Affet [+18]

By _Aytac_

18.6K 1.6K 1.3K

Zehra Balaban sevdiği herkesi kaybetmişti. Beş yaşındayken babası, on yaşındayken annesi, on dört yaşındayken... More

Giriş
Söz
Çocuk
Şefkat
Umut
Kedi
Anne Kokusu
Liste
Sınırlar
Özlem
Yanlış Anlaşılma
Hatıralarda Yaşamak
Tek Suçsuz
Aile
Tamamlanmak
Aşık Olmak
Korkmak
Emine Balaban
Özür Dilerim
Zehir
Sevgilim
Kirli Sır
Sevilmek
Gerçek Kişilik
Tehdit
Kimsesiz
Seni Seviyorum
Madem
Teslimiyet
Affet
Serçe Parmak Sözü

Yaraları Sevmek

419 46 53
By _Aytac_

Serdar Kılıçaslan

Arabadan indiğim anda evden çıkıp üzerime doğru koşan bedenle şaşkınlıkla duraksadım. Akşın boyu kısa olduğu için ayaklarıma sarılmıştı. Dikkatli şekilde yeğenimi kucağıma aldım. "Ne oldu, dayısının güzeli?" Keyifsiz olduğu her halinden belliydi.

"Zehra çok kötü."

Boncuk'un yeniden kriz geçirip ona zarar verdiğini düşünerek endişeyle "Ne oldu?" dediğimde aldığım cevap derin bir nefes almama neden oldu. Boncuk konusu düşündüğümden daha fazla kafamı meşgul ediyordu. Evde olmadığım bir gün kadının sevdiklerime zarar vermesinden korkuyordum.

"Sabah bir kadın geldi. O zamandan beri yüzü gülmüyor. Boncukla bile oynamıyor."

Gelen kişiden haberim vardı. Korumalarından önce Zehra aramış, anneannesini eve almanın sorun olup olmayacağını sormuştu. Bunu sorduracak kadar ona burayı ev gibi hissettiremediğimi anlayınca kendime kızmıştım. Anneannesiyle ilgili bildiklerim tanıştığımız zaman yaptığım araştırmada öğrendiklerimle sınırlıydı. Emineyle Boncuk kavga ettiğinde Zehra araya girmiş ve ablalarını ayırmaya çalıştığı sırada düşüp başını masaya çarpmıştı. O zamanlar kavga nedenleriyle ilgili fikrim yoktu ama artık biliyordum. Büyük ihtimalle Boncuk Eminenin işi yüzünden kavga çıkarmıştı. Alnının sağ tarafında, saçlarının başlangıcında bulunan yara izi o günden kalmıştı. Zehra hastaneye kaldırıldığında ablaları da karakola alınmıştı ve onları almaya gelen anneanneleri olmuştu. Sonrasında ne olmuştu, bilmiyordum. Bir nedenden dolayı kızlar anneannelerinin evinden kaçmışlardı. Zehra da tanıştığımızdan beri kadın hakkında tek kelime etmemişti. Akşının bahsettiği gibi mutsuzsa büyük ihtimalle ruhundaki yaralardan biri de anneannesine aitti.

Kucağımda yeğenimle birlikte eve girdiğimde salonda karşılaştığım manzarayla kaşlarımı çattım. İsmini araştırma sırasında öğrendiğim Gülümser tekli, Zehrayla Pınar ise üçlü koltukta oturuyordu. Salonun girişinden bile Zehranın tüm tırnaklarının kenarlarını aşındırdığını görebiliyordum. Akşını bu huyundan vazgeçirememişken şimdi de Zehra aynısını yapıyordu. "Merhaba," dediğim anda üç kadının bakışları da bana döndü. Sol elinin işaret parmağını kanatmakla meşgul olan Zehranın büyük ihtimalle yanıma gelmek için ayağa kalkmak istediğini fakat anneannesinin varlığını hatırlayınca duraksadığını görerek içeri girdim.

Anneannesinin yıllardır habersiz olduğu torunlarını nasıl bulduğunu tahmin etmek zor değildi. Gazetedeki fotoğrafları görmüş olmalıydı. Evimizi bulmak da kolaydı çünkü Çetin şirketi yüzünden göz önünde olan biriydi. Daha önce evde çekim bile yapılmıştı. Kısacası Gülümser torununun bir adamla öpüştüğü anın fotoğraflarını görüp gelmişti. Zehra buna rağmen kalkıp yanıma gelemiyordu ve ben bunun da nedenini biliyordum. Aramızdaki ilişkiyi resmiyete dökmemiştik. Fotoğraflarla ilgili evdekilerle konuşmamıştık ve adım kadar emindim ki, Zehra tek kelime etmemişti. Akrabasını eve almak için bile arayıp izin isteyen biri ilişki gibi ciddi konuda ağzını açmazdı, biliyordum. Şu an aramızda hiçbir şey yokmuş gibi davranmak onu zor durumda bırakacağı halde kendini durduruyordu.

