DÖNÜM NOKTASI

De sihirlisonbahar

1.7M 80.9K 18.6K

Kapı aralığından gözüne çarpan çıplak bedenle olduğu yere çakılı kaldı. Alkolün esir aldığı beyni ona oyun oy... Mais

|PROLOG|
Dönüm Noktası- İlerleyen Bölümden Bir Kesit
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
KAÇIR BENİ!!!
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. BÖLÜM

34. Bölüm

32.9K 1.6K 496
De sihirlisonbahar

34. Bölüm

Oy vermeden, yorum yapmadan geçmeyin♡
sizi seviyorum (っ˘з(˘⌣˘ )

🍁

Yanından geçtiği sokak lambalarının ışığı öfkeli yüzünü bir aydınlatıp bir karanlıkta bırakırken, hız sınırını aştığını fark etmeden gaza yüklenmeye devam etti. Ellerinin tutuşu öylesine bir hâl almıştı ki, parmaklarının direksiyonu sıkıca kavradığını bile fark etmiyordu. Mekanik bir robot gibi arabayı sürüyor, taş kesmiş bir ifadeyle burnundan soluyordu.

Boğazının gerisinden gelen bir hırlama sesiyle direksiyona sert bir yumruk attığında, "Kahretsin!" diye kükredi.

Kendisine olan şiddetli öfkesi sürekli vicdanıyla yer değiştirirken, akşamın trafiğini aşıp mezarlığa giden otobana saptı. Hazan, onu beklemişti ve kendisi içki içme derdine düştüğü için karısını ertelemişti.

Boğazında oluşan yumruyu ve yüreğine çöreklenmiş ağırlığı görmezden gelmeye çalışarak yutkundu. Lanet olsun! Onu dinleseydi, teselliyi içkide aramasaydı Hazan şimdi yanında olacaktı. Yanında ve güvende...

İlk aklına gelen isim Baran olmuştu. Fakat şimdi o da yoğun bakımdaydı. Caddeye yakın bir yerde vurulduğunu duymuştu. Fazlası yoktu çünkü gerisini dedesi de bilmiyordu. Açıkçası umurunda da değildi. Şu an bütün derdi Hazan'ı bulmaktı ve tek bildiği karısının annesinin mezarına gittiğiydi.

Kendine sakin kalmayı telkin etti. Belki o da kendisi gibi annesinden ayrılamamış ve hâlâ mezarı başındaydı. Öyle ya, Aslı öldüğünde geceler boyu mezarının başında sabahlamıştı. Evet, Hazan mezarlıktaydı. Gidip onu alacak ve birazdan eve dönecekti. Ama yine de üstesinden gelemediği bir sıkıntı yüreğinde mevcuttu.

Dakikalar ona saatler gibi gelmeye başladığında sonunda mezarlığa ulaştı. Sis kaplayan mezarlıkta ilerlemeye başladı. Beyaz kar tabakası ayağının altında ezilirken ağzından çıkan buhar yoğun sise karışıyordu. Issız mezarlıkta yürümeye devam edip Hazan'ın annesinin mezarının yerini sonunda bulmuştu. Bulmuştu bulmasına ama Hazan yoktu. Şiddetli bir korku dalgası kalbini sarstığında takır takır işleyen beyni uyuştu, serseme döndü. Saçma olduğunu bilerek yeniden etrafına bakındı ve korkuyla yutkundu.

Dehşet verici bir sıkıntı yüreğini tamamen kapladığında ise derhâl mezarlıktan ayrıldı. Başına bir şey gelebilecek olmasının endişesi aklını esir almışken aracını doğrudan emniyet müdürlüğüne sürüp Volkan komiserin yanına ulaştı.

İşe yaramayan kafasını sivri bir yere vurup patlatmak istiyordu. Niye onun yanında olmamıştı? O teselliyi içki de ararken karısının ona olan ihtiyacını nasıl görmezden gelmişti?

Kapısına vurup içeriye girdiğinde, "Oo." dedi, komiser Volkan. "Hangi rüzgâr attı seni buraya?"

Tufan kaskatı olmuş bir bedenle arkadaşının uzattığı elini sıktıktan sonra, "Eşim kayıp, Volkan." dedi. "En son annesinin mezarına gitmek için evden çıkmış, hâlâ haber yok."

