oturduğu yerden kalkarak beni muayene etmesine izin verdi. Erkan amcayla yıldızları bir türlü barışmayan annem yandan bir bakış atarak kenara doğru çekildi. Doktor kelimesinin bütün emaresini taşırdı Erkan amca.. Babamla dostlukları çok eski zamana dayanırken, annem hep kıskanan taraf olurdu. Erkan amca da bu duruma yıllardır alışkın olduğundan dolayı hiç oralı olmadan bütün dikkatini bana verdi.

"Nasıl hissediyorsun kendini?" diye sorduğunda ağrıyan omzumu hafifçe çektim. "Dayak yemiş gibi.." dedim. Durumun ironisini anlayan Erkan amca, cebinden çıkarttığı ışığı gözüme tutarak bir süre bekledi. Aynı işlemi diğer gözüme de yaptı. İki eliyle boynuma oradan göğüs kafesime bastırdı.

"Ezilmelerin en çok bu bölgelerde var. İlk etaptaki acıları uyuttuğum için hissedemedin. Bunun için şanslısın. Lakin bana bir söz vermeni istiyorum. Karşılığında bende sana erken taburcu olma sözü vereceğim!" dediğinde hiç düşünmeden "Söz!" diye cevap verdim. Biran önce buradan kurtulmam gerekiyordu. Yalnızlığımla baş başa kalıp öncelikle kendimi affetmem gerekiyordu. Yoksa düzelmem imkansızdı..

"Kontrollerine gelmeyi sakın ihmal etme. Baban nasılsa doktor o bakar diye gelmemezlik yapmayacaksın. İlaçlarını saatinde kullanacaksın. Mutlaka yürüyüş ve egzersizlerini yapacaksın tabi kendini çok yormadan. En önemlisi.." Erkan amca gözlüklerini burnunun ucuna kadar düşürüp alttan bir bakış attı. "Asla ve asla üzülmeyeceksin! Söz mü?" diye tamamladı cümlesini..

Bunun sözünü veremezdim. Kahrımdan öleceğimi biliyordum. Boş yere söz vermenin anlamı yoktu. O sıra da bakışlarını yakaladığım Yusuf, kalbimi bir kez daha sekteye uğratacak gülüşlerinden birini yolladı. Kısacık bir dudak kıvrılmasının bende bıraktığı etkisi bu kadar büyük olmamalıydı! Can sağlığım zaten tehlikedeyken bu adamın zamansız gülüşleri beni resmen öldürecekti. Bu adam az önce sinirli değil miydi? Şimdi nasıl aşk kuyusuna düşmüş romantik prens gibi davranabiliyordu?

Ne sorduğunu bile unuttuğum doktora, "Söz Erkan amca, söz veriyorum.." dedim. Oturduğu yerden hızla ayağa kalktı. Üzerindeki önlüğü düzelterek ellerini cebine sokuşturdu. "Güzel. O zaman bende sözümü tutup yarın seni taburcu edeceğim." dediğinde ciddi anlamda suratımda bir gülüş belirdi. Sonra o gülüş, Gülsüm'ü hatırlamamla solup gitti.

"Gülsüm.." dedim. Erkan amca ifadesini hiç değiştirmedi. Bağrımdan kopan hıçkırığı güçlükle yutkundum. "İyi olacak, değil mi?"

"O güçlü biri Yaren. Umduğumdan daha kısa zaman içinde uyanacak.."

Beni ikna etmek için mi söyledi, yoksa gerçekten öyle miydi bilemiyordum. Bildiğim tek şey Gülsüm'ün gerçekten tanıdığım en güçlü insan olmasıydı.. Erkan amca birkaç tavsiye de daha bulunduktan sonra odadan çıktığında bütün gözler yine bana döndü. Bir tek Yusuf pencereden dışarıya bakıyordu. Üzerinden etrafına yaydığı o soğukluk bütün bedenimi dondurmaya yetti. O an anladığım tek şey, burada bulunmak istemeyen sadece ben değildim. Ellerimle destek alarak yatma pozisyonu almaya çalıştım. Ağlamamak için sıktığım gözlerimi hiç aralamadan, "Uyumak istiyorum.." dedim. Odanın içindeki sessizlik ruhumda adeta çığlık atıyordu.. Gözlerimi açmak istesem de yapmadım. Çünkü biliyordum.. Yıkılmışlığın her halini yansıtıyordu o hayat bulduğum derin mavi gözler..

Ve ben o yıkılmışlığı bir daha görmek istemiyordum. Neden böyle yapıyordum bilemiyordum. Onun acı çekmesini istemiyordum ama böyle uzak davranarak da acı çektirdiğimin farkındaydım. Oysa ki, acılarımız karşılıklıydı. Ben acıları yaşattığım için, o ise acıları yaşadığı için..

Çıkış yolu var mıydı? Kim bilir, belki..

-YUSUF-

İnsan içinde hem mutluluğu, hem öfkeyi, hem hüznü bir arada yaşayabilir mi sorusuna en yüksek sesimle 'Ben yaşıyorum!' diye bağırabilirdim!

