LAL

By hikayelerindeyasar

27.3M 1.3M 1.3M

"Aklım almıyor," diye söylendi kendi kendine, beni aniden kavradığı elimden yeniden kendine çekti ve dudaklar... More

1.BÖLÜM "KUVARS DEMİRHAN"
2.BÖLÜM ''İŞARET DİLİ''
3.BÖLÜM "YEŞEREN UMUTLAR"
4.BÖLÜM "AÇIK ÖĞRETİM"
5.BÖLÜM "ZAMAN"
6.BÖLÜM "AŞK"
7.BÖLÜM "ŞEFKAT"
8.BÖLÜM "TEDAVİ"
9.BÖLÜM "DUDAKLARI DUDAKLARIMDA"
10.BÖLÜM "DELİ"
11.BÖLÜM "İDDİA"
12.BÖLÜM "SADECE SEN."
13.BÖLÜM "YANGIN"
14.BÖLÜM "KAÇAK"
15.BÖLÜM "HASTA"
16.BÖLÜM "UTANÇ"
17.BÖLÜM "BENDEN GİTME"
18.BÖLÜM "ELİZA DEMİRHAN"
19.BÖLÜM "GECE"
20.BÖLÜM "MUTLULUK"
21.BÖLÜM "KAR"
22.BÖLÜM "TUTKU"
23.BÖLÜM "KUZEY IŞIKLARI"
24.BÖLÜM "GİTMEK"
25. BÖLÜM "SEVİLMEK"
26.BÖLÜM "MUCİZE"
27.BÖLÜM "DÖNÜM NOKTASI"
28.BÖLÜM "KAYBETMEK"
29.BÖLÜM "DEĞİŞİM."
30.BÖLÜM "BİRLEŞMEK"
31.BÖLÜM "DAVET"
32.BÖLÜM "ANILAR"
33.BÖLÜM "HAYALKIRIKLIĞI"
34.BÖLÜM "SENİ SEVİYORUM"
35.BÖLÜM "ÖZGÜRLÜK"
36.BÖLÜM "PRAG"
37.BÖLÜM "İLKLER"
38.BÖLÜM "KAZANÇ"
39.BÖLÜM "İNTİKAM"
40.BÖLÜM "BERABERLİK"
41.BÖLÜM "İHALE"
42.BÖLÜM "GİTMELER"
43.BÖLÜM "BENİ BIRAKMA"
44.BÖLÜM "CEMRE ERDEM"
45.BÖLÜM "MÜCADELE"
46.BÖLÜM "BİR KERE DAHA"
47.BÖLÜM "YENİDEN"
48.BÖLÜM "YİĞİT"
49.BÖLÜM "DÜŞMEK"
50. BÖLÜM "KAYBETMEK"
51.BÖLÜM "EVLİLİK"
52.BÖLÜM "HIDIRELLEZ"
53.BÖLÜM "LÂL"
54.BÖLÜM "SINAV"
55.BÖLÜM "KANATLAR"
56.BÖLÜM "AYAĞA KALKMAK"
57.BÖLÜM "İZLER"
58.BÖLÜM "REHA AKAY"
59.BÖLÜM "YENİ BAŞLANGIÇLAR"
60.BÖLÜM "EV"
61.BÖLÜM "YİRMİ DÖRT"
62.BÖLÜM "GERÇEKLER"
63. BÖLÜM "FIRTINA"
64.BÖLÜM "NUR"
65. BÖLÜM "KARŞILAŞMA"
66.BÖLÜM "KUVARS'IN CEMRESİ"
67.BÖLÜM "CEMRE'NİN KUVARS'I"
68.BÖLÜM "HER ŞEYE RAĞMEN"
69.BÖLÜM "AİLE"
70. BÖLÜM "SÖZ"
71.BÖLÜM "GİDENLER VE KALANLAR"
72.BÖLÜM "LAL MÜCADELELER"
73.BÖLÜM "KALP"
74. BÖLÜM "LAL SEVGİLİM"
LAL KİTAP OLDU!
75.BÖLÜM "AİLE OLMAK"
76.BÖLÜM "GERİ DÖNÜŞLER"
78.BÖLÜM "ÇAĞAN VE ÖYKÜ"
79.BÖLÜM "ALP"
VEDA "KUVARS DEMİRHAN"

77.BÖLÜM "TEHLİKE"

122K 9.6K 5.1K
By hikayelerindeyasar

Yarın saat 14.00'da Kocaeli 41 Burda Avm'de imza günümüz olacak, kitabınızın olmasına hiç gerek yok, hepinizi beklerim <3

77.BÖLÜM "TEHLİKE"

Aşk dünyanın en özel duygusu. İnsana yaşadığını hissettiriyor, içini huzurla, güvenle dolduruyor, sevildiğini bilmek yaşam enerjisi veriyor, kelebekleri, kuşları, doğayı fark ediyorsun. Sokak hayvanlarına daha merhametli, tanıdığın tanımadığın insanlara daha anlayışlı olursun.

Aşkın iyileştirici bir gücü vardır. Seni sarar, bütün eski yaşadığın hayal kırıklıklarının üzerinden sevgiyle geçer... Aşk iyileştirir. Buna aşkın olumlu etkisi deriz.

Bazları içinse aşk zehirlidir, elde etmek için yakıp yıkmak isterler, karşılarındaki insanın duyguları önemli değildir. Yiğit bu insanlardan biriydi. Aşkının gerçek olduğuna inanmıyordum, çünkü benim bildiğim Kuvars'ın bana duyduğu aşkla onunki bir değildi.

"Çok özledim seni," dedi Yiğit. Ondan geriye bir adım attım.

"Konuşmaya başlamışsın, dışarıda duydum sesini, inanamadım, öyle heyecanlandım ki..." Gözleri dolarken bana doğru adımladı. Ben aramızdaki mesafenin kapanmasından çekinirken bir adım daha geriye gittim.

"Ne işin var burada?" Sesim titrek ve korkumu belli edecek düzeydeydi. Heyecandan kelimeleri yutmuştum, buna rağmen Yiğit beni anladı.

Gözleri kapandı, duyduklarını özümsemek ister gibi bir süre duraksadı. "İnanamıyorum, konuşuyorsun. Nasıl oldu bu?"

"Gitmen lazım, hemen!"

"Biraz daha konuşur musun? Adımı söylesene mesela."

Korkuyla geri çekildim. "Şu an sağlıklı biri gibi durmuyorsun, korkuyorum, gider misin lütfen?"

Ellerim istemsizce karnımı buldu, korumaların tam gitmek için zamanı bulmuş olmaları, Öykü'nün eve gelmeyecek olması birbirini bulmuştu, buradan seslenerek komşulardan yardım istemenin olanaklarını düşünürken Yiğit bir adım daha geldi.