Zehra Balaban

Serdar kararlı adımlarla yanıma gelirken kalp krizi geçireceğimi düşünüyordum. Saatlerdir gerginlikten dolayı kaskatı olan bedenim onun gelişiyle hızlanan kalbim yüzünden titriyordu. Anneannemin gelişi kabus gibiydi. Serdarla aramızdaki ilişkiye isim vermemişken yaşayan tek akrabamın buraya gelmesinin yanlış anlaşılacağından korkuyordum ve anneannem geldiğinden beri ona yapacağım açıklamayı düşünüp duruyordum. Fakat bana doğru geldiğini görünce planladığım tüm cümleleri unutmuştum. Titrek sesimle diyebildiğim tek şey "Hoş geldin," oldu.

Çatık kaşlarla, kimseyle göz teması kurmadan torununa doğru ilerleyen adamı izleyen anneanem yaptığı şeyi görünce şaşkınlıkla dudaklarını araladı. Serdar beni yanağımdan öptükten sonra "Hoş buldum, sevgilim," deyip elimden tutarak ayağa kaldırdı. "Sizinle daha düzgün şekilde tanışmak isterdim. Fotoğraflar için üzgünüm ama tatsız konulardan bahsetmek yerine tanışmayı tercih ederim." Bir eli sıkıca elimi tutarken diğerini anneanneme uzattı. Yüzündeki hafif tebessümle "Serdar Kılıçaslan, torununuzun sevgilisiyim," dediği sırada yaşlarla parlayan gözlerimin ona nasıl baktığını görmüyordu.

Zehra Balaban hep eli bırakılan, terk edilen, yalnızlığa itilen olmuştu. Yine aynısının yaşanmasından korkmuştum. Anneannemin gelişinin Serdarı kızdıracağını, bunun aramızdaki ilişkiyi zedeleyeceğini düşünmüştüm. Oysa asla tahmin etmediğim olmuştu. Serdar elimi tutmuş ve anneanneme kendisini sevgilim olarak tanıtmıştı. Bunun benim için anlamını benim dışımda kimse bilemezdi.

✂️

"İkiniz de şunu yapmayı kesmelisiniz." Serdar yara yaptığım parmaklarıma sırayla küçük öpücükler bıraktı. Başını kaldırıp da mavisini kaybetmiş gözlerini gözlerime çevirdiği anda ensesinden tutarak kendime çekip dudaklarımızı birleştirdim. Serdar şaşkınlıkla başımı omzuna yaslamamı izlerken "Bu ne içindi?" diye sordu.

"Teşekkür ederim."

Utancımdan başımı iyice omzuna gömdüğümde güldüğünü göğsündeki titremeden anladım. "Ne için?" Sanırım gözlerime bakarak konuşmak istiyordu. Bu yüzden kıpırdamamak için inat etmeme rağmen yüzümü ellerinin arasına alıp ona bakmamı sağladı.

"Elimi tuttuğun için."

"Ne yapacağımı düşünüyordun ki, Zehra?"

Omuzlarımı silktim. "Mecbur değildin." Yorgun bedenimi göğsüne çekip dudaklarını saçlarımın arasına bastırdı. Bir eli yanağımı okşarken diğeri de sırtımı kaplayan saçlarımın arasındaydı.

"Zehra, sence öpüşmemiz tam olarak ne anlama geliyor?" Yanaklarım kızardığı için yine yüzümü saklamayı deneyince izin vermeyerek yüzümü daha sıkı tuttu. Burnuyla hafifçe burnumun ucuna dokunup "Kızarma ve soruma cevap ver," dediğinde yanaklarım daha da pembeleşti.

"Üzgünüm. Sadece... Alışık olmadığımı söylemiştim. Benim elimi sadece Emine ablam tutuyordu, Serdar. Diğer herkes elimi uzattığımda bile itti."