Volkan komiser Tufan'ın endişesini gördüğü an yüzü ciddi bir hâl aldı ve oturması için büyük masasının önündeki koltuğa yönlendirdi. "Sakin ol. Kayıp ihbarı için aradan yirmi dört saat geçmesi gerekiyor, Tufan. Her yere baktınız mı?"

Sakin olmak mı? Değil yirmi dört saat, yirmi dört saniyeyi bile bekleyecek durumda değildi. Vakit ilerledikçe kopma noktasına gelen sinirlerini daha çok geriyordu.

"Annesi yeni vefat etti. Mezarlığa gittiğini öğrenince oraya baktım." dedi. "Aklıma başka bir yer gelmiyor. Kaldı ki Hazan bu durumda hiçbir yere gitmez. Gitse bile muhakkak bana ya da dedesine haber verir."

Olaya profesyonelce yaklaşan Volkan komiser, "En son kimlerle görüşmüş bir bilgin var mı?" diye sordu. "Yani sıradışı bir olay, yakınları ile ufak bir görüşme, bunlar bizim için önemli detaylar."

Düşünemiyordu, Tufan. Hazan'dan başka hiçbir şeye odaklanamıyordu. Her zaman takır takır işleyen beyni durmuştu sanki. O an tek bir isim aklına geldi ve; "Alakası var mı bilmiyorum ama kuzeni vurulmuş." dedi. "Bildiğim tek şey bu."

Volkan komiser, Tufan'dan aldığı bilgilerle gerekli birimi arayıp detayları aktardı. Aradan geçen on dakikanın ardından beklediği telefon geldiğinde ise kısa bir görüşme yaparak arkadaşına döndü. "Olay yeri görgü tanıklarının ifadesi alınmış." dedi. "Ayrıca kamera kayıtlarıda varmış. Şahıs vurulmadan önce bir kadınla berabermiş. Tesettürlü bir kadın."

Tufan'ın yüreği ağzına geldiğinde yüzü allak bullak oldu. Gürültüyle yutkunurken rengi attı. Hazan olabilir miydi?

"Plakası kapalı bir araçtan çıkan iki kişiyle aralarında bir arbede yaşanmış. Görüntülere ve şahitlere göre kadını almaya çalışmışlar, ama vurulan kişi araya girmiş zanlılardan birinin silahıyla yaralanmış."

Saniye saniye artan endişeyle ayağa kalktı. Kasları tel gibi geriliyordu. "Görüntüleri görmem lazım." dedi. "Hazan olabilir."

Volkan komiser ise onu hiç ikiletmedi. Beraber uzun koridorları aşıp ilgili birime geçtiklerinde Tufan, Hazan'a bir şey olmaması için sürekli içinden dua ediyordu. Bunu yaparken de farkında bile değildi.

O esnada polis memuru bir işletmenin kamera kaydını açtı ve Hazan ile Baran ekranda göründüğü an Tufan'ın kalbi kısa bir an durup, sonra şiddetle tekrar atmaya başladı. Korku, tüm bünyesini hızla ele geçirmişti.

Videoda, Hazan ve Baran ayakta dikilmiş konuşuyorlardı. Az bir zaman sonra yanlarına plakası kamufle edilmiş beyaz bir Doğan SLX yaklaştı. İçinden hızla inen iki kişinin hedefi genç kızdı. Yüzlerinde kar maskesi olan iki kişi, birden kızın üstüne yürüdü ve Tufan öfkeden kör olmuş gözlerle görüntüyü izlerken Baran araya girdi. Saniyeler içinde Baran yere yığıldığında iki kişi Hazan'ı yaka paça araca bindirip uzaklaştılar.

Odada bulunan bir başka polis memuru, "Komiserim, olayla ilgili inceleme başlatıldı." dedi. "Zanlıların araçları mobese kameralarından takibe alındı. Fakat belli bir yerden sonra izlerini kaybettirdiler."

Tufan'ın korkuyla gölgelenen yüzü milim milim değişti. Kemikli yüz hatları gerildi ve dişlerini sıkmasıyla birlikte yanak kasları oynadı. Koyu kahverengi gözleri biraz daha kararırken bulunduğu odadan ayrıldı.

Volkan komiser de hemen peşinden çıktı. "Kafana göre bir şey yapma sakın." dedi Tufan'ın hızına yetişerek. "Olayla bizzat ben ilgileneceğim."

"Tamam."