"Lütfen ama Cemre'm, konuşmayacak mısın benimle? Ben seni çok özledim. Günlerim seni özlemekle geçti, evin etrafı, okulunun etrafı o kadar fazla korumayla çevriliydi ki, dikkat çekmemek için seni göreyim diye saatlerce uyumadan, nöbet değişimlerini bekledim. Sesini duyduğum ilk anı unutamam... Artık ben geldim sevgilim, birbirimizden ayrılmamıza gerek kalmadı."

Elim karnımı daha da çok sardı, korku şimdi içimde iyiden iyiye yuva yapmıştı, kaçamayacağım, yardım isteyemeyeceğim için onun suyuna gitmeyi denedim.

"Yiğit lütfen git. Bunları konuştuk biliyorsun, sen ve ben diye bir şey olamayacağını sana söyledim. Bak ben Kuvars'la evleneceğim, onu seviyorum, onun çocuğuna hamileyim. Seninle ben diye bir şey olamaz, lütfen, rica ediyorum git, eskiden arkadaşım olan Yiğit nasılsa öyle hatırlayayım seni."

Yiğit söylediklerimi duyamıyor gibi sadece tek bir noktaya odaklanmış şekilde, başını karnıma çevirdi. Gözleri iri iriydi. "Doğru," dedi. "Hamilesin." Sesinde acı dolu bir ton hâkimdi. "Olsun," dedi. "Söz veriyorum, kendi çocuğum gibi sahipleneceğim onu, asla eksik gedik bırakmayacağım, bütün hayatı boyunca yanında olacağım. Hep izledim seni, başarılarını gördüm, ne çabuk o adamın seni canına kıymak istediğin gün terk ettiğini unuttun? Ne çabuk seni yine terk edecekken havaalanından sırf karnındaki çocuk yüzünden döndüğünü unuttun? Kuvars seni sevmiyor, hiçbir zaman da sevmeyecek."

Boğazıma düğümlenen yumruyu bastıramadım, Yiğit'in sözleri bıçak gibi ciğerime yaslanırken unutamaya çalıştığım örselediğim gerçeği gözlerimin önüne serdi. Evet unutmuştum, Kuvars havaalanından bebeğimin varlığını öğrenince dönmüştü, öncesinde hep gitmekten söz eden oydu.

"Gitmelisin," dedim yutkunmalarımın arasında.

"Gidemem ki," dedi Yiğit. "Senelerdir gidebildim mi ki senden, dönüp hayatıma bakabilirdim, Haldun Bey ölmüştü, görevim bitmişti ama bakamadım. Senden gitmek mümkün değildi ki, gözlerini benim gözlerimden görebilsen keşke. Ben seni gerçekten sevdim Cemre, etimle kemiğimle, benliğimden nefret edecek kadar sevdim. Evde yaşayan, o sessiz, kimsenin canını yakmamak için kendi canını hiçe sayan, herkesin hor gördüğü ama inatla ders çalışan, umutları olan, iyileşmek isteyen o kızı ben gördüm. O adam neyini gördü ki, bacaklarını mı gördü, dudaklarını mı gördü, sen benim için bundan ibaret hiçbir zaman olmadın. Ben seni sevdim, her şeyinle sevdim. Param yoktu belki ama herkesten fazla sevgim vardı. Haldun Bey evin içine dahil olmamı istediğinde, öylesine bir iş diye bakmıştım-"

"Hiçbir zaman güvenlik görevlisi olmadın değil mi? Haldun Bey evin içinde olanları gözlemlemen için seni göndermişti?" Hayalkırıklığıyla ona baktım. "Belki Merve'yle de bu yüzden oldun."

Yiğit duraksadı. Öfkeli bir ifade gözlerinden geçti ama hızla kayboldu.

"Başta öyleydi, sadece görevdi, sonra bana tatlı yaptın, benim için. Beraber hastaneye gittik, evden kovuldun bana geldin, yangının arasında kaldın hastaneden çıkınca bana geldin... Gece uyuyunca gözlerin gelmeye başladı aklıma, tek kelime etmeyen bir kızın sessizliğini sevmek ne demek biliyor musun? Ben seni sevdim. Senin o adam için gözlerimin önünde ağlamana bile ses çıkarmadım, ben seni sevdim."

Yiğit'in gözlerinden dökülen yaşları izledim ağır ağır. Tek kelime bile edemedim, düşüncelerinin ne kadar hastalık boyutunda olduğunu, beni sevmek uğruna harcadığı insanları söylemedim. Duygularını incittiği Merve'yi tekrar hatırlatmadım.

"Ama ben seni sevdikçe, sen benden uzaklaştın, benden gittin, o adamı sevdin. O adam sana ne yaptı ki, seni üzmekten başka ne yaptı ki? Sen intihar eşiğine geldin anlamadı bile. İnsan sevdiğinin gözünden anlar iyi olup olmadığını. Dur dedim Yiğit, düğünleri olsun, sen yoluna devam et, onlar mutlu olsunlar, Cemre'n mutlu olsun yeter ki. Ne oldu, ha ne oldu, sen o gün ölmek istedin, o adam ne yaptı çekip gitti. Ulan en çok yanında kalması gereken zamanda gitti, sen hâlâ onu sevdin."

Gözyaşlarım ardı ardına, içimdeki üzerine toprak örttüğüm hayal kırıklarını ortaya çıkardı.

"Ulan, döndü hiçbir şey olmamış gibi, sen düzenini kurmuşken yine alt üst etti seni."

"Haddini aşma!"

"Doğru değil mi? Seninle beraber olup gitmek istemedi mi? Ulan hamile kaldığını öğrenmeseydin ne olacaktı, duracak mıydı sanıyorsun? O kadar gitme dedin, gecenin köründe evinin yolunda buldun kendini? Ben hırsız gibi saçlarına dokunabilmek adına, gecenin bir vakti evine girerken o elindeki sevginin kıymetini bildi mi bilmedi."

"Evime giren sen miydin? O gece?"

"Bendim," dedi Yiğit omuz silkerek. "Seni çok özlemiştim."

Korkuyla bir adım geriledim. "Sen sağlıklı düşünemiyorsun."

"Ben her şeyi sağlıklı bir şekilde düşünüyorum ama asıl sağlıklı karar alamayan sensin, seni sevmediğini bildiğin adamla evlenecek misin, bir kere daha mı aynı hatayı yapacaksın? Bunu yapmana, seni hak etmeyen bir adamla olmana izin vermeyeceğim artık. Yanındayım."

"Kuvars'la aramızda problemler vardı, bunların olmadığını söylemiyorum ama onun beni sevdiğini biliyorum, ben de onu seviyorum. Seni sevmiyorum, yanımda olmana ihtiyacım yok, korkutucu bir şekilde davranıyorsun, ne demek evime girmek? Hemde ikinci kez yapıyorsun bunu?"

"Üçüncü," dedi Yiğit gülümseyerek. Gülümsemesi giderek arttı. Otuz iki dişini de gösterirken korkuyla bir adım daha geriledim.