Beni yeniden kendine çekip sıkıca sarıldı. Başım omzundayken onun elleri de belimi sarmıştı. Nedense bugün Boncuk da sakindi. Yatağın diğer ucunda uzanmış, öylece bizi izliyordu. Sanki canımın yandığını hissetmişti de, üzülüyordu. Serdar çenesini hafifçe başıma sürterken "Anneannenle ilgili sorunun ne olduğunu anlatmak ister misin?" diye sordu.

Hafifçe geri çekilip bakışlarımızı buluşturduktan sonra alnımın sağ tarafındaki yara izini işaret ettim. "Bu yaranın nasıl oluştuğunu biliyorsun, değil mi?" dediğimde Serdar yutkunmuş, bakışlarını kaçırarak başını eğmişti. Yüzümdeki sevgi dolu gülümsemeyle çenesinden tutarak yeşillerini yüzüme çevirdim. "Eğme başını," derken sesim yumuşacıktı. "Hakkında hiçbir şey bilmediğin birini ailenle bırakmak aptallık olurdu."

"Üzgünüm."

"Olma. Bazı şeyleri anlatmak zorunda olmamak o kadar da kötü değil." Yeniden başımı omzuna yaslayıp belime sarılı ellerinden birini tuttum. Konuşmanın, dertleşe bilmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu Serdarla tanıştıktan sonra anlamıştım. "Hastaneden sonra anneanneme gittik çünkü başımızda büyük olmadığı bilinseydi yetimhaneye götürülecektik. Bu da birbirimizden ayrılmamız demekti. Kimse aynı yerde kalacağımızın ya da evlatlık verilmeyeceğimizin garantisini veremiyordu."

"Orada yaşamaya neden devam etmediniz?"

"Anneannem ablamı istemedi. Annemi hayat kadını olduktan sonra silmişti. Boncuk Emine ablamın da aynı işi yaptığını söyleyince ondan da nefret etti." Yeniden baş parmağımın kenarını aşındırmaya başlamamla Serdar elimi sıkıca tuttu. "Ona nasıl davrandığını görmen lazımdı, Serdar. Elinde olsa yemek bile vermeyecekti. Ablamı evden kovduğunda tesadüf eseri söylediklerini duyduk. Sonra ablam gelip bizimle vedalaştı." Yeniden bakışlarımız buluştu. İlk kez gözyaşlarım akarken birinin gözlerinin içine bakıyor ve bu yüzden kötü hissetmiyordum. "Gidecekti, Serdar. Ablam biz anneannemin yanında kalalım, daha iyi şartlarda yaşayalım diye bizi bırakıp yapayalnız devam edecekti."

Küçük hareketlerle yanaklarımı kurularken "Daha önce de söyledim, Zehra," dedi. Yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına iterken kısa sürede edindiğimiz alışkanlıkları fark etmiş, şaşırmıştım. Serçe parmaklarımızı buluşturmak, burnunu yanağımda dolaştırmak, kolumdaki yara izini öpmek ve saçlarımı benim yerime kulağımın arkasına sıkıştırmak gibi bir çok alışkanlık edinmişti. Hepsi de bana özeldi. "Ablanın çok güzel bir kalbi varmış."

"Gideceğini bildiğimiz için anneannem uyurken gizlice ablamın peşine takıldık. Zaten o günden sonra da anneannemi bir daha görmedim."

"Burada olması seni rahatsız ediyor, değil mi?" Sorusuyla derin bir nefes aldım. Hayır demek açıkça yalan söylemek olacaktı. Anneannem geldiğinden beri ne baktığımı görüyor ne dudaklarımdan dökülenleri duyuyor ne de etrafımda olanları algılıyordum. Sadece ablamı düşünüyordum. Solan gülüşlerini, acılarının arasında kaybolan kahkahalarını, düştüğü çukurda kaybettiği gözlerindeki parıltıları düşünüyordum. Bunlarda payı olan kişilerden biri de anneannemdi. Eğer Emineyi kovmak yerine üçümüze de sahip çıksaydı şu an bambaşka hayatlar yaşıyor olabilirdik.

"Ablamın canını yaktı, Serdar. Her şeyi bir şekilde unuturum ama Emine ablama dil uzatan, onu kıran kimseyi unutmam da, sevmem de."

"Eğer istersen hemen şu anda gitmesini sağlayabilirim. Hatta dilersen, ablanı kovduğu gibi sen de onu evinden kova bilirsin."

"Evim?"