Buz gibi bir sesle konuşup yürümeye devam eden Tufan'ın cevabı sadece geçiştirmek içindi. O anda tuttuğu her şeyi parçalayabilecek kadar gözü dönmüşken eli kolu bağlı bekleyemezdi.

Volkan komiser ise yürümeyi kesti ve ellerini beline koyup başını iki yana sallarken yorgunca nefesini verdi. Eğer endişe, korku ve öfke somut bir varlığa dönüşebilseydi kesinlikle Tufan'ın vücudunda can bulurdu. Zira hislerin vücut bulmuş hâlini Tufan'ın gözlerinde görmüş, elini uzatsa dokunacak kadar yakınlaşmıştı.

"Telefonunu açık tut!" diye seslendi arkasından. "Bir gelişme olursa arayacağım."

Tufan, ona kısa bir bakış atıp, "Eyvallah." dediğinde geniş kapıdan dışarı çıktı. Yoğun kar, gözün görebildiği her yeri kaplamaya başlamıştı. İnce ince yağan beyaz benekler deri ceketinin ve siyah saçlarının üzerini kısa sürede kapladığında ise aracına geçip bilinçsizce gazı kökledi. Nereye gideceğini, onu nerede arayacağını bilmiyordu. Hazan'dan kim, ne isteyebilirdi ki?

Sorular kafasını zehirlerken aracı doğrudan mekâna sürdü. Eve gitmek demek, boşuna beklemek ve vakit kaybı olacaktı. Onun ise fazladan kaybedecek bir dakikası bile yoktu. Hayaline düşen görüntüler korkularını körüklüyor, ona geç kalma ihtimali nefesini kesiyordu.

Mekâna ulaşıp, kalabalığı yardığında girişin az ilerisinde elemanlardan biriyle konuşan Ali'yi gördü. Başıyla yukarı çıkmasını işaret etti ve ofise geçip telefonunu hemen şarja taktı. Ali peşinden içeriye girdiğinde Tufan'ın korkunç yüz ifadesinden bir şeyler döndüğünü anlamıştı.

Kapıyı kapatıp, "Hayırdır abi, yolunda gitmeyen bir şey mi var?" diye sordu. Çoktan ofisi yarılamıştı adımları. "Ne bu hâlin?"

Tufan elini nemli saçlarının arasından geçirirken o anda parmaklarının titrediğini fark etti. Allah'ım! Ona bir şey olacak diye ödü patlıyordu.

Dişlerini sıkarken masanın etrafından dolanıp Ali'nin yanına geldi. "Ben buradayken birileri Hazan'ı kaçırmış."

Ali, anlık şaşkınlığını bertaraf ettiğinde, "Karakola gittin mi?" diye sordu.

Hiçbir şey yapmadan beklemek Tufan'ı deli ederken oturmayı düşünmedi bile. "Volkan komiserin yanından geliyorum. Kamera kayıtlarına baktık. Beyaz bir araca zorla bindirip götürmüşler."

Tufan ofiste volta atmaya başladığında Ali'nin parmakları çenesinin üstünde dolandı. "Plaka?"

"Üstünü kapatmışlar. Üstünü kapatmışlar ve radara yakalanmadan kaçmayı başarmışlar!" Neredeyse tükürür gibi söylediği sözler üzerine vücudu kasılıp dişleri birbirine kenetlendi. "Hazan'ın kimseye bir zararı dokunmaz, kendi hâlinde bir kız. Kim, ne isteyebilir ki ondan?"

"Şu eski sözlüsü, o olabilir mi?" diye sordu, Ali. "Ya da onların bir yakınları falan."

Tufan yanaklarını şişirerek verdiği havanın ardınan başını iki yana salladı. "O çocuk da oradaymış. Hatta Hazan'ı korumak isterken vurulmuş. Ailesinden biri yapsa Baran'a neden sıksın?"

"Geriye ne kalıyor o zaman?"

Tufan, işe yaramayan beynine yüklenirken, "Bilmiyorum ama bunda başka bir iş var." dedi. İçine çektiği her nefes boğazını bir bıçak gibi kesiyor, düşüncelerini toparlamakta güçlük çekiyordu. "Hiçbir fikrim yok, Ali. Aklımı oynatmak üzereyim."