"Git artık!" dedim neredeyse bağırarak. "Evimde görmek istemiyorum seni, hayır hayırdır, neden hayırdan anlamıyorsun? Ha neden anlamıyorsun, def ol git evimden!"

Ben bile çınlayan sesime karşı şaşırırken, Yiğit gülümsemesini hiç bozmadan ilerledi. "Sen sağlıklı kararlar alamıyorsun, sana iyi gelen benim. Seni seviyorum." Yiğit'in öfkeli sesi salonda yankılandı. "Her şey sıradan bir görevdi önce, rahmetli Haldun Bey'e evde olup biteni haber veriyordum, bu kadardı. Daha sonra sen girdin hayatıma, sıradan bir çalışandın, konuşamıyordun bile, normal zamanda dikkatimi bile çekmezdin, ama sonra bütün şefkatinle sardın beni, bana tatlılar yaptın, benimle sohbetler ettin. O zaman yalnızlığımın ne kadar katlanılması güç ve acı olduğunu anladım. Sonra içimi senin varlığınla ısıtmaya ve boşluklarımı seninle doldurmaya başladım. Kartal'daki evime ilk geldiğinde içimdeki mutluluğu tarif edemem sana. Öyle ki, sırf sana yakın olmak için senin en yakın arkadaşınla bile oldum. Ama sen beni hiç görmedin sevgilim," dedi Yiğit iç çekercesine. "Ne varsa yoksa, Kuvars oldu senin için. Hâlâ da öyle ama söz veriyorum unutturacağım sana onu."

Korku ellerimi ayaklarımı güçten düşürürken "Yiğit," dedim sessizce. "Yapma, ben hamileyim, Kuvars'ı seviyorum, onun çocuğunu doğuracağım. Git buradan. Seni istemiyorum! Senin tedavi görmen gerekiyor! Bu aşk değil, aşk insanı iyileştiren bir duygu, böyle zehirleyen değil."

Uzaklaşmak üzere koşmaya hazırlandım ama Yiğit'in ses tonu iyice değişti. "Hayır dedim sana! Hayır! Sana zarar vermek istemiyorum ama hayır." Belindeki silahını daha yeni fark ederken olduğum yerde kalakaldım. Yapacak hiçbir şeyim yoktu, bağırmak, avaz avaz haykırmak, imdat istemek istedim ama tek yapabildiğim karnımın üzerine kapanan elimdi.

Soğukkanlı olmam gerekiyordu ama korku öyle yoğundu ki düşünemiyordum bile. Merih sanki stresimi hissetmiş gibi güç vermek ister gibi karnımda kıpırdarken, gözlerim dolu dolu ellerimi karnıma sardım. Yiğit her an beni yakalamaya hazır duruyordu ve gerçekten korkuyordum.

Sakin olmaya çalıştım, derin bir nefes aldım. Aylar önce, sanki bir başka hayatta, bunun çok daha kötülerini yaşamıştım. O gün, korkudan ellerim titrerken, sonrasında ayağa bile kalkamazken, Kuvars beni yine bu mutfağa getirmişti. Ellerimi sımsıkı tutmuş, benim her ne olursa olsun, o olmadığında bile bir daha bu duruma düşmemem için önlem almıştı. Biri telefonumdaydı, KADES uygulamasını indirmiştim. Bu uygulamayı telefonumuza yükledikten sonra, tek tuşla polise haber verebiliyorduk, direkt Emniyet Müdürlüğü tarafından çıkarılmış bir uygulamaydı. Bir diğeri ise, küçük bir alarm sistemiydi, evin belli yerlerinde mevcuttu. Bu ev yapılırken mutfağa, yatak odasına, hatta banyoya bile yerleştirilmişti. Küçücüktü, yerini bilmeyen birinin görmesi imkânsızdı ama oradaydı işte. Tezgahın biraz altında, oraya ulaşıp düğmeye dokunmalı ve polise haber vermeliydim.

"Sana zarar vermek istemiyorum ama yemin ederim yaparım bunu, sen onunla olunca da ölüyorsun zaten, hiçbir şey değişmez. Önce sana sıkar, sonra kendime sıkarım, beni buna mecbur bırakma."

Elindeki silah şimdi beni açık hedef hâline getirmişti.

"Konuşabiliriz, buna gerek yok." Titrerken cümlelerimi toparlayamıyordum. "Sen benim arkadaşım olan Yiğit'sin, bana bunu yapmazsın, sen beni sevdiğinden bahsediyorsun, nasıl sevdiğine bunu yapabilirsin?"

Tekrar uzaklaşmak için hareket etmek istedim.

"Hayır," dedi Yiğit öfkeyle öne atılıp aramızdaki mesafeyi kapatırken. "Seni bıraktım, mutlu ol istedim ama sen daha da üzülmene sebep olacak kararlar aldın, o adam sana layık değil, bunu görmedin bile. Ben seni çok mutlu edeceğim, çocuğunu kendi çocuğum gibi sahipleneceğim söz veriyorum.Benimle beraber geleceksin," dedi bileğimi tutup beni sürüklemek isterken. Bileğimi sıkıca tuttuğu için canım yanarken diğer elim hâlâ karnımdaydı. "Kuvars'ın varlığını tamamen yok edeceğim senden, sen ve ben sonsuza dek mutlu olacağız."

Göz kirpiklerim acıyla gözlerimin üzerine kapandı.Beni sıkıca kendisine hapsettiği için, umutsuzca tezgaha bakarken, sakin olmaya çalıştım, o düğmeye dokunmam gerekiyordu.

"Sen ve ben, sonsuza dek mutlu olacağız," diye yineledi. "Kuvars olmayacak artık."

Gözyaşlarım ardı ardına süzülürken yaşadığım hayattan, uğradığım şiddetten nefret ettim, her defasında neden bunlarla mücadele etmek zorunda kalıyordum? Yeterince bedel ödememiş miydim, çocuğumla mutlu olmak benim hakkım değil miydi?

"Gelmeyeceğim," dedim titrerken. "Gerekirse vur beni, kurtulurum ama seninle gelip senin gibi hastalıklı biriyle sevdiğim adamın çocuğunu asla büyütmem."

Yiğit'in eli bana vurmak üzere havaya kalktı. Gözlerim kapanırken gelecek darbeyi bekledim ancak durdu, gözleri öfkeden simsiyahtı artık. "Bana yaptırdığına bak, sana vuracaktım az kalsın," dedi. "Ben seni en ufak darbeden bile sakınırken beni getirdiğin hâle bak! Bunu mu istiyorsun ha, seni sevmeyen bir adamla sırf çocuğun var diye sonsuz mutsuzluğa mı hapsolmak istiyorsun? Ben seni koruyacağım, seni mutlu edeceğim, seni de bebeğimizi de, söz veriyorum. Benimle gel."