Geri çekilip büyüttüğüm gözlerimle Serdara bakarken kocaman gülümseyip "Evin," diyerek dudaklarımızı küçük bir öpücük için birleştirdi. Anında tıslayan Boncuk gözlerini devirmesine neden olmuştu. Bu kedi ismini aldığı kişiden daha çok nefret ediyordu Serdardan. "Bu yüzden bir daha birini eve almak ya da davet etmek için beni arama, Zehra." Gün içinde anneannem yüzünden gerim gerilen bedenimi kendisiyle birlikte çekip yatağa uzandı. Beni göğsüne çektikten sonra küçük hareketlerle saçlarımı okşamaya başladı, daha rahat uyuyayım diye. "Anneannen konusunda ne yapmak istiyorsun?"

"Yarın uygun bir dille gitmesini söyleyeceğim."

✂️

Akşının saçlarını örmeyi bitirince kocaman gülümsemesiyle bana dönen kızı iki yanağından da öptüm. Dakikalardır sağa sola dönüp işimi bitirmemi bekleyen Boncuk hızlıca tişörtüme tutunarak üzerime çıktı. Ellerini önünde birleştirip "Zehra, bugün çilekli bir şey yapalım mı?" diyen Akşını kısık gözlerle süzdüm. Ne zaman bir şey istese ekstra sevimli davranıyordu. Bu da işe yaramadığında dayısını kullanıyordu. "Hem dayım da çilekli her şeyi sever."

Kızın burnunu parmaklarımın arasına sıkıştırarak "Bazen dayına hak veriyorum, küçük cadı," dedikten sonra Boncukla mutfağa geçmesini, kıyafetlerimi değiştirip geleceğimi söyledim. Yemek yaptığım zaman giydiğim tişörtle pantolonu giyip Akşının yanına gitmek için odadan çıktım. Salonun önünden geçerken kulaklarıma dolan cümleler kaskatı kesilmeme neden oldu.

"Anaları manyağın tekiydi, kendini kesip duruyordu," diyen kişi anneannemdi. Pınarla konuşuyordu. "Başımı öyle bir yere eğdirdi ki, suratını göresim yoktu. Şu hayatta üç kız çocuğuna sahip olması gereken son kişi bile değildi. Hayat işte. Üç kız o manyağa muhtaç kaldılar. Yine de şanslıyız. Bir tek Emine manyak anasına benzedi. İkisinin manyaklığı da, ahlaksızlığı da birdi." Yanımdan geçmek üzere olan Şeymayı durdurup mutfağa geçmesini, Akşının dışarı çıkmasına izin vermemesini tembihledim. "İçim nasıl yanıyor, bilemezsin, Pınar kızım. Keşke torunlarımı o iki ahlaksızdan koruya bilseydim. Keşke."

Salona girmemle iki kadının da bakışları bana döndü. Gözlerimi anneannemden ayırmadan "Pınar, bize biraz izin verebilir misin?" dediğimde tereddüt etse de dediğimi yaparak dışarı çıktı.

Pınar Kılıçaslan

Zehranın yüzündeki ifadeden, bakışından hoşlanmamıştım. Bazen eşimin, bazen de Serdarın baktığı gibi bakıyordu ve o günlerde iki adam da eve üstleri başları kan içinde geliyorlardı.

Hızlıca arama yapıp telefonu kulağıma götürdüm. Karşı taraf cevap verene kadar gerginlikten dolayı bacağımı sallayıp duruyordum. En sonunda adamın sesini duymamla "Serdar, eve gelsen iyi olur," dedim. Sesindeki panik Serdarı da korkmuştu.

"Bir şey mi oldu, yenge?"

"Olmadı ama olacak gibi görünüyor. Hemen gel. Zehranın geçen seferki gibi olmasından korkuyorum."

"Eve yakınım zaten, geliyorum. Yenge, gözünü Zehradan ayırma."

Zehra Balaban

"Hangi hakla anneme, ablama dil uzatıyorsun?"

Gülümser beni korkutabileceğini düşünerek "Konuşmana dikkat et, Zehra," diyerek uyarıda bulundu. Artık ona anneanne demek içimden gelmiyordu. Gözlerim bomboş, yüzüm ise ifadesizdi.

"Sana hangi hakla anneme, ablama dil uzattığını sordum."