Ali'de endişelenmişti ama daha çok şaşkındı. Evlendiği gün o kıza nasıl baktığını, tamamen zorunlu bir evlilik yaptığını ve birkaç ay sonra boşanacağını hatırlıyordu. Tufan ne ara istemediği bir kadına aşık olmuştu? Karım derken gözlerinin içi ışıldıyor, ona duyduğu endişeyle koca şehri yakacak kadar öfkeli görünüyordu.

Ama şu an konu bu değildi. Mantıklı ve geniş çaplı düşünmesi gerekiyordu. Normalde Tufan daha serinkanlı bir adamdı, olayları analiz etmekte üstüne yoktu ama şu an tüm meziyetlerini yitirmiş gibi görünüyordu.

"Sakin ol abi." dedi. "Sen soğukkanlı bir adamsın, sakin kafayla düşünmemiz gerekiyor."

Bir anda öfke patlaması yaşayan Tufan yumruğunu yanındaki duvara geçirip dişlerini sıktı. Panik onu tamamen avucuna aldığında ise görüntüsüne tezat bir sesle, "Bana sakin ol deyip durmayın!" dedi. "Hazan'ı kaçırdılar diyorum anlamıyor musun? Hayatta olup olmadığını bile bilmiyorum. Nasıl sakin kalabilirim?"

İçinden bile geçirmeye korktuğu kelimeler dilinden dökülünce yüzü kireç gibi oldu. Eğer onu bulamazlarsa ne olacaktı?

Zihnine yayılan düşünce silsilesi sinsi bir yılan misali yüreğini zehirlerken başını iki yana salladı. Hayır. Ona bir şey olursa yaşayamazdı. Kalbi ikinci bir kaybı kaldıracak kadar güçlü değildi.

Öfkesinin kendine yönelik olmadığını bilen Ali, "Seninle alakası olabilir mi?" diye sordu. "Gerçi İstanbul'da yaşıyorsun, Ankara'da düşman sahibi olacak kadar kalmadın ki."

Tufan'ın karmakarışık olan zihni geçmişi tarayıp, küflü odadan işine yarayan görüntüleri gözünün önüne serdiğinde başını ellerinin arasına alıp inledi. Kalbi dehşet verici bir hisle çarpıyordu.

Parmakları saçlarının arasından sertçe geçerken, "Allah kahretsin!" diye tısladı. "Malını yaktığım adamlar!

Muhtemelen onlardı. Ali başıyla Tufan'ı onayladı. "Şimdilik başka bir ihtimal yok gibi duruyor. Ama ne çabuk öğrendiler burada olduğunuzu?"

Tufan ona bakıyormuş gibi görünüyordu. Fakat yitirmek üzere olduğu aklı hâlâ Hazan'daydı. "Bilmiyorum. Onlara ulaşmam lazım." dedi bilinçsizce. "Kim biliyordu o Sinan denilen adamın yerini?" İsmi Sinan olmalıydı. Ya da her ne haltsa!

Ali, "Salih biliyordur." dedi eski çalışanlarını hatırlatarak. Ardından telefonu cebinden çıkardı. "Bilmese de öğreniriz."

O sırada şarjda ki telefonun melodisi araya girdi ve Ali ile Tufan birbirlerine baktılar. Çalan telefon Tufan'ın yüreğini ağzına getirse de hızlı adımlarla şarja taktığı yere ulaştı. Bilinmeyen bir numarayı gördüğünde ise kalbi iki kat daha hızlı çarpmaya başladı.

"Alo."

Tanımadığı bir erkek sesi, "Nasılsın Tufan." dedi gülerek. "Yahu arıyorum arıyorum telefonun kapalı, çok şükür sonunda ulaşabildim."

Tufan'ın kuşkuyla kısılan gözleri, sanki cevap ondaymış gibi kendisini izleyen Ali'ye kaydı. "Kimsin?"

"Haa!" diye kaba bir ses çıkardı karşıdaki adam. "Önce ismimi söylemem gerekiyordu değil mi? Af buyur. Ben Sinan."

Tufan'ın kalbi bu kez korkuyla çarpmaya başladı. Az önce ismi geçen ve karısının elinde olma ihtimali olan adamın Tufan'ı araması tesadüf müydü?

"Sinan?" dedi sorar gibi. Yutkunurken sesi ikiye bölünmüştü.

Ayıplar gibi sesler çıkaran adam, "Aşk olsun." dedi. "Malını ateşe verdiğin adamı nasıl tanımazsın? Neyse." diye devam etti. "Karının ortadan kayboluşuna veriyorum bu dalgınlığını."