Hayallerini kurduğum hayatım bu olamazdı! Olmamalıydı! Günlerdir umutla bekleyişimin karşılığında Yaren uyanmış, can çekişen ruhumu geri vermişti. Fakat ruh halinin sebep olduğu tavırlarıyla sonucunu düşünemediği bir yıkımın ortasında beni tek başıma bırakmayı başarmıştı. Neden böyle davranıyordu? Gerçekten, onu bırakacağımı mı sanıyordu? Beni hiç mi tanıyamamıştı? Ona bu güveni verememiş olmak, diri diri toprağın altına gömülmekten ciddi anlamda bir farkı yoktu..

Ne yapacaktım? Nasıl yaklaşacaktım? Kapıların ardına güçlükle kilitlediğim öfkem o kapıyı kırmak üzereydi. Beynimde işlevini yerine getiren tek bir hücrem dahi yoktu. Sorular, sorular.. Cevaplanamayan bir sürü soru vardı ve ben çözüm yoluna nasıl gidilir bilmiyordum..

"Çözüm yolu mu istiyorsun?"

Samet'in sesiyle ellerimin arasında sıkmaktan uyuşan başımı hızla kaldırdım. Boynuma giren acıyla inlememe mani olamadım.

"Lanet olası herif! Ne zamandan beri tepemdesin?"

"Dur bir düşüneyim.. Hım.. Buldum.." Samet alaylı suratını hızla ciddileştirdi. Ağlamak üzere olan bir çocuk gibi kaşlarını düşürdü. "Neden böyle davranıyor? Gerçekten onu bırakacağımı mı sanıyor? Aman Allah'ım! Yoksa beni hiç mi tanıyamadı? Oh, ah ben bu yükle nasıl yaşarım? Nerelere giderim?"

Samet'in alaylı yaklaşımı olanca sinirimi daha da körükledi. "Öyle bir şey demedim!" Ağzımdan çıkan ses neredeyse bahçenin her köşesinden duyuldu. Samet tek kaşını sorgularcasına kaldırdı. "Emin misin?" diye sordu. Değildim! Ve Samet'le uğraşacak güçte hiç değildim.

"Ne istiyorsun Samet? İnan seni çekecek durumda değilim!"

Kollarını göğsünde kenetledi. Uzun bacaklarını öne doğu uzattı. Bakışları tam karşıya bakacak şekilde, "Çok kırıldım şuan!" dedi. Sabrımın son kırıntılarını da o an kaybettim.

"Acı çekiyorum ulan görmüyor musun halimi! Bak şu halime?" Samet kendinden emin tavrıyla sadece kafasını yavaşça çevirdi. Çok kısa bir süre sessizliğini korudu. Dudaklarına ufak bir gülümseme bırakarak kafasını sağa sola doğru salladı. Gördüklerinden memnun olmadığı her halinden belliydi.

"Senin sorunun ne Yusuf?" dedi. Sorunu olan ben miydim? Sorunlara çözüm arayan ben değil miydim? Cevap vermek için dudaklarım aralandığında Samet elini kaldırarak susmamı sağladı. Az önceki rahat oturuşunun şeklini hızla değiştirerek tüm bedeniyle bana doğru döndü.

"Yaren'in yaşadıkları kolay mı sanıyorsun? Bir tek acıyı sen mi çekiyorsun? Kız kendini suçluyor, bütün bu olanlardan kendini sorumlu tutuyor bunu anlayamıyor musun?"

Kendini suçlaması yersizdi! Bütün suç Sinan olacak adamındı! Ve ben o adamı parçalarına ayırmak istiyordum!

"Gülsüm'ün beyin ölümü gerçekleşebilirdi Yusuf! Bunun farkındasın dimi? Yasemin, hani senin kardeşin olan Yasemin! Sadece kolunun kırılmasıyla kalmayabilirdi, ölebilirdi! Sevim'in suratına aldığı darbe onu sağır edebilirdi! Peki ya Yaren?"

"Sus!"

Gerçekleri kaldıracak gücüm yoktu. Olasılıkları kabullenecek dermanım yoktu. Annesinden azar işiten çocuk misali kulaklarımı kapatarak oturduğum yerde iki büklüm oldum.

"Sus artık! Sus kardeşim, sus.."

Yükselen sesim fısıltı halini alırken, ileri geri sallanışım Samet'in bana sarılmasıyla son buldu. Tek eli ensemi kavradı kendisine bakmaya zorladı. Bulanık görünüşüm Samet'in güç veren bakışlarıyla karşılaştı.

"Geçti dostum, geçti.." dedi. Halbuki, geçen hiçbir şey yoktu.. İçimdeki yara kabuk bile bağlamamışken, sevdiğim kadın yaramı daha da derinleştirmişti.. Gitme dememişti..

"Geçmedi Samet, geçmedi.. Gitme demedi! Kal demedi! Herkes gitsin ama sen kal demedi! En çok sana ihtiyacım var demedi! Bir umut bekledim ulan! Bir umut!"