Yiğit bileğimi sıkıca tutup beni mutfak kapısına sürüklemeye başladı, ona izin vermek istemezken, tüm gücümle bir anlık boşluğundan yararlanıp vurdum ona. Bileğimi içe doğru büküp ona vurduğum için, kıskacından kurtulurken, hızla koştum, tezgahın altındaki düğmeye basarken, alarmın çalıştığından emin bile olamadım. Kaçmak için koştum ama Yiğit beni yeniden sıkıca tuttu. "Bırak beni!"

"Rahat dur! Şimdi gideceğiz!"

Gidemezdik, gidersek alarm çalışmasına rağmen polisler gelemezdi. Gözlerim yaşardı, kurtulma iç güdüm o kadar yüksekti ki, ellerinde çırpındım, yeniden ona vurmaya çalıştım. "Sen bir ruh hastasısın!"

Ona direnmek istedim ancak silahı tam karnıma yaslayınca bu sefer sadece durabildim. "Daha fazla hareket edersen ne olacağını biliyorsun, şimdi sus ve beni takip et."

Yaşadığım çaresizlik duygusunu anlatacak kelimeleri bir araya getiremiyordum. Dışarı çıkarırken beni, korkudan titriyordum.

Hava tenime değerken, mevsim bahar olmasına rağmen üşüdüğümü hissettim. Belki de birkaç dakika sonra ben ve oğlum ölecektik, bu zamasızlık ve içimdeki çaresizlik öylesine büyüktü ki, beynim hızla çalışıyor bir kurtuluş yolu arıyordu. Gidemezdik.

Yiğit beni sürüklercesine ilerletti. "Arabam hemen caddenin başında, çok güzel bir ev tuttum, oraya gideceğiz, çok seveceksin. Bir sürü çiçek aldım, sen seversin diye, oğlumuz Yavuz içinse şimdiden odasını hazır ettim."

"Sen ruh hastasısın," dedim yeniden tükürürcesine, iğreniyordum ondan. "Yavuz değil Merih olacak onun adı, babası da Kuvars, senin oğlun değil asla da olmayacak. O evi de al bir taraflarına sok geri zekalı, seninle asla yaşamayacağım."

Yiğit bileğime iyice asıldı. "Çok mutlu olacağız," dedi ezbere konuşur gibi. "Eve gidince sen de anlayacaksın, o adamın sana ne kadar zarar verdiğini fark edeceksin."

Bahçeyi ilerlerken, karnımdaki silah nedeniyle bağıramadım. "Ağzını açtığın an bende tetiği çekerim."

Kirpiklerimin altından içimdeki tüm nefretle ona baktım. "Senden nefret ediyorum biliyor musun? Bırak sevgiyi, sana en büyük duyguyu besliyorum, nefretimi. Hayatım sen ve senin gibilerle çevriliydi, şiddetten beslenen, böbürlenen, takıntılı manyak ve hep başkalarının hayatlarına burnunu sokanlarla. Sen hepsinin bir bedende vücut bulmuş hâlisin, başarısız ve zorbasın. Hayatta hiçbir vasfın yok, seni bir insanın sevmesi için hiçbir neden yok."

Yiğit'in gözlerine ölüm soğukluğu çökerken, silahının tetiğine davrandığını fark ettim, gözlerimi kapadım. Özür dilerim oğlum, seni koruyamadım...

"Cemre Hanım?"

Gözyaşlarıyla örtülü gözlerimi açarken "Erken döndüm ben, sizi tek bırakmak içime sinmedi, beyefendi arkadaşınız mı?"

Niyazi Bey bize doğru gelirken, silahı henüz görmediği, Yiğit'le benim yakınlığıma şaşırdığı yüzünden açıkça belliydi. Ağzımı açıp tek kelime söylemem hâlinde bana doğrultulan silahın tetiğinin çekileceğini bildiğim için susarken içimden sadece dua edebildim.

"Cemre Hanım siz iyi misiniz?"

Niyazi Bey aramızdaki mesafeyi kapatırken Yiğit ona seslendi. "Yaklaşma, işinin başına dön."

"Sizin adınıza çalışmıyorum, bana ne yapıp ne yapmayacağımı söyleyemezsiniz. Cemre Hanım?"

Niyazi Bey yaklaşmaya devam ederken bir anda adımları duraksadı. "Silah mı o?" Fark etmesiyle gözyaşlarım daha da artarken ondan beklemediğim bir çeviklikle beline uzanıp silahını çıkartıp emniyetini kaldırırken hızla Yiğit'e doğrulttu.

"Çabuk Cemre Hanım'ı bırak!"

Yiğit küfretti. "Bir bu eksikti." Beni hızla doğrultup kendine siper alırken sertçe karnımı tuttu. Canım yanarken, onun dokunuşundan kurtulmaya çalıştım ama izin vermedi.

"Silahını indirip gitmek için üç saniyen var."

"Nişancılığım iyidir sen merak etme," dedi Niyazi Bey. "Ve ben sana Cemre Hanım'ı hemen bırakman için üç saniye bile vermeyeceğim, ya şimdi bırakırsın ya da seni vururum."

"Cemre benimle gelecek, sana yazık olmasını istemem. Meslektaş sayılırız." Yiğit'in dudaklarında soğuk bir gülümseme belirdi.

"Cemre Hanım lütfen korkmayın."

Niyazi Bey Yiğit'i hedef alırken, Yiğit beni iyice kendine bastırdı, karnımı tuttuğu için canım yanarken acıdan gözlerim açılmıyordu.

"N-Niyazi Bey-"

"Buyrun Cemre Hanım."

"Lütfen kendinize zarar gelmesine izin vermeyin."

Niyazi Bey bu durumda bile onu düşünmeme şaşırır gibi bana bakarken "Siz hiç merak etmeyin," dedi. "Metanetinizi koruyun."

Yiğit iyice karnıma bastırırken acıdan ve oğlumu koruyamamaktan kendimi çok kötü hissettim.

"Niyazi Bey," dedim titreyerek. "Eğer bana bir şey olursa Kuvars'a kötü hissetmesini istemediğimi söyler misiniz?"

Niyazi Bey sertçe yutkundu.

"Cemre Hanım ben gelmeden önce Kuvars Bey'le konuştum, kendisi buraya geliyor bugün. Siz karşılayacaksınız onu, bu olayı atlatır atlatmaz. Lütfen sakin kalın."

"Kesin şu konuşmayı," dedi Yiğit bağırarak. "Ya gidersin ya da burada ölmek umurumda bile olmaz ama kendimle beraber Cemre'yi de götürürüm."

Niyazi Bey nişan aldı, gözlerimi sıkı sıkıya kaparken yapabileceğim son hamleyi yapmak adına, dirseğimi Yiğit'in yüzüne geçirmeye çalıştım.

Her şey bir anda oldu, eski bir asker olan Yiğit ikinci kez aynı hareketi uygulamama izin vermedi. Hareketimi engellemek adına bileğimi bükerken, Niyazi Bey de fırsat bularak, silahını ateşledi, onu bir diğer silah sesi takip ederken gözlerim karardı, bacak aramdaki ıslaklığı hissedebildim sadece, dizlerimin üzerine öylece düşerken sağ bileğim tamamen yanımdaki tümseğe gömüldü.