Ali'ye bakan gözleri bir an odağını kaybeder gibi olduğunda Tufan'ın dizlerinin bağı çözüldü. Öfke ve korku aynı anda benliğini esir aldığında ise, "Hazan nerede?" dedi dişlerinin arasından. "Karım nerede!?"

"İyi, iyi. Karın iyi, biz hanım misafirlerimize nazik davranırız." dedi kinayeli bir tonla. "İnşallah sen de bizim iyi niyetimizi suistimal etmezsin." Sesini temizleyip, "Açın gelinimizin ağzını da kocasına iyi olduğunu söylesin." diye seslendi. Sesi ahizeden uzaklaşmıştı sanki.

"Tufan!"

Korku dolu bir sesle kocasının ismini haykırması Tufan'ı ortadan ikiye böldü. Gözlerini çaresizce yumduğunda ise boğulur gibi bir ses çıkardı. Soluk gibi bir sesle, dudaklarından karısının isminin döküldüğünü bile fark etmedi. Yaşadığına sevinmek ve onun yüzünden zarar gördüğü için kahrolmak arasında sıkışıp kalmıştı.

Kararan gözlerini usulca açtığında Ali'nin ona doğru adımladığının farkında bile değildi. Bir yanı Hazan'a zarar vermemeleri için yalvarmayı, diğer yanı ise onları parçalara ayıracağını söyleyerek tehdit etmek için çıldırıyordu.

Korkunun içgüdülerine saldığı sinyalle, beyninden bağımsız hareket eden dilini ısırdı. "Ne istiyorsun?" diye sordu sadece. Arkadan hâlâ Hazan'ın anlamsız seslerini duyuyor, sabrının kopma noktasına geldiğini hissediyordu.

"Gelin kızımızı içeriye götürün." diye seslendi adam. Tufan ise güçlü çenesini kıracak kadar sıktı. "Hah nerede kalmıştık? Evet benim mallarımdan bahsediyorduk." Bir çakmak sesi duyuldu, ardından nefesini ahizeye üfledi. "Benim öyle büyük çaplı işlerim yoktur, Tufan. İlk defa iyi bir mal elime geçti onu da sen hâllettin. Eee dünyanın parası gitti. Hâlâ işe yaramaz arabalara biniyorum senin yüzünden."

"Ne kadar istiyorsun?" diye kesti Tufan, onun sözünü. Ofisin içinde, gözü dönmüş gibi yürümeye başladı.

"Lafı uzatma diyorsun."

Tufan dişlerini sıktığında gıcırtısını Ali bile duydu. Öfke, endişesinin üstüne çıkmak üzereydi ve ağzından yanlış bir kelime çıkmasını engellemeye çalışıyordu.

"Tabii ki para, başka ne olacak?" diye devam etti Sinan denilen adam. "Benim el alemin namusuyla işim olmaz. Allah var, önce sana ulaşıp konuşalım dedik ama ne kadar inatçı biri olduğun aklımıza gelince vazgeçtik. Neyse olan oldu. Sen şimdi polise haber vermeden parayı getir ve karını al."

Tufan telefonun sesini hoparlöre verdi. Şimdi Ali'de duyuyordu. "Miktarı söyle, nereye getirmemi istiyorsun?"

"Yirmi bin dolarla birlikte, bir saat sonra İmrahor Viyadüğün'ün altına gel." dedi. Sesinin tonu bile ağırlaşmış, ciddileşmişti. "Polise haber verme, yanlış bir hareket yaparsan karına hiç nazik davranmam bilmiş ol. Ufak işler yapıyor olmam arkamda sağlam adamların olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bunu da daha gelir gelmez karına ulaşmamızdan anlamışsındır."

Sabrının son demlerini yaşayan Tufan, "Polis olmayacak." dedi kuru bir sesle. "Ama bu vakitte o parayı çekmem imkânsız. İki saate kadar bir şekilde temin etmiş olurum."

"Orası senin sorunun." Sinan'ın sesi sabırsızdı. "Bir saat dedik."

Tufan telefonu şarjdan çekti ve eliyle telefonu gölgeleyip, başını Ali'ye uzatarak, "Powerbank bul çabuk." diye fısıldadı. Hızlı adımlarla ofisin kapısından çıkarken, "Bankalar kapalı, bankamatik o kadar büyük bir miktarı vermez." dedi. Yüreği endişeden patlayacak hâle gelse de sesi sakin kalmayı başarıyordu. "İki saat sonra istediğin parayla, dediğin yerde olacağım."

