Affet [+18]

By _Aytac_

18.7K 1.6K 1.3K

Zehra Balaban sevdiği herkesi kaybetmişti. Beş yaşındayken babası, on yaşındayken annesi, on dört yaşındayken... More

Giriş
Söz
Çocuk
Şefkat
Umut
Kedi
Anne Kokusu
Liste
Sınırlar
Özlem
Yanlış Anlaşılma
Hatıralarda Yaşamak
Tek Suçsuz
Aile
Tamamlanmak
Aşık Olmak
Korkmak
Yaraları Sevmek
Özür Dilerim
Zehir
Sevgilim
Kirli Sır
Sevilmek
Gerçek Kişilik
Tehdit
Kimsesiz
Seni Seviyorum
Madem
Teslimiyet
Affet
Serçe Parmak Sözü

Emine Balaban

439 44 63
By _Aytac_

Zehra Balaban

Elimdeki tepsiyle ablamın odasına girip gülümseyerek bileklik yapan Boncuk'un yanına oturdum. Göz renginin aynısı olan boncukları kullanmasıydı gülümsememin nedeni. "Yemek zamanı." Tepsiyi kucağına yerleştirdim ve kutuya koymak için yaptığı bileklikleri toplamaya başladım. Geri yanına oturacağım sırada duyduğum soruyla kaşlarım çatıldı.

"Gitti mi?"

"Kim?"

Boncuk'un "Anneannem," demesiyle şaşkınlıkla başını tabağından kaldırmayan ablama baktım. Gülümser geldiğinde Sezgiyi aramış, geçmişte yaşananları anlatarak görüşmelerinin doğru olup olmadığını sormuştum. Tedavi sürecinin iyiye gittiğini, şu anda travmaya neden olan insanlardan biriyle görüşmenin onu kötü etkileyeceğini söylemişti. Bu yüzden Gülümserin ablamla görüşmesine izin vermemiştim.

"Sen biliyor muydun?" Boncuk cevap vermek yerine başını aşağı yukarı salladı. "Gitti."

"Neden gelmiş?"

Gözlerimi devirerek "Güya bizi özlemiş," dedikten sonra kutuyu komodinin üzerine bırakıp ablamın yanına, yere oturdum. Boncuktaki değişimi her gün şaşkınlıkla izliyordum. Şimdiye kadar gittiğim doktorlar sadece sakinleşmesini, kriz geçirmemesini sağlıyorlardı ve hayatım onların yazdığı ilaçları alabilmek için çalışmakla geçmişti. Fakat Sezgi onunla ilgilenmeye başladığından beri gerçek anlamda iyileştiğini görebiliyordum. Şimdilik odasından çıkamıyor, yabancı insanlarla karşı karşıya gelemiyordu ama konuşması bile farklıydı. Şu andaki gibi bazen eski Boncuk gibi oluyordu. Bu yüzden düşündüklerimi saklama gereği duymadım. "Özleyen biri yine ablamıza, annemize dil uzatmazdı." İyileştikçe yeniden ablamın peşinden giden Boncuk oluyordu, hakaretler, küfürler eden Boncuk değil.

"Orada kalsaydık..." Boncuk kucağındaki tepsiyi yere bırakıp bana döndü. Annemden aldığı masmavi gözlerini yüzümde dolaştırırken "Ya da seni kendimle sürüklemeseydim iyi olur muydun?" diye sordu.

Dudaklarından dökülenlerle irkildim. Gülümser gittiği günden beri Emineyi evden kovduğu zamanı düşünüp duruyordum ama Boncuk'un da aynı şeyleri düşündüğünü tahmin etmemiştim. Hissettiğim şaşkınlıktan kurtulmak adına durmadan gözlerimi kırpıştırırken "İyiyim ben," desem de bunun koca bir yalan olduğunun herkes farkındaydı.

Ablam yıllar sonra ilk kez yüzümü ellerinin arasına aldı. "Değilsin." Çatlayan sesi, dolan gözleri boğazımda düğüm oldu. Yutkunmaya çalışıp da canım yanınca geri çekilmeye çalıştım fakat Boncuk izin vermedi. Yüzüme düşen saçlarımı okşayarak geriye doğru tararken dudaklarını araladı. "Normal değilim, biliyorum ama kör de değilim, Zehra. İyi değilsin çünkü o gün..."