Gözlerimi yeniden açabildiğimde, karanlık öyle yoğundu ki, sadece başımı kaldırabildim, boşluğa değen gözlerim acıdan kururken hemen karşımda göğsünden vurulmuş Niyazi Bey'i gördüm.

Bir çığlık dudaklarımdan dökülürken diğer tarafta omzunu tutmakta olan Yiğit başını kaldırarak bana baktı.

"Ondan kurtuldum."

Gözyaşlarım ardı ardına yüzüme hücum ederken, hıçkırıklarımdan konuşamadım, bacak aramdaki ıslaklık artık elbiselerime geçecek kadar çoktu ama kendimi durduramadım.

"O-onu öldürdün mü?"

"Seninle ne yapacağız Cemre." Yiğit acıyla yüzünü buruşturdu, senin yüzünden vuruldum.

Başımı ellerimin arasına alırken hıçkırıklarımdan konuşamayacak durumdaydım, Niyazi Beye doğru ilerlemek için olduğum yerde bedenimi sürüklemeye çalışırken Yiğit hızla ayağa kalktı ve toparlandı.

Aynı anda polis arabalarının siren sesini duydum. Buraya geliyorlardı, işe yaramıştı, düğme çalışmıştı. Ama hemen karşımda Niyazi Bey yerde yatarken, umut beni terk etmişti.

"Buraya gel."

Hıçkırıklarımın arasında Yiğit'e yalvardım. "Yiğit lütfen, lütfen, lütfen ambulansı ara. Belki ölmemiştir, lütfen."

"Kalk ayağa." Yiğit düşerken çatlattığım bileğimi tutup sertçe ayağa kaldırdı beni. "Yürü artık gidiyoruz."

"Sen ne yaptığının farkında mısın? Lütfen ambulansı ara, lütfen, bak hâlâ hiçbir şey için geç değil, lütfen."

Polis sirenlerinin sesi daha da arttı. Yaklaşmışlardı, bu Yiğit'i daha da hırçınlaştırdı. Acilen gitmek istiyordu. Yiğit vurulduğu omzuna rağmen beni çekiştirmeye başladı, hıçkırıklarımdan konuşamazken, elim karnıma gitti. Yaşlar sanki gözümden değil, ruhumdan süzülüyorlardı.

Tüm öfkeme, korkuma, Niyazi Bey için duyduğum endişeye rağmen sakinliğimi korumaya çalıştım. Daha önce yaşamıştım bunu. Beni bıçaklayıp ailemin mezarının yanına attıkları gün hayatımın bittiğini düşünmüştüm. O gün bir söz vermiştim kendime. Her ne olursa olsun yaşamanın değerini bilecek ve bana hayatı reva görmeyen herkese karşı dimdik duracaktım. Zordu şu an ellerim titriyor, kendimden çok karnımdaki bebeğim için korkuyordum ama kurtulmak istiyorsam sakin kalmalıydım.

"BURADAYIZ!" Diye bağırdım. Tüm gücümle, tüm sesimle. O kadar zordu ki bağırmak, sesim hâlâ bunun için yetersizdi. Yine de bağırdım. Tüm gücümle, yıllardır içimde tuttuğum çığlığı dudaklarımdan özgür bıraktım. "YARDIM EDİN! BURADAYIZ! CADDENİN BAŞINDAYIZ!"

Polislere sesimin ulaşmasını umut ederken, Yiğit beni sımsıkı tuttu ve vurulmadığı tarafıyla beni kendine çekip sımsıkı tuttu. Eliyle dudaklarımı kaparken, sesim onun avuçlarının içinde hapsoldu.

Bu o kadar zoruma gitti ki, yıllarca içimde ket vurduğum tüm duygular önüme çıktı sanki. Kimse artık benim sesimi kesemezdi. Onun avucunu ısırıp kurtulmaya çalışırken, beni yeniden tuttu ama sesimi bastıramadı bu sefer.

"CADDENİN BAŞINDAYIZ! YARDIM EDİN!"

Beni sürükledi. Yapamadım başaramadım. Gelmediler, yetişemediler, arabaya geçerken, silahını bana doğrulttu. Şimdi gözleri salt nefretle bakıyordu. "Gidiyoruz," dedi. "Başaramadın." Sesi nefretle doluydu, gözleri duyduğu öfkeyi haykırıyordu.

Onun kesinlikle psikolojisinin iyi olmadığına emin oldum. Tamamen çıldırmış, kafayı yemişti. Yiğit kendinin en büyük düşmanıydı.

"Yiğit!" dedim beni arabanın içerisine neredeyse savururcasına atarken.

"Ne var lan ne ne ne!" Sürücü koltuğuna geçip silahını bana doğrulturken, benim için her şey bitmişti, umut yoktu. Yetişemeyeceklerdi...

"Neden bu kadar kötüsün? Neden bu kadar kötüsünüz? Sadece sen değil, kendi hayatını yaşamak isteyen bir kadından nedir bu öfkeniz? Nedir bu nefretiniz? Bana neden bunu yaşatıyorsunuz? Sadece ben de değil, neden sizin gibi binlercesi var? Nasıl bu kadar içiniz kötü olabilir? Reddedilmek nasıl bu kadar sizi korkunç kılabilir?" Hıçkırıklarımın arasında onun kahverengi gözlerine baktım. "Ne istedin Niyazi Bey'den mesela? Onun ne suçu vardı? Senin isteklerin olsun diye biri ölmek zorunda mı?"

Yiğit duraksadı. Eli omzuna giderken ağzının içinde küfretti. "Ben böyle olsun istemedim, seni alıp gidecektim, o adam zorluk çıkardı."

"Neden beni rahat bırakmıyorsun Yiğit? Neden? İstenmediğini anlamak bu kadar zor mu senin için?" Ağladım. "Sevmiyorum seni, seninle geleceğime ölürüm daha iyi!"

"Çünkü sen beni karım olmalısın! O şerefsizin değil! Benim çocuğumu doğurmalısın o piçi değil!"

Ona doğru sinirle bağırdım. "Neden?"

"Ne neden?"

"Neden senin gibi bir zavallının karısı olayım ki, kim seninle olur ki? Aşağılığın, beceriksizin, beyinsizin, takıntılı psikopatın tekisin."

Sesim biraz daha gürleşti.

"Sen o kadar yetersizlik kompleksine sahipsin ki, sana evini açıp iş veren adamı kıskanıyorsun, asıl sorun ben değilim değil mi? Asıl sorun hep Kuvars'la ilgiliydi. Sen eziksin ve asla onun gibi biri olamayacaksın." Gülümsedim. "Sen bir böceksin Yiğit, bir parazitsin, insanlara yapışan onların kanlarını emen bir böceksin ve kendini inandığın bu yalandan uyan artık. Sen bir bok değilsin, kimse seni sevmez, kimse sana saygı duymaz."