"Dil uzatmak mı? İkisi de birbirinden beter ahlaksızın tekiydi. Bilmiyorsun sanki. Annen zaten manyaktı. Sen hatırlamıyorsun ama ben kendini kestiği zamanları unutmadım. Beni az utandırmış gibi çocuklarına annelik yapmak yerine fahişelik yapmayı seçti." Duyduğum her cümleyle kendimi biraz daha kasıyor, dişlerimi sıkıyordum yanlış bir şey söylememek için. Gülümser kelimelerine dikkat etmiyor olsa da ben yaşça büyük birine hakaret ya da küfür etmemem gerektiğini bahsettiği iki ahlaksız kadından öğrenmiştim. Kontrolümü sağlamak adına dişlerimi kıracak kadar kendimi sıkmam bu yüzdendi. "Ablan da aynıydı. Bencilin tekiydi. Sizi de alıp kaçmasaydı Boncuğum şimdi bu halde olmazdı. Kimi, neyi savunuyorsun bana, torunum?"

"Sana göre annem, ablam kötüydü ama Boncukla ben iyiyiz, öyle mi?"

"Öylesiniz tabii. Onların pisliğine bulaşmadığınız için gurur duyuyorum sizinle."

"Annem manyaktı, kendini kesiyordu." Yüzümdeki buz gibi gülümsemeyle masanın üzerinde duran meyve bıçağına uzandım. Keskin tarafını avucuma yerleştirip elimi yumruk yaptığımda yüzümde mimik oynamamıştı. Gülümser ise dehşet içinde izliyordu torununun elinden akan kanı. "Annem kendini kesiyordu çünkü delirmişti. Eşi ölmüştü, evi basılmıştı ve bu yüzden yanına sadece çocuklarını alarak oradan kaçmak zorunda kalmıştı. Delirmişti çünkü sen kızını okutmadığın için iş bulamıyordu. Annem kendini kesiyordu çünkü sen annelik yapamadın diye kızlarını büyütebilmek için kendini satmak zorunda kalmıştı."

Gülümser panikleyerek "Zehra, bırak şu bıçağı," deyip ayağa kalkmaya çalışınca yumruğumu havaya kaldırıp bıçağı tutuşumu sıkılaştırdım. Akan kanın artmasının ne demek olduğunu anlayarak "Tamam, gelmiyorum," diyerek geri oturdu.

"Emine ablam mı bencildi? Ablamı kovdun. Ben açlık yüzünden hastalandım diye bize bakabilmek, kardeşlerini doyurabilmek için kendini satmak zorunda kalan ablama ahlaksız deyip kovdun. Emine ablam mı bencildi?" Cevap vermeyince bıçak tutan elimle masaya vurdum. Her hareketim elimdeki kesiği derinleştiriyor, yere akan kanı artıyordu. Ben buydum işte. Birini tehdit ederken bile kendi canımı yakıyordum. "Emine ablam mı bencildi?"

"Kabul ediyorum, kovdum. Doğru olanı yaptım ben, torunum. Eğer sizi de yanında sürüklemeseydi hayatlarınız bambaşka olacaktı."

Yüzümdeki acı dolu tebessümle "Emine ablam gitti zaten," dedim. Ne dediğimi anlamadığı çatılan kaşlarından belli oluyordu. Dün gece Serdara hikayeyi tüm detaylarıyla anlatmamıştım. Gerçekler biraz daha farklıydı. "Biz iyi yaşayalım diye dediğini yapıp evden ayrıldı. Peşinden giden bizdik çünkü senin neler söylediğini biliyorduk. Nereden bildiğimizi de öğrenmek ister misin?" Eminenin torunlarını alıp gittiğini sanan Gülümser duyduklarıyla elini sol göğsüne götürdü. Yıllardır bildiklerinin yalan olduğunu öğrenmek kalbinin sıkışmasına neden oluyordu, öyle mi? Aynı sıkışma küçücük çocukken benim kalbimde başlamıştı ve hala devam ediyordu. "O çok sevdiğin Boncuk sizi duymuştu ve durmadan tıpkı senin gibi nefretini kusmasına rağmen ablası olmadan yaşamak istemediği için beni de alıp Emine ablamın peşine düştü." Yıllardır yaşadığım tüm kötü anıları düşündüm. "Gitmeseydik hayatımız daha mı iyi olurdu?" Cevabı herkes biliyordu. Evet, iyi olurdu. Hayatım ailemin peşinden sürüklenirken mahvolmuştu, yine de pişman değildim. Bugün olsa yine Emineyle giderdim. "Büyük ihtimalle ama bunun suçlusu ne annem ne de ablam. Gittik çünkü sen ablamızı kovdun. Gittik çünkü Boncuk beni uyurken alıp evden ayrıldı. Benim hayatım mahvoldu, anneanne ve suçlu arıyorsak... Sen ve Boncuk birleşip mahvettiniz hayatımı."