"Abla, yapma." Hızlıca geri çekilip bakışlarımı kaçırdım. Konuşmamak için illa delirmek mi gerekiyordu? Delirdiğimi kabul ediyordum o zaman. Çünkü bu konuyla ilgili konuşabilecek durumda değildim. "Konuşmayalım. Her günü, her şeyi konuşalım ama o günü konuşmayalım."

Ayağa kalkmak istediğimde bileğimden tutarak engel oldu. "Emineyi bulamaz mıyız?" demesi kaskatı kesilmeme neden oldu. İlk kez. Yıllar sonra ilk kez Eminenin adını kötü bir cümle içinde kullanmıyordu. İstediği şey ise daha da şok ediciydi.

"Ne?"

Boncuk yanaklarını ıslatan yaşların eşliğinde diğer elimi de tuttu. "Çok mu geç ablamı bulmak için?" derken kalbimdeki yaraların kabuğunu söktüğünün farkında değildi.

Hızlıca ayağa kalkıp "Yemeğini ye," dedikten sonra kapıya doğru ilerledim. Yapamıyordum. Ne olursa olsun, karşımdaki kim olursa olsun... Yapamıyordum işte. O günü düşünmeye de, konuşmaya da gücüm yoktu. "İlaçlarını getireceğim."

✂️

Serdarın işe uğurlanmaktan, karşılanmaktan hoşlandığını fark ettiğimden beri yaptığım gibi kapıyı açıp gülümseyerek "Hoş geldin," dedim. Kapıyı kapattığımız anda kollarımı beline sarıp başımı göğsüne yasladım. Son zamanlarda favorim olan kokuyu solurken saatlerdir kaskatı olan vücudum gevşemişti.

Serdar "Hoş bulamadım," diyerek beni kendisinden uzaklaştırıp çatık kaşlarla yüzümü dikkatle inceledi. Gülümsüyor olmama rağmen gözlerimdeki hüznü fark etmişti. Baş parmaklarıyla yanaklarımı okşadı. "Neyin var?"

"Dışarı çıkalım mı?"

Dudaklarını şakağıma bastırıp kokumla dolu bir nefesi ciğerlerine doldurdu. "Zehra, iyi misin?" sorusu üzerine geri çekilerek bakışlarımızı buluşturdum. Ne kadar kederli bakıyorsam o kadar sevgi dolu gülümsüyordum ve bu Serdarı korkutuyordu.

"Geçen gün bahsettiğim sahile gidelim mi?"

Geçen gün bahsettiğim sahil. Çocukken babamla ve ablalarımla gittiğim, birkaç ay önce de ölmek istediğimde gittiğim sahilden bahsediyordum. En azından yalnız değil, onunla gitmek istediğime memnun şekilde "Gidelim," dedikten sonra kıyafetlerimizi değiştirmek için üçüncü kata çıktık.

✂️

Neredeyse yarım saat olmuştu sahile geleli. Birbirimizden habersiz ikimiz de siyah pantolon ve gömlek giymiş, Serdar işten geldiği için akşam yemeğine hazırlananlardan yanımızda götürebileceğimiz bir çanta hazırlamış, ardından da yola çıkmıştık. Buraya geldiğimizde Serdar konuşmak istese de önce yemeğini yemesini söylemiştim ve o andan beri susuyordum.

Geldiğimiz zaman omuzlarıma bıraktığı ceketin düşmek üzere olduğunu fark edince üşümemden korkarak hızlıca düzeltti. "Konuşmayacak mısın?" Dudaklarımı aralamadan önce bakışlarımızı buluşturup burnumu omzuna dokundurarak kokusunu içime çektikten sonra başımı omzuna yaslayıp kahvelerimi denize çevirdim. Aylar önce ölmek isteğiyle geldiğim bu yere günün birinde bir erkekle, hem de benim için çok değerli olan bir erkekle geleceğimi tahmin etmemiştim.

"Teşekkür ederim."

"Ne için?"