"Kes sesini!" diye bağırdı. "Şurada öldürürüm seni! Kes! Bana saygı duyacaksın, ben seni nasıl seviyorsam sen de beni seveceksin!"

"Ne var biliyor musun bıktık sizlerden! Bıktık! Sevgi sence bu kadar zararlı olabilir mi? Sevgi seni özgürlüklerinden dışlar mı? Sevgi seni kendine ait kılmak için şiddet uygular, döver mi? Siz sevgi ve takıntıyı karıştırıyor, sonra, şiddet uyguluyorsunuz, öldürüyorsunuz. Cevap ne sonra, "Sevdim, kıskandım, başkasına gitmesin diye." Siz aşağılık, korkunç, zavallı yaratıklarsınız. Sevgi bu değil ve sevgiyi bu şekilde kirletemezsiniz."

"Sesini kesmezsen seni öldüreceğim. Belki de bunu yapmalıyım, sonra kendi kafama sıkarım, bizim mutlu sonumuz gerçek olur."

"Öldür beni!" Bağırdım. "Seninle gelmektense, ölürüm daha iyi!"

Yiğit silahını bana doğrulttu, tam kalbimi nişan alırken gülümsedim. Yaşanacak onca anı, geçirilecek tonla vakit şimdi hepsi yok olmak üzereydi ve bunu beni sevdiğini iddia eden biri yapacaktı.

Bir sayı olacaktım, en zoru da buydu. Gözlerim dolarken acıyla kıvrıldı dudaklarım.Oğlumu kurtarmalı, buradan sağ çıkmalıydım ama her an daha da imkansızlaşıyordu bu.

"Neye üzülüyorum biliyor musun," dedim bir elim karnımın hemen üzerinde. Bir yaş aktı gitti gözlerimden. "Ben bunu hak etmiyorum, biz bunu hak etmiyoruz, sizin hastalıklı yetiştirilişinizin, hastalıklı düşüncelerinizin sorumlusu biz olmamalıyız. Bizim hayatlarımız olmamalı."

Yiğit emniyeti kaldırdı, öfkeyle silaha doğruldu ve gözlerimi kapadım. "Sen çok fazla oldun! Keseceğim o sesini!" Nefreti şimdi gün yüzündeydi. Bana duyduğu sevgi değil, takıntıydı, istediği olmayınca nefrete dönmesi de zor olmamıştı.

Gözlerimi kapadım, onun bana yönelttiği silahın altında tir tir titriyordum. Her şey buraya kadar mıydı? Daha onu büyütecektim, daha evlenecektim, daha okulu bitirecektim, daha doktor olacaktım...

Yiğit silahı çevirmedi. Zaman kazanmak istemiştim onun üstüne giderken ama olmamıştı, bulamamışlardı.

Karnıma sardığım ellerimden güç aldım. Gözyaşlarım ardı ardına akıyordu şimdi. "Hoşça kal bebeğim. Hoşça kal canım Merih'im."

Silah patladı. Öyle huzursuz bir sesti ki irkilmeden edemedim, kapattığım gözlerimin ardından acıyı hissetmeye çalıştım. Bekledim, içimden saydım ama hissemedim. Beynim ve gözlerim uyuşmuş gibiydi. Ağır ağır göz kapaklarımı açarken, akan gözyaşlarımdan dolayı gözlerim bulanık görüyordu.

Kurşun sesinden miydi bilmiyordum, kulaklarım duymuyordu, ellerim kalbime giderken hiçbir kurşun izine rastlamadım. Hâlâ hiçbir şeyi odağıma alamazken, yeniden kapadım gözlerimi ve yeniden açtım.

Ellerimle gözlerimi silerken, birinin sesi belli belirsiz kulağıma geldi. Anlayamadım, sonra tekrar etti. "Geçti," dedi birisi.

Geçti mi?

Yiğit değildi bu?

Gözlerim net görene kadar yeniden açtım, Yiğit hemen yanımda, sürücü koltuğunun oradaydı. Başından içeri giren kurşun nedeniyle, başı direksiyona yapışmıştı. Çok kan yoktu, damla damla kanlar etrafa saçılmıştı. Direksiyon, camlar ve benim üstüm...

Yiğit'in kanı vardı üzerimde.

Başımı kaldırdım yeniden, şaşkınlık şimdi içimde başını kaldırıyordu. Nasıl oldu diyordu...

Biri olduğum kısmın kapısını açtı. "Sizin sayenizde," dedi. "Alarm polis merkezine ulaşınca, hemen yola koyulduk ama gelince, göremedik bile sizi, sesinizi duymasaydık çok geç olurdu. Sesinize geldik."

Dolu gözlerimle karşımdaki kadın polis memuruna bakarken öylece kalakaldım. "Bitti," dedi. "Saldırgan etkisiz hâle getirildi. Kurtuldunuz. Hemen ambulans çağırdık."

"N-Niyazi Bey," dedim titreyerek. "Onu vurdu, göğsünden..." Konuşamıyordum bile, cümlelerim birbirine karışıyordu.

"Ambulans yolda. Kurtuldunuz..."

Gözyaşlarım mutluluktan akarken bu sefer, elim karnıma gitti ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. "Biliyor musunuz," dedim ağlarken. "Bu ilk kurtuluşum değil, daha önce hep kurtarıldım. Bu sefer ben size ulaşmayı başardım."

Ağlarken, peçete uzatıldı. Elim karnımda öylece durdum. "Artık değil," dedim. "O mezarlıktaki kız değilim, artık mücadele ediyorum."

Ambulans geldi, onu belli belirsiz duyarken, polis memuru belimden destek oldu, ambulans görevlileri sedyeyi çıkarırken yeniden kadına döndüm. "Biliyor musunuz?" dedim. "Sesim yoktu benim, şimdiyse herkesten gür."

Ambulansa bildirirken, beni öldürmek isterken, kendi sonunu yazan Yiğit'e baktım. Umarım sen son olmazsın Yiğit, onu istemeyen herkese bu zorbalığı yapanlar da seninle aynı sonu paylaşır. Umarım, şiddet son bulur artık. Umarım, şiddetle hareket eden herkes bin beterini yaşar. Sesimizi kesmeye çalışan herkes, sesimizin gücünden sağır olur.

***

Adrenalinin etkisi bedenimden çekildiğinde, gözlerim kapandı, en son hatırladığım üşüdüğümdü, bir sedyede sürüklendiğimi, hastanede olduğumu hatırlıyordum. Öyle kısa sürmüştü ki, sanki bir asır gibi gelmişti bana. Şimdi o adrenalin bedenimden çekilince, yerde sürüklenmenin ve yaşadıklarımın etkisiyle gözlerim kapalı gibiydi, görüyordum ama algılayamıyordum. Bacak aramın ıslandığını hatırlıyordum, son hatırladığım buydu.