"Torunum..."

Gülümser gözyaşları içinde elime bakarken avucumu açıp kesiğin görünmesini sağladım. Bıçağı hala tutuyordum, bu yüzden kıpırdayamıyordu. "Annemin kendini kestiğini öğrendiğinde bir kez gelip yarasını sarsaydın belki de hastalanmaz, ölmezdi," dedikten sonra yeniden elimi yumruk yaptım. Anneannemin artan kan yüzünden çığlık atıp dudaklarını eliyle kapatmasını boş gözlerle izliyordum. "Bir yarayı sarmadan yenisini açarsan iyileşmez, anneanne. İyileşemez. Annemin yaraları iyileşmeden yenileri oluştu. Sarman gerekiyordu. Bir yarasını sarsaydın belki de hayatta olurdu. Sen bunu da yapmadın. O çok değerli ahlakın için annemi kurban ettin."

Kulaklarıma dolan "Sevgilim," sesiyle bakışlarımı yanıma ne zaman geldiğini bilmediğim adama çevirdim. Dizlerinin üzerine çökmüş, bir elini bıçak tutan elime doğru uzatmıştı. Bakışlarındaki endişe anbean artarken "Lütfen bıçağı bırak," dedi fısıltıyla. Ses tonunun bile beni korkutmasından, canımın daha fazla yanmasına neden olmasından korkuyordu. Dünya üzerinde Emineden sonra benim için korkan ilk kişiydi.

Akıtamadığım yaşlar yüzünden sızlayan gözlerimi kırpıştırdım. "Benim ablam bencil değildi, Serdar." Yıllardır Boncuk'un hakaretlerine katlanabilmek için elimden geleni yapmış, tükenmiştim. Bu yüzden Gülümserin söylediklerine dayanamadığımın farkındaydı Serdar. Ablam hasta diye susuyordum. Başkası aileme dil uzatamazdı.

"Ablan çok güzel bir kalbe sahipti."

"Annem de ahlaksız değildi."

Başımı sağa sola sallayarak söylediklerimle yavaşça bir elini saçlarımın arasına daldırdı. Küçük hareketlerle tutamları okşarken yumuşacık sesiyle "Annen sadece çocuklarını yaşatmaya çalışıyordu," dedi. İnandıklarım gerçekler olmasına rağmen onaylanmaya duyduğum ihtiyaç bile yıllardır ne kadar ezildiğimi gözler önüne seriyordu. "Ahlaksız değildi. Emine de, annen de birbirinden güzel iki kadındı." Diğer elini bıçak tutan elimin bileğine sardı. Öyle bakıyordu ki, sanki akan her damla kor olup onu yakıyordu. Oysa benim yüzümde mimik oynamıyordu. "Lütfen, Zehra. Bırak şu bıçağı. Senin canın yanmıyor ama benim yanıyor," demesiyle yavaşça avucumu açtım. Serdar anında bıçağı yere atıp önceden çıkardığı kravatını avucuma sardı. Beni kolumdan tutarak ayağa kaldırıp Gülümsere döndü. "Evimizdeki misafirliğiniz bitti, Gülümser hanım. Adamlarımdan biri sizi evinize götürecek. Affınıza sığınarak sevgilimden de, ailesinden de uzak durmanızı isteyeceğim. Zehranın canı bir daha sizin yüzünüzden yanarsa bu kadar sakin olmam."

Serdar kolunu belime sarıp ağırlığımı üzerine vermemi sağladıktan sonra salonun çıkışına yöneldi. Henüz birkaç adım atmıştık ki, durup arkamı döndüm. Hayatımızı mahvedenlerden biri olan kadına bakarak "Ha bu arada," dediğimde ses tonum yanımdaki adamı bile germişti. "Ne Boncuk ne de ben annemden, ablamdan daha iyiyiz. Boncuk zaten annem gibi delirdi. Ben de tam da dediğin gibi kendimi kesmek üzereydim. Eğer intihar etmek isteyen başka biriyle aynı yerde olmasaydım, beni vazgeçirmeseydi çoktan gebermiş olacaktım. Ne Boncuk ne de ben onlardan daha iyiyiz."