"Yaptığın her şey için." Dudaklarımdaki küçük gülümsemeyle koluna girip elini sıkıca tuttum. Güneş batmıştı. Sahil birkaç ışıkla aydınlatıldığından karşımızdaki manzara huzur vericiydi. "Yıllardır ablama ilaçlar alıyorum ama ilk kez gerçekten iyileştiğini görüyorum. Ben hiçbir karşılık olmadan edilen yardımlara çok uzak büyüdüm. Babam öldükten sonra herkes yaptığı her şeyin karşılığını istiyordu. Sonra sen geldin. Elinde sihirli bir değnek var gibi, Serdar. O değneği karşılıksız kullanıyorsun ve her seferinde yıllardır altında ezildiğim sorunlardan biri kayboluyor." Omzunun üzerinden kahvelerimi yeşilleriyle buluşturdum. Sarıldığımız, saçlarımın Serdar tarafından okşandığı, birlikte uyuduğumuz, serçe parmak sözü verdiğimiz anları düşünürken gülümseyerek "Sadece birkaç aydır tanışıyoruz ama o kadar iyi geldin ki bana," dedim tüm samimiyetimle. Ne söylersem söyleyeyim Serdar bana ne kadar iyi geldiğini anlayamazdı.

Dudaklarını saçlarımın arasına bastırarak "Zehram," diye fısıldadı. Gülümsüyor olmama rağmen öyle kederli görünüyor olmalıydım ki, onun da omuzları çökmüştü. Kolunu belime sararak tamamen ona yaslanmamı sağladı. "Ne oldu sana? Neden bunları söylüyorsun?" Diğer eliyle rüzgarın dağıttığı saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırırken yanaklarımı ıslatan yaşlarla irkildi. Bir anda yüzümdeki gülümseme kaybolmuş, yerini gözyaşları almıştı. Beni tamamen göğsüne çekip sıkıca sarıldı. "Yapma ama böyle. Neden ağlıyorsun?"

"Bu kadar aynı olamazsınız."

İsyan eder gibi söylediklerimle kaşlarını çattı. "Kiminle?" Eskiden sevdiğim bir adamla ya da kalbimi kırmış bir sevgiliyle benzerliğinden bahsedilme ihtimali yüzünden gerilmesine rağmen sesinin yumuşak çıkmasına özen gösteriyordu. Fakat konu bambaşkaydı.

"Bana en son Zehram diyen kişi Emine ablamdı. Ondan sonra bir daha duymadım." Göğsünden, kalp atışlarından uzaklaşmak istemesem de geriye çekilerek bakışlarımızı buluşturdum. Başından beri Serdar bana ablamı hatırlatıyordu. Aynı sevgiydi. Karşılıksız, kırmayan, yaralamayan, aksine yaraları sarıp, merhem olan sevgiydi. Şimdi gelip ablamla aynı şekilde hitap edince Boncukla konuştuğumdan beri kanayan yaralarımı saklayamaz olmuştum. "Zehram diyen kişi gidince şu koca dünyada sahipsiz kaldım."

Aslında farkında olmadan bu şekilde hitap etmişti fakat şu andan itibaren bilerek, isteyerek söyleyecekti, biliyordum. "Sahibin değil, Zehram," diyerek dudaklarımızı küçük bir öpücük için buluşturdu. "Ancak değerlim olursun," demesiyle kendimi gülümserken buldum. Isınan yanağımı parmaklarının tersiyle okşarken o da gülümsedi. "Konuş benimle. Ne oldu da buraya gelmek istedin?"

"Boncuk Emine ablamdan bahsetti."

"Kötü bir şey..."

"Emineyi bulamaz mıyız dedi." Ablamla olan son anımı düşünürken tüm gücümle tutundum kollarında olduğum adama. Daha bu sabah o günü konuşmak istemediğimi dile getirmiştim. Serdar eve gelip bana sıkıca sarılınca ise konuşmak istemiştim. Kimseyle değil, sadece onunla. "Yıllardır ablama olan nefretini kusan kadın bugün ablamı bulmak istediğini söyledi."