Söylediklerine ikna olan Sinan, "Öyle olsun bakalım." dedi. "Bir kuruş eksik kabul etmem, Tufan. İki saat sonra yirmi bin dolarımı isterim. Yaktığın kadarını veriyorsun zaten, fazlasını değil merak etme."

Tufan telefonu kapatıp cebine attığında arkasından hızla gelen Ali ona yetişti. Kalabalığı yarıp dışarı çıktıklarında Tufan soğuk hava ile bir parça kendine gelmeyi başardı. Arabasına atlayıp motoru çalıştırdı ve Ali, bindikten hemen sonra gaza sertçe bastı.

"Bu saatte o kadar parayı nereden bulacaksın?"

Ali'nin sözleri üzerine, "Salih miydi o bizim eski korumanın adı?" diye sordu.

"Evet."

"Ara onu ve telefonu bana ver."

Ali, sorgulamadan Tufan'ın söylediğini yaptı. Yaklaşık on beş dakika sonra Salih'in evine vardıklarında, Salih'e her şeyi anlattı. Salih artık Sinan'ın yanında çalışmadığını, hakkında bir şey bilmediğini söylese de biraz tehdit ve teklif edilen para karşısında bülbül gibi şakıdı.

Hamza Bey'i arayıp tüm detayları anlattığında ise önce onun şaşkınlığını dinledi. Ankara'ya geldiğinden Hamza Bey'in haberi bile yoktu. Fakat kaybedecek zaman da yoktu. Hamza Bey durumun aciliyetini kavradığında onu bir arkadaşına yönlendirip parayı almasını sağladı. Aslında bu parayı vermeden de o Sinan denilen adamdan kurtulabilirdi ama Hazan söz konusuyken para Tufan'ın umurunda bile değildi.

Salih'in bahsettiği yere geldiklerinde araçtan indiler. "Emin misin?" diye sordu Ali.

Çaresizlik insana her şeyi yaptırıyordu. Uzun adımlarla bina yaklaşan Tufan, "Başka çarem yok." dedi. "Öyle adamlar bu dilden anlar."

Zaten açık olan bina kapısından içeriye girerek dairenin zilini çaldılar. Kapıyı genç, güzel bir kadın açtı. Gecenin bu saatinde karşısında iri adamları görünce de tedirgin olduğu gözlerinden okundu.

Üzerindeki kalın hırkasına sarılarak, "Kimsiniz?" diye sordu.

Konuya direkt giren Ali, "Sinan abi Esra'yı istiyor." dedi. "Senin İsmet'ten hamile olduğunu öğrenmiş."

Allah'tan, Salih parayı seven birisiydi. Eğer arkadaşını satmasa bu bilgiyi hayatta öğrenemeyeceklerini gayet iyi biliyorlardı. İsmet'in karısıyla birlikte şehir dışına çıktığını da söylemişti, Salih. Bu durumda kadın onu arayıp olanı biteni aktarsa da, bir kaç kişinin bildiği olayı Sinan'a anlatmaları imkânsızdı.

Kadının gözleri dehşetle açılıp kocaman oldu ve başı döner gibi olduğunda ardı ardına yutkunup eli istemsizce karnına gitti. Adamların bakışlarının oraya kaydığını fark ettiğinde ise derhâl kendini toparlayıp, "Yok öyle bir şey?" dedi. "Kim dedi size bunu?"

"Bize değil Sinan abiye söylemişler." dedi Ali. "Her şeyi biliyor, kızını verin götürelim. Kendi gelirse elinden bir kaza çıkacağını söyledi."

Yaşadığı şoku hâlâ üzerinde taşıyan kadının korkudan beti benzi attı. Sinan, onun nikâhlı kocası değildi ama kızının babasıydı. Bu bebeği de aldıracaklardı zaten. Nasıl ortaya çıkmıştı?

"Yalan söylemişler!" diye itiraz etti. "İftira atmışlar! Çıkın gidin çabuk!"

Tufan kadından önce davranıp içeriye girdi. Her şey ortaya çıktığı için kaçıp gideceği belliydi. En tecrübesiz insan bile onun gözlerinden kaçmayı planladığını anlayabilirdi. "Eliyle koymuş gibi bulur, yapmayın." dedi Ali. "Tek istediği kızı, size çok öfkeli. Kendini içkiye verdi, ayıldığı an onu kimse tutamaz zaten."