✂️

Dikkatli şekilde elimi saran Serdar işini bitirdiğinde derin bir nefes alarak bakışlarımızı buluşturdu. Hala ağlamamak için çabaladığımdan kaskatıydım. Dudaklarını avucuma, sargı bezinin üzerine bastırdı. "Zehra, bir daha böyle bir şey yapma."  Gülümserin geldiğini öğrendiğinden beri işlerin yolunda gitmeyeceğini tahmin etmiş olmasına rağmen bu kadar ileri gidebileceğimi tahmin etmemiş olmalıydı.

"Özür dilerim." Derin bir nefesi ciğerlerime doldurup başımı yanımdaki adamın omzuna yasladım. Karşılaştığımız andan beri sürekli Serdarın endişelenmesine neden oluyordum ve bu durum inanılmaz derecede canımı sıkıyordu. Üstelik buna engel de olamıyordum. "Sanırım ben de delirmişim. Sadece Boncuk kadar belli etmiyorum."

"Delirmedin. Yaralısın, Zehra. Çok yaralısın."

Ortamdaki hüznü dağıtmak adına "Yaralar insanı çirkinleştirir," diyerek geri çekilip gülümsedim. Şu an ağlamam, ruhumu karartan acıyı gözyaşlarıyla akıtmam gerekiyorken Serdarı gülümsetmeye çalışıyordum ve sanırım bu halim düşündüğümün aksine ona iyi gelmiyor, daha da üzülmesine neden oluyordu. Yüzündeki ifade garipti çünkü. "Çok mu çirkinim?"

"O yaraları açan herkese hesap sormak istiyorum ama şu da bir gerçek." Dudaklarını şakağıma bastırdı. Ardından beni bırakmadan yatağa yattı. "Yaraların sana çok yakışıyor."

"Serdar..."

"Ve ben yaralarını da en az seni sevdiğim kadar seviyorum."

✂️

Geride bıraktığımız dakikalar boyunca yatakta karşılıklı uzanmıştık. Ben ağlayamadığım için sızlayan gözlerimi kapatmış, Serdar ise yeşillerini bir an olsun yorgun yüzümden ayırmamıştı. Uyumuyorduk ama yan yana olmak bile dinlenmemizi sağlıyordu. "Aşağıda söylediklerin..." diyerek sessizliği böldü. Gözlerimi araladım. "Gerçek miydi?"

"Hangisi?"

"İntihar konusu."

Kısacık bir an hayır demeyi düşünsem de başından beri her zaman, her konuda birbirimize karşı dürüst olduğumuzu hatırlayarak sorusunu cevapladım. "Gerçekti," dediğim sırada zihnim o güne gitmişti. Hayatım boyunca annemi kınadığım tek konu kendisine zarar vermesi olmuştu fakat hayat beni öyle bir noktaya getirmişti ki, aynısını yapmayı düşünür olmuştum. Hatta düşünmekle kalmamış, yapmak için harekete de geçmiştim.

Bir nedenden ötürü yutkunmakta zorlanan Serdar "Ne zaman?" diye sordu çatlayan sesiyle. Sanırım o kadar güçlü görünüyordum ki, bir zamanlar pes etmiş olabileceğim aklına gelmemişti bile.

"Birkaç ay önce." Serdarın dudaklarını aralayıp tek kelime edemeden geri kapatmasıyla derin bir nefes alarak elini tutup göğsüme çektim. Keder dolu bakışlara sadece bu şekilde katlana biliyordum. Eline sıkıca sarılmışken anlatmaya başladım. "Ablamın ilaçlarını alamıyordum, yani şimdikinden daha kötüydü. Neredeyse her gün kriz geçiriyordu."

"Bu neredeyse her gün dayak yediğin anlamına mı geliyor?"

Serdarın bu konudaki hassasiyetini bildiğimden onaylamak için konuşmak yerine başımı salladım. Dayak yememin nedeni benmişim, yaptığım hataymış gibi bakışlarımı kaçırmam öfkesini körüklüyordu. "Kiraya zam geldi. İki yerde çalışıyordum, üçüncüsü de internet üzerindendi. Aynı dönemde iki işimi kaybettim. Delirmek üzereydim. Hiçbir şeye yetişemiyordum. Üstelik konuşabileceğim kimse de yoktu. Bir an geldi..." Saatlerdir tuttuğum yaşlar özgürlüğüne kavuşurken "Devam etmek istemedim, Serdar," dedim. "Boncukla uğraşmak, üç kuruş para için insanlara yalvarmak, hayatımı robot gibi yaşamak istemedim."