Yüzümü ellerinin arasına alarak "Zehram," dedi yumuşacık sesiyle. Soracağı sorunun ne kadar ağır olduğunun farkındaydı ama farkında olduğu başka bir şey de vardı. Bu konuyu konuşmamak, içimde tutmak daha ağırdı ve bu ağırlığın altında eziliyordum. Küçük bir tereddüt anının ardından sorusunu dile getirdi. "Emineye ne oldu?" Ablamın ismini başkasının sesinden sevgiyle duymanın bile hasretini çektiğimden gözyaşlarım nefes alışımı hızlandıracak kadar artınca Serdar titreyen bedenimi göğsüne çekip sıkıca sarıldı. Durmadan saçlarımı okşayarak "Sakin ol," derken sorusu yüzünden çoktan pişman olmuş gibiydi. "Tamam, özür dilerim. Sormadım say. Yeter ki ağlama."

"Öldü." Başımı iyice göğsüne bastırarak titreyen sesimle "Emine ablamı öldürdüler, Serdar," diyerek ilk kez ablamın başına gelenleri sesli olarak dile getirdim.

Geçmiş...

"Ablam, bu adamdan hoşlanmadım. Kalalım mı biz?"

Emine odasına geçen, yürüyüşünden bile fazlasıyla sarhoş olduğu belli olan adamın arkasından baktıktan sonra gülümseyerek kardeşini iki yanağından da öptü. Yalan söyleyemezdi, o da hoşlanmamıştı. Adamın gözlerinde onu korkutan bir şeyler vardı fakat sesini de çıkaramazdı. Bir şey yapacağı yoksa da reddedildiği için kızıp kardeşlerine zarar verebilirdi. Risk alamazdı.

"Boncuk'un yanına git, Zehram. Gelip sizi alacağım, tamam mı?"

Zehra bir kez daha adamın ardından baktıktan sonra kollarını sıkıca ablasına sardı. Küçücük kalbi tir tir titriyordu ve bunun nedenini bilmiyordu. Sadece Emineye sarılmak, onu bırakmamak istiyordu. Gariptir, ablası da aynı şekilde sımsıkı sarılıyordu. Dolan gözlerinin eşliğinde dudaklarını kardeşinin yumuşacık saçlarının arasına bastırıp "Sizi çok seviyorum, Zehram," diye fısıldadı. Sesindeki keder kardeşini de ağlatmıştı.

✂️

Gülümseyerek sevdiği dizinin tekrarını izleyen Boncuk'un aksine Zehra birkaç saniye aralıklarla sürekli perdeyi aralıyor, evlerine bakıyordu. On dört yaşında bir çocuğun dünyayla ilgili bilgisi sınırlıydı. İnsanların ne kadar kötü olabileceğini ya da sıradan bir insanın neler yapabileceğini bilmiyordu. Buna rağmen hissettiği endişe yüzünden kalbi titriyordu. Daha fazla burada duramayacağını fark edince "Evin önünde bekleyeceğim," diyerek kapıya yöneldi. Boncuk'un arkasından dediklerine kulak asmamayı tercih ettiği için tek kelime etmeden evden çıktı. Fakat onun aksine aynı mesleği yapan ev sahibinin, yani Selmanın söylediklerini duymuştu.

"Neyi beklediğinin farkındasın değil mi? Herifin biriyle yatmayı bitirmesini bekliyorsun."

"Boncuk, kes sesini."

✂️

Zehra küçük adımlarla eve doğru ilerlerken az önceki adamın dışarı çıktığını görerek duvarın arkasına saklandı. Karanlık yüzünden yüzünü göremese de sokak lambasının loş ışığı sayesinde beyaz gömleğindeki kırmızı lekeler fark ediliyordu. Küçük kız zangır zangır titrerken duvara tutunarak ayakta durmaya çalıştı.

"Gelip evi temizleyin. Evde iki kız daha vardı, yüzümü gördüler. Onları da halledin."

Adam arabasına binip uzaklaşana kadar Zehra nefes bile almadan, ağzını sıkıca tutarak duvar arkasında durmaya devam etti. Araba gözden kaybolunca koşarak eve girdi. Yanaklarını ıslatan yaşlar ablasının odasına girdiği anda durmuştu. Kapıda kaskatı halde öylece dururken kahveleri Emine Balabanın yerde yatan bedeninde dolaşıyordu. Yüzünün, parçalanmış kıyafetinden görünen teninin her noktası mosmordu. Ağzından, burnundan ve patlayan kaşından kan akıyordu. Fakat sadece bunlar değildi. Başının etrafında kan gölü oluşmuştu.