Samet, ne diyeceğini bilemeyen surat ifadesiyle derin bir nefes alıp verdi. Omzumu sıkan eli biraz daha kasıldı. "Sana söz veriyorum Yusuf! Her şey düzelecek!" dedi. Dediğine kendi inanabilirdi. Benim inanmam şuan için imkansızdı. Bakışlarımdan bunu anlayan Samet, "Kan kardeş sözü!" diyerek bütün samimiyetiyle gülümsedi.

"Kardeş sözü ulan!"

Onur ve Ahmet aynı anda geldiklerini belli ederken, birbirlerini itiştirip yanıma oturmaya çalıştı. Benim yanımı Onur kaparken, Ahmet küfredip Samet'in tarafına geçti.

"Sonradan çıkmışlarını topla! Abin geldi! Az saygı yahu!"

Ahmet'in abilik taslamasını yıllardır kaldıramayan Samet, gözlerini devirmekle yetindi. Aralarındaki iki ayın lafını her defasında hatırlatmasına pek tahammül edemezdi. Ah bu kardeşlik ne güzeldi! En zor anımda bile yanımda olan adamların hakkını nasıl öderdim bilmiyordum. İçimdeki karabulutlar az da olsa dağılırken, gülmeden edemedim. Şuan dışarıdan nasıl gözüktüğümüzün hiç önemi yoktu. Muhtemelen gören herkes deli gözüyle bakıyordu. Onca boş bank varken, bir banka dört tane koca koca adam sığmaya çalışıyordu. Samet Ahmet'i itekliyor, Ahmet inatla banka yerleşmeye çalışıyordu. Daha fazla bu duruma dayanamayınca, "Oğlum az rahat durun da! Rezil oluyoruz." dedim. Ama beni duyan olmadı.

Onur elini omzuma atarak sarıldı. "Zaman be kardeş.." dedi. Gözlerinde güçlü olmam gerektiğini anlatan bir yığın cümle saklıydı. Kafasını onaylarcasına salladı. "Zamana bırakmak en iyisi.." dedi.

Zaman.. Zaman denilen kavram çok tehlikeli değil miydi? Ama dostum haklıydı. Ne kadar tehlikelide olsa, beklemekten başka çıkar yolum yoktu..

*** ***

"Gidelim mi abi?"

Sinan, seslenen adamına bakma gereği duymadı. Pahalı olduğu her halinden belli olan siyah gözlükleri hafifçe yukarı doğru kaldırdı.

"Hiç aşık oldun mu Ersin?"

Genç adam gelen soru karşısında hiç duraksamadı. Şoför koltuğunda hafifçe kıpırdandı. Dikiz aynasından arkada oturmakta olan abisine kısa bir bakış attı. "Olmadım abi!" dedi ve sessiz geçen bir kaç saniyenin ardından hafifçe gülümsedi. "Ama aşık olanların sonunu çok gördüm.."

Sinan kafasını adamına doğru çevirdi. Kaşı alayla dalgalandı. "Nasıl oluyormuş aşık olanların sonları?" diye sordu. Ersin dakikalardır izlediği, sağında kalan adamları kafasıyla işaret etti. "Yusuf gibi.." dedi.

"Toparlanacaktır.." Sinan ağır bir şekilde kafasını salladı. Yusuf'un yanında gelmekte olan adamları eliyle gösterdi. "Bak diğer kardeşleri de geliyor." dedi. Adamların çocuklar gibi tavırlar sergilemesini kısa bir süre sessizce izleyen Sinan, tuttuğu nefesi sıkıntılı bir şekilde bıraktı. İçinde nedensiz bir kıskançlık peyda olmuştu. Yaşadığı şu hayatta neden tek başınaydı? Sırtını yaslayabileceği neden kimsesi yoktu? Bütün acıları tek başına göğüslemek zorunda mıydı? Bu adamları ne zaman görse kendine yabancı olan düşünceleriyle karşı karşıya kalıyordu. Alt dudağını sertçe dişleyen adam, içinden geçen duyguları bir çırpıda döküverdi.

"Biliyor musun Ersin, insanın sırtını dayayabileceği kardeşleri varken acının her türlüsüne eyvallah dersin. Tıpkı Yusuf gibi.."

Ersin adamın puslu çıkan sesine şaşırsa da belli etmedi. Abisinin şuan ki girdiği ruh halinden cesaret alarak, "Abi eğer kızmazsan bir şeyi çok merak ediyorum.." dedi. Sinan söyle dercesine kafasını salladı. Kuruyan dudaklarını ıslatan Ersin, bu soruyu sorduğuna pişman olacağını bilse de sormaktan vazgeçmedi.

"Neden onlara düşman gibi yaklaşıyorsun?"

Sinan'ın irileşen gözbebekleri Ersin'in susmasının sinyalini verdi. Lakin Ersin bu sinyali alamadı. Adamın suskunluğunu anlamadığı yönünde sanarak, "Yani, demek istediğim, bence onlar senide aralarına alabilir. Dost gibi.. Kardeş gibi.." dedi.