Üşüyordum. Sanki kışın çırılçıplak karların üzerine atılmış gibi titriyordum. Üzerimin sarılmasını rica etmek isterken, unutmak için canımı vereceğim dehşetin anları gelip zihnime oturdu. Bacaklarımın arasından süzülen kanın kurumuş olduğunu hissederken acı öyle baskındı ki, göğüs kafesime saplanıp nefesimi ele geçiriyordu. Acı soluyordum.

Başıma saplanan ağrıya göz kapaklarım eşlik ediyordu. Gözyaşlarım gözlerimden akıp dudaklarımı ıslatırken hıçkırıklarım boğazımdan koptu. Başımdaki sağlık görevlilerinin bağrışmalarını duyabildim yalnızca.

"CEMRE!"

Bir an sonra, Kuvars'ın endişe ve korkuyla kaplı sesini duydum. Gözyaşları içerisinde sese dönmek istedim ama sedyem çok hızlıydı, hiçbir şey yapamadım. Yalnızca onun beni duymasını ve bir şeyler yapmasını diledim.

Bebeğim için konuşmak zorunda olduğumu biliyordum ama kelimeler çıkmıyprdı bir türlü, zorladım kendim son gücümü kullandım. "Bebeğim..." Hıçkırdım, acı nefesimdi artık. "Bebeğime bir şey olmasın, kanamam var."

Gözlerimi daha fazla açık tutamazken, yeniden kendime geldiğimde acil servisteydim. Kuvars'ın sesini duyuyordum, onu çıkarmaya çalışan görevlilerle kavga ediyordu. Gözlerimin açıldığını görünce, hızla bana doğru ulaştı, elleri ellerime dokundu.

Üşüme hissimin geçtiğini hissederken, ben konuşamayacak kadar kötü hissediyordum, sadece gözyaşlarım akıyordu, bilincim kapanırken Kuvars endişeyle bağırdı.

"Lütfen sana bir şey olmasına izin verme, lütfen Cemre..." Kuvars'ın titrek sesi kulaklarıma zor ulaşırken gözlerimi kapamamak adına son çabamı harcadım. "Lütfen size bir şey olmasına izin verme. Sizi kaybedemem. Lütfen..."

Elimi ıslatan gözyaşlarını hissettim, biri Kuvars'ın elimdeki elini hızlıca çekerken "Lütfen beyefendi," diye onu uyardı. "Derhal çıkmanız lazım."

Ardından bir başkasının sesini daha duydum. "Kanama çok fazla, bebeği kaybedeceğiz."

Kuvars'tan beni uzaklaştırırlarken bana sesi ulaşsın diye bağırdı. "Lütfen Cemre, sadece iyi ol, lütfen..."

Yeniden gözlerim kapanırken bilincim tamamen gitti.

"Baba yardım et! Annem yine banyo yaptıracak bana! Baba!"

Benden geriye doğru kaçan yeşil gözlü, en fazla beş yaşlarındaki oğlan çocuğuna baktım. Ayaklarım ona yetişmek üzere harekete geçerken kendi dudaklarımın arasından kaçan kıkırtıya anlam veremedim, içim kıpır kıpırdı. Bacaklarımın arasında toparladığım eteğim, çıplak ayaklarım ve temiz hava...

"Babaa! Kime diyorum, baba!"

Bir siluet aniden içinde bulunduğum sahneye nüfuz ederken üzerinde sadece siyah bir şort olan Kuvars Demirhan'ı gördüm. Kuvars bu çocuğu kucaklayıp omzuna atarken poposuna vurdu. "Sen yine annenden mi kaçıyorsun?" Kaşları çatılmıştı.

"Baba," diye şikâyet etti çocuk beni Kuvars'a. "Her gün her gün duş mu alırmış insan?"

"Kuvars," diye kızdım ben bile kendime şaşarken. "Hep sen öğretiyorsun bu çocuğa bunları!"

"Oğlum sanırım beraber kaçmak en iyisi, yoksa annen bizi yakalayınca fena yapacak!"

Kuvars hızlı adımlarla oğlumun gülüşleri arasında benden uzaklaştı

"Sizi yakalayınca çok fena yapacağım! Yemin ederim!" Ben onlara bağıra bağıra koşmaya çabalarken ayaklarım geri geri gitti.

"Kuvars! Merih!"

Ayaklarım geri geri gitmeye devam ederken, onları görmemeye başladım. Giderek görüş mesafemden çıkarlarken tekrar bağırdım.

"Kuvars! Merih!"

İkisi de yoktu.

"Neredesiniz?"

Hiçbir ses gelmedi. İkisi de yoktu.

Sıçrayarak gözlerimi araladım. Daha önce gördüğüm bu rüyanın şimdi devamını görmek beni dehşete düşürürken, ellerim karnıma değdi. Hemen yanımda Kuvars duruyordu, yeşil gözleri boşluğa takılmış, onu son görmemden bu yana sakalları uzamıştı.

Uyandığımı fark etmezken, dudaklarımı açıp konuşamadım. Kelimelerimi yeniden kaybetmişim gibi, ne yapacağımı bilemezken öylece çaresizlikle durdum. Karnıma korkunç bir ağrı saplanıyordu, hemen sağ kolumda damar yolu açılmıştı, serumun tanelerini izleyebiliyordum.

Kuvars'ın gözlerinde gördüğüm ifadeden korkarken, elim istemsizce karnıma sarıldı. Onun yokluğunu kaldıramayacağımı bilirken bununla nasıl başa çıkabileceğimi bilmiyordum. O benim son umudumdu...

"Cemre..." Kuvars uyandığımı fark ederken hızla ayağa kalktı. "İyi misin? Ağrın var mı?"

Dudaklarım kıpırdadı ama konuşamadım.

"Dur," dedi Kuvars hızla beni doğrulturken, arkama minderi yerleştirdi. Gözlerindeki endişeyi, hüznü, pişmanlığı gördüm ama hiçbir şey yapamadım. İki kırık ruhtuk o an ve birbirimizi tamamlayamıyorduk.

Kuvars uzandı ve beni kollarının arasına aldı, dudakları saçlarıma değdi, defalarca kez öptü. "Çok özür dilerim, orada olamadığım, tek başıma Amerika'ya gittiğim için çok özür dilerim, çok özür dilerim, çok özür dilerim..."

O kendi kendine sayıklarken ellerim istemsizce onun sırtına dolandı, sarılışına, verdiği güvene ihtiyaç duydum.

"Çok özür dilerim... O piç kurusunu sabaha kalmadan kendi ellerimle öldüreceğim, yemin ederim öldüreceğim."

"K...Ku...Kuvars..."

"Söyle güzelim söyle, ağrın var mı, hemşireyi çağırayım mı?" Kuvars endişeyle benden uzaklaşırken, ona yeniden sarıldım.

İçimdeki tüm acıyı boşaltmak istercesine ona yaslanırken, beni sımsıkı sardı, dudakları boynumda, omzumda, dudaklarımın hemen üstünde her yerdeydi. Defalarca kez özür diledi.