Kadın ne kadar itiraz etse de kabullenmiş bir şekilde gözlerini yumduğunda, "Allah kahretsin!" dedi. Dudaklarının içini kemirmeye başlamıştı. "Bizi evde bulamadığınızı söyleseniz olmaz mı?" derken yutkundu. "Ben de hemen kızımı alıp giderim buradan. Yardım edin, görmediğinizi söyleyin ona."

Kadın, eli ayağına dolanmış bir hâlde konuşurken, zamanla yarışan Tufan gergince saatine baktı. Geçen her dakika aleyhine işliyordu. Sesini kontrol altına alıp, "Evde olduğunuzu biliyor." diye konuştu. "İnanın size zarar verecek kadar gözü döndü. Bebeği verin ve bir süre ortalıktan kaybolun. Sizin için yapabileceğimiz başka bir şey yok maalesef."

Genç kadın kaçma planları yapmaya başladığında arkasını döndü ve kızının yanına gitti. Etekleri tutuşmuştu, bir o yana gidiyor bir bu yana gidiyor gözünün önündeki battaniyeyi görmüyordu. Tıpkı can havliyle gözü kızını bile görmediği gibi... Bir an evvel bu evden gitmezse Sinan her an çıkıp gelebilirdi. Kızına zarar vermezdi ama onu sağ bırakmazdı.

Onu battaniyesine sarıp geldiğinde bebeği hâlâ uyuyordu. İsmet'le beraber olurken pişman değildi ama şimdi olmuştu. Sinan'ın öğreneceğini asla düşünmemişti.

Tedirgin gözlerle karşısındaki iki adama baktı. "Ben ne yapacağım?" diye sordu. "Bunu asla yanıma bırakmaz. Beni yaşatmaz!"

Tufan onu duymuyordu bile. Ama anladığı bir şey varsa şu an kendi hayatı bebeğinin hayatından daha değerliydi. Hiçbir şey söylemeden sonunda bebeği alıp daireden çıktı.

Ali ise sızlamaya devam eden kadına son bir kez bakıp, "Kızınız için hiç mi endişe duymuyorsunuz?" derken buldu kendini. Sonra da dilini ısırdı. Fakat kadın onu duymuyordu bile. Hâlâ kendi hayatı için korkuyordu.

"Kızına zarar vermez ki, onun göz bebeği Esra!" diye hırçınlaştı, kadın. "Olan bana olacak!"

O hâlâ konuşmaya devam ederken Ali başını iki yana sallayıp yanından ayrıldı. Tufan'ın peşinden hızla ilerledi ve araca bindi. Sadece doğurmakla anne olunmuyordu demek ki!

Kapısını kapatır kapatmaz Tufan bebeği Ali'ye uzattı ve aracı çalıştırdı. Bebek hâlâ mışıl mışıl uyuyordu. Gaza bastığında ise yorgun vücudunu gergince arkaya yasladı. Tüm gücü bedeninden çekilmiş gibi hissediyordu.

"Yarım saatte oraya varabilecek miyiz sence?" dedi. Gözlerini kısaca Ali'ye çevirdi ve Ali başını salladı.

"O civarda trafik yok." diye yanıtladı Ali. Daha sonra kucağında ki bebeğe bakıp, "Buna gerçekten gerek var mıydı?" diye sordu. "Parayı zaten götürüyoruz."

"Tedbirli olmak zorundayız." Tufan aynalardan yolu kontrol ederek aracı sürmeye devam etti. "Öyle insanların ne yapacağı belli olmaz. Altından başka bir şey çıkacak mı, bilmiyoruz."

"Aramızda tek günahsız varlık bu." dedi, Ali. Rahatsız hissediyordu.

Onun düşüncelerini okuyan Tufan ise, "Bebeğe zarar vermeyeceğiz." diye konuştu. "Emin ol o da aynı fikirde olacak. Ben Hazan'ı sağ salim aldığımda kızını alacak ve her şey bitecek."

Ali, onu başıyla onayladı. "İnşallah abi."