Sinan'ın elleri istemsizce yumruk şeklini aldı. Ersin bu detayı farkedince hızla toparlandı. "Affet abi haddimi aştım.." diyerek gözlerini kaçırdı. Sinan hala adamının dediklerinin ağırlığıyla mücadele ediyordu. Kızmış mıydı? Belki evet, belki de hayır.. Güçsüz olmak onun kalemi değildi. İçinde her ne kadar büyümemiş, hayattan çok erken sıyrılmış bir genç barınsa da, bu yanını kimselere belli edemezdi. Adamının iyi niyetinden böyle düşündüğünü bilse de, Sinan Aslan iyi niyetini kaybedeli çok olmuştu..

"Bazıları dünyaya çok şanslı gelir Ersin.. Ben hep çok şanslı biri olduğumu düşünürdüm. Ta ki, kader kapımı çalma gereği bile duymadan şansımı elimden alana kadar.." Sinan, bakışlarını tekrar hastanenin bahçesine çevirdi. Az önce dertten tasadan kıvranan adamın şuan kahkaha attığına bir kez daha şahit olurken, aheste tavrıyla kafasını salladı.

"Ben büyük oynadım, büyük kaybettim!" dedi.

"Sinan Aslan kaybetmez!"

Ersin çıkan gür sesini bastıramazken, Sinan bu detaya takılmadı. Dudaklarında alaylı bir kıvrım oluştu. "Kaybettim Ersin, kaybettim.." dedi ve parmağıyla dışarıyı işaret etti. "Bak şunlara.. Benim o karede hiçbir zaman yerim olamaz.."

Ersin abisinin dediklerini kabul etmeyen yanıyla, "Neden olmasın abi?" diye sordu. Sinan bakışlarını dört adamdan hiç çevirmedi. Cinayete meyilli bakışlarının ardına gizlediği buğulu gözlerini kırpıştırdı.

"Umut!" dedi. "Hepsinin birer umudu var!"

Ersin sustu. Bu lafın üzerine ne dese kar etmezdi zaten.. Susmasını fırsat bilen Sinan bir daha bu konunun açılmaması adına kabullendiği gerçekleri gün yüzüne çıkartmaktan hiç çekinmedi.

"Hayattan beklentileri var! Hayalleri var! Kiminin evlilik hayali, kiminin yeni yerleri keşfetme hayalleri, kimisi hangi ihaleyi alırsak daha çok gelir elde ederiz derdinde, kimi her gece başka bir eğlencede. Bense.." Sinan tek soluk alacak şekilde duraksadı. Kabullendim dediği gerçekler kurşun gibi delip geçiyordu bedenini. Fakat bütün benliğini esir alan umursamazlık çelik görevi görüyordu. Gözlerindeki o sonsuz karanlık varlığını tekrar belli ederken, sert görüntüsü tekrar gün yüzüne çıktı.

"Benim tek hayalim, hayalimi çalan adamı bulup öldürmek! İşte bu yüzden Ersin, onların mutluluk hayallerinde hiçbir zaman bir katilin yeri olamaz!"

"Ama.." Ersin'in lafını hızla kesti. "Ben şeytanın sofrasına bir kere oturdum." dedi. Sıktığı dişleri yanaklarının dalgalanmasına neden olurken, gözlerine oturan kan daha da belirginleşti. Ersin o bakışlarda intikamın her türlü zevkini görebiliyordu. Sinan ağır ağır kafasını salladı ve devam etti.

"Şimdi o masanın sahibi benim, Ersin! O masadan kalkmam mümkün değil!"

Seğiren gözleri Ersin'in daha fazla konuşmaması yönündeydi. Acıdığı tek kişi ne yazık ki, abisinden çok o zavallı kızdı.. Abisine olan bakışlarının farkındaydı. Ne zaman gitse yanında onu arayan gözleri biliyordu. Kızında ona boş olmadığını biliyordu. Bu tarafta abisi umutsuzluktan bahsederken, o tarafta kız bir umut abisini beklediğini de biliyordu. Boğazına dizilen yumruyu yutkunan genç adam son cesaretiyle, "Peki, yenge için hiç mi umut yok?" diye sordu.

Aklından bir an bile çıkmayan kadının hissiyle bedeni kor alevlere atılmış gibi oldu. Ayak uçlarına kadar hissettiği titremeye karşılık bütün gardını koruyan adam, sessizce yutkundu.

"Söylesene Ersin, adı gibi narin bir kız neden hayatında bir katili istesin?"

"Sen böyle olmayı hiç istemedin!"

Dudakları alayla kıvrılan Sinan, bu cümleyi kendi kendine kaç kere dile getirmişti kim bilir.. Ve hep aynı cevapla karşılaşmıştı. "İstemesem olmazdım! Demek ki, damarlarımda varmış.." dedi. Artık gitme vaktinin geldiğini belli edercesine yerinde kıpırdandı.