"Allah benim belamı versin, Allah benim belamı versin, beni Allah kahretsin, ben nasıl seni bırakıp gittim, nasıl orada olamadım?"

Ona kendisini suçlamamasını, Yiğit'in psikolojik sorunları olduğunu söylemek istedim ama söylemeyi bırak dudaklarımı aralamaya gücüm yoktu.

Kuvars saçımı tutan tokayı açtı, ensem özgürlüğe kavuşurken, saçlarımın herbir telini öpene kadar durmadı. "Sana bir şey olacak sandım, ölüyordum. Ölüyordum..."

Bebeğimi sormak istedim ama bunu duymaya o kadar gücüm yoktu ki, dudaklarım yeniden lal ile mühürlenmişti sanki, bu sefer ellerimi kaldırıp işaret dilini bile kullanacak hâlim yoktu.

"Sana zarar veren dünyanın içine sıçmak istiyorum. Ben seni bu denli severken, insanlar sana nasıl zarar verebiliyor?"

Kuvars'ın karaçam yeşili gözlerinin dolduğunu gördüm, bir damla gözyaşı gözünden kayarken "Bu sefer seni kaybettim sandım, benden önce olacak diye öyle korktum ki." Kuvars beni sımsıkı sardı. "Seni kaybetseydim bir dakika yaşayamazdım, bir dakika..."

Kuvars'ın dudakları boynuma değdi, şahdamarımın üzerinde durdu. Gözyaşının ılık hissini tam o noktada hissederken, benimde gözyaşlarım gözlerimden döküldü. Acıyı yutkunamıyordum.

"Bebeğim," dedim zorlukla. "Merih?"

Kuvars duraksadı. Elleri karnıma gitti. "Benim Allah belamı versin," dedi. "Sizi koruyamadım."

Hıçkırıklarım boğazıma düğümlendi. Kuvars beni karnıma dikkat ederek kendine çekti. "Çok kanaman vardı..."

"Lütfen söyleme," dedim hıçkırarak. "Buna hazır değilim."

Hıçkırıklarım sessiz iç çekişlere dönene kadar Kuvars bana müsade etti. "Dayanamam, bu kadarı çok fazla, dayanamam..."

"Cemre..."

"Lütfen söyleme."

"Güzelim..."

"Lütfen Kuvars. Lütfen, dayanamam. Onu kaybedemem. O benim bu hayattaki son umudum."

"Cemre'm yapma böyle. Oğlumuz bizi bırakmadı."

Gözyaşlarımın arasında öylece Kuvars'ın söylediklerini dinlerken şaşkınlıkla ona baktım. "Ne?"

"Çok kanaman vardı, senin için de hayati risk oluşturacak kadar ama kontrol altına alındı. Bebeğimiz çok büyük bir savaşçı çıktı, bırakmadı bizi..."

Ellerimi yüzüme gömdüm, mutluluktan bu sefer ağlarken Kuvars uzanıp yüzümü sardığım parmaklarımı öpmeye başladı.

"Size bir şey olsaydı yaşayamazdım."

Başımı kaldırdım. "Teşekkür ederim Allah'ım, çok teşekkür ederim..."

Kuvars beni sımsıkı sardı. "Tehlike devam ediyor ama bir süre sana çok iyi bakmam lazım. Çok dikkat edeceğiz, tamam mı?"

Hızla başımı salladım.

"Peki Niyazi Bey? O nasıl? Orada, orada-"

Çenem titrerken Kuvars ellerimi avuçlarının arasına aldı. Avuçlarımı öptü. "Niyazi Bey öldü mü?"

"Yoğun bakımda, henüz durumu belli değil."

"Beni korumak için-" Ben sesim titrediği için konuşamazken, Kuvars beni kucağına çekti. "O da iyi olacak, tamam mı, sen iyisin ya, bebeğimiz iyi ya, her şey iyi olacak..."

Kuvars çökük omuzlarıyla yeniden konuştu. "Çok özür dilerim Cemre, yanında olmadığım, olamadığım için çok özür dilerim."

"Saçmalama," dedim. "Seninle yaptığımız alarm sistemi işe yaradı, ben bağırdım polislere, Yiğit öldü..." Hıçkırdım. "Bu sefer olmadı Kuvars, bu sefer karşı koydum, mücadele ettim, haykırdım, son dakikaya kadar savaştım. Ben yaptım."

Saçlarımın üzerini öptü.

"Yanında olamadığım için çok özür dilerim sevgilim, çok özür dilerim yanınızda olamadığım için..."

"Ben," dedim. "Özür dileyecek bir durum değil, ben artık anladım ki bu insanlar hayatın her yerinde, nereye gidersek gidelim, kimin nasıl olacağını seçemiyoruz, karşımıza nasıl biri çıkacak bilemiyoruz. Ne kadar iyi biriydi başlangıçta, onun şu an bu hâline inanamıyorum. İnsan karşısına ne çıkacak bilemiyor ki, bak şimdi, her ne olursa olsun önlem almayı öğrenmek zorundayız." Konuşmak yorarken, Kuvars yüzlerce öpücük kondurdu saçlarıma. "Özellikle kadınlar olarak, önlem almalıyız, KADES uygulamasını indirmeliyiz, bir kurtarıcı beklememeliyiz, polisi aramaktan çekinmemeliyiz. Mücadele etmeliyiz, bu kadar iyi bir geleceğimiz olsun diye çabalarken, birinin gelip kendi hırsları için bunu elimizden almasına izin vermemeliyiz... İlk işim kendimi savunmayı öğrenmek de olacak, kendimi korumak zorunda olmayı istemezdim ama dünya böyleyse başka çaremiz yok. Sen hep olamazsın, ben kendi kendime olduğumda da, mücadele edebilmeliyim. Ben bugün bunu anladım. Pes etmeden vazgeçmemeliyiz. Sonuna kadar, kendimiz için savaşmalıyız..."

Bebeğim varlığını duyurmak ister gibi karnımda tekme atarken, Kuvars elleriyle karnımı sardı.

"Gerek emniyet, emniyetten sonra da hukuk mücadelemizi vermekten asla vazgeçmemeliyiz," dedim yeniden gözyaşlarımın arasından gülümserken. "Biz bir kurtarıcı bekleyemeyiz, kendi kendimizin kurtarıcısı olmak zorundayız."

***

Finale son 3!

Instagram: hikayelerindeyasar

Twitter: dilektarinci

Continue Reading

You'll Also Like

580K 24.3K 44
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
1.4M 42.9K 38
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
571K 73.8K 26
"Leyla!" Günlerin yer değiştirdiği o saatlerde, gecenin en karasında, bir ruhun kilitli kalmış sokaklarındaydık. "Burada ne arıyorsun?" Başkası içi...
192K 8.7K 62
Öylece trafiğe karışan aracın arkasından bakarken bacaklarımın beni taşımayacağını anlamıştım. Taşımasındı. Önemi yoktu. Kendimi dizlerimin üzerinde...