"Ablam?" Bacakları bedenini taşımayacak kadar güçsüz olduğundan yere düşen Zehra dizlerinin üzerinde sürünerek Eminenin yanına ilerledi. Titreyen elini çok sevdiği saçlarında dolaştırırken parmaklarına bulaşan kan midesini bulandırıyordu. Buna rağmen genç kadının kan içindeki başını kucağına çekti. Ablasıydı o. "Ablam, baksana bana," derken içten içe bir daha Eminenin sesini duyamayacağını, gözlerini, o güzel gülümsemesini göremeyeceğini biliyordu. Durmadan Eminenin saçlarını okşarken titreyen sesiyle "Korkuyorum," dedi. Gözyaşları nefes almasını engelleyecek kadar arttığından evdeki adım seslerini duymuyordu. "Ablam, sen benim korkmama izin vermezsin ki. Hadi, aç gözlerini."

Odanın kapısında donmuş halde öylece duran Boncuk yıllar önceye gitmişti. Anneleri son nefesini verdikten sonra üç kardeş yatağının etrafına toplanmış, uzun süre sessizce ağlamışlardı. Ambulansı aramadan önce ise Boncuk korktuğu şeyi dile getirmişti. Eminenin verdiği cevap şu anda zihninde kendini tekrarlıyordu.

"Başımızda anne, baba olmayınca bize ne yapacaklar? Kimsesiz çocukların sonu ne oluyor, abla?"

"Biz kimsesiz değiliz. Zehranın iki ablası, senin hem ablan hem kardeşin var. Ben de sizlere sahibim. O kelimeyi bir daha ağzına alma."

Ya şimdi? Eminesiz kimsesiz olmuyorlar mıydı? Onsuz kalmamak için anneannelerinin evinden kardeşini de alıp kaçmıştı Boncuk. Ya şimdi? Ne yapacaklardı? Babasızlığa da, annesizliğe de alışmışlardı çünkü yanlarında ablaları vardı. Emine olmadığında ise kimsesizlerdi. Delirmiş gibi koşarak yanlarına gidip Zehrayı itti. Ardından ablasına sıkıca sarıldı.

Boncuk'un feryatlarını birkaç adım uzaktan dinleyen kızın zihninde ise bambaşka bir şey vardı. Evde iki kız daha vardı, yüzümü gördüler. Onları da halledin. Adamın giderken söyledikleri zihninde kendini tekrarlayıp duruyordu. Birileri gelecekti. Ablasını öldüren adam onlar için de birilerini görevlendirmişti.

"Abla, hadi kalk. Yalvarıyorum kalk. Bizi bırakamazsın. Ne olursun."

Zehra Boncuk'un kolunu tutarak "Abla, gidelim," dedi. Zamanında babası öldüğü zaman kavgaya karışan diğer adamın ailesi evlerini basmıştı ve annesi onları alarak kaçmak zorunda kalmıştı. Tarih tekerrür ediyordu. Ablaları öldürülmüştü. Onlar da kaçmazsa... "Burada kalmayalım. Birileri gelecek."

"Kes sesini, Zehra! Ablamı burada bırakmayacağız!"

Kalbi Eminenin acısıyla sıkışırken beyni diğer ablasının da öleceğinin sinyallerini veriyordu. Zehra delirmek üzereydi. Bağırarak "Abla, yeter!" dediğinde ilk kez kendisinden büyük birine sesini yükseltiyordu. Yapamazdı. Ağlayamaz, yas tutamazdı. Önce diğer ablasını kurtarması gerekiyordu. "Kalkmıyor işte! Kalbi de atmıyor!" Küçük bedenindeki tüm gücü kullanarak Boncuk'u çekmeye çalışırken dediğini yapması için yalvarıyordu. "Ne olursun gidelim. Korkuyorum ben."