"Ciddiyim abi! O zamanlarda da senin yanındaydım! Az önce dedin ya umut var diye! Senin içinde var abi! O umut senin içinde var! Ben inanıyorum! Bak göreceksin Ersin demişti dersin!" Tek kaşı alayla havalandı. "Yağmur içinde umut var mı dersin Ersin?" dediğinde Ersin, aptala yatarak camdan dışarıya baktı.

"Yok abi hava açık, bu havada yağmaz!"

"Siktir ulan!" Sinan öne doğru atılsa da genç adam geri kaçarak gelen yumruktan kurtuldu. "Kıza nasıl baktığını anlamayacak adam mıyım?" Yağmur, Narin'in mesai arkadaşıydı ve ne zaman gitseler hem kızın hem Ersin'in birbirlerine olan duygu seline her seferinde şahit oluyordu.

"Estağfurllah abi de.. Ben o kızın çenesine beş dakika dayanacağıma al silahı kafama sık daha iyi!" Sinan, umursamaz bir tavırla omzunu çekti. "İyi bari! Bende boşa dert etmişim geçen biriyle yemekte gördüm de.." dediği anda Ersin kocaman araladığı gözleriyle hızla Sinan'a doğru döndü.

"Sen ciddi misin abi? O lavuk nereden çıktı şimdi? İki dakika boş bırakmaya gelmiyor arkadaş, bu nasıl iş?"

"Bana anlatmak istediğin bir şey var mı aslanım?" Sinan kollarını göğsünde birleştirdi ve keyifle sırıttı. Genç adam yakalanmanın siniriyle sessiz bir küfür savurdu. Abisinin beklentili suratına daha fazla bakamadı.

"Çok tatlı değil mi ama? Hani böyle kalemi saçlarına sokuşturuyor falan! Kelebek gibi kız valla! Hevesine beş on şarjör ateşleyesim geliyor!"

Sinan, sağ kolunun ergen aşıklara dönüşmesine daha fazla katlanamadı. Suratındaki o kınayıcı bakış katbekat artarken Ersin, sesli bir şekilde yutkundu. "Yani sen varken, bize ateşlemez düşmez ama.."

"Bas gaza Ersin! Yoksa hevesine nasıl ateşlenir uygulamalı gösteririm!"

Ersin, emre itaat ederek arabayı çalıştırdı. Sinan, camı indirerek temiz havayı sertçe soludu. Aşkın her halini değilde kendi halini bildiğinden dolayı Ersin'in benzetmelerine ayak uyduramayan Sinan, sertçe kaşlarını çattı. Bu alemin raconunu yazan adamın sağ kolu, aşkını dağlara taşlara yazmak yerine kelebeklere mi yazıyordu. Sinan adeta tıslayarak, "Kelebekmiş!" diye söylendi. Kolundaki saate bakarak zamanın hızla akıp gittiğinin farkına vardı. Sert çıkmasına özen gösterdiği sesiyle, "Narin'i izleyen kim?" diye sordu.

"Hüseyin nöbette! Az önce mesaj attı. Her şey yolundaymış."

"Güzel."

Ersin seyir halindeki aracı biraz yavaşlattı. "Nereye gidelim?" diye sorduğunda Sinan, hiç planlarında olmayan bir yeri seçti. Bugünlerde kalbinden geçenlerin dilinden dökülmeye yemini var gibiydi. Kısa bir sessizliğin ardından, "Beni Narin'in evine götür Ersin!" dedi. Ersin bu isteğe şaşırsa da toparlandı ve aracın hızını arttırdı. Bir süre sonra arabanın durmasıyla Sinan dinlendirdiği gözlerini araladı.

"Geldik abi." Sinan camdan dışarıya baktı ve hafifçe kafasını salladı. Aracın içinden tek ayağını çıkartarak sert zeminle buluşturdu. İkileme düşmek istemiyordu. Kafasını sağa sola doğru çevirip önce etrafı yokladı. Aslında bu yaptığı çok tehlikeliydi. Narin'in hayatını riske sokmaktansa son nefesini vermeyi yeğlerdi. Gel gör ki, arsız duygularına da ket vuramıyordu.

Sinan sessiz sakin apartmandan içeriye girdiğinde adımlarını hiç yavaşlatmadan ezbere bildiği dairenin önüne geldi. Cebinden çıkardığı anahtarı yuvasına yerleştirip tek seferde açtı ve kapı yavaşça aralandı. Kapının açılmasıyla burnuna dolan kokuya ruhunu teslim eden Sinan, hızla gözlerini kapattı. Tek eli anahtarı tutuyor diğer eli ise kapının sert zemininden güç alırcasına bastırıyordu. Bir kokunun bu kadar huzur vermesini kim nasıl açıklayabilirdi? Neden bu kokuya karşı gardını koruyamıyordu? Ufacık bir çocuk gibi bir ruha bürünüyordu? Sanki elleri hiç kirlenmemiş gibi, sanki hayalleri ellerinden çalınmamış gibi..