Birkaç dakika sonra aracın içini ağır bir sessizlik kapladı. Tufan ciğerlerine yetmeyen bir soluk çekti ve içinden dua etmeye başladı. Eğer kendisi yüzünden ona bir şey olursa bu yükün altından asla sağ çıkamazdı. Sorumsuzluğu ayrı bir dert, olayın kendisi yüzünden gelişmesi ayrı bir dertti.

Telefonu çaldığında yüreği ağzına gelerek ekrana baktı. Arayanın Hazan'ın dedesi olduğunu görünce de yaşadığı vicdan azabına bir yenisi daha eklendi. El mecbur telefonu açacaktı. Onu daha fazla endişelendirmeye hakkı yoktu.

"Efendim."

"Yavrum haber var mı Hazan'dan? Mezarlıkta mı hâlâ, buldun mu onu?"

Adamın korku dolu endişeli sesi Tufan'ı mahvetti. Diğer eli direksiyonu sıkarken, "Mezarlığa baktım yok." dedi. Diğer detaylara girmedi. Amacı yaşlı adamı daha fazla telaşa sokmamak içindi. "Emniyete gittim. Hâlâ arıyorum, siz benden haber bekleyin."

"Bekliyorum oğlum elimden başka bir şey gelmiyor, başına bir şey gelmiş olmasından korkuyorum. Bu saate kalıp beni habersiz bırakmazdı."

Tufan, çektiği vicdan azabıyla kısacık bir an gözlerini yumup açtı. "Bulacağım onu, sağ salim gelecek güvenin bana. Siz sadece dua edin."

"Duadan başka silahım yok zaten, oğlum. Sürekli yalvarıyorum Allah'a. Sen de dua et, kimin duasının kabul olacağını sadece Allahû Teâlâ bilir."

Ediyordu. Tufan bugüne kadar hiç etmediği duaları ediyor, Hazan'ı sağ salim alabilmek için içten içe yalvarıyordu. Telefonu kapattığında ıssız bir yola giriş yaptı. Tek tük bulunan evleri de geçip viyadüğe yaklaşırken kalbinin gürültüsünü kulaklarında duyuyordu.

Yeniden kederli bir soluk daha aldığında ise içinden dua etmeye devam etti. Ne kadar güçlü bir adam olursa olsun şu an acizdi. Çok günahı vardı, belki kabul edilmeye layık değildi ama yine de korkunun temel attığı duygu yoğunluğuyla Rabbine yalvardı.

Bir yerden başlarsa sanki duaları kabul olacakmış gibi fısıldıyordu bir ses... Ve Tufan hayatında ilk defa Rabbine bu kadar yakın olduğunu hissetti. İçindeki duygular öne çıkmak için birbirleriyle mücadele ederken ve bambaşka duygular onu esir alırken yüreği ılık ılık esti. O an araçtaki Ali, bulmak için canını dişine taktığı Hazan ve Aslı'nın acısı bile anlık silinip gitti aklından. Teslimiyeti iliklerine kadar hissederken yaşadığı duygu yoğunluğu o kadar şiddetliydi ki, ufacık bir an farklı bir atmosferde kayboldu ve ani bir geçişle tekrar dünyaya döndüğünde ağzına bir daha asla içki sürmeyeceğine dair Rabbine söz verdi.

🍁

Vote veren parmaklarınız dert görmesin aşklarım ❤️ Hepinizi ayrı ayrı seviyorum.

Yeni bölümde buluşmak üzere, profilimi takibe almayı unutmayın olur mu? sihirlisonbahar 🖤

Continue lendo

Você também vai gostar

ASYA De Su

Literatura Feminina

287K 16K 32
Abi kitapları kıtlığı çekiyorsanız doğru yerdesiniz. Bölümleri yazdıkça atacağım. "Onu istemiyorum." Nefret dolu bakışları bendeyken babamdan uzakla...
Lena - Gerçek Ailem De

Literatura Feminina

412K 26.7K 24
17 yıl önce bir kötülük yapıldı, bu kötülük herkesin ruhunda unutulmayacak yaralar bıraktı. Yara alanlar, asıl yaralıya yeni yaralar açmayı umursama...
Aşk-ı Mardin De yillmazey

Literatura Feminina

684K 30.7K 20
Yasmîn, annesiyle birlikte Zemheroğlu konağında çalışmaktadır. Zemheroğlu Mardin'in en köklü aşiretidir. Yasmîn'in babası bir gece ansızın annesini...
132K 527 11
Her bölümde farklı bir seks hikayesi olacaktır. ona göre okuyunuz