"Ne yaptın?"

"Çocukken babamın bizi götürdüğü sahile gittim. Babam hep ablamlarla yüzerdi, ben kumla oynardım. Öğrenmek istediğimde de artık yanımda değildi. Denize girecek ve kurtulacaktım."

"Sonra ne oldu?"

"Sahilde bir çocuk vardı." Gözlerimin önüne gelen görüntüyle sevgiyle gülümsedim. Erkeklere karşı hissettiğim nefreti durduran ilk kişiydi o çocuk çünkü gözlerinde masumiyet vardı. "Elindeki jileti bileğine bastırmış, öylece denizi izliyordu. Sanki aynı şeyi yapmaya gelmemişiz gibi kendisine zarar vermesinden korktum." Serdarın bakışlarındaki değişikliği fark edip gülümsedim. Kıskanıyor olmasına rağmen konuşmamı bölmeden öylece beklemesi kalbimi sıcacık yapmıştı. "Çocuk diyorum, Serdar. Yirmi bir ya da yirmi iki yaşındaydı."

Bunu duyduğu için rahatladığı her halinden belli olmasına rağmen "Bir şey demedim ki," demesiyle keyifle gülümsedim. Yurtdışındayken aramızda geçen konuşmayı hatırladım.

Yaralı elimin işaret parmağını dudaklarının çevresinde dolaştırırken "Bizim dürüstlüğümüze ne oldu, Serdar bey?" diye sordum. Serdarın aldığı derin nefes, yutkunması, temas eden tenlerimiz sınırlarını zorluyormuş gibi elimi tutup kendisinden uzaklaştırması nefes alışımı hızlandırdı. Onu bu kadar etkilediğimi daha önce fark etmemiştim. "Ben konuşuyordum, o susuyordu. En sonunda sahile gelme nedenimin onunla aynı olduğunu söyleyince konuşmaya başladı. Oyun oynamayı teklif etti."

"Ne oyunu?"

"Ölmek istememizin nedenlerini söyleyecek ve hangimiz hak ediyorsak o intihar edecekti." Jileti çocuğa uzattığım anı hatırlarken "Ben kaybettim," dedim. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, ne o günü ne de çocuğu unutabiliyordum. İsmini bile bilmiyordum ama aklım hep ondaydı. Keşke bir şansım olsaydı da hala hayatta olup olmadığını öğrenebilseydim.

"Çocuğa ne oldu?"

"Bilmiyorum. O gün yapmadı ama hala hayatta mı, emin değilim."

Serdar daha sıkı sarılıp dudaklarını saçlarımın arasına bastırdı. "Umarım bir gün karşılaşırız ve o çocuğa teşekkür edebilirim," dedikten sonra huzurlu bir uyku ihtiyacıyla gözlerini kapattı. "Bir daha böyle bir şeyi aklından bile geçirme, Zehra. Eğer o çocuk olmasaydı ne olacaktı?"

"Çok zordu, Serdar. Her şey çok zordu."

Dudaklarımızı birleştirmeden önce "Bir daha aynı durumu yaşamaman için elimden geleni yapacağım," diyerek bir söz daha verdi. Tereddüt etmeden inandım.

Diğer hikayeleri okuyan varsa jiletli çocuğun kim olduğunu tahmin etmiştir. Zamanında "Karanlığa Saklanan Aşk" ve "Tutkunun Rengi"nde olduğu gibi yeni hikayelerde de ortak bölümler olacak. Şimdiden haber vereyim dedim.

Düşüncelerinizi yorum olarak bırakmayı unutmayın. Emeğe saygı duyup değerlendiren herkese sevgilerle...♥

Continue Reading

You'll Also Like

81.8K 17.6K 65
Süveyda, kalbin üstündeki siyah benek demektir. Kalpteki gizli günah merkezi... Sen, ben, onlar aslında hepimizin kalbinde bir yerlerde bu gizli güna...
689K 64.8K 36
❝Savaşı durduramam ama elime mikrofon alarak insanların sesini duyurabilirim.❞ Savaş kaybolmaktır. Ben bu savaşta kayboldum. Beni babam bile bulamadı...
5M 195K 73
Sevdaya tutulmuş iki yüreğin hikayesi.
38.6K 2.8K 10
Sezen, sıradan bir öğretmendi, ta ki İzmir'den İstanbul'a anneannesinin yanına dönene ve Tepeli Deve ile tanışana kadar. Başlangıç; 17 Eylül 2022