'Hoş geldin hayatım..'

Sinan kulaklarında çınlayan sesle gözlerini korkuyla araladı. Etrafında birileri var gibi kontrol ederek savunma pozisyonuna geçti. Katta sadece kendi olduğunu anlayınca tuttuğu nefesi bıraktı. Resmen kafayı yemişti! Az önce Narin'in sesini duyduğuna yemin edebilirdi!

"Kendine gel Sinan!"

Genç adam kendini telkin ederek silkelendi. Böyle sapık gibi davranışlarda bulunmak istemese de, kadınının rahat yaşadığına birebir tanık olmak istiyordu..

"Kadınım mı?"

Sinan, adamını kınarken kendi düştüğü durumdan bihaberdi. Tek taraflı aşk yaşamasına daha ne kadar katlanabilirdi bilemiyordu. Tek elini sertçe saçlarının arasından geçirip, "Allah'ım sabır ver!" diyerek inledi. Yavaşça dairenin içine girerek kapıyı kapattı. Kendisini karşılayan uzun koridorun tam ortasındaydı. Koridorun sonunda ardına kadar açık kapıya gözü takıldı. Yatak odasının olduğunu anlayan Sinan, ağır adımlarla o tarafa doğru ilerlemeye başladı. Kapının eşiğine geldiğinde adımlarını durdurdu. Odası o kadar düzenliydi ki, bu detay adamın ciddi anlamda fazlasıyla hoşuna gitmişti. Etrafta fazladan tek bir kıyafet parçası bile yoktu. Her şey yerli yerindeydi. Pencerenin önünde uzunlamasına bir yatak, yanında ahşaptan bir komodin vardı. Üzerinde ufak bir aydınlatıcı ve üst üste dizilmiş kitaplar vardı. Sinan köşede duran aynalı dolaptan kendini gördü ve gördüğü surata kendi dahi inanamadı. Suratında eğreti duran, hiç alışkın olmadığı bir gülümseme vardı.. Ve bu durum Sinan Aslan için gerçekten çok tuhaf bir durumdu..

Ceketinin iç cebinde titremeye başlayan telefonu sinirle çıkartan Sinan, hızla kulağına götürdü "Ne var Ersin?" diye sordu. Ersin'in korkuyla karışık hırıltılı sesi, Sinan'da soğuk su etkisi yaratmaya yetti.

"Abi yenge.. apartmandan girdi!"

"Siktir!"

Sinan evin içinde sıkışıp kalırken, telaşla bir sağa bir sola volta atmaya başladı. Ersin'i öldürme planları gözlerinin önünden geçiyordu. Bu kadının iş yerinde olması gerekmiyor muydu? Ne yapacağını bilemeyen Sinan, evde saklanacak bir yer arıyordu. Saniyeler sonra kapı açılacak ve Narin eve girecekti. Onu karşısında bulursa felakete yol açacağını biliyordu. Bu yüzden saklanmaktan başka çaresi yoktu. Odanın köşesinde duran boy aynasının arka kısmına geçerek bedenini iyice dolaba doğru yasladı. Eğer Narin bu kısma geçmezse görünmezdi. Tek dileği kadının o kısma geçmemesiydi..

"Ulan Sinan! Düştüğün durumlara bak! Evde fare gibi saklanacak adam mısın sen?"

Sinan, sinirlerine hakim olma yoluna gideceğine dahada ateşini körüklüyordu. O esnada kapıda dönen anahtarın sesiyle nefesini tuttu. Açılan kapı öyle bir sertlikle kapandı ki, çıkan o ses evin her köşesinde yankılandı.

"Allah'ın cezası herif! Sanki başka iş bulamam! Senin o kıçı kıytırık kafene çok meraklıydım sanki!"

Narin, üzerindeki ceketi sinirle çıkartıp koridora doğru fırlattı. Sinan, duyduğu sesten mest olmuş şekilde gülümsedi.

'Nasılda ateşliyor yavrum..'

"Adi pislik! Ama dur sen ben de Narinsem senin o kafende sinek avlatmaz mıyım?"

Sinan, arşa değen duygularını kontrol etmeye çalışıyordu. Masum bildiği kadının içinden çıkan bu ateşli kadın bütün sınırlarını zorluyordu.

'Yapma yavrum! Yapma Narin'im!'

Sinan'ın iç sesi duygularını dile getirirken, Narin sinirden gözü dönmüş bir şekilde odanın içinde gel git halindeydi. Sinirle saçlarını çekiştiriyor, o patronu olacak adamı parçalarına ayırmak istiyordu.

"Neden özel güçlerim yok ki? Kor ateşlerde yaksaydım ya şu herifi!"

'Sen iste dünyaları yakarım kadın..'