Karşılık olarak ise "Kes sesini dedim!" diyen ablasından ilk tokadını yemişti. Patlayan dudağıyla yere düştüğü gün Balaban kardeşlerin son mutlu günüydü. Emine Balaban küçük kardeşine sıkıca sarılmış, son kez onları sevdiğini söylemiş ve hayatını kaybetmişti. Boncuk Balaban ablasının cansız bedenine sarılı halde geçirdiği saatlerin ardından akıl sağlığını kaybetmişti. Zehra Balaban ise... Her şeyini kaybetmişti. Bir yanında ona anne, baba olan ablasının cansız bedeni, diğer yanda ise hayatı tehlikede olan Boncuk vardı. Kendisi ise bunlarla mücadele edemeyecek kadar küçüktü.

Günümüz...

Serdar Kılıçaslan

Kollarımın arasında ağlamaktan nefesi tıkanmış halde titreyen kadının sırtını okşarken yanağımı ıslatan yaşa engel olamadım. Bu... fazlaydı. On dört yaşında bir çocuk için yaşananlar çok ağırdı. Zehranın geçmişi buram buram çaresizlik kokuyordu ve buna teselli olabilecek tek kelimem yoktu. Babasını beş yaşında aptal bir kavga yüzünden kaybetmişti. Evinden kaçmak zorunda kalmıştı. Yaşadıkları nedeniyle gittikçe tükenen annesinin sevgisinden, şefkatinden uzak büyürken on yaşına geldiğinde onu da hastalık yüzünden kaybetmişti. Bir şekilde devam edebilmişti çünkü ablasına, yani Emineye sahipti. Onu ise on dört yaşında, çok daha kötü şekilde kaybetmişti. Sarhoş bir adam tüm hıncını para karşılığında birlikte olduğu kadından çıkarmış, onu öldürmüştü. Üstelik bununla ilgili pişmanlık duymak yerine geride kalanları öldürmesi için başkalarını görevlendirmişti. On dört yaşındaki Zehranın omuzlarına yüklenenler benim de kamburumu çıkarmıştı.

"Serdar, ben ablamın ölüsünün nerede olduğunu bile bilmiyorum. Yaşamak için Boncuk'u da alıp kaçmak zorundaydım." Yıllardır içinde savrulup durduğu suçluluk duygusu Zehrayı boğarken "Mecbur kaldım," diye fısıldadı dünyanın en güzel kahvelerini gözlerime çevirdiği anda. "Emine ablamı orada yapayalnız bırakmaya mecbur kaldım."

Dudaklarımı şakağına bastırarak "Zehram," dedim acı kokan sesimle. Her saniye onu sarışım biraz daha sıkılaşıyordu. Sığına bileceğin bir mezarın bile olmaması ne demekti? Elimde olsa Zehrayı kalbime alır, ömrümün sonuna kadar orada tutarak herkesten korurdum. "Çok üzgünüm."

"Ablamın ölüsüne hasretim ben." Onu en çok yıkan da buydu zaten. Ölümü bir şekilde kabullenmişti de, ablasının mezarının olmayışını kaldıramıyordu. Emine ne ölmeyi ne öldürülmeyi ne de mezarsız kalmayı hak etmişti. Kardeşlerine sahip çıkmak için her şeyini feda etmiş gencecik bir kadındı. Mutluluğu hak ediyordu, bunları değil. "Onu özlediğimde gidebileceğim bir mezarı bile yok."

"Affet, Zehram. Sana bu kadar geç kaldığım için affet."

Düşüncelerinizi yorum olarak bırakmayı unutmayın. Emeğe saygı duyup değerlendiren herkese sevgilerle...♥

Continue Reading

You'll Also Like

32.2M 1.9M 39
Yaşıyorduk, işkence çekiyorduk, idam ediliyorduk, köle gibi çalıştırılıyorduk, susuyorduk, çığlık atıyorduk ama hepsinin sonunda sesli ya da sessiz b...
2.1M 94.9K 88
"Kitap okuyorum sessiz olur musun?" "Benim yüzümde mi yazıyor cümleler?" "Hayır, kitap baştan aşağı sensin. Tozlanır diye diğerlerinin yanına koyam...
19.3M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
3M 152K 64
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...