Narin, özel güçlerden kastını düşününce safça gülümsedi. Okuduğu romanların etkisinde kalmaya nedensizce bayılıyordu. Kafasını sağa sola doğru salladı. Yanaklarını şişirdiği nefesi sesli şekilde bıraktı. Yere fırlattığı ceketini görünce kendisine sinirlenmeden edemedi. Onun öyle şımarık kızlar gibi davranma lüksü yoktu. Aylarca biriktirdiği parasına kıyarak almıştı onu.. Neredeyse fırlattığı ceketten özür dileyecekti. Yerden aldığı ceketi eliyle sıvazlayarak düzeltti ve askıya güzelce astı. Hiç bilmediği fevri yönü gün yüzüne çıkmıştı. Sinirlendiğinde dönüştüğü kızı artık görmek istemiyordu. Sakinleşen beynine giden sinyallerin arasında aşina olduğu bir kokuyu hissetti.

"Bu koku.." dedi ve duraksadı. Kaşları çatılan Narin, birkaç defa burnunu çekerek havayı soludu. İnanamayan tavrıyla gözlerini devirdi. Tek elini beline koyan genç kız, diğer eliyle ağrı giren alnını sıvazladı.

"Yok artık Narin! Her aldığın kokuyu bay ateşleyenin kokusu sanıyorsun!"

Sinan yerinden çıkmaya meyilli kalbine elini bastırmamak için zor duruyordu. Bahsettiği kişi gerçekten kendisi miydi? Heyecan ve öfke bir olup adamın sınırlarını zorlarken, dudaklarında saf bir gülümseme meydana geldi. Demek kokusunu seviyordu. Onu da düşünen biri vardı.. Sadece bir kere yakınlaşmışlardı. O gün kırılan vazoyu temizlemek için eğildiğinde yakınlaşmaları son olurken, kokusunu unutmaması Sinan'ı bilinmez bir mutluluğun içine sürüklemeye yetmişti.

'Bay ateşleyenin kokusu..'

Harika dudakların arasından ne güzel dökülmüştü o cümle..

"Günlerdir gelmiyor.." Narin zayıf bedenini yatağa gelişi güzel bırakıp tavanla bakıştı. Tek elini saçlarının içinden geçirip çekiştirdi. "Artık gelse de göremeyeceğim.." dedi..

O adamdaki gizemi çözmek için varını yoğunu verebilirdi lakin onda bilinmez bir şey vardı. Adını koyamadığı bir şey.. Sebepsizce korktuğu bir şey.. Adamın yazdığı notlardan anladığı kadarıyla çok büyük bir acı çekiyordu. Ve nedendir ki, onun çektiği acıları en derininde hissediyordu. Öyle bir adamın vuslata erememesine de ayrıca şaşırıyordu. Sevdiği kadını o günden beri kıskanması, aklına geldikçe kendinden bile nefret etmesine neden oluyordu. Çünkü, bir başkasına aşık bir adamdan hoşlanması nefret edilecek bir olaydı!

Narin, düşüncelerinden sıyrılarak sıkıntılı bir nefes koyverdi. Oyalanacak bir şeyler bulmalıydı. O adamı daha fazla düşünürse başına pek hayırlı şeyler gelmeyeceğinin farkındaydı. Sağ tarafında bulunan komodine doğru uzandı. Geceden geceye okuyabildiği kitabı alarak okuma pozisyonu aldı. Kitaplara verecek parası olmadığı için zamanında okuyamadığı ve çok severek aldığı kitabı aralayarak gülümsedi. Sinan ise sıkıştığı yerden hiç memnun değildi. Biran önce kaçma planı yapmak zorundaydı. Narin'in kıkırdama sesiyle dikkat kesilen adam, meraktan çıldırmak üzereydi. Tam olarak görüş alanında olmadığından dolayı neye bu kadar kıkırdadığını deli gibi merak ediyordu. Narin o esnada derin bir ah çekti.

"Ah, ah! Söylesene Edward, sence onu tekrar görme ihtimalim var mı?"

'Edward kim lan!'

Sinan'ın kükremesi içinde patlayacaktı. Narin kimi görme ihtimalini düşünüyordu? Ayrıca Edward kimdi? Adamın gözlerinden alevler saçılıyordu. Derken Narin'in ikinci ahlanması da gecikmedi..

"Ah Edward ah! Ne olacak bu halimiz? Sen Bella'na kavuştun tabi!"

'Ulan!'

Sinan daha ne kadar sabredeceğini bilmiyordu. Adamın içinde patlamaya yüz tutan bir öfkesi vardı. Yumruk halini alan elleri kaskatı kesilmişti. Bir yumruğunu ağzına sokuşturan Sinan, dişlerini sertçe derisine geçirdi. Narin, her şeyden habersiz okuduğu kitabı hızla kapatıp yatağın üzerine bıraktı. Düşünceleri okumayla da dağılmamıştı. Duş alıp, biraz uyumak istedi. Ayaklarını sürüye sürüye odadan çıkarak banyonun yolunu tuttu. Sinan, kızın hareketlerine kulak kesilirken, açılan su sesiyle belkide dakikalardır tuttuğunu sandığı nefesi bıraktı. Şuan kaçmak için en iyi fırsattı lakin Sinan taş kesilen bedenini bir türlü hareket ettiremiyordu. Gözlerini kapatıp derin derin soluyan adam kısa bir süre sonra kontrolünü tekrar sağladı ve hızla saklandığı yerden çıktı.

Sinan, kaçış planlarını devreye soksa da hala Edward'ın kim olduğunu deli gibi merak ediyordu. Belindeki silahı çıkmak için can atıyordu. Sessiz olmaya özen göstererek kapıdan dışarı çıktı. Koşar adımlarla merdivenlerden inan adam, apartmanın önünde bekleyen Ersin'le burun buruna geldi. O sinirle adamın yakasına yapıştı.

"Abi noldu?"

"Edward kim ulan? Bana o lavuk kim öğreneceksin! Duydun mu beni Ersin? Hemen, şimdi, şu anda!"

Ersin aptal bir surat ifadesiyle Sinan'a baktı. Çatılan kaşları sorgular gibiydi. "Abi affette, Edward kim?" diye sordu. Sinan'ın elleri adamın yakasını dahada sıktı. "Bende onu soruyorum Ersin! Ulan kız Edward diye sayıklayıp durdu. Belalısı mı varmış, Bellası mı anlamadım!" dedi.

"Ha!" Ersin'in suratında saf bir gülümseme oluştu. "Sen şeyi diyorsun!" dedi ve ellerini güçlükle suratına götürdü. Parmaklarıyla diş işareti yaptı. "Şu sivri dişli, kan emikleyen adamı.."

"Sikerim ulan! Kim kimi emikliyor?"

Sinan belindeki silahı almak için hareketlendi. Ersin yanlış hamle yaptığını anlayınca adamın eline can simidi edasında sarıldı. "Abi bir dur allasen! Kitap o kitap!" dedi. Sinan anlamaya çalışan bakışlarıyla Ersin'e bakıyor, hızlı solukları kulaklarında uğulduyordu.

"Kitap mı?" diye fısıldadı. Koca mahallede elinde silahla duran adam Ersin'in kafasını sallamasıyla sert bir küfür savurdu. Etrafına bakınarak silahını tekrar beline sokuşturup ceketini silkti.

"Kitap demek.. Güzel.. Peki.. Oldu o zaman.. Emikleyen kitap karakteri yani.."

"Evet abi. Vampir adam.."

"Ulan bu kız niye böyle saçma şeyler okuyor? Bana bak Ersin! Bundan sonra takip et öyle emikleyen şeyler okumasın!"

Ersin, tamam anlamında kafasını salladı. Sinan dizginlediği siniriyle kafasını hafifçe sağa sola doğru çevirip burun kemerini sıktı. "Peki sen nereden biliyorsun?" diye sordu. Ersin gözlerini kaçırıp anlamazlıktan gelse de Sinan peşini bırakmadı.

"Yoksa okudun mu lan? Tü senin kalıbına!"

"Abi deme öyle ya! Yenge geçen hafta Yağmur'la birlikte gidip aldı kitapçıdan. Bende takipteydim. Merak edip aldım işte."

Sinan kınayıcı bir bakışın ardından, bedenini terk eden adrenalinin etkisiyle eski haline geri döndü. Kafasını Narin'in kaldığı daireye doğru çevirdi. "Ulan az daha yakalanıyordum! Hani bu kız işteydi? Hani her şey yolundaydı?" diye sordu. Ersin'in yanaklarında sinirden bir dalgalanma meydana gelirken, bir iki adım geriye kaçtı.

"Abi Hüseyin araya çıkmış ne olduysa o ara olmuş. O da bana geç haber verdi. Şerefsiz herif yine bulaşmış yengeye.." dediği anda Sinan hızla Ersin'e çevirdi kafasını. Seğiren gözleri birazdan olacakların habercisiydi. Narin'in neden bu kadar sinirli olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. Onun bakmaya dahi kıyamadığı kadınına kim bulaşabilirdi? Daha kaç kere uyarması gerekiyordu? Belki de artık bazı şeyleri kendi dilinden anlatması gerekiyordu? Zaten bu zamana kadar anlatmaması hataydı!

"Ne yapacaksın abi?"

Sinan adamının sorusuyla duraksadı. Ne demişti kadını.. 'Neden özel güçlerim yok ki? Kor ateşlerde yaksaydım ya şu herifi!'

Narin'in sesi kulaklarında çınlarken, dudaklarında şeytani bir gülüş beliren Sinan, parmağını uyarırcasına adamına doğru salladı.

"Bana benzin ayarla, Ersin! Yengen için ateşleme partisi vereceğim!"

-Bölüm Sonu-

המשך קריאה

You'll Also Like

2.3M 73.9K 58
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
1.3M 53.3K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...
731K 49.4K 32
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
1.8M 161K 81
Gök Dalaman. Yüksek anksiyete ve epilepsinin mahvettiği hayatında, yeni umutlar ve yeni deneyimlerle hiç tatmadığı bir şefkati tadacaktı. Baba